Yeni Üyelik
4.
Bölüm

3.Maskeni̇n Altindaki̇ Canavarlar

@vaerosas

Beşinci Yüzük Serisi 1 - Hecr

"MASKENİN ALTINDAKİ CANAVARLAR"

BİLLİE EİLİSH-BORED

"Hiç bir acı yalnızlığın pençesi kadar acıtmaz canını."

Söylediği şeyi duyuduğumda neden gergin olduklarını anlamış çoktan ben de gerilmiştim. "İgnis kralı kanlarımızı istiyor."


Anlaşılan İgnis kralı belirsizliğe daha fazla dayanamamıştı. Bizim ona yardım edeceğimizi düşünmüştü ve kanlarımızı istiyordu. İntikam için yirmi yıl beklemişti ve daha fazla beklemek istemiyordu, kendince haklıydı da. Ama asıl saçma olan ona yardım edeceğimizi düşünmesiydi.


"Ne zaman istedi?"


"Davetiyeyi aldıktan sonra saraya gelmiş." dedi Havin.


Gözlerimi kısarak kızların arkasındaki kırmızı bayrağa baktım. İgnisler gerçekten gelmişti.


"Ne zaman istiyorlar?"


"Balodan sonra."


Başımı sallayarak onayladım ve arkamı dönüp saraya yürürken kızlara elimle peşimden gelmelerini işaret ettim. Sarayın merdivenlerini çıkarken burnuma dolan kül ve cehennem kokusu yüzümün buruşmasına sebep olmuştu. O yaratıkların kokusu da kendileri gibi çekilmezdi.


Büyük salonunun kapısına geldiğimizde muhafızlar kapıyı açarak geriye çekildiler. Yanımda Ilım ile ilk biz salondan içeri girdik.


Masada kendini belli eden kızıl saçları gördüğümde İgnis kralının gerçekten burada olduğuna inanmıştım. Kralın hemen yanında oturmuş elindeki şarap dolu kadeh ile birlikte gözlerimin içine bakıyordu.


"Kızlar da geldiğinde göre onlarla konuşabilirsiniz." Kralın doğrudan İgnis kralına kurduğu cümlelere karşılık olarak kral sırıtarak başını salladı.


Cadı kralına kıyasla İgnis kralı çok daha genç görünüyordu. İgnis olduğunu bilmesem benden bir kaç yaş büyük olduğuna inanırdım. Ama gözlerindeki karanlık uzun zamandır bu dünyada olduğunu belli ediyordu.


"Bizi yalnız bırakır mısın Akçan?" Cadı kralı zoraki bir şekilde oturduğu koltuktan kalktı ve yanındaki muhafızıyla birlikte yanımızdan geçip gitti.


O çıktıktan sonra İgnis kralı tek bir parmak şıklatmasıyla az önce Kral Akçan'ın oturduğu yere oturmuştu. Hemen yanında ki Alar'ı fark ettiğimde başımı çevirip ona döndüm. Ona dönmemle gözlerimiz buluştu ve başını sallayarak bana ufak bir selam verdi. Gülümsedim.


Hala ayakta olduğumuzu fark ettiğimde kralın yan tarafına oturdum. Karşıma Nesli ve yanıma da Ilım oturdu onların yanına da sırayla Açelya, Hadra ve Havin geçti.


Kral hepimizin burada olmasından keyif alırcasına bizi tek tek izliyordu. Herhalde ona göre ne kadar çok cadı o kadar çok kandı. Ama durum istediği gibi gitmeyecekti sadece o şimdilik bunun farkında değildi.


"Hepinizin burada olması çok iyi hanımlar." Elindeki şarap kadehinden büyük bir yudum aldı. "Zira bu konuşmayı hepinizle tek tek yapmak benim için oldukça yorucu olurdu."


"O zaman konuşmanızı yapın." Konuşan Hadra'ydı. İgnis kralına düz bir şekilde bakıyor ondan güçlü olduğunu göstermekten çekinmiyordu. Sorun şu ki ondan güçlü değildi sadece kendi kendine bir psikoloji oluşturuyordu.


"Siz de biliyorsunuz zaten," diyerek başladı konuşmaya, "Buradan çıkmak istiyoruz. O aciz varlıklara bizi buraya hapsetmelerinin hesabını sormamız gerek değil mi? Sizin halkınız da yıllardır tutsak ve eminim onlar da bu konuda destekçimizdir."


"Cadılar bu konuda sizinle birlik olmaz!" Diyerek itiraz ettim.


"Olacaklar çünkü onlarda burada esir ve kendi dünyalarına dönüp intikam almak istiyorlar."


"İntikam almak istiyorlarsa onlara ihanet eden cadıdan intikam alsınlar!"


"Bulurlarsa alacaklar lakin o hain öyle bir yere saklanmış ki yıllardır ona dair hiç bir iz bulunamadı." İgnis Kralının gözlerinde gördüğüm saf nefret bulsa önce kendisinin ondan intikam alacağını belli ediyordu.


"Kasabada ki insanlara ne yapacaksınız?" Kral gözlerini Nesli'ye çevirip samimi olmayan bir şekilde gülümsedi.


"Yirmi yıl önce yapmamız gerekeni." Onları köleleri yapmak istiyordu.


"Bunu yapamazsınız cadılar bu konuda birlik olmaz. Aralarında masum olanlar var iken cadılar size destek olmaz!" Ses tonum farketmediğim bir şekilde ürkütücüydü. Kralın kırmızı gözleriyle karşılaştığımda aynı şekilde durmaya devam ettim.


"Cadılar bu konuda bizim en büyük destekçimiz Tatlı Hera..." Aynı anda Hadra ile birbirimize baktık ve gerçeği o zaman farkettik. Cadılar da aynı İgnisler gibi intikam istiyordu. "Bizlere yardım edeceksinizdir umarım."


Kızlara tek tek baktım. Bu kararı birimizin düşüncesiyle veremezdik Balin'de ki insanların arasında bizi büyüten ve sevdiğimiz insanlar vardı. Hadra'ya baktığımda onun da benimle aynı şeyleri düşündüğünü fark ederek başımı salladım.


"Bize düşünmemiz için zaman verin. O insanların arasında bizim için önemli kişiler var." Kral Hadra'ya çevirdi başını ve 'hay hay' dercesine başını salladı.


"Kararınızı verdiğiniz an bana haber vermeniz yeterli hanımlar. Akşamki baloda görüşürüz." Sandalyesini ittirip ayağa kalktıktan sonra muhafızlarıyla birlikte yemek salonunda çıktı. Çıkmadan önce son kez Alar'a baktım. Düşünceli görünüyordu.


"Şimdi ne yapacağız?" Açelya endişe ile hepimize tek tek bakarken ayağa kalktım.


"Geçen bize saraya gitmemizde yardım eden kadını hatırlıyor musunuz?" hepsi aynı anda başını salladı. "O kadının dükkanında bir tablo görmüştüm çok dikktali bakmadığım için hatırlamıyorum ama tablo bizim yaşadığımız Balin'e ait bir kişiyi gösteriyordu. Gülnihal nineyi. O kadın belki Gülnihal nineye ulaşıp ondan yardım istememizi sağlayabilir."


Ilım oturduğu sandalyeden ilk kalkan kişi oldu. "Ne bekliyoruz gidelim hemen." Başımı olumsuz anlamda salladım. "Hepimiz gidemeyiz çok dikkat çeker üç kişi burada kalsın." dedim ve Hadra'ya döndüm. "Sen,ben ve Nesli gidelim." dediğimde başını salladı.


Ilım bu durumdan hiç hoşnut olmamış gibi kollarını göğsünde birleştirdi ve öfkeyle salondan çıktı. Onun ardından biz de hazırlanmak için odalarımıza dağıldık.


Üzerime siyah boğazlı bir kazak ve siyah deri fırfırlı bir etek giydim. Mor pelerinimi takıp önümü kapatırken kızıl dağınık saçlarımın iki parçasını önüme alıp pelerinimi kapattım. Çekmecedeki altın keselerinden birini alıp cebime koyup odamdan çıktım. Benimle birlikte Hadra ve Nesli'de odalarından çıkmıştı. Nesli benim gibi kadife yeşil bir pelerin giymişti Hadra ise pembesini.


"Kral ve ya başka birinin haberi var mı?"


"Yok." Başımı salladım ve sarayın arka çıkışına doğru ilerlemeye başladım. Beraber sarayın arka kapısından çıkmadan önce başımı uzatıp etrafı kolaçan ettim. Askerlerin buraya bakmadığını fark ettiğim an kızlara elimle işaret verip koşmaya başladım.


Çıkış kapısından çıktığımız an durarak nefeslenmeye çalıştık. Bundan sonrası kolaydı. Lakeside Durağına gidecek ve kayıklarla şehir meydanına gidecektik. Plan gayet basitti.


"Bu taraftan." Karanlık ormanın ağaçlarlarının arasındaki taşlık kestirme yolu işaret ederek önden yürümeye başladım. Taştan yolun kenarlarında yer yer kuş evine benzer lambalar ve eski olduğu belli olan heykeller vardı.


Sarayda kaldığım süre boyunca bu yolu kullanan birini görmemişti hatta çoğu kişinin varlığından bile bihaber olduğuna emindim.


"Ağaçlar ne kadar da uzun böyle..." Başımı kaldırıp neredeyse gökyüzünün tepesinde olan ağaçlara baktım. Hayatımda bu tarz bir ağaç hiç görmemiştim lakin burası bu ağaçlarla doluydu. "Öyleler." dedim bir yandan da ağaçlara hayran kalmıştım.


Ormanın içindeki taş yolun çıkışı asmalarla kapatılmıştı onları kenara çekerek çıkacaktık. Asmalardan birine elimi uzatıp çekmeye kalkmıştım ki bir anda ayağımı bir şeyin tuttuğunu hissettim başımı eğip baktığımda ise bunun bir sarmaşık olduğunu gördüm. "Bu da neyi-" Kollarıma ve iki ayağıma dolanan sarmaşıkla susmak zorunda kaldım zira sarmaşıklar beni sertçe duvara yapıştırmıştı. Kızlardan yardım istemek için konuşacağım sırada onlarında aynı durumda olduğunu gördüm,ikiside şaşkınlıkla sarmaşıklara bakıyordu.


"Kahrolası bu şey de neyin nesi?!" Hadra sarmaşıktan kurtulmak için bir büyü denedi ama bu sarmaşıklar sanki büyü geçirmiyordu. "Lanet olsun bizi buradan kim kurtaracak hiç kimse yok!"


Pelerinimin cebinde bir bıçak vardı eğer ona bir şekilde ulaşabilirsem sarmaşıkları kesip önce kendimi sonra kızları kurtarabilirdim.


"Tanrım ne yapacağız?" diyerek haykırdı Nesli. Bileklerinin kızardığını görmüştüm aynı şekilde Hadra'nınkiler de kızarmıştı başımı çevirip kendi bileklerime de baktığımda bu sarmaşıkların zehirli olduğunu anlamıştım. "Yakıyor!" Çok fazla yakıyordu sanki derimi geçip etime doğru yolculuk yapıyordu.


Pelerinimdeki bıçağı alabilmek için kendimi olabildiğince zorladım ancak sarmaşıklar bunu anlamış gibi boğazıma da dolandı ve nefes almamı engellemeye başladı.


"Hera!"


Nefesim kesilirken kendimi kurtarmak için çırpındım lakin işe yaramadı sarmaşıklar çok sıkıydı. Ellerimi ve ayaklarımı hareket ettirmeyi bıraktım. Nefesim gittikçe azalıyordu. Savaşı kaybediyordum. Gözlerim kapandı ve tam o sırada bir ses duyuldu. Sarmaşığın tam ortasına bir ok atılmıştı ve bu bitkinin çığlık atmasına sebep olmuştu. Yere düştüğüm an başımda Nesli ve Hadra'yı hissettim. Tam olarak anlamasamda Nesli bir tılsımla beni iyileştirmeye çalışıyor olmalıydı.


Temiz hava tekrar ciğerlerime dolduğunda gözlerimi açtım ve öksürerek yattığım yerden doğruldum. "Hera tanrıya şükürler olsun iyi misin?" Başımı salladım. Elim boğazıma giderken karşımda elindeki yay ve sırtındaki oklarla duran pelerinli kadını gördüm ve yavaşça ayağa kalktım. Kadının siyah pelerini yüzünü kapatmıştı açıkta sadece benimkinin biraz daha açık renginde olan kızıl saçları vardı.


"Sen kimsin?" Kadın yanımıza geldiğinde ayağa kalktım. Yayını sol eline aldı,sağ eli pelerinin şapkasına gitti ve onu açtı ve güzel yüzü açığa çıktı. Bembeyaz teni,küçük burnu mavi gözleri ve hafif çilleri vardı benden en fazla iki üç yaş büyük olmalıydı. "Hale,ben Hale."


Hale. 


"Teşekkür ederim," gülümsemeye çalıştım. "...beni ve arkadaşlarımı kurtardığın için."


Başını salladı ve yayını sırtına asıp biraz daha yanımıza yaklaştı. "Siz genç cadıların böyle bir yerde tek başınıza ne işi var?" Cevap vermedik, hiç birimiz. Arkamızdaki yola çevirdi başını, "Yoksa saraylı mısınız?"


"Hayır." dedi Hadra, "Değiliz kralın misafiriyiz yakında ailelerimizle yaşayacağız." Bundan haberim yoktu. Ben kiminle yaşayacaktım?


"Saraydan çıkıp nereye giderdiniz hem de bu yoldan?"


Ona söylemelimiydik? İçimden bir ses söylememiz gerektiğini söylüyordu.


"Bir dükkan var oraya gideceğiz Lakeside Durağına gidiyoruz."


Hale başını salladı, "Tek başınıza gitmeyin size eşlik edeyim." Nesli ağzını itiraz etmek için açmıştı ki onu susturdu. "İtiraz istemiyorum siz kızlar başınıza her an bela açabilecek gibisiniz."


O önümüzden yürüyüp asmaları kenara alırken Nesli ağzının içinde homurdandı. Hadra kıkırdarken ben de Hale'yi takip ettim. İlk o çıktı onun ardından ben,Hadra ve Nesli. Çıktığımız an Lakeside Durağının içine girmiştik anlaşılan bu yol durağa giden gizli bir yoldu ya da unutulan eski bir yol. Lakeside Durağı renkli büyük ağaçlarla yol ayrımı yapılmış tavanını renkli yaprakların süslediği bir yerdi. Etrafta içerisinin karanlık olmasını engelleyen fosforlu bitkiler ve tavanda da mor deniz anasına benzer yine parlak bir bitki duruyordu.


İsim isim ayrılmış tabelaların arasından kasabaya inen kayığı bulup ona bindik. Ben Hale ile en öne otururken Hadra ve Nesli'de tam arkamızdaydı. Kayık dolduğunda nehrin üzerinde hareket etmeye başladı. Sağ tarafta ki yola sapıp tünele benzeyen ağaç kökünün altından geçtik. Ben şaşkınlık ve hayranlık içerisinde etrafa incelerken Hale'nin sesini duymamla başımı çevirip mavi gözlerine baktım.


"İlk kez mi Lakeside yolundan geçiyorsun?"


Başımı iki yana salladım, "İkinci." Ona yalan söylemek içimden gelmiyordu zaten herkes yalan söylüyordu ben de niye söylecektim ki sanki.


"Hangi dükkana gideceksiniz?"


"İsmini bilmiyorum ancak dükkanın kırmızı çatılı küçük bir dükkan olduğunu hatırlıyorum."


"Hımm,orayı biliyorum." Şansıma gülümsediğimde o da benimle birlikte gülümsedi. "Orası yaşlı bir cadıya ait beş büyük meclisden Luna'ya mensup aynı benim gibi." Ve benim gibi. Boynumdaki ay dövmesine baktı ve yüzündeki gülümseme büyüdü. "Ve senin gibi."


İçim onunla konuşurken kıpır kıpır olmuştu. Gerçekten samimi olduğuna inanmış ve onu çok sevmiştim. Buraya geldiğimiz günden beri tanıştığım en iyi kişiydi.


Kasaba durağına geldiğimizde kayıktan indik ve pelerinlerimizi başımıza örttük. Hale bize yol göstermek için önden yürüyordu. Biz de onun tam arkasında peşinden geliyorduk. Bir süre kasabanın içinde yürüdükten sonra kırmızı çatılı dükkana gelmiştik. Hale kapıyı açtığında küçük dükkanı bir zil sesi doldurdu.


Onun arkasından dükkana girdim ve geçen sefer inceleyemediğim dükkana daha dikkatli baktım. Burası bir kitapçıyı andırıyordu ama kitapların yanı sıra iksir şişeleri, tarot kartları ve ne olduğunu bilmediğim bir çok şey vardı, üstelik dükkanın daha üst katı da vardı.


"Balay nene!" Hale üst kata doğru bağırdığında dikkatimi raflardan çekip ona yönlendirdim. Yukarıdan bir kaç takırtı sesi duyulduktan sonra o tanıdık ses kulaklarımızı doldurdu. "Geldim kızım geldim!" yaşlı kadının önce sesi sonra kendisi gelmişti.


Kadın eteklerini tutarak merdivenleri indiğinde önce Hale'yi sonra bizi gördü. Başta şaşırsada hemen gülümsedi. "Genç cadılar sizi burada tekrar görmek ne büyük mutluluk! Kralla konuşabildiniz mi?"


Kadın o kadar heyecanlı ve hızlı konuşmuştu ki dediklerini anlamam bir kaç saniyemi aldı. Dediklerini anladığımda yüzümden silinmiş gülümseme tekrar yerini aldı. "Merhaba efendim sayenizde kral ile görüştük lakin size tekrar gelmemizin bir nedeni var."


Kadının kaşları çatıldı, "Nedir o kızım?"


Gözlerimi zar zor görünen tabloya çevirdim o da bir yere baktığımı fark edince başını çevirip tabloya baktı.


"Gülnihal neneyi tanıyor musunuz?" Gülnihal nenenin adını duyduğu an başını çevirip tekrar gözlerime baktı bende ona doğru dönüp gözlerine baktım.


"Gülnihal...benim can dostum idi ta ki biz bu evrene hapsedilene kadar. Balin'de kalmayı başardı ama ikimiz ayrı düştük beni de kurtaracak kadar vakti yoktu. O gün bugündür bir daha hiç göremedim onu." Yüzüne bir anda bir hüzün çöktü yaşlı gözleri dolduğunda onlar daha akmadan kazağının koluna onları sildi. "Siz deyin hele nereden tanıyorsunuz Gülnihal' i?"


Başımı arkaya çevirip kızlara baktım. Ne söyleyeceğimi bilmiyordum birinin sözü eline alması gerekiyordu. Bunu yapan da Hadra oldu. "Bizi o büyüttü efendim ve şimdi onunla iletişime geçmemiz gereken bir konu var."


Kadın anlamamış gibi baktı, "Gülnihal burada değil ki Balin'de... siz, siz onlar mısınız yoksa?" dedi hepimize tek tek bakarak.


Nesli başını salladı. "Evet efendim düşündüğünüz kişileriz yani sanırım."


"Diğer üçü nerede?"


"Sarayda." Kadın yüzüme çok anormal bir şey söylemişim gibi baktı ve sonra telaşla konuştu, "Geri dönün çocuklar birbirinizden ayrılmayın yoksa zayıf düşersiniz. Yarın hep birlikte gelin. Hale onların yanında dur!" Kadının bu kadar korkup telaş yapması garip gelmişti.


Bir şey demek için ağzımı açtığım sırada Hale kapıyı gösterdi. Tabiri caizse kovulmuştuk sanırım. Yine de bir şey söylemedim, pelerinimi kapatırken son kez yaşlı kadına baktım. Gözlerinde gerçekten endişe vardı bu yüzden dükkandan hızlıca çıktım.


Lakeside'ye kadar hiç birimiz konuşmadık. Hepimizin aklı sarayda arkadaşlarımızdaydı. Belki de yaşlı kadın haklıydı saray daha tehlikeliydi birlikte kalmalıydık. Özellikle de bugün tüm krallıklar saraya geliyorken. En önemlisi İgnis kralı saraydaydı.


Saraya giden kayığa yine aynı şekilde bindik ve yol boyunca sadece arada Nesli ve Hadra konuştu. Saray durağına geldiğimizde kayıktan tek tek indik. Sarayın arka kapısında içeri girdiğimizde etrafta bir kargaşa vardı. Sanırım balo için hazırlıklar başlamıştı.


"Hazırlıklar başlamış." İçeriye doğru girdiğimde neredeyse bir hizmetliye çarpacaktım.


Hadra başındaki pelerini çıkarıp kız kardeşinin odasına çıkarken Nesli'de Açelya'yı kontrol edeceğini söyleyerek yanımızdan ayrıldı. Kapı girişinde bir tek ben ve Hale kaldığımızda ben de merdivenlere yöneldim. Arkamdan gelen topuk seslerine bakılırsa Hale'de peşimden geliyordu. Odamın kapısına geldiğimde kenardaki hizmetli kadını yanıma çağırdım. "Misafirim için güzel bir elbise ve maske hazırlatın rahatından emin olun anladın mı?" Tehtitkar konuşmam ile hızla başını salladı ve Hale'nin geçmesi için bir odayı gösterdi.


"Buyurun efendim." Hale başını ona çevirmeden bana bakmaya devam etti.


"Buna gerek yoktu!" Omuz silktim ve arkamı dönerek odama girdim.


Odaya girdiğim an yatağımın üstünde duran kutuyu fark ettiğimde kaşlarımı çatarak kutunun yanına gittim. Yatağın kenarına oturup kutuyu aldığımda üzerindeki notu fark ettim, üzerinde ismim yazıyordu. Kutunun kapağını açıp kapağı kenara aldım.


Kutunun içinde ki elbiseyi ellerimin arasına alıp kutuyu yatağa bıraktım. Elbise o kadar güzeldi ki kimin bu kadar zevkli olduğını merak etmiştim. Tülden lila kelebeklerle süslenmiş bir elbiseydi. Yere kadar uzanıyordu. Küçükken Gülnihal ninenin bana anlattığı peri masallarındaki prenseslerin elbiseleri gibiydi. Kutunun içinde kelebekli mor bir topuklu bir ayakkabı da vardı bir de beyaz bir maske.


Elbiseyi yatağın üzerine bıraktım ve kutudaki maskeyi aldım. Krem rengi bir maskeydi kenarında yarım bir ay vardı beni simgeliyordu sanki. Dantelden çiçeklerle işlenmişti kenarları. Maskenin arkasına yapıştırılmış kağıdı fark ettiğimde onu oradan alarak yazanları okumaya başladım.


"O sümsük zevksiz kralın zevkine güven olmaz cadıcık hem masken benimkiyle uyumlu olsun hem de seni simgelesin istedim. Elbisendeki kelebekler kadar özgür maskendeki aydan daha parlak ol.


-Alar Farzin"


Gülümsedim. Alar Farzin kesinlikle bipolardı. Genellikle bana karşı hep alaycı bir tavrı vardı ama çevresine karşı çok sert ve katı olduğunu görmüştüm. Bence onun bipolar olduğu konusunda sonuna kadar haklıydım. Yine de ince bir zevki vardı hem maske hem elbise hem de ayakkabı o kadar zarifti ki Alar'ın göndermiş olabileceği aklımın ucundan bile geçmemişti.


Elimdekilerle ilgilenmeyi bırakıp başımı duvarda asılı saate çevirdim. Balo saatine daha iki saat vardı. Üzerimi giyinim biraz bahçede oturabilirdim hem belki Alar'da oradadır da ona teşekkür ederdim.


Üzerimdeki kıyafetleri çıkarıp katlayarak yatağın üstüne bıraktım. Tül elbiseyi iç çamaşırlarımın üzerine giydikten sonra ayakkabıları kutudan çıkarıp ayağıma giydim. Boy aynasında ki yansımama baktığımda gerçekten dinlediğim masallardaki gibi bir kız görünüyordu. Bu görüntü karşısında gülümsedim ve hızla makyaj masasına oturdum.


Masadaki far paleti ve ince uçlu fırçayı alarak gözlerime lila tonlarını uyguladım. Eyeliner kalemi olduğunu düşündüğüm kalemi aldım ve sivri olmasına özen gösterdiğim bir eyeliner çektim ve üzerine rimel sürdüm. Parlak pembe tonlarındaki ruju dudaklarımın üzerinde gezdirdikten sonra burnumun ucuna fırçayla biraz aydınlatıcı uyguladım. Yüzümde görüntümden hoş bir gülümseme vardı artık.


Tarağı alıp saçlarımı özenle taradım ve zaten dalgalı olan saçlarımı serbest bırakıp ince bir örgü örüp taç gibi alnımdan geçirdim. Masadan kalktıktan sonra yatağın başına gidip kutudan maskeyi aldım. Maskeyi takmak yerine elime aldım daha yarım saat kadar bir süre vardı.


Odamdan çıktığımda bir kaç hizmetlinin aşşağıya indiğini görerek peşlerinden indim. Merdivenin sonuna geldiğimde sabah bomboş olan büyük salon şimdi bir sürü süs ve masa ile dolu olduğunu gördüm. İçeriye yavaş yavaş misafirler geliyordu. En öndeki masada liderler ve bizim için ayrılmış bir masa vardı. Tüm bunların arasında sıkılmış bir şekilde saçlarıyla oynayan Hale beni gördüğü an yaslandığı duvardan hızla doğrularak yanıma koşmaya başladı. Topuklu ayakkabıdan dolayı olsa gerek bir kaç kez tökezlemişti.


Üzerinde gece mavisi etekleri hafif bol dolunay kemerli bir elbise vardı. Kızıl saçları dalga dalga omuzlarından göğüslerine kadar dökülüyordu yüzünde yok denilecek kadar az makyaj vardı. Anlaşılan bu durumdan pek memnun değildi eminim ki elbiseyi ve ayakkabıları bile zor giymişti. "Çok güzel görünüyorsun Hale."


"Sen de çok zarifsin Hera masken nerede?" Sağ elimdeki maskeyi gösterdiğimde o da kendininkini gösterdi. Benimkinin aksine onunki elbisesiyle aynı renk taşlarla süslenmiş bir maskeydi


"İgnis kralı geldi mi?" Başını sallayıp gözüyle masaları gösterdi. En başta ki masalardan birinde karşısındaki adam ile konuşarak içkisini yudumluyordu. Tam yanında oturan Alar'ı gördüğümde başımı çevirip ona baktım ve onun da beni izlediğini gördüm. Yüzünde bir gülümse belirdiğinde benim dudaklarım da iki yana kıvrıldı.


"Gel masaya oturalım misafirler geliyor. Seninkiler de orada." Gözlerimi Alar'dan çekerek başımı salladım ve onun arkasından masalara doğru yürümeye başladım.


Havin beni fark ettiği an elini salladığında gülümseyip yanına oturdum. Beni süzdüğü an ağzından waow çıktı ve sahte bir üzüntü ile, "Peri kızı gibi olmuşsun bir de o kralın bizim için seçtiği elbiselere bak!" dedi. Aslında üzerindeki pembe elbise ile peri kızına benzeyen oydu.


"Öyle deme bence peri kızı gibi görünen sensin."


"Yalancı." Yanağına sesli bir öpücük kondurduğumda gülümsedi.


Salon yavaş yavaş dolmaya başlamıştı ve tam saati geldiğinde tüm salon tamamen doluydu. Çoğunluğu cadılardan oluşan kalabalığın arasında kızların ailelerini seçebilmiştim. Kızlarına bakarken gözlerindeki mutluluk okunabilir cinsdendi. Acaba benim babam ya da herhangi bir aile üyem yaşasa onlarda böyle mutlu olur muydu?


Başımı önüme çevirdim ve masadaki kadehlerden birini elime alıp içmeye başladım. O sırada kral geldi ve salondakiler onu selamladı. Kralın yüzüne dümdüz baktım yalancı birini selamlayacak halim yoktu. Kral Akçan tahtına oturmadan önce konuşma yapmaya başladı,


"Sevgili misafirlerim öncelikle hepiniz hoşgeldiniz. Bildiğiniz üzere altı genç cadımız artık aramızdalar. Havin,Hadra,Ilım,Hera,Nesli ve Açelya. Onların tekrar aramıza dönmesi şerefine bu baloda." Yanında bekleyen hizmetçinin tuttuğu tepsideki içki kadehini aldı ve öne doğru uzatttı, "Genç cadılarımıza!" Salonu onu tekrar eden yaratıklar ve bardak sesleri doldurdu.


Elimdeki kadehin tamamını içtikten sonra maskemi yüzüme taktım ve başımı İgnislerin olduğu tarafa çevirdim. İgnis kralı ve Alar konuşuyordu. Alar sanki ona baktığımı fark etmiş gibi başını bizim masaya çevirdi. Mavi gözleri maskesinin ardından mavi gözlerimi buldu ve gözlerini yavaşça kırpıştırdı. Önüme dönmeden önce aynı şekilde ben de gözlerimi kırpıştırdım.


Balo çok yavaş ve sıkıcı ilerliyordu. Bir kaç hoşgeldin ve selam dışında hiç bir şey olmamıştı. Ara ara İgnis kralının rahatsız edici bakışlarını üzerimde hissediyor ve ona kötü kötü bakıyordum. O ise bunu görerek sırıtıyordu. Kral değil de bir aptaldı.


Çalan müzik değişip de yerine daha slow bir müzik geldiğinde çiftler yavaş yavaş dans pistine çıkmaya başlamıştı. Hatta Havin'i cadı bir genç dansa kaldırmıştı şimdi birlikte dans ediyorlardı. Sıkılmış bir şekilde etrafı incelerken Hale'nin de benden farkı yoktu. Onu pek tanımıyordum ama Balay nene dediği yaşlı kadının dediğini yapmak için yanımızdan hiç ayrılmıyordu.


"Cadı." Hemen yanımda duyduğum ses ile başımı kaldırıp sese döndüm. Siyah maskenin ardındaki mavi gözleri gördüğüm an kim olduğunu anlamıştım.


"İgnis hayrola?" Elini bana doğru uzattı, "Benimle dans eder misin cadıcık?" Gülerek uzattığı elini tuttum ve ayağa kalktım. Boş boş etrafı izleyip sıkılmaktansa Alar ile atışırdım daha iyi.


Pistin ortasına geldiğimizde durdu ve ellerini belime doladı. Tenimdeki teması vücudumda bir titremeye sebep olurken kollarımı boynuna doladım. Yavaşça sallanmaya başladığımızda bedenlerimiz birbirine yaklaşıyordu. "Elbisen ve masken çok yakışmış cadıcık aydan bile daha parlaksın şimdi."


Dudaklarım iki yana kıvrılırken sağa doğru sallandım. "Açıkçası bu kadar zarif bir kombini senin yapabildiğini düşünmemiştim beni şaşırttın Alar."


Boğazından ufak bir gülme sesi geldi, "Ayıp ediyorsun bu bana zevksiz olduğumu söylemenin farklı bir yolu mu yoksa?(!)" Omuzlarımı silktim, "Nasıl anlarsan öyle."


"Kral ile konuştuktan sonra nereye gittin?"


Kaşlarımı çattım, "Bir yere gittiğimi nereden çıkardın?" dedim yalan söyleyerek.


Sırıttı, "Hadi ama Hera camdan gördüm seni yanında Nesli ve Hadra da vardı arka kapıdan çıktınız." dedi alaylı bir tınıyla.


"Bunu kimseye söyledin mi?" Başını olumsuz anlamda salladı. "Tamam kimseye söylememeye devam et."


"Neden? Neden yapayım bunu?"


Bir neden aramaya çalıştım ama ona karşı kullanabileceğim hiç bir kozum olmadığını fark ettim. "Sadece söyleme mühim bir şey için çıktık saraydan."


"O mühim olan şey ne?"


Merakına karşılık sinirlenerek, "Sanane!" diye tısladım.


"Pekala ben bundan Kral Akçan'a da bahsedeyim nasıl olsa ona söylersin.(!)"


Elimin tekiyle omzuna yumruk attım. "Söyleyeceğim tanrının cezası herif dur durduğun yerde!" Sırıttı istediğini almanın mutluluğunu yaşıyordu.


"Nesli için elbise almaya kasabaya gittik oldu mu?" diye yalan söyledim lakin inanmadı.


"Gizli gizli mi?"


"Oho bu ne merak ya öğrensen ne yapacaksın sankİ?!"


Omuzlarını silkti, "Hiç bir şey sadece merak ediyorum olamaz mı?"


Gözlerimi devirdim. "Olamaz.".


"Artık söyleyecek misin?"


Yenilmişlikle omuzlarımı aşşağıya indirdim onunla daha fazla didişemeyecektim. "Kasabada bir dükkan var oradaki yaşlı kadının tanıdığım birini tanıdığını zannederek gittik lakin tanımıyormuş." Yüzünde ki ifadeye bakılırsa inanmıştı. "Oldu mu artık?"


"Oldu."


Müzik durduğunda ondan ayrılarak masaya geri döndüm. Pist yavaş yavaş boşalıyordu artık. İnsanlar kendi aralarında konuşuyor ve içkilerini yudumluyordu. Kısaca hepsi sıkıcıydı işte. Küçükken bu baloların böyle olduğunu bilseydim hiç heves etmezdim.


Oturduğum yerde bunalarak ayağa kalktım. Kızlara bahçeye çıkacağımı söyleyerek salondan çıktım. Önce salondan sonra saraydan çıktıktan sonra rahat bir nefes alarak bahçedeki demir salıncağa oturdum.


Gökyüzündeki yıldızlar ışıl ışıl parlıyordu ama ayın yanında sönük kalıyorlardı. O karanlığın içerisinde kendini göstermek ister gibi parlaması bana kendimi hatırattı. Ben de karanlıktaydım ama daha parlamıyordum. Bunun nedeni ben miydim yoksa yansıtabileceğim bir güneşim olmaması mıydı.


Yanımda bir ağırlık hissettiğimde başımı gökyüzünden çevirdim ve yan tarafımda döndüm. Yine o gelmişti ama bu sefer maskesini çıkarmıştı. Hala maske ile durduğumu fark edince ben de maskemi çıkardım ve kucağıma koydum.


Gökyüzünü izliyordu. Benim ona baktığımın farkındaydı ama sanki benim gökyüzünü izlemeye devam etmemi söyler gibi ona bakmama rağmen gözleri hâlâ gökyüzündeydi. Başımı tekrar gökyüzüne çevirdim ve parlak yıldızları izlemeye devam ettim.


"Ne kadar karanlık ve bir o kadar da aydınlık..." diye mırıldandı Alar.


"Bize benziyor." dedim gözlerimi yıldızlardan ayırmadan. Başını salladı, "Benim gibi karanlık senin gibi aydınlık."


"Karanlıktan korkardım. Aydınlık olmaktan da." diye mırıldandım.


"Korkma karanlıktan,aydınlıktan. Aydan,yıldızlardan ve güneşten bile daha parlaksın sen Hela. Etrafına ışık saçıyorsun farkında değilsin sadece." Başını yüzüme doğru çevirdi aynı şekilde ben de ona döndüm. Mavi gözleri şimdi bir okyanusu andırıyordu, doğrudan gözlerime bakıyor ve beni kendine hapsediyordu.


"Nereden biliyorsun?" Güldü alay etmek için değildi bu sefer.


"Biliyorum, seni ilk gördüğüm günde biliyordum."


Bu sefer ben güldüm ve gözlerimi kıstım, "Beni bir hafta önce gördün Alar o zaman mı anladın ışık saçtığımı?(!)" dedim alayla.


"Bir hafta önce..." Kendine mırıldandı ve yarım ağız gülümsedi. "Bir hafta önce görmüş olsaydım da anlardım Hela."


Söylediği şeye anlam veremeyerek kaşlarım çatıldı, "Anlamadım, nasıl yani?"


Elleri elimi buldu. Onu avuçlarının arasına alıp yüzüne yaklaştırdı ve dudakları elimi buldu. Elime kondurduğu ufak öpücük tüm vücuduma bir titreme gibi yayılırken gözlerimi kapatıp açtım. "Her şeyi anlamana gerek yok cadı. Sadece bana güven."


"Seni tanımıyorum, nasıl güveneyim? Sen bana güveniyor musun ki ben sana güveneyim?" Sustu. Soruma karşılık elimi bırakmadan başını aşşağı eğdi. "Anlıyorum." Ayağa kalkıp gitmeye yeltendim ama gitmeme izin vermediği gibi beni kendine doğru çekip kucağına düşmemi sağladı. "Ne yapıyorsun?" diye sordum titreyen bir sesle.


"Sana güveniyorum." yüzümün yakınında hissettiğim nefesi kurduğu cümle gibi tüm ruhuma yayılırken ona nedenini sormak için dudaklarımı araladım lakin konuşmamı engelledi.


Bunu dudaklarını dudaklarımın üstüne örterek yaptı.


Yumuşak öpüşleri içime doğru akıp giderken ne yapacağımı bilemez bir şekilde öylece kalakaldım. Şaşkınlıktan dolayı ne onu ittirebiliyordum ne de karşılık verebiliyordum. Bir süre sonra dudakları hareket etmeyi bıraktı ve dudaklarını dudaklarımdan ayırarak bir karışlık mesafe bıraktı.


"Bu ne içindi?" diye sordum sesimin titrememesine özen göstererek. Mavi gözleri yavaşça açıldı ve dudaklarında bir gülümseme peyda oldu. "Hiç, öylesine." dedi gayet sakin bir şekilde. Ondan uzaklaşıp hayret içerisinde yüzüne baktım. "Ne demek öylesine?!"


Ufak bir kahkaha attı, "Canım o an bunu yapmak istedi cadı. Ve yaptım." Ondan hızlıca uzaklaştım ve yüzüne okkalı bir tokat yapıştırdım. Şaşkın şaşkın suratıma baktı, "Bu ne içindi?!"


"Canım istedi!" O yanağını ovuştururken elimdeki maskeyi yere attım ve eteklerimi tutarak onun yanından uzaklaştım.


Bahçeden çıkıp salon kapısına doğru giderken kapıda bekleyen İgnis kralını umursamadan ona omzumla sertçe çarpıp içeri girdim. Arkamdan homurdandığı sırada Nesli beni fark edip yanıma koşturdu. "Hera neredeydin Tanrı aşkına?!" Sonra diyerek ondan uzaklaşarak üst katın merdivenlerini tırmanmaya başladım. Arkamdan gelen topuk seslerine bakılırsa o da peşimden geliyordu. "Hera bekle!"


Odamın kapısının önüne geldiğimizde durdum ve ona doğru döndüm. "Ne oldu?"


"Ne mi oldu?! Hera bu kadar umursamaz olma. Yarın bu saraydan gideceğiz ve sen nereye gideceğini bile umursamıyorsun-"


"Gidecek bir yerim yok çünkü!" Bir anda bağırarak sözünü kestiğimde yeşil gözlerimi şaşkınlık içerisinde açıldı.


"Bunu nasıl söylersin, ben varım." Başımı hızla iki yana salladım ve umutsuzca baktım yüzüne.


"Sana yük olamam Nesli. Onlar senin ailen alışırsın ama ben onlarla hiç bir ilişkim yok."


"Onlar senin de ailen sayılır..."


"Hayır Nesli unuttun mu ikimizin ortak kan bağı olan kişiler öldü. Lütfen beni boşver ve aşşağıda ailen ile eğlen." Başka bir şey söylemesine izin vermeden odadan içeri girdim ve kapıyı yüzüne kapattım.


Kapının hemen arkasında dizlerimin üzerine düştüm ve gözyaşlarımın akmasına izin verdim. Anlamıyordu bunun nasıl bir şey olduğunu bilmiyordu. Onun bir ailesi vardı onu bekleyen ve hiç görmesede seven lakin benim yoktu. Bir tane bile.


Onun ailesi de eminim beni yük olarak görüp istemeyecekti.


Gerçi nerede kalacağım meçhuldü. Gidecek bir yakınım da yoktu varsa bile bilmiyordum. Hepsi o aptal İgnisin suçu eğer bizi bu yere getirmeseydi böyle olmazdı. Onun yüzünden sokakta kalmıştım bildiğimiz. Üstelik beni öpmüştü de! Bu da yetmezmiş gibi sebebini de söylemiyordu. Fasulye beyinli.


Duvarın kenarına tutunarak yavaşça ayağa kalktım. Üzerimdeki elbise bakıp öfkeyle çıkardım üzerimden onu. Bunu yaptıktan hemen sonra yarı çıplak olmayı umursamadan yatağa girdim. Gözlerim kapalı dururken elim istemsizce dudağıma gitti. Parmaklarım onun dudaklarının değdiği yerleri gezerken güçlükle yutkundum.


Neden böyle oluyordu?!



Sabah gözlerimi açmamak için direnebileceğim kadar direndim lakin dışarıdan gelen gürültüler yüzünden mecburen gözlerimi açmıştım. Homurdana homurdana yattığım yerden doğrulurken yorganı kenara çektim.


Dün gece iç çamaşırlarımla uyuduğum için gece ara ara üşümüştüm ama yorgunluktan uyanıp üzerime bir şey giyinememiştim. Bedenim buz gibi olmuş olmalıydı.


Oflayarak yataktan kalktım ve büyük dolaptan geniş paça kahverengi bir pantolonu üzerime giydim. Dolaptaki beyaz gömleklerden birini kollarımdan geçirdikten sonra gömleğin uçlarını pantolonun içine soktum ve siyah kareli bir süveteri gömleğin üzerine geçirdim.


Bileğimde duran lastikle uzun alev kızılı saçlarımı özensiz dağınık bir topuz yaptım. Yatağımın üzerine oturduğumda elim ayaklarıma gitti. Buz gibiydiler. Komidinin çekmecesinden siyah bir çorap giydim ve kenardaki çizmelerimi de üstüne.


Yataktan kalkıp odadan çıkmadan önce tekrar içeride gezdirdim gözlerimi. Bu odada çok uzun olmasada bir süre misafir olmuştum kolay kolay unutacağımı sanmıyordum.


Kapıyı açıp dışarı çıktıktan sonra gürültünün nedenini anlamıştım. Kızların aileleri buradaydı ve heyecanla kızlarını alıyorlardı. Nesli ve babası odadan çıktığı an beni görmüştü ve Nesli koşarak yanıma geldi. Bir yandan babasını da peşinden sürüklüyordu fakat adam hiç şikayetçi değilmiş gibi görünüyordu.


"Baba bu Hera, zaten biliyorsundur." dedi heyecanla beni babasına tanıtırken.


Babası kızına bakıp gülümsedi ve sonra bana döndü. "Seninle tanışmak beni çok mutlu etti Hela. Anneni çok severdim kız kardeşim gibiydi..."


"Ben de sizinle tanıştığıma sevindim efendim." dedim saygılı olmaya çalışarak.


"Ailenizin kalan son üyeleri yaklaşık altı yedi yıl önce bir yangında vefat etti bu yüzden gidecek bir yerin yoksa-"


"O benimle gelecek." Nesli'nin babasının sözünü bölen Hale idi. Yapma bir gülümsemeyle adama bakarak ne ara olduğunu anlamadığım bir zamanda yanıma gelmişti.


"Siz kimsiniz?"


"Babasının akrabasıyım." Nesli'nin ve babasının kaşları çatılırken ben şaşkın bir şekilde Hale'ye bakmıştım.


"Babası mı onu tanıyor musunuz?" dedi Nesli.


"Evet yakından tanıyorum."


Nesli'nin babası başını salladı, "O zaman sizinle kalması daha uygun lakin ben de onu kontrol etmek için geleceğim." dedi Hale'ye. Hale başını salladı ve elimi tutarak merdivenlere doğru yürümeye başladık.


"Hale."


Başını bana çevirmeden, "Efendim?" dedi merdivenleri inerken.


"Nesli'nin babasına söylediklerin... onu tanıyor musun?"


"Tanıyordum."


"Bu ne demek?" Son basamağı da indiğimizde başını nihayet bana çevirdi ve gözlerimizi buluşturdu.


"Nerede olduğunu bilmiyorum."


Başımı salladım. "Peki seninle kalmak istediğimi nereden çıkardın?"


"Nesli'nin ailesiyle yaşarsan rahat hissetmeyecektin."


"Bir yabancıyla mı rahat olacağım?"


Güldü ve kenardaki hizmetliden pelerinini aldı.


"Yanımda yük olmazsın yaşayan tek akraban ben ve nenem sayılır. Hem neneme dükkanda yardım edersin kira gibi düşünerek de rahat olursun." diyerek omuzlarını silkti.


Hemen yanımdaki hizmetliden bende pelerinimi aldım ve üzerime giydim. Bu evren ne kadar bizim dünyamıza benzer şeyler giysede uzun zaman önceden kalma bir yaşantı vardı. Eski çağdaki gibi giyinen insanlardan kasabada bir sürü görmüştüm. Mont yerine de pelerin kullanıyorlardı. Krallıklar ise onlara daha kolay gelmiş olmalıydı.


Sarayın çıkış kapısına geldiğimizde tek tek kızlarla vedalaştım. Hepsinin pelerinin cebine birer not bırakmıştım. Bugün hepimizin Balay nenenin dükkanına gelmesiyle alakalıydı.


Hale koluma girip benimle birlikte duraklara yürümeye başladığında ona karşı koymadım. Saraydan çıkıp Lakeside'ye geldiğimizde kasabaya giden kayığa binmiştik. Kayık hareket etmeye başladığında yanağımı elimin tersine yaslayıp etrafı tekrar hayranlıkla izlemeye başladım.


İneceğimiz durağa geldiğimizde Hale'nin beni dürtmesiyle kendime gelmiş ve arkasından kayıktan inmiştim. Kasabaya geldiğimiz için pelerinlerimizi kapatmış ve Balay nenenin dükkanına yürümeye başlamıştık.


Balay nenenin küçük dükkanına geldiğimizde Hale önden kapıyı açarak içeriye girmişti. Onunla birlikte kapının tepesindeki zil çalarken bende kapı kapanmadan içeri girdim.


İçeriye girdiğimiz an burnuma ismini bilmediğim kokular dolarken tezgahın arkasındaki Balay nene bizi fark edip koşarak yanımıza geldi. Tabi ne kadar koşabilirse. Önce Hale'ye sarıldı sonra ise ondan ayrılıp gülümseyerek başını bana çevirdi.


"Hera... tekrar hoşgeldin ben de seni bekliyordum."


"Hoşbuldum efendim." Kızar gibi kaşlarını çattı ve beni kendisine çekip sarıldı.


"Efendim de neymiş öyle sen de Hale kızım gibi bana nene diyebilirsin." Başımı sallayıp bu şirin kadını onayladım. "Hale'm bana anlattı durumu bizimle kalman için çok ısrar ettim. Gelmen beni çok mutlu etti kızım."


Kollarının arasından çıktığımda gülümsedim, "Beni bu denli kabul ettiğiniz için teşekkür ederim." dedikten sonra ekledim, "Fakat Hale bana babamla yakından akraba olduğunuzu söyledi bu doğru mu?"


Balay nene başını eğip yavaşça salladı. "Peki o nerede?" diye sordum bu defa. Cevap vermedi lakin bu da bir cevaptı. "Anlıyorum." O da ölmüş olmalıydı. "Neyse asıl konuya dönelim." dedim hızlıca dolan gözlerimi engellemeye çalışarak.


"Asıl konu?" diye merakla sordu Hale.


"Gülnihal nineyle iletişim kurmalıyım, kızlar biraz geç kalabilir ama benim kaybedecek zamanım yok." Balay nene başını kaldırdığında yalvarır gibi baktım yüzüne. "Lütfen bir yolu olmalı benim için bu çok önemli..."


Balay nene kuru dudaklarını ıslatıp düşünür gibi başını salladı. "Bir yolu var ama yapacağımız büyü tehlikeli bir büyü..."


"Tehlikenin en içindeyim zaten benim için önemli değil." dedim hızlıca. Vazgeçmesini istemiyordum.


"Bu bir kara büyü Hera büyünün bedeli ağır olur." Kara büyüler cadılar için en tehlikeli yaratıklardan bile tehlikeliydi Balay nenenin temkini de bu yüzdendi.


"Baş edebilirim." Kara büyü diğer büyüler gibi anlık değildi o her kullanışımızda içimize işlerdi.


"Büyü kitabımı alıp geliyorum bir kaç hazırlık yapacağım siz biraz meydanda dolaşın."


Uzun zamandır sessiz olan Hale başını salladı ve bana kapıyı işaret etti, "Hadi Hela."


Balay nene yukarıya doğru çıkarken Hale ile dükkandan çıktık. Taş yolda meydana doğru ilerlerken konuşmuyorduk bu yüzden ben de biraz da olsa etrafı incelemeye karar vermiştim.


Uzun ince bir yolda yürüyorduk. Yolun kenarlarında bir sürü dükkan vardı. Biraz daha ilerleyince insanlar daha da kalabalıklaşmıştı. İnsan dedim değil mi? Cadılar. Tabi sadece onlardan olduğunu sanmıyorum bir kaç İgnis ve ay bekçisi görmüştüm. Eminim diğerlerinin halkından da burada olanlar vardı.


Meydana geldiğimizde Hale beni kenardaki ufak önü açık bir dükkana doğru çekti. Dükkanın önünde ahşap masalar ve masaların üstünde peçete ve baharatlık olduğunu tahmin ettiğim bir kaç şey vardı. Hale sandalyelerden birini çekip oturduğunda hala ayakta olan beni görüp tek kaşını kaldırdı.


"Oturmak için davetiye mi bekliyorsun Hera?" Başımı hayır anlamında sallayıp karşısına oturdum.


Üstümdeki pelerini çıkarıp sandalyemin kenarına asarken Hale'de sipariş veriyordu. O siparişleri verdiğinde bir şey demeden etrafı izlemeye başladım.


"Hera?" Hale'nin sesini duymamla birlikte başımı ona çevirdim.


"Evet?"


"Büyü konusunda emin misin?" Sesinde hissttiğim endişe beni şaşırtırken başımla onu onayladım.


"Yapmak zorundayım Hale. Gülnihal nene bana ne yapacağım konusunda yardım edebilir. İgnis kralı yakında nazik olmayı bırakacak gibi hissediyorum."


Başını sallasada yüzünde bu konudan hiç hoşnut olmadığını belli eden bir ifade vardı. "Yine de senin için endişeleniyorum daha büyülerin taze kara büyüyü kaldıramayıp onun seni ele geçirmesinden korkuyorum."


"Bunu kaldırabilecek kadar güçlüyüm bundan emin olabilirsin." dedim güven verircesine gülümseyerek. Bu onu biraz daha rahatlatmış gibiydi.


Bir kaç dakika sonra Hale oturduğu sandalyeden kalktı. "Ben lavobaya kadar gidip geliyorum." dedikten sonra koşa koşa dükkandan içeriye girdi.


O gittikten sonra bende sessizce oturmaya devam ettim ta ki yanıma biri oturana kadar.


Kül ve kan kokusu burnuma dolduğu an kim olduğunu anlamıştım. Başımı çevirip gözlerimi kahve tahtadan sarı saçlara çevirdim. Mavi gözleri her zamanki gibi alayla bakmıyordu üstelik yorgun gibiydi de.


Mavi gözleri kuşkuyla üzerimde gezindikten sonra huysuzca mırıldandı, "Yine ne bok yiyorsun?" dediğinde yüzüne şaşırarak baktım.


"Anlamadım?" dedim şaşırdığımı gizlemeye çalışarak.


"Anlamamazlıktan gelme cadı. Seni şu kızılla konuşurken duydum tehlikeli bir şeyler peşindesin değil mi?" Bahsettiği kişi Hale olmalıydı fakat asıl önemli olan bizi dinlemiş olmasıydı.


Yüzümde kızgın bir ifade oluşturarak, "Sen bizi mi dinliyorsun?!" diye kızdım.


Pişkin pişkin güldü. "Evet."


Omzuna vurdum ve onun ne kadar umursamaz bir canlı olduğunu hatırlayarak ona kızmaktan vazgeçtim. Çünkü fark ettiğim bir şey varsa bu da ona kızmamdan zevk aldığıydı.


Omuzlarım düşerken sesli bir nefes verdim. "Ne kadarını duydun?"


Omuzlarını silkti, "Sonlarını duyabildim bir tek. Sana bir şeyden korktuğunu söyledi ama ne olduğunu duyamadım."


Rahatlamış bir ifadeyle başımı salladım. "Önemli bir şey değil hem de seni ilgilendirmiyor." diyerek adeta ona çemkirdim. Sonra ekledim, "Şimdi Hale gelmeden git buradan?"


Şüpheyle bakan gözleri yüzümü inceledi ve başını salladıktan sonra yanımdan kalkıp gitti. O gittiğinde siparişler de gelmişti ve şiparişlerden sonra da Hale.


"Balay nenem büyünün hazırlıklarını bitirmek üzereymiş hızlı olalım." Başımı sallayarak önümdeki ekmek arasını elime aldım ve afiyetle yemeye başladım. Bir yandan da Hale'nin tuvaletler hakkındaki homurdanmalarını dinliyordum. "Şu tuvaletlere bir peçete ekleyemediklerini gördükçe sinirlerim öyle hopluyorki!" Ekmeğinden sert bir ısırık aldığında kıkırdedim.


"Sadece buraya özgü değil emin ol. Balin'de de çoğu restorant da tuvalet kağıdı olmaz ama sanırım bunun nedeni insanların onu çalması."


Gözleri şaşkınlıkla açıldı, "Nasıl yani orada tuvalet kağıdı kıtlığımı var?"


Sordu soruyla büyük bir kahkaha attım. "Hayır tabi ki. İnsanoğlunun aç gözlülüğü sadece."


Gülmeme biraz sinir olmuş gibi dursada tamam anlamında başını sallayıp yemeğine devam etti. Yemeklerimizi bitirdiğimizde Hale ödeme yapmak için kasaya gitti ben de ayağa kalkıp pelerinimi üzerime giydim. Hale ödemeyi yapıp yanıma geldiğinde dükkanın önünden ayrılarak Balay nenenin dükkanına doğru yürümeye başladık.


Öğleden sonraki vakit burası daha bir kalabalık oluyordu. Etrafta bir sürü insan ve çocuk vardı. Kenarıda bir çocuk görmüştüm dükkanın önünde elindeki bebeğin saçlarını örmeye çalışıyordu ama başaramamıştı.


Gülümseyerek elimi aşşağıdan ona doğru uzattım,"Conexos." Kızın elindeki bebeğin siyah saçları iki yandan bir örgü olduğunda küçük kız şaşırarak etrafa baktı. Gözlerimiz buluştuğunda ona göz kırptım. O gülümserken yürümeye devam ettim.


Balay nenenin dükkanının tabelasını ilk kez görerek üzerindeki ismi okudum. Lopus, tılsım. Dükkanın kapısından bu sefer ilk ben girdim. Yukarıdan sesler geldiğine göre Balay nene yukarıda olmalıydı bu yüzden vakit kaybetmeden yukarıya çıktık.


İlk kez çıktığım ikinci katı göz ucuyla inceleyip pelerinimi çıkardım. Odanın tüm perdeleri kapalıydıve oratada bir daire çizilmişti. Dairenin kenarında bazı simgeler ve onların yanlarında kırmızı mumlar duruyordu.


Balay nene dairenin dışında oturmuş önündeki bir kaç malzemeyle bizi bekliyordu. "Hale sen geride dur. Hera sen yanıma gel." Hale bana bakıp hemen ardından bizden biraz daha uzak bir köşeye çekildi.


Balay nenenin yanına gidip dizlerimin üzerine oturdum. Elime bir bıçak verdiğinde bıçağın keskin tarafını sol avucumun içine yerleştirdim ve biraz bastırarak kesilmesini sağladım. Bıçağı elimden çıkardığım Balay nene bileğimi tuttu. Avuç içimi bastırdığımda içimdeki kan tasın içine dökülmüştü.


"Dairenin içine uzan Hera." Dizlerimin üzerinden kalkıp dairenin içine girdim ve üçerisine uzandım. "Söylediklerimi benimle birlikte tekrar et."


Yutkunarak başımı salladığımda ellerini kasenin içindeki kana bastırdı. "Tenebris universum da mihi quod opus est."


Ondan sonra tekrar ettim, "Tenebris universum da mihi quod opus est."


Balay nene gözlerini kapattı ben de kapattım. "Tenebris universum da mihi quod opus est!"


"Tenebris universum da mihi quod opus est." Göğsümde keskin bir acı meydana gelirken büyük bir çığlık atıp gözlerimi açtım. Camdan yansıyan harelerim mora dönmeye başlamıştı.


"Tenebris universum da mihi quod opus est!"


"Tenebris universum da mihi quod opus est!" Gözlerimden yaşlar boşalmaya başladığında hissettiğim acıyla tekrar çığlık attım.


"Hera sakın büyüyü bırakma!" Hale endişeyle bağırdı lakin ona cevap vermek yerine tılsımı tekrar ettim.


"Tenebris universum da mihi quod opus est!" Mor bir ışıklı duman hüzmesi göğsümden yayılıp etrafımı sarmaya başladığında gözlerimde ki morun parladığını hissettim. "Tenebris universum da mihi quod opus est!"


Gözlerim son söylediğim tılsımdan sonra kapanırken kendimi karanlıkta buldum ve bir an sonra o tanıdık odadaydım.


"Gülnihal nene..." dedim yatakta yatan kadına. Başını bana doğru çevirdiğinde yaşlı gözleri beni buldu.


"Hera...Hera'm!" Yattığım yerden kalkıp koşarak boynuna sarıldım. Yaşlı yorgun kolları beni sardığında gözyaşlarım yeniden süzülmeye başladı.


"Seni çok özledim nene. Sana çok ihtiyacım var!"


Gülnihal neneden ayrılıp yatağın kenarına oturdum.


"Nasıl başardın buraya gelmeyi?"


Gülümseyerek elini tuttum, "Balay nene sayesinde kısa süreliğine olsada yanına gelebildim."


Yüzünde şaşkın bir ifade peyda oldu, "Ba-balay mı?" dedi kekeleyerek.


Başımı sevinçle salladım. "Evet bana yardımcı olup evini açtı."


Özlemle gülümsedi ve sonra aklına bir şey gelmiş gibi kaşları çatıldı. "Bana ihtiyacın olan konu ne kızım?"


"İgnis kralı büyü için bizi sıkıştırıyor nene. Üstelik cadılar da onunla birlikte eğer zorlada olsa büyüyü yaparlarsa tüm herkesi öldürecekler!"


Gülnihal nenein yüzü duydukları ile asılırken sıkıntılı bir nefes verdi. "O şeytandan kurtulmamız gerek." dedi onda ilk kez duyduğum ürkütücü bir ses tonuyla.


"Nasıl?"


"Tabi ki yüzüklerle." Yattığı yerden doğrulmaya çalıştığında ona kalkmasında yardım ettim. "Sana çok büyük bir güce sahip olduğunu, olduğunuzu söylemiştim hatırlıyor musun?" Hızlıca başımı salladığımda ekledi, "Bu gücün tetiklenip ortaya çıkması için yüzükleriniz lazım işte o zaman bırak İgnis kralını karşınızda kimse duramaz."


"Yüzükleri nasıl bulacağız?"


Elini yatağın altına uzattı ve bir kaç saniye bir şey aradı. Aradığını bulduğunda onu eline alıp oradan çıkardı. Aldığı şey eski bir kitaptı. Kitabı gülümseyerek kucağıma bıraktı.


"Bu kitapta ki büyüleri içindeki taşa yaptığında taş seninle konuşacak ve yardım edecek." Merak edip kitabı açtığımda Safir bir kolye beni karşıladı. "Safir iletişim taşıdır bilirsin. Safir sana yardımcı olacak onu sakın boynundan çıkarma."


Kitabın arasındaki kolyeyi alıp boynuma takarak başımı salladım. "Yüzükleri ara Hera. İçindeki ruhu kurtar çünkü ondan başka kimseye güvenemezsin."


Merakla yüzünde gezen kaşlarım çatıldı, "Ne demek bu?"


"Sadece dediklerimi dinle Hela. Yüzükleri ara!" Son cümlesini bağırarak söylediğinde tekrar gözlerim kapandı tekrar açıldığında dairenin içindeydim.


"Hera!" dairenin içinden elimdeki kitapla nefes nefese kaldığım da Hale ve Balay nene yanıma gelip iki yanımdan düşmemem için beni tuttular. "Hera iyi misin? Ne oldu? Gülnihal nene ne dedi sana elindeki ve boynundaki de ne?" Hale'nin ard arda söylediği cümlelere sadece iki kelimeyle cevap verdim.


"Yüzükleri arayacağım."


BÖLÜM SONU


instagram:vaerosass


Loading...
0%