@vaerosas
|
Beşinci Yüzük Serisi 1 - Hecr
"MEDUSA"
ELLEY DUHE - MİDDLE OF THE NİGHT ☾ "Hera!" dairenin içinden elimdeki kitapla nefes nefese kaldığım da Hale ve Balay nene yanıma gelip iki yanımdan düşmemem için beni tuttular. "Hera iyi misin? Ne oldu? Gülnihal nene ne dedi sana elindeki ve boynundaki de ne?" Hale'nin ard arda söylediği cümlelere sadece iki kelimeyle cevap verdim. "Yüzükleri arayacağım." Bu cümleyi kuralı neredeyse iki saat olacaktı. Büyüden sonra vücudum dayanamamış ve bilincim bir saat önce kapanmıştı. Uyandıktan sonra Hale ve Balay neneye olanları anlatmıştım. İkiside merak ve endişe ile anlattıklarımı dinlemiş lakin çözüm arama kısmını kızlar geldikten sonra yapmaya karar vermiştiler. Yaklaşık on dakika önce kızlar gelmişti ve onlara olanları anlatmıştım şimdi ise hep birlikte ne yapacağımızı düşünüyorduk. Bir elim boynumdaki kolyedeydi diğeri ise Gülnihal nenemin verdiği kitabı tutuyordu. Düşünceli bir şekilde elimdeki kitabı inceleyen Hadra yeşil gözlerini kısarak elime uzandı. "Kitaba bir de ben bakabilir miyim?" Başımı sallayarak elimdeki kitabı ona uzattım. Elimde ki kitabı iki eliyle uzanıp ellerinin arasına aldı ve kapağını dikkatlice açtı. Yeşil gözleri kitabın sayfalarında gezerken kızların da meraklı gözleri üzerindeydi. Hadra bir takım mırıltılar çıkararak kitabı inceledikten sonra kapağını kapattı. Yeşil gözleri tek tek üzerimizde gezdikten sonra benimkilerde durdu. "En orta sayfa da bir büyü var Hera taşa hemen onu yapmalı ve yüzükleri aramaya koyulmalıyız." Başımı sallayarak kitaba uzanıp elinden aldım. "Benim de planlarım o yönde. Hemen yüzükleri bulup o aptal kralı yok etmek istiyorum." Parmaklarım kolyenin ucundaki taşın üzerinde gezerken ağzımdan derin bir nefes verdim, "Sonra da evimize dönmenin yolunu buluruz." Benim umutla kurduğum cümleden sonra hepsinin gözleri birbirlerinde gezindi. Sonra benim onları izlediğimi fark ederek hepsi benden tarafa döndü. Yanımda oturan Nesli elini uzatıp elimin üstüne koyduğunda bir terslik olduğunu anlayarak başımı ona çevirdim. "Hera... biz dönmeyi düşünmüyoruz." dedi üzgün çıkan bir sesle. Üzüntüsü banaydı. "Ailelerimizi bırakamayız onlara daha yeni kavuştuk. Ailelerimizden ayrılamayız." Elinin altındaki elimi hızlıca kendime doğru çektim ve hayal kırıklığı ile gözlerine baktım, "Peki ya ben? Benim ne yapacağımı düşündünüz mü? Benim bir ailem yok, evim yok, buraya beni bağlayan hiç bir şey yok!" "Biz varız..." dedi Havin kısık bir sesle. Başımı iki yana salladım. "Siz de artık yoksunuz. Yokmuşsunuz." Hiç birinden ses gelmez iken başıma saplanan ağrılardan ötürü duyamayacakları bir sesle inledim. Ayağa kalkıp onlara tek tek baktım ve yavaşça gülümsedim. Bu acı bir tebessümdü. "Evlerinize gidin." Merdivenlerden yukarı çıkarken bir kez daha arkamı dönüp bakmak istedim lakin içimdeki bir yanım buna engel oldu. Sanırım bu göreceği manzaradan korkan yanımdı. Bu evrene geldiğimiz günden beri başımıza gelmeyen şey kalmamıştı ve şimdi arkadaşlarımı, kardeşlerimi kaybediyormuş gibi hissediyordum. Ama onlara kızamıyordum bile. Benim ailem yok diye onları da alıkoyamazdım ailelerinden. Yukarıdaki cam kenarında bir sandalye vardı. Şu sallananlardan. Kafamı dağıtmak için büyüyü yapabilirdim orada. Sandalyenin yanına giderek üzerine oturdum. Kitabımı masaya yavaşça bıraktığımda aşşağıdan kapı sesi gelmişti. Umursamamaya çalışarak Hadra'nın açtığı sayfayı açtım. Kolay bir büyüydü hemen yapabileceğimi düşünüyordum. Boynumdaki taşı ellerimin arasına aldım ve bir kaç kez büyüyü içimden okudum. Boynumdaki taş parlamaya başladığında vaktinin geldiğini anlayarak kitabımı yavşça kenara ittim "Id dice. Mihi loquere." Şunu söyle. Benimle konuş. Taş ufak bir parıltıyı etrafa saçtı ve bir saniye sonra kulaklarımda bir ses hissettim. "Beni sen mi uyandırdın cadı?" Bunu söyleyenin taş olduğunu fark ettiğimde ağır ağır yutkundum. "Evet." diyerek kısa bir yanıt verdim. Tiz ses bir kaç saniye sonra tekrar kulaklarımı doldurdu, "Benden ne istiyorsun peki? Sana nasıl yardımcı olabilirim?" Duruşumu dikleştirerek mavi gözlerimi taşa sabitledim. "Bana bir şeyi bulmamda yardım etmeni istiyorum." "Nedir?" "Beş büyük meclis yüzüğü." Safir'in mırıldanmaları kulaklarımı zihin yoluyla doldurdu. "Meclis yüzükleri demek...kimsin sen cadı neden yüzükleri istiyorsun?" Tiz ve sorgulayıcı sesini işittiğimde bir anlığına sadece benim duyduğuma emin olamadım. "Ben Hera . Luna meclisinin dünyada doğan son kız çocuğuyum." Ondan olumlu bir yanıt beklercesine çıkan ses tonumdan sonra Safir latince bir kelime mırıldandı, "Salvator..." Kurtarıcı.Bunun ne anlama geldiğini soramadan kolumda hissettiğim sızıyla inledim. Gömleğimin kol düğmesini hızla açarak kıvırdım kolumun tamamında gördüğüm kan ve kesiklerle gözlerim açılırken dudaklarımdan şaşkın bir nida çıktı, "B-bu da ne?" Tek tek ortaya çıkan latince kelimeleri gördüğümde Safir'in sesi tekrar kulaklarımı doldurdu, "İnvenire cruenta spelunca. Ut in cruenta lacus. Nisi syreni. Primum syreni tu." Kanlı mağarayı bul. Kanlı göle gir. Deniz kızını kurtar. Deniz kızında aradığın. "Bu da ne demek Safir?" Son söylediklerinden sonra Safir'in sesi kesilmişti. Taşın parlaması solduğu an safirin gittiğini anladım lakin bana düzgün bir cevap vermemiş olması sinirlenmeme neden olmuştu. Bir hışımla kalkıp kitabı kapattım. İçimden bir ses daha fazla şey olduğunu söylüyordu. Fakat ne olduğunu bilmiyordum. Kitabı kolumun altına alıp aşşağıya inmek için hareketlerndiğim sırada yukarıya çıkmak için merdivene ilk adımını atmış Hale ile göz göze geldik. Beni gördüğü an suratındaki yorgun ifadeyi silip yerine beceriksiz bir tebessüm yerleştirdi. "Bende seni çağırmaya geliyordum. İş saati bitti eve gidiyoruz." Başımı sallayarak yanından geçip askılıktaki pelerinimi alarak üzerime giydim. Kapıda bekleyen Balay nene beni gördüğü an kucağındaki kediyi sevmeyi bırakarak gülümsedi. Siyah kedi pelerinin içinde kaybolmuş gibi görünsede yeşil parlak gözleri burada olduğunu haykırıyordu adeta. Balay nenenin tüğlerini okşayan eli durduğu an huysuzca mırıltılar çıkardı. "Haydi gidelim." Balay nene arkasını dönüp kasabanın dışına doğru yürürken Hale'de peşine gitti. Dükkanın önünde durmayı bırakıp peşlerinden gitmeye başladım bende arkalarından yürümeye başladım. Kasaba büyük gibi görünsede krallığın diğer kısımlarında daha büyük yerler vardı. Kasabada gördüğüm kadarıyla kadınlar ve erkeklerin giydiği kıyafetler eskiden giyilen kıyafetlere benziyordu. Kotları ve ya sweatleri saray dışındaki hiç bir cadı da görememiştim. Kadınlar genellikle elbise giyiyor ve dış kısmına da çoğunlukla siyah korse takıyordu. Genç kızlar ise özellikle desenli kumaşlar giyiyor üzerlerine de dantelli renkli korseler geçiriyorlardı. Erkeklerin çoğu siyah pantolon ve beyaz gömlek ikilisi giyiyordu. Tabi bir de hepsinde olan siyah postalları var. Anladığım kadarıyla kraliyet bizim dünyamızda giyilen kıyafetleri halkı için gerekli görmüyordu. Kasabanın içerisinde bir çok yol ayrımı vardı. Biz bunların arasında en az insanın olduğu yere girmiştik. Küçük bir köye çıkacağını düşündüğüm yolun ormanda devam ettiğini gördüğümde fazlasıyla şaşırsamda bunu dile getirmedim. İçimdeki bir parça ise korkuyla atıyordu. Orman ıssız sayılırdı ve bu da insanın aklına kötü şeyler getirebiliyordu. Fakat o parçamın aksine ben kendimden gayet emindim, onlar bana bir şey yapmaya kalkarsa daha büyük bir güçle karşılık verirdim ve bu iki cadının karşımda hiç bir şansı kalmazdı lakin onların bana bir şey yapmayacağına neredeyse emindim. Ormanın içerisindeki yaşlı ağaçların yosun tutmuş gövdelerinin arasında geçip giderken ileride gördüğüm küçük yapıyla gözlerimi hafifçe kısıp daha dikkatli baktım. Kahverengi ahşap ev iki katlıydı lakin fazla büyük olmadığı aşikardı. Evin şirin havası bir aile sıcaklığı veriyordu. "Evimizi beğendin mi Hera kızım?" Yanımdaki Balay nenenin meraklı bir çocuğu andıran sesini duyduğumda başımı ona çevirdim Gülümseyerek hızlıca başımı salladım, "Çok beğendim. Şirin bir ev." Cevabım onu mutlu etmiş olacak ki gülümsememe daha büyüğü ile cevap verdi. "E haydi ne bekliyoruz içeri girelim!" Koluma girerek beni içeri doğru sürüklemeye başladığında sessiz bir kıkırdama çıktı dudaklarımdan. Hale pelerinin cebinde ki gri büyük anahtarı ahşap kapının kilidine koyup çevirdi ardından ufak bir gıcırdama ile kapı açıldı. "Yeni evine hoşgeldin..." Balay nene kolumu bırakıp eliyle içeriyi işaret ettiğinde sağ ayağımı önce kapının eşşiğinden içeri soktum ve ardından evin içine girdim. Tahmin ettiğim gibi ev fazla büyük değildi. Salonla bitişik mutfak sağ tarafta kalırken ortada yukarıya çıkan merdivenler vardı. Sol tarafta üç kapı vardı ve birinin üzerinde tuvalet olduğunu belli eden hareketli bir tabela asılıydı. Evin her köşesinde ilk kez gördüğüm tarz eşyalar vardı ve hangi birini inceleyeceğime karar vermemiştim. Bu yüzden arkamdan gelen Hale ve Balay nene ile salona girdim. Salonda bir büyük koltuk vardı iki yanında aynı onun gibi bordo renginde tekli koltuk duruyordu. Tam karşısında şömine vardı ve odanın öteki ucunda ufak bir yemek masası vardı tam arkasında da eski bir ahşap bir kapı. Salona incelemeyi bitirdiğimde koltuğa oturan Balay neneye ve ayakta beni izleyen Hale'ye döndüm. "Eee nasıl buldun küçük evimizi?" diyen Hale ile uzun zaman sonra içtenlikle gülümsedim. "Sıcak. Tam bir aile evi bana fazla bile." dedim omuzlarımı silkerken. Hale gözlerini devirirken Balay nene bana kızgın ve üzgün bakışlarını yolluyordu. Hale sonunda dayanamayarak beni kolumdan tutarak çekiştirmeye başladı. İtiraz etmeden peşinden ilerledim. Eski ahşap merdivenleri çıkarken Hale düşmemem için olsa gerek yavaşlamıştı. Merdivenlerin sonuna geldiğimizde ufak kare bir alanda evin her yeri gibi tek bir ahşap kapı vardı. Hale kısa bir anlığına arkasını dönüp bana baktı ve ardından ahşap kapıyı iterek açtı. "Yeni odana hoş geldin." Kapıdan içeri adımımı attığım an karmakarışık ama bir o kadar hoş görünen bir odayla karşılaştım. Odadan içeri girdiğimiz an buram buram bitki kokusu ciğerlerimi doldurmuştu. Burası bitkilerle kaplıydı. Pencerenin önünde iki kişilik demir başlıklı iki kişilik bir yatak vardı ve yatağın yanında ki ahşap komidinlerde de bitkiler vardı. Etraf çok karışıktı fakat doğal taşlar ve iksirler de gözüme çarpanlar arasındaydı. Zamanla odanın geri kalanını da incelerdim. "Bundan sonra hakettiğin bu odada kalacaksın." Arkamı dönüp mavi gözlerine baktığımda gülümsedi. "Sen şimdi odaya alışmaya çalış bende akşam yemeği için neneme yardım edeyim." O giderken bende hızlıca arkasından kapıyı kapatıp masaya oturdum. Elim anında kolyeme giderken o da bunu beklermiş gibi parlamaya başladı. "Safir?" "Sorun ne cadı?" "Artık bana yardım etmeye başlaman gerek farkındasın değil mi? Ufak bir ipucu bile vermedin?" "Sabahı bekleyemiyor musun?!" dedi huysuzca. "Vakit yok Safir benim bir an önce yüzükleri bulup dünyama dönmem gerekiyor!" Ve ignis kralını daha ne kadar oyalayabilirim bilmiyorum. Oflamaya benzer bir sesin ardından, "Pekala sana ipucu vereceğim ilk yüzükle alakalı fakat gerisi sana kalmış. İkinci yüzüğü bulana kadar da beni rahatsız etmeyeceksin!" dedi pazarlıkçı taş. Cevap olarak sadece onu onayladığımı belirten bir mırıltı çıkardım. "Invenire syreni.salvum fac eum de tenebris abyssorum." Kurduğu son cümleden sonra taş parlamayı bıraktı. Pekala bahsettiği şeyin ne olduğunu bilmiyordum ama Balay nene biliyor olabilirdi. Neyseki latinceyi biliyordum bu yüzden dediği ipucunu anlamış fakat anlamlandıramamıştım. Deniz kızını bul. Onu derinliklerin karanlığından kurtar. Bunun ne anlama geldiğini düşünürken aşşağıdan Balay nenenin sesinin gelmesiyle kalkıp aşşağı inmeye başladım. Merdivenlerden aşşağı iner inmez ilk gördüğüm ahşap masada oturan Balay nene olmuştu. Beni gördüğü an gülümseyerek yanını işaret etti. Yanına oturmaya giderken Hale de elindeki tencereyle gelmişti yanımıza. Baş köşede Balay nene otururken sol yanına ben sağ yanına da Hale oturmuştu. Hale kepçeyle tek tek ne olduğunu bilmediğim yemeği koyarken sesimi çıkarmadım güzel görünüyordu. İçinde sanırım erişte vardı ama daha önce gördüğüm yemeklere benzemiyordu. Bunun cadılara özgü bir yemek olduğunu ama bizim bilmediğimizi düşünerek bir çatal aldım yemekten. Ağzıma gelen yoğurt ve değişik baharat tatlarıyla birlikte hızlıca daha büyük bir lokma aldım. Ne olduğunu bilmiyordum ama buradaki favori yemeğim olacak gibi görünüyordu. "Yavaş ye kızım boğulacaksın!" Balay nene gülerek konuştuğunda Hale de kıkırdamıştı. Karşılık olarak sorun değil dercesine boşta olan elimi salladım. Yemeğin geri kalanı Balay nene ve Hale'nin bana gülmesi ve benim neredeyse tencereyi parmaklayacak olmamla devam etmişti. Yemek bittikten sonra Balay nene tekli koltuklardan birine oturup kitap okurken Hale ile masayı topladık. Mutfakta yalnız kaldığımız an onu dürterek bana dönmesini sağladım. "Hale sana bir şey sorabilir miyim?" diye sordum meraklı bir tonda. Onlardan hala çekiniyordum fakat onlara nedenini bilmesemde güveniyor sayılırdım fakat avuçlarımın sanki bir çöldeymiş gibi terlemesine de engel olamıyordum. Hale yavaşça başını saladı, "Tabi ki sormana bile gerek yok." dedi elinde ki son tabağı da durulayıp tezgaha bırakırken. Ona hızlıca Safir ile olan konuşmalarımızı anlattığımda okyanusu andıran gözlerinin üzerindeki kan kırmızısı kaşları çatıldı. "Deniz kızı meselesini ben bilmiyorum ama nenem biliyor olabilir." Başımı salladığımda birlikte salona girdik. İkimizde Şöminenin karşısındaki koltuğa oturduğumuzda Balay nene başını kitabından kaldırıp gözlüklerinin ardındaki mavi gözleri şüpheyle bizi izlemeye başladı. "Çıkarın bakalım ağzınızdaki baklayı?" Gözlerim gerdanımın üzerideki Safir'e kayarken dilimle kuruyan dudaklarımı ıslattım. "Safir bugün bana ilk yüzük ile alakalı bir ipucu verdi." dedim hissettiğimin aksine sakin düz bir sesle. Balay nene elindeki kitabı kapatıp yanındaki sehpaya koydu aynı şekilde gözlüklerini de çıkarıp kitabın üstüne koymuştu. "Nasıl bir ipucu." "Invenire syreni.salvum fac eum de tenebris abyssorum." Balay nene başta şaşırdı hemen ardından kaşları çatıldı ve bir şey düşünür gibi çenesini ovuşturdu. "Deniz kızları eski antik yaratıklardır. Aslında tam olarak deniz kızı denilemez bizler onlara deniz perileri deriz. Kuyrukları olan ve olağanüstü bir güzelliğe sahip yaratıklardır. Onlardan birine en son bin elli yıllarında rastlanmış ve eğer hapis evreninde onlar varsa bile bulmak neredeyse imkansız." Başım hayal kırıklığı ile eğilirken Balay nenenin sesini tekrar duymamla kafam hızla kalktı. "Fakat onları nasıl bulabileceğimiz ile ilgili bir kitap var." Heyecanla doğruldum, "Nerede?" "İgnis kraliyet kütüphanesinde." Şu şansımı... "Harika" Şu an olmak istediğim son yer bile değildi İgnis sarayı fakat şans asla benden yana gitmiyordu. İgnis krallığına gitmem imkansızdı. Ya da sayılırdı. "Asma suratını kızım senin için araştırırım ben kasabayı." diyen Balay nene ile gülümseyerek başımı salladım. Umarım bir şey bulurdu. Gerçek Balin'deyken Gülnihal nene bize deniz perilerinden hiç bahsetmemişti belki de o da bilmiyordu nasıl olduklarını. Gecenin geri kalanında biraz salonda oturup sohbet etmiştik. Maalesef burada telefon ya da televizyon benzeri şeyler yoktu. Çağın fazlasıyla gerisindeydi fakat buna rağmen olağanüstü canlılar olarak fazla iyi bir iş çıkarmışlardı. Hatırladıkları ya da bildikleri kadarını buraya yapmaya uğraşmışlardı. En azından cadıların şehrinde ki durum buydu. Saat bire yaklaştığında Balay nene yorulduğunu ve yatmaya gideceğini söyleyerek yanımızdan ayrılarak odasına çekildi. Hale de bende fazlasıyla yorgun olduğumuzdan üst kata odamıza çıkmıştık onun arkasından. Hale dolabından istediğim gibi giyinebileceğimi söylesede ben çekine çekine bir alt pijama ile bana biraz bol gelen gri bir t-shirt giydim. Pencerenin yanındaki iki kişilik yatağın duvar köşesine Hale ve sağ köşesine de ben yatmıştım. Gözlerim günün yorgunluğu ile ağır ağır kapanırken engel olmadım ve bilincimin kapanmasına izin verdim. ☾ Kendimi bu diyarda ilk kez bir yere ait hissetmiştim. Balay nenenin aşşadığa hazırladığı mis gibi yemeklerin arasında patates kızartmasının kokusunu duyduğumda istemsizce aklıma halam gelmişti. Öz ailem değildi belki ama bana ve Nesli'ye bunu hiç hissettirmemişti. Onu özlüyordum. Normal olan arkadaşlarımı hatta takıntılı eski erkek arkadaşımı bile. Onları korumak için her şeyi deneyeceğim her ne olursa olsun çünkü onların hiç bir suçu yok. Geçmiş de dedelerinin yaptığı bu hatanın bedelini onlar çekmemeli. Yatağın yanındaki pencereden gelen aşırı derecede parlak gün ışığı yüzüme vururken istemsizce yüzümü buruşturdum ardından gözlerimi yavaşça araladım. Karşımda duran boy aynasından yorganın altındaki yorgun bedenime baktım. Maviyle bal renginin arasında kalmış gözlerim uzun zaman sonra ilk kez ruhsuz değilde enerjik bakıyordu. Beyaz tenim aydınlanmıştı ve yansıyan ışıktan dolayı kızıl saçlarım parlıyordu. Yorganı isteksizce sıyırıp doğruldum. Ayaklarımı yataktan aşşağıya sarkıtıp tüylü halıya bastığımda dudaklarımdan büyük bir esneme çıktı. Hale yatakta değildi muhtemelen benden önce kalkıp aşşağğıya inmişti bu yüzden yatağı toplayıp aşşağıya öyle indim. Aşşağıya indiğim an Hale'nin homurdanmaları kulaklarımı doldurdu. "Nene ya lütfen bir kere gideyim heme Hera'da gelir benle biraz kafasını dağıtır nolur izin ver!" İçeri girip dudaklarını büzüp Balay neneye şirinlik yapmaya çalışan Hale'yi gördüğümde ağzımdan çıkan kikirdemeye engel olamadım. Bununla birlikte ikiside bana dönmüştü. Onları gizlice dinlemenin utancıyla kızarırken zorlukla mırıldandım, "Günaydın..." Hale neredeyse koşarak tezgahın yanından masanın ucunda duran benim yanıma gelerek beni sıkıca kendine çekti. Yüzümü göğsüne bastırırken bir yandan da saçımı okşuyordu. "Nene lütfen Hera için!" dedi ne olduğunu bilmediğim şey için tekrar. Tabi bu sefer beni de işin içine katmıştı. Balay nene ofladı ve ardından, "Tamam tamam gidin fakat geç kalmayın!" dedi uyarıcı bir tonla. Hale ona öpücük attığında göğsünde nefessizlikten neredeyse boğulacak olan beni farketmiş olacak ki kollarını gevşetti. Gülümseyerek ondan ayrıldım ve dün oturduğum yere oturdum. Sofrada bildiğim tek şey çaydı ve çay da sanırım benim bildiğim Karadeniz çaylarından değildi. Yine de yeniliklere açık bir insan olduğumdan kahvaltı da ki çoğu şeyden yemiştim. Yemek konusunda hiç gocunmadan her şeyi yerdim bu konuda utanan kızlardan değildim. Kahvaltı da Hale bol bol gideceğimiz tiyatrodan bahsetmişti. Orada çok yakışıklı çocuklar olduğundan bahsedip durdu. Tabi Balay nene ona cevap olarak kaşıkla kafasına vurmuştu. Kahvaltı bittiğinde hızlıca ortalığı toplamış sonra hazırlanmak için yukarıya çıkmıştık. Hale yeşil bir kazak ve kahverengi kumaş bir pantolon giyip turuncuya çalan kızıl saçlarını bol bir örgü yapmıştı. Ben ise onun dolabından yarım kollu göğüslerimin biraz altında bir kazak giymiş üstüne çizgili gri siyah kısa balon kol bir hırka giymiştim. Altıma ise siyah kumaş bir pantolon ile siyah ayakkabı giymiştim. Durmadan harlanan ateşi anımsatan saçlarımı serbest bırakmış ve dalga dalga belime kadar uzanmasına izin vermiştim. Tamamen hazır olduğumuzda Hale önden zıplaya zıplaya merdivenleri inmeye başladı. Merdivenler dikti ve ben ne kadar düşeceğinden korksam da o gayet rahat bir şekilde merdivenleri inmişti. Kapıda bekleyen Balay nene ona kızgın bakışlar atarken ok çantasını uzattı. Hale oflayarak çantayı sırtına taktı ve onu büyüsüyle gizledi. "Çok geç olmadan geri dönün." Balay nene ikimizide tek tek uyarırcasına süzdüğünde onu başımızla onayladık. Hale hızlı hızlı ona sarılıp evden çıkarken bende Balay neneye gülümseyerek arkasından çıktım. Orman yolunu sessizce geçtikten sonra kasabaya girmiştik. Kasaba bugün biraz daha kalabalıktı sanki. Herkes bir yerlere koşuşturmaya çalışıyoru. Bu halleri bana arı kovanındaki işçi arıları anımsatmıştı. Etrafı incelerken diğer binalardan daha büyük bir yapının önünde durduk. Hale bez çantasından bir miktar para çıkardığında kendimi nedensizce kötü hissetmiş ve en kısa sürede iş bulmayı aklıma kazımıştım. Binanın önündeki masadan iki bilet aldığında, "Hadi geç kalmayalım!" diyerek koluma girmişti ve böylece birlikte içeri girdik. Kahverengi eski duvarların arasında soldaki merdivenlerden yukarı çıkarak orta kesime hiç uğramamıştık. İki kapılı bir yerin önüne geldiğimizde Hale kapıda bekleyen genç bir çocuğa biletlerimizi vermişti. İçeri girdiğimiz an buranın bir sinemayı andırdığını fark etmiştim. Sadece biraz daha eskisi gibiydi. Ortalarda ki yerimize oturduğumuzda etrafı incelemeye başladım. Kapıdan gülüşerek giren kız grubuyla aklım istemsizce kızlara gitmişti. Acaba aileleri onlara iyi davranıyor muydu, şu an mutlu muydular? Kahrolası onları çok özlemiştim. "Başlıyor başlıyor!" Yanımdaki heyecanlı sesi duyduğumda daldığım düşünceleri etrafa savuşturdum ve başımı sahneye doğru çevirdim. Kırmızı perde büyülü parıltılar eşliğine kenara çekilirken salonda büyük bir alkış koptu. Oyuncular alkışlar eşşiğinde sahneye çıktığında alkışar yavaşça sustu. Birinci perde başladığı an konunun ilgimi çekmediğini fark etmiştim fakat Hale o kadar heyecanlıydı ki onun için son perdeye kadar izlemiştim. Son perde bitip de oyuncular selam verdiğinde oyunun bitmesinin rahatlamasıyla salondakilerle birlikte alkışladım. Hale ile birlikte oturduğumuz koltuklardan kalkıp diğer cadıların arasına karıştık. Hale lavobaya gideceğini söyleyerek yanımdan ayrıldığında teras benzeri yere gitmeye karar verdim. Biraz hava alsam çok iyi olacaktı. Kalabalığın arasından sıyrılıp terasa gittiğimde zaten küçük olan terasta tek başıma olduğum için rahatlamıştım. Aşşağıdaki kalabalığı izlerken bir yandan da temiz havayı ciğerlerime dolduruyordum. Hafif hafif esen rüzgarın verdiği o rahatlama ile gözlerimi kapatırken yüzüme gelen saçlarla kaşlarımı çatarak huysuzca homurdandım. Yüzüme gelen saçları kulağımın arkasına atmak için havaya kaldırdığım da bir şey buna engel oldu. Bir el. Elin sahibi saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırırken çatık kaşlarımın altında ki gözlerimi açtım. Başımı çevirip yan tarafa baktığımda gördüğüm tanıdık simayla zaten çatık olan kaşlarımı biraz daha çattım. Parmağını iki kaşımın ortasına koyup düzelttiğinde şaşkın bir şekilde ona baktım. "Kaşlarını bu kadar çatarsan erken yaşlanırsın on göre." Her zamanki alaycılığla konuştuğunda yüzümü buruşturarak elini ittirdim. "Sana mı kaldı benim erken yaşlanmamı engellemek İgnis?!" Hafifçe güldü ve dirseklerini korkuluklara yasladı. "Banane yaşlandığında kırışıklarla sen uğraş." Omuzlarını silktiğinde o halimi düşünmüş ve bu düşüncenin komik olduğunu fark ederek gülerek elimin tersiyle omzuna vurdum o da güldüğünde bende korkuluklara yaslandım. "Çok sinir bozucusun." dedim gülmeme rağmen huysuz bir tonla. Buna karşılarak başını bana çevirip daha çok güldü. "Sanki senin benden aşşağı kalır yanın var.(!)" Yüzümdeki gülümseme silinirken yüzümü buruşturup omzuna tekrar vurdum. Kolyemin o sırada aniden parlamasıyla panikle onu kazağın içine soktum. Bu da neydi bir anda. Alar fark etmesin diye kazağımın içine sokmuştum ama o çoktan fark etmiş kaşlarını çatarak kazağımın altında parlamaya devam eden kolyeye bakıyordu. Ona bakarken aniden aklıma gelen düşünceyle tek kaşımı kaldırdım. O bir ignisti hemde sarayda yaşıyordu bu benim için bir fırsat olabilir miydi? Alar başını kaldırıp sorgulayıcı bir tavırla gözlerime baktığında kendimi toparlayarak doğruldum. Boğazımı temizledikten sonra başlangıcı yaptım. "Alar, ignis kraliyet kütüphanesini biliyorsun değil mi?" diye sordum merakla. Bildiğini biliyordum fakat şu an aklıma gelen ilk cümle buydu. "Orada yaşadığım için tabiki biliyorum." dedi sesi alaycıydı fakat yüzünde hala ciddi bir ifade vardı. "O zaman kütüphaneyi iyi biliyorsundur?" Başını salladığında şirince gülümsedim. "Beni oraya götürürsün o zaman değil mi İgnis?(!)" Şimdi ihtiyacım olan olumlu bir cevaptı. Gözlerinde büyük ölçüde şaşkınlık vardı. Eminim şu an neden böyle bir şey istediğimi sorguluyordu. "Neden oraya gitmek istiyorsun?" Tahmin ettiğim gibi olmuştu. Cadı olmanın en iyi yanlarından biri istediğiniz çoğu şeyi büyüyle halledebilmekti. Tabi çok iyi manipüle eden canlılardık da. "Bildiğim üzere kralınızın büyüyü yapmasını istemiyorsun değil mi?" Cevap açıktı istemiyordu. "Sana bunun için şans. O kütüphanede yüzükleri bulmamda bana yardımcı olabilecek bir kitap var. Eğer bana yardım edersen kralı devirdiğimizde tahta çıkman için sana yardım ederim." Mavi gözlerinde büyük bir şüphe vardı fakat teklifim ilgisini çekmişti. "Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?" Yüzü hala dümdüzken kafasını yana yatırıp gözlerini kıstı. "Kendime güveniyorum çünkü. Ne kadar büyük bir güce sahip olduğumu bilsen ben cümleyi kurar kurmaz kabul ederdin." "Biliyorum Hera. Ne kadar büyük bir güce sahip olduğuna şahit oldum." Sarayın bahçesinde yaşanan olaydan bahsediyor olmalıydı fakat o sahip olduğum gücün yarısı bile değildi. Gülümsedim. Ellerimi yavaşça hareket ettirmeye başladığım an sanki zaman durdu ya da gerçekten durdu bu konuda bende emin değilim. İnsanlar hareket etmeyi bıraktığı an Alar önce etrafına ve sonra tekrar bana baktı. "Eee kabul ediyor musun teklifimi?" Gözleri ellerim ve yüzüm arasında gidip gelirken başını salladı, "Pekala kabul ediyorum. Ancak biraz beklemen gerek. Kral iki gün sonra seyahate çıkacak işte o zaman saray biraz boşalır ve sende rahatlıkla kütüphaneye girebilirsin." "Anlaştık!" Ellerimi hareket ettirmeyi bıraktım ve bıraktığım an her şey tekrardan devam etmeye başladı. "Senden haber bekliyor olacağım umarım beni kandırmak gibi bir hamle yapmazsın." Omzunu hafifçe sıvazladıktan sonra yanından ayrılarak içeriye döndüm. Lavobanın kapısında etrafa bakınan Hale'yi gördüğümde yüzümdeki gülümseyi küçülterek yanına gittim. "Çok beklettim mi?" Kafamı olumsuz anlamda iki yana salladığımda gülümsedi ve koluma girerek yürümeye başladı tabi bende yanında. Binadan çıkana kadar Hale'nin tiyatro hakkındaki yorumlarını dinlemiştim. Yan rolde olan çocuğu anlatırken gözlerinin içi parlıyordu resmen. Bu hali yüzümdeki gülümsemenin büyümesine sebep olurken ismimin seslenilmesiyle durdum ve sesin geldiği tarafa döndüm. Çeşmenin yanından koşarak gelen kişi Açelya'dan başkası değildi. "Ne-" Sözümü aniden kesmesiyle kaşlarım çatılırken soluk soluğa konuştu, "Kral bizi kandırmış Hera o insanlar benim gerçek ailem değil sen haklıydın yüzükleri bulmalıyız!" Kızaran yüzüne terden dolayı yapışan siyah saçlarını kenara çeken Açelya'ya yardım ederek belinden tutarak onu banklardan birine oturttum. Hale elinde ne ara almış olduğunu bilmediğim bir suyu Açelya'ya uzattığında kızaran yüzü yavaşça eski haline döndü. Az önce söylediklerini idrak etmeye çalıştım. Kralın bizi kandırdığından başından beri şüpheleniyordum fakat şimdi şüphelerim kanıtlanmış sayılırdı. Tabi önce Açelya'dan olayları öğrenmeliydim. "İyi misin?" Sesim de en az yüzüm kadar düz çıkmıştı. Normalde onlara karşı en azından duygularımı belli ederdim ancak buraya geldiğimizden beri o kadar uzaklaşmıştık onlara karşı artık yabancılara nasılsam öyleydim. Ve bu iyi bir şey değildi. "S-sanırım... çok...koştum o yüzden böyle oldu sanırım." Su şişesini teşekkür ederek geri uzattığında Hale elinden aldı. "Az önce bahsettiğin konu hakkında konuşalım." Başını sallayıp konuşmak için ağzını açtığında onu durdurdum. "Burada değil. Daha kimsenin uğramadığı bir yerlerde." Ben öyle bir yer bilmiyordum bu yüzden başımı çevirip Hale'ye baktım. "Medusa'ya gidebiliriz orada bu saatte fazla insan olmaz." Başımı sallayarak onayladığımda sağ taraftaki sokağa yürümeye başladı. Açelya'ya kalkmasında yardım edip ben de peşinden ilerlemeye başladım. Sokağın bu tarafı sanki geceyi andırırmış gibi karanlıktı. Dükkanların çatıları kırmızının en koyu tonu iken dükkanların içi ve dışı da siyah ve siyaha yakın renklerdeydi. Bir tek sokağın sonundaki diğerlerine göre büyük kalan bina yeşilin en koyu tonuydu. Binayı biraz inceleyince etrafının gümüş yılan kollarıyla sarıldığını fark ettim. Binanın tepesinde ise saçları yılandan olan bir baş vardı. Bu da Medusa'dan başkası değildi. İçeriye girmeden önce etrafa kolaçan ettim ve burası hiç güvenli görünmüyordu Hale'nin bu tarz bir yeri bilmesi beni fazlasıyla şaşırtmıştı. Aslında onu fazla tanımadığımı varsayarsak böyle bir yeri bilip bilmeyeceği hakkında fazla fikrim yoktu. Mekanın duvarları yılan desenleri ile kaplanmıştı ve bar tezgahının etrafında yılan derisi kaplaması olduğunu düşündüğüm koltuklar ve yeşil masalar vardı. Hale mekanın en köşesinde olan bir masaya oturduğunda onunla birlikte oturduk. Açelya etrafa dikkatli ve endişeli bakışlar atıyordu ve ben de ilk kez onunla aynı fikirdeydim. Çünkü anladığım kadarıyla mekanda cadılar yoktu. Bir kaç ay bekçilerinden kişileri görmüştüm onun dışında sanırım ruh koparanlar ve hatta ignisler bile vardı. Kanın kokusunu alabiliyordunuz ve kan ignis demekti. Ayın bekçileri dönüştükten sonra vücutlarının herhangi bir yerinde -genellikle boyunlarında- pençe izi taşırlardı ve ruh koparanlar görüp görebileceğiniz en beyaz tene sahiptiler. Bazıları onların saydam olduğunu düşünürdü fakat ben sadece Gülnihal nenenin bize anlattığı kadarını biliyordum buna rağmen ilk kez gördüğüm bu canlıları kolaylıkla ayırt edebilmiştim. Genç barmen bir cadı bize ne istediğimiz sorduğunda Hale adını bilmediğim ve tercüme edemediğim bir içecek sipariş etti üçümüz için ve barmen gittikten sonra da alkolsuz olduğu açıklamasını yaptı. İçecekler geldiğinde asıl açıklama yapması gereken kişiye çevirdim başımı. İnce parmakları strestle pipeti içeceğin içinde döndürürken dudaklarını ısırıyordu ve sanki onu izlediğimi fark etmiş gibi başını kaldırdı. Siyah çekik gözleri mavi gözlerimle buluştuğunda anlatması için gözlerimi yavaşça kırpıştırarak komut verdim. "Nereden başlayacağımı bilmiyorum bu yüzden en baştan başlayacağım?" Başımı sallayarak onayladım ve dikkatle onu dinlemeye başladım. "Saraydan çıkıp evlerimize geldiğimizde her şey çok güzeldi bana gerçekten sevildiğimi hissettiren bir ailem vardı ve çok mutluydum o kadar mutluydum ki senin yalnızlığını bile unutmuştum..." Sıkıntıyla dudaklarını dişlediğinde derin bir nefes aldım. "Tabi eminim kızların da durumu aynıdır bu yüzden hiç birimiz geri dönmek istemiyorduk. Fakat bu sabah babam sandığım kişiyi ve tabi babaannem olduğunu düşündüğüm kadının konuşmasına kulak misafiri oldum. Kralın onlara vereceği altınlar hakkında konuşuyorlardı ve bir an önce kanlarımızı vermemiz için bizi nasıl ikna edeceklerini tartışıyorlardı. O an onları kralın parayla tuttuğunu anladım ve onlar fark etmeden yanına gelmek için evden kaçtım. Şimdi ne yapacağımı bilmiyorum Hera..." Sözlerini bitirdiğinde Hale ağzındaki içeceği püskürtmüştü. Neyseki Açelya benim karşımda oturuyordu. Açelya hızlı hızlı anlattığı şeyler yüzünden nefesini düzene sokmaya çalışırken dediklerini düşünüyordum. Kralın bir şeyler sakladığını başından beri biliyordum ve ona asla güvenmiyordum fakat bu yaptığı benim bile aklımın ucundan geçmemişti. O bir kraldı ve kendi halkına nasıl böyle bir şey yapardı anlayamıyordum. Belki de gerçek ailelerimizin burada olduğumuzdan haberi bile yoktu. Kimsenin haberi olmayabilirdi bu şehirde olduğumuzdan. "Hera cevap vermeyecek misin?" Daldığım düşüncelerden Açelya'nın sesiyle başımı kaldırdım. Benden bir cevap beklediğinin farkındaydım fakat şuan daha düşünme aşamasındaydım. Bir kaç saniye daha düşündükten sonra başımı salladım. "Şimdi eve dön ve kimsenin dikkatini çekme aklımda bir plan var akşam yanıma gelmen gerekiyor ayrıca diğerlerini inandırmak zor olacak bu yüzden onun için de plan yapmalıyız." "Tamam..." Hale'nin sipariş ettiği içecekleri bitirdiğimizde ayağa kalkıp çıkışa doğru yürümeye başladık. Koltuklarda oturan bir çift mavi gözle göz göze geldiğimde kaşlarımı çattım. Gözünü kırpıp elindeki kağıda bir şeyler fısıldadı. Elindeki kağıt alev alırken adımlarımı yavaşlattım. Kağıdın külleri süzülerek bana doğru geldiğinde elimi onlara doğru uzattım, bununla birlikte küller toplanarak tekrar kağıt haline geldi. Bu bir nottu fakat şu an okuyamazdım bu yüzden kağıdı cebime sıkıstırıp kızların peşinden Medusa'dan çıktım. Medusa'dan sonra karanlık sokağı geçip kasaba meydanına geldiğimizde yüzüme çarpan gün ışığıla birlikte içten içe rahatladım. Başımı Açelya'ya çevirdiğimde onun da benimle aynı durumda olduğunu görmek gülümsememe sebep olmuştu. Bu çocukluğumdaki anılarımızdan bir dejavu gibi hissettirmişti. Yavaşça omzunu sıktım, "Artık eve git." Başını sallayıp pelerinini taktığında sokağa girmek üzere hareketlenmişti ki kolunu tutup onu durdurdum. "Dikkatli ol." Tekrar başını salladı ama bu sefer sokağa gülümseyerek girdi. "Bizde dükkana geçelim nenem merak etmesin daha fazla." Arkamda duran varlığını unuttuğum Hale'yi ancak konuştuğunda başımı sallayıp gözden kaybolmaya başlayan Açelya'ya bakmayı bıraktım ve Hale ile birlikte dükkana yürümeye başladım. Dükkana giden taşlık çarşı yolunda ilerlerken ikimizden de ses çıkmıyordu. Anlaşılan o da benim gibi Açelya'nın söylediklerini düşünüyordu. Düşünmemek imkansızdı. Kral neden böyle bir şey yapıyordu merak etmeden duramıyordum. Parayla aile tutmuştu ve bunu bizim ruhumuz bile duymamıştı. O adam kesinlikle kral olabilecek biri değildi. Halkına yalan söyleyen biri kral olamazdı. Dükkandan içeri girerken kapının üstünde çalan zile ister istemez alışmıştım. İnsana kendini güvende hissettiriyordu ve bu uzun zamandır ihtiyacım olan bir duyguydu. Balay nenenin sıcak gülümsemesi de öyle. "Sizi bir daha hiç bir yere göndermeyeceğim! Beni meraktan öldürecektiniz!" Balay nene ikimizide kızgın bir şekilde azarlarken Hale başını kaldırıp yavru kedi gibi ona baktı. Sanırım bu gönlünü almak için uyguladığı taktikti. "Özür dileriz bal nenem..." Ah Tanrım sesi o kadar acıtasyon doluydu ki ben bile üzülmüştüm. Bu kız gerçekten iyi bir düzenbazdı. Acıtasyonu işe yaramış olacak ki Balay nene güldü ve onu kollarının arasına aldı. Onları yarım bir gülümsemeyle izlerken Balay nene bana eliyle gel işareti yaptı. Bu kaçırabileceğim bir teklif değildi bu yüzden onun kollarının arasına bende sokuldum. Bu bana Gülnihal nenemi hatırlatmıştı ve istemsizce gözlerim dolmuştu. Gülnihal nenemi çok özlemiştim. Bir kaç dakikanın ardından Balay nenenin kollarından ayrıldığımızda hafif yana dönerek onlar görmeden göz yaşlarımı sildim. Dükkanın zil sesi duyulduğunda Balay nene müşteriyle ilgilenmeye başladı biz de o sırada üst kata çıktık. Odadaki koltuklara oturduğumuzda Hale koltuğa uzanıp gözlerini kapattı. Ellerim Safir'in üzerine gittiğinde merakla fısıldadım, "Orada mısın?" Herhangi bir yanıt gelmedi sanırım ilk yüzüğü bulmadan benimle konuşmayacaktı. Aptal taş. "Hela?" Başımı taştan karşımda uzanan Hale'ye çevirdim. Hala gözleri kapalı yatıyordu. "Hım?" diyerek ona cevap verdiğimde yavaşça gözlerini açıp tavanı izlemeye başladı. "Aileni bulmak ister miydin?" Beklemediğim bu soruyla afallamış ve bir kaç dakika susup düşünmüştüm. "İsterdim herhalde." Daha önce düşünmediğim bu konu zihnimin bir köşesine yazıldı. Belki de bir babam, büyükannem, halam, amcam hatta kardeşlerim bile olabilirdi değil mi? Bu mümkün olabilirdi. Şu koca dünyada bile yalnız olamazdım değil mi? "Onları senin için bulacağım söz..." Onu izlerken gözleri kapandı ve sanırım derin bir uykuya daldı. Ayağa kalkıp ince pikeyi üzerine örttüm. Ufak pencereden dışarıya batmak üzere olan güneşe bakarken aklıma Alar'ın söyledikleri geldi. İki gün sonra kral gittiğinde bana nasıl haber verecekti üstelik haber verip vermeyeceği de kesin değildi şeytanın. Kollarımı pencerenin pervazına yasladığım da kolumda hissettiğim sızıyla ufak bir küfür mırıldandım. Aptal safir yüzünden canım yanıyordu ve kolumda bir şeyler vardı. Sahi kolumdakileri kandan dolayı net görememiştim şimdi kan gittiğine göre görünür müydü ki? Merakla hırkamın kolunu sıyırıp koluma baktım. Kan üzerinde kuruduğu için ne olduğu belli olmuyordu ama yazıdan çok şekiller var gibiydi. Masanın üstündeki bir mendili elime alıp sürahiden bardağa biraz su damlattım. Mendili kanların üzerinde gezdirirken yaralara temas ettikçe canım yanıyordu. İnlememek için dudaklarımı ısırıyordum ancak kolumdaki acı anlamadığım şekilde fazlaydı sanki o bilerek yapmıştı. Dudaklarımda hissettiğim metalik tadın kan olduğunu anladığımda elimin tersiyle dudağımı sildim. Elimde ufak bir kan lekesi oluşmuştu. Bez ile elimi sildikten sonra başımı koluma çevirdim. Sildiğim bir şifre bulmayı umut ediyordum fakat bu bir haritaydı. Farklı çeşit simgeler tenime işlenmişti ancak hiç birinin anlamını bilmiyordum ki ben. Hale uyuyordu ve onu sormak için uyandırmak istememiştim. Hırkamın kolunu düzelttikten sonra merdivenlerden aşşağı inip Balay nenenin yanına gittim. Balay nene arkası dönük bir şekilde iksir şişelerini düzenliyordu anlaşılan beni fark etmemişti. "Balay nene?" Varlığımı belli etmek için konuştuğumda bunu beklemiyormuş gibi sıçramıştı ve elindeki şişeler ani refleksle vücudunun gevşemesiyle ellerinde kaymıştı. Düşmemeleri için elimi aniden şişelere savurduğumda bir sihir dalgası onlara doğru gitti fakat şişeleri düşmekten kurtaramadım. Duvara sertçe çarptıklarında şişeler kırılmış ve içerisindeki sıvılar raftaki kitaplara bulaşmıştı. "Siktir!" Balay nenenin yanına giderken utancımdan neredeyse ölücektim. Uzun zamandır büyümde bir hata olmamıştı ama şimdi... Tekrar aynı şeyleri yaşamak istemiyordum. Eskisi gibi olursa ne İgnis kralını devirebilirdim ne de eve geri dönebilirdik. Bunun olmasına izinn veremezdim. Dükkandan bir hışımla çıkıp meydana doğru koşmaya başladım. Balay nene arkamdan sesleniyordu fakat onu duymamazlıktan geliyordum. Meydana yaklaşırken sesi artık duyulmuyordu. Meydanın ortasındaki çeşmenin kenarlarına yaslanarak gözlerimi sıkıca yumdum. Nefes alışverişlerim çok hızlıydı, koştuğumdan dolayıydı. Yaklaşan karın habercisiymiş gibi esen soğuk rüzgarla tüm vücudum zangır zangır titredi. Buraya kışın düşmüş olmak büyük bir şanssızlık olmuştu yazın çok daha güzel göründüğünü düşünüyordum ancak bunu görecek kadar uzun süre burada kalmayacaktım. Bir kere daha esen rüzgarla yavaşça doğruldum. Gerçekten çok soğuktu ve benim üzerimdekiler pek kalın sayılmazdı. Etrafta ki çoğu dükkan kapanmıştı ısınmak için gidebileceğim hiç bir yer yoktu. Dükkana gidersem utancımdan dolayı yüzüne bakamazdım ne Balay nenenin ne de Hale'nin. Ne kadar küçük bir şeymiş gibi görünsede benim için bu durum fazlasıyla önemliydi ve bir kaç saat geçmeden en azından Balay nene ile yüz yüze gelmek istemiyordum. Evin yolunu da tam olarak bilmiyordum ve tam anlamıyla sokakta kalmıştım. Sıkılgan bir tavırla derin bir nefes alıp etrafa baktım. Sokaklar boşalmıştı sadece bir kaç insan vardı ve onların büyük kısmı Medusa'nın olduğu sokağa yürüyordu. Çoğunlukla genç grupların oluşturduğu şık giyinimli cadılar ve büyücülerin olduğu topluluklara bakarken benim de oraya gidebileceğimi düşündüm. Tek başıma olsam bile kendimi savunabilecek kadar güçlüydüm ve bu kadar üşümüyor olsam oraya asla gitmezdim. Mekanın atmosferi güzel olsa da oraya giden sokağı hiç sevmemiştim ve ben de iyi duygular uyandırmıyordu. Orada kara büyü malzemeleri olan bir kaç dükkan görmüştüm ve bu bana yaptığım büyüyü hatırlatıyordu. Kara büyünün varlığını hala hissedebiliyordum. Yine de karanlık sokağa girdim ve Medusa'ya doğru yürümeye başladım. Burası sabah gördüğümden çok daha farklı görünüyordu şimdi. Sokak lambalarını bekçiler yakmıştı ve dükkanların önüne dizilmiş mumlar da yanıyor ve az da olsa dükkanların içini gösteriyordu. O dükkanların içerisindeki malzemelere baktıkça boğazımda acı bir tat oluştu. Neden böyle olduğu hakkında hiç bir fikrim yoktu. Medusa'nın önüne geldiğimde hızlıca içeriye girdim bu acı tadı biraz da olsa hafifletmişti. Gündüze kıyasla çok daha kalabalık olan mekanın içerisine girdiğimde yoğun bir alkol kokusu burnuma doldu. Latince bir şarkı son ses mekanda yankılanırken içerdeki tüm canlılar özgürce dans ediyordu. İçerisi fazlasıyla kalabalıktı ve ignislerin sayısı sanki daha fazlalaşmıştı. Bu tedirgin olmama sebep oldu, bizim kralımızın aksine onların kralı burada olduğumuzun haberini halkına vermiş olabilirdi. Hepsini görmezden gelmeye çalışarak bar tezgahına oturdum. Büyücü genç bir barmen sıcak bir gülümsemeyle anında yanıma gelmişti. "Hoş geldiniz ne arzu edersiniz?" Alkol hakkında pek bir şey bilmezdim zaten şu an alkol almamam da gerekirdi. "Ağzımdaki acı tadı geçirebilecek alkolsüz bir şeyler lütfen." Barmen hızlıca tezgahın arkasında içeceği hazırlamaya giderken aklıma gelen düşünceyle sessiz bir küfür mırıldandım. Benim param yoktu hangi kafayla bir şeyler istemiştim ki? Lanet olası kafam. Barmen bir kaç dakikanın ardından elindeki gökkuşağını andıran içecekle geri döndüğünde teşekkür ederek elindekini aldım. İlk yudumu aldığım an gelen tatlı tat ile rahatlamış hissediyordum. "Seni bu sabah da görmüştüm burada?" Başımı kaldırıp tezgaha yaslanmış barmene baktım ve omzumu silktim. "Müşterilerinizi hep sorgular mısınız?(!)" Sesime kattığım imaya karşılık güldü. Kahverengi dağınık saçları vardı ve iki yana ayrılmıştı. Aynı renk gözlerinin ise ona yakıştığını inkar edemeyecektim. Hoş bir çocuktu. "Sadece merak diyelim senin gibi birini buralar da hiç görmemiştim." Bir an bana yürüdüğünü sanmıştım fakat sesinde hissettiğim dostane tavır biraz daha gevşememe sebep oldu. "Buralar da yeni olduğum içindir." dedim daha ılımlı bir ses tonuyla. Sanırım istemsizce gülümsemiştim de. Bu onun da gülümsemesinin büyümesine sebep olmuştu. "O zaman sana iyi eğlenceler ben müşterilerle ilgileneyim." Başımı sallayıp teşekkür ettiğimde arkasını dönmüştü ki omzunun üstünden tekrar bana baktı. "İsmin neydi bu arada?" "Hera." "Tanıştığımıza memnun oldum Hera." Bir şey söylememe izin vermeden müşterinin yanına gittiğinde bende geri önüme döndüm. "Kimdi o?" Kulağımda hissettiğim sesle ufak bir çığlık atıp sıçradığımda dengemi kaybedip neredeyse yere yapışacaktım. Neyseki sesin sahibi önce davranıp beni tutmuştu. Belimde hissettiğim tanıdık dokunuşların sahibini kokusunu duyduğum an tanımıştım. Kül ve kan. Alar Farzin. Başımı hiddetle ona çevirdiğimde yüzünde beklediğim gibi her zamanki sırıtmalarından yoktu. Aksine oldukça ciddi görünüyordu hatta sinirli gibiydi de. "Ne yaptığını sanıyorsun?! Ödümü patlattın aptal!" dedim bağırmasamda yüksek bir sesle. "Barmenle flörtleşirken neden patlamıyor o ödün?" Ne? "Ne?" Yüzüm de oluşan şaşkınlığı gördüğünde söylediği şeyi yeni idrak etmiş gibi onun da yüzünde şaşkın bir ifade peyda oldu. "Ben onunla flörtleşmiyordum." diyerek kendimi savundum ama yüzünde ki öfke çoktan geri gelmişti ve başı barmene doğru çevrilmişti. "O piç ediyordu ama saf cadı kızı!" "Seni ilgilendiren kısım ne tam olarak anlayamadım?" Başını bu sefer öfkeyle bana çevirdiğinde kaşlarımı çattım. "Aptal cadı kızı herkese güveniyorsun." Konuyu başka bir yere çekmeye çalıştığında gözlerimi devirdim. İnsan gibi bir cevap verse ölecekti sanki. "Konuyu değiştirme Alar!" Bu sefer o gözlerini devirdi. Hala ısrarla barmene baktığını görünce omzuna sertçe vurdum. Nihayet bana dönmüştü. "Cevap verecek misin artık?" Gözlerimin içine bakıp derin nefesler alıp veriyordu fakat yine de cevap vermek gibi bir girişimi yoktu. "Boşversene." Tabureden kalkıp çıkışa yürümeye başladım, hesabı ona kitleyebilirdim. Ancak buna izin vermedi kolumu yakalayıp beni kendine çektiğinde sertçe göğsüne çarptım. Ellerim göğsünün üzerinde dururken kafamı kaldırıp yüzüne baktım. Yüzlerimiz birbirine çok yakındı, nefesini hissedebiliyordum bu o geceyi aklıma getirmişti. Onun cevabını da hala vermemişti. Sürekli anlam veremediğim şeyler yapıyordu ama bunların ne anlama geldiğini asla açıklamıyordu sanki bir şeylerden kaçar gibi. "Beni ilgilendiren kısım başkalarına o kadar güzel gülmen." Mavi gözlerindeki derin ifadeye bakarken yutkundum ve ondan uzaklaşmaya çalıştım. Beni kendine daha çok bastırıp dans pistine yavaşça ilerlerken ona ayak uydurmak zorunda kaldım. İstesem tek bir büyü hareketiyle ondan kurtulabilirdim ama olmuyordu bedenim buna izin vermiyordu. Çalan slow şarkı eşliğinde yavaşça dans ederken yüzüne bakmamak için başımı omzuna doğru koyup çenemi omzuna yasladım. Boyu benden uzun olduğu için biraz zor olmuştu ama az önceki pozisyondan çok daha iyiydi. "Seni çözemiyorum." Güldüğünü işittiğimde göğsüne bu defa hafifçe vurdum. "Beni çözmene gerek yok Hera. Bul yeter." Söylediklerini anlamlandıramayarak kaşlarımı çattım. "Neyi bulacağım?" Kolları belimi daha çok sardı. "Zihninin senden sakladıklarını." Başımı yavaşça kaldırıp gözlerine baktım. Onu gerçekten anlayamıyordum. Tıpkı zor bir matematik sorusu gibiydi bir bilmeceyi çözmek bile kolay olabilirdi ama Alar'ı çözmek o kadar kolay değildi aynı matematik soruları gibi. Aklımı bulandırabileceği kadar bulandırıyor doğru cevaba yaklaştığım an karşıma yeni bir soru çıkarıyordu. Çözülmesi o kadar zordu ki. "Çok zorsun biliyor musun? Matematik sorularını çözmek bile daha kolay ama sen..." Bu sefer gülmedi sadece tebessüm etti. "Zorlama kendini o zaman cadı elbet bir gün cevabı bulursun." Başımı iki yana salladım ancak cevap vermedim. Ona daha ne diyebileceğimi bilmiyordum bu yüzden sessizce şarkının bitmesini bekledim. Şarkı bittiğinde ve pistteki çiftler dağılmaya başladığın da Alar'ın ellerinden kurtulup lavobaların olduğu tarafa gittim. Lavobadaki iki kız da ben girdikten sonra işlerini halledip çıkmıştı. Musluğu açıp suyu avuçlarıma doldurup yüzüme çarptığımda hissettiğim rahatlamayla gözlerimi kapattım. Soğuk su yüzüme çarptıkça vücudum gevşemiş ve rahatlamıştı. Aynadaki yansımama bakarak dağılmış saçlarımı ve üstüme düzeltip lavobadan çıktım. Koridorda yavaşça ilerlerken iki elin kollarımı sertçe tutup beni kenardaki bir odaya çekiştirmesiyle neye uğradığımı şaşırarak çığlık attım. Ellerime bağlanan zincirler ile şaşkınlıkla ne yapacağımı şaşırmış ve başımı kaldırarak beni buraya getirenlere bakmıştım. Her ikiside ignisdi sarayda ki muhafızlara benzeyen iri vücudları vardı. Birinin saçları beyaza benziyordu diğerinin ki tam zıttı olarak simsiyah saçlardı ikiside birbirinin tam zıttıydı ama yüzleri bunları inkar edercesine benziyordu. "Kral bunun için bizi ödüllendirecek kardeşim." Siyahlı olan sırıtarak beni incelerken beyazlı dümdüz bir şekilde kardeşine bakıyordu. Kral kanlarımızı ona vermeyince bunu zorla mı yaptırmaya karar vermişti yani? Buna asla izin vermezdim. "Kralınız kendi işini yapamayacak kadar aptal mı?(!)" Siyahlının yüzündeki sırıtma kaybolurken aniden tek elini boğazıma yasladı. Nefesimi kesmek ister gibi sıkarken, "Kral hakkında doğru konuş!" diye bağırarak adeta yüzüme tükürmüştü. Yüzüm yavaşça kızarmaya ve nefesim kesilmeye başlarken büyü yapmaya çalıştım ama ellerime her ne taktılarsa hiç bir şey yapamıyordum. Büyüm işe yaramıyordu. Lanet olsun nefes alamıyordum. "Adam yeter artık ona zarar verirsen kral seni öldürür bilmiyor musun?" Beyazlı olan ilk kez konuştuğunda Adam'ın elleri gevşedi ve yavaşça boğazımı bıraktı. Boğazımı bıraktığı an öksürerek yere düştüm. Zincirli ellerim boğazıma giderken bir yandan öksürüyor diğer yandan nefes almaya çalışıyordum. Öfke damarlarımda kanıma karışarak ilerlerken öksürüklerim yavaşça durdu. Başımı yavaşça kaldırdığımda siyahlının yutkunduğunu gördüm. "Zincirler büyü yapmasını engellemiyor muydu Ben?" Kardeşine bakıp sorduğu soruya karşılık Ben dudaklarını dişledi. "Engellemesi gerekiyordu." dedi sessizce. "O zaman neden göz rengi değişti lan bunun?" Adam'ın korkusu uzak mesafeden bile hissedilir türdendi. Korkmakta haklıydı da. Hangi aptal bir cadıya bulaşırdı ki? Bunu yapmak için insanın eceline susaması gerekirdi. Tarihte bir çok cadının bazı ırkları yok ettiğini okumuştum bu yüzden çoğu kişi onlardan çekinirdi ve bizi engellemek için bir çok tılsımlı alet yapılmıştı. Aynı ellerime bağladıkları zincir gibi. Ancak bilmedikleri bir şey vardı o da büyümün diğer cadılarla aynı olmadığıydı. Üstelik kara büyünün izlerini hissedebiliyordum. Bileklerimdeki damarlar ellerime doğru hafifçe kararmaya başlamıştı. Hissettiğim öfke bir güce dönüşerek parmaklarımın uçlarına yaklaşmaya başladığında yumruklarımı sıktım. Zincirler parçalanıp toz halinde yere düşerken ellerimde ki büyüden destek alarak ayağa kalktım. "Siktir!" Adam Benjamin'in arkasına doğru ilerlediğinde güldüm. Az önce boğazımı beni öldürmek izin sıkarken şimdi neden korkuyordu gücü buraya kadar mıydı? Aptal ignisler hepsi aynıydı. "Neden korkuyorsun Adam beni öldürmeye çalışırken güçlü durmaya çalışıyordun halbuki. Gücün sadece ellerim zincirliyken mi ortaya çıkıyor?(!)" Onlara doğru bir adım attığımda Adam bağırarak bir adım geriye gitti. "Uzak dur benden sürtük!" Benjamin hala dümdüz bakıyor ve beni izliyordu. Adam kardeşine güvendiği için benimle bu şekilde konuşuyordu o olmazsa korkağın tekiydi. Ellerimi Benjamin'e doğru savurup onu duvara doğru savurduğumda sertçe çarptı. Adam sertçe yutkunduğunda onu havaya doğru kaldırdım. Küfürler ederek onu yere bırakmamı haykırırken boşta olan elimi hafifçe kaldırıp oynatmaya başladığımda nefesi yavaşça kesilmeye başladı. Elleri boğazına giderken genzinden hırıltı benzeri sesler çıkmaya, yüzü kızarmaya başlamıştı. Nefesi yavaşça kesiliyordu aynı bana yaptığı gibi. "Nasıl bir hismiş Adam? Nefesinin kesilmesi sana ne hissettiriyor?" Onu o böyle bir amacım yoktu sadece bana yaptığı şeyin aynısını ona yapıyordum o kadar. Başımı duvara doğru çevirdiğimde ayağa kalkmaya çalışan Benjamin'e onu uyutacak bir büyü yaptım. O yere yığılırken nefessizlikten zar zor bilinci açık duran Adam'a döndüm. Dersini almış olmalıydı yoksa biraz daha devam ettiğim takdirde nefesini sonsuza kadar kesebilirdim. Onu serbest bıraktığım an sertçe yere yapıştı. Öksürmeye başladığı an yavaşça vücudumu serbest bıraktım. Başımı eğip ellerime baktığımda bileklerimden ellerime kaplanan kararmayı beklemiyordum. Neden bu şekilde olduğunu bilmiyordum ama bir an önce bu mekandan çıkmalıydım onun farkındaydım. Hırkamın kollarını ellerime doğru çektikten sonra son kez iki ignis kardeşe baktım ve hızlıca o odadan çıktım. Odadan çıkmamla sert bir gövdeye çarpmış ve zaten zor ayakta duran vücudumu duvara tutunarak dengede tutmuştum. "Cadı?" Alar'ın mavi gözleriyle karşılaştığımda zorlukla yutkundum. "Alar başım dönüyor..." Ellerimi kollarına götürüp düşmemek için sıkıca ona tutunduğumda hırka kaymış ve o da ellerimi fark etmişti. "Siktir Hera bu ne?!" Gözlerim kararırken ondan duyduğum cümleler artık net gelmemeye başladı. Son kez ona baktığımda yüzündeki endişeyi gördüm ve sonra karanlığın içerisinde kayboldum. BÖLÜM SONU instagram:vaerosass |
0% |