@vaerosas
|
Beşinci Yüzük Serisi 1 - Hecr "İGNİS SARAYI" EMMA LOUİSE - JUNGLE Lütfen satır arası yorumlarınızı ve oylarınızı atmayı unutmayın keyifli okumalar💗 "Seni bekleyeceğim benim güzel kızım..." "Anne!" Gözlerim açıldı ancak karanlık artık yoktu tıpkı annemin olmadığı gibi. Ben yine buradaydım Hale'nin odasında. Ben buradaydım ama annem yine yoktu. Ancak hissediyordum çok yakında annemde burada olacaktı. Ondan daha fazla ayrı kalmayacaktım. "Hera uyandın mı?" Arkamdan duyduğum uykulu sesle başımı arkaya çevirdim. "Hmm uyandım." dedim aynı uykulu sesle. Saat erken olmalıydı yine de bu saatten sonra uyuyabileceğimi sanmıyordum. Yüksek ihtimalle Hale uyumaya devam edecekti, onu tanıdığım kadarıyla uykusuna çok düşkün bir kızdı. Kısa sürede düzene giren nefesleriyle uykuya geri daldığını anlamak zor olmadı. Gözlerimi kapatıp uyumayı denedim ancak ne kadar uğraşırsam uğraşayım bir işe yaramıyordu. Uykudan bir kere uyandım mı bir daha uyuyamayan türden olanlardandım, bu da çocukluktan kalma bir alışkanlıktı. Yataktan Hale'yi uyandırmamaya dikkat ederek kalktım. Üzerindeki örtüyü düzelttikten sonra çıplak ayaklarımı yerdeki terliklerin içine sokarak parmak ucunda kapıya yürüdüm, aynı dikkatle sessiz olmaya çalışarak kapıyı açıp odadan çıktım. Merdivenleri inip aşşağı kata geldiğimde şömineden gelen seslerle kaşlarım çatıldı. Balay nene bu saatte uyanmış mıydı? Halbuki ben onun saat sekiz civarlarında uyandığını düşünüyordum, saat daha yedi bile olmamıştı. Oturma odasına gelip de içeriyi boş bulduğumda yüzümde şaşkın bir ifade oluştu. Şömine yanıyordu ancak içerde kimse yoktu, şöminenin kendi kendine yandığını düşünmüyordum ama yanan odunlar tazeydi. Koltuğun üzerindeki ince örtüyü alarak şöminenin karşısına oturdum. Örtüyü omuzlarımın üstünden vücuduma sararken sıcak yüzümü işgal ediyordu. Soğuktan beyazlaşmış ve buz gibi olmuş ellerim yavaş yavaş ısınırken gözlerimi kapattım ve sıcağın gevşettiği vücudumun rahatlamasına izin verdim. Sıcak vücudumda büyük bir rahatlama etkisi bırakırken dudaklarımda ufak bir tebessüm oluştu. Halamın evinde soba vardı, ben küçükken eniştem orada kestane pişirir ve bize verirdi. Halam ve eniştemin ne kadar çok istesede hiç çocuğu olmamıştı. Yiğeni sandığı ben ve Nesli'yi hiç olmamış çocuklarının yerine koymuş her şeye rağmen sevgiyle büyümemizi sağlamışlardı, bu yüzden onlara minnettardım. Onları ignislerin eline bırakamazdım, ne kadar kötü insanlar olsada hiç kimse köle muammelesini haketmezdi. Özellikle sevdiğim, değer verdiğim insanların bu hale düşmesine izin veremezdim. "Ne düşünüyorsun kara kara?" Tanıdık bir ses arkamdan geldiğinde gözlerimi araladım. Gözlerimi şömineden alıp Balay neneye çevirdiğimde gülümseyerek yanıma geldi. Yaşına göre yüzü fazla çökmemiş ve yaşlılığın yakıştığı nadir insanlardandı. Beyaz saçlarının arasında Hale'ninkilerle aynı renk kızıl tutamlar vardı. Fazla kilolu değildi ancak yanakları hafif tombuldu ve gerçekten şirin görünüyordu. "Çok fazla düşüncem var." dedim omuzlarımı silkerek. Yavaş adımlarla gelip yanıma oturdu. "Bu kadar çok düşünürsen erken yaşlanacaksın biliyorsun değil mi?" dediğinde kıkırdadım. "Eh büyü yaparak bunu halledebilirim.(!)" Ufak bir kahkaha attığında hafifçe güldüm. Kahkahası yavaş yavaş küçülüp gülümsemeye döndüğünde elleri saçlarıma gitti. Eli yavaşça saçlarımı okşarken, "Ah güzel kızım bu yaşında o kadar çok yükün var ki..." dedi. Sesinde hissettiğim hüzün ile ne yapacağımı bilemeyerek başımı öne eğdim. "Neden ben diye sürekli soruyorum kendime nene ancak cevabı asla bulamıyorum." "Kader?" dedi. Başımı yavaşça iki yana salladım, "Zalimce..." Zalimlik dünyanın ve evrenlerin her yerinde sürüyle bulunurken benim için ise kader olarak mı geliyordu? Bu bile zalimceydi. Balay nene başka bir şey söylemek istedi ancak bir şey söylemeden sustu, sustuk. Elleri saçlarımdan uzaklaştığında dakikalarca birlikte yanan odunları izledik. Salona hakim olan sessizliğe dahil olan tek ses odun çıtırtılarıyken Hale'nin uykulu sesi ortaya çıktı. "Şöminenin karşısında, bu saate ne yapıyorsunuz Tanrı aşkına?!" Huysuz sesi istemeyerek uyandığını belli ederken Balay nene ile aynı anda ayağa kalktık. "Uyanmanı bekliyorduk." dedi Balay nene torununa gülümseyerek. Hale dudaklarını büzüp ardından koltuğa uzandığında örtüyü üzerine bıraktım. Hale tekrar uyumak için hazırlanırken Balay nene üzerindeki örtüyü alıp kalçasına bir şaplak attı. Gözlerim şaşkınlık içerisinde açılırken gülmemek için dudaklarımı bastırmak zorunda kaldım. Hale inleyerek kalçasını ovuştururken Balay nene hiç umursamayarak mutfağa girdi. Hale arkasından dudak büzerken kıkırdadım. "Nene! Kıçımı kızartacaksın!" diye cırladığında kendime daha fazla engel olamayarak kahkaha attım. "Gülmesene ya!" Hale huysuzlanarak yastığı bana fırlattığında elimi kaldırarak onu durdurdum ve aynı şekilde ona gönderdim. Bu ana hazırlıksız yakalanan Hale'nin yüzüne yastık çarptığında yüzünde beliren ifade görülmeye değerdi. "Siz çok hain kadınlarsınız!" Balay neneye yardım için mutfağa giderken Hale hala daha homurdanıyordu ancak örtüyü katlayıp koltuğu da düzeltiyordu. Haşlanmış yumurtayı basit el hareketleriyle soyup keserken Balay nene büyü kullandığım için bana onaylamaz bakışlar atıyordu. İçinden bana bir sürü laf söylediğine emindim. Anlaşılan dünyada telefonda oynadığımız için azar yiyoruz burada ise fazladan büyü yaptığımız için. Canlılar her iki türlü de garipti. Hayatımı kolaylaştırmanın yanlış olan yanı neydi ki? Balay nene ile tüm kahvaltıyı hazırladığımızda Hale kendi isteği ile masayı kurup malzemeleri yerleştirdi. Çayları koyup Hale'nin yanına oturduğumda üçümüz de iştahla kahvaltımızı yaptık. O kadar acıkmıştım ki bir an tüm masayı yiyeceğimi sandım. Hale'de öyle zannetmiş olacak ki bana kısa bir anlığına bakıp tabağına eğilerek yemeğe devam etmişti. Sonuç olarak kahvaltı sessiz geçmiş ve dün geceden bahsedilmemişti. Sanırım onlara dün Alar'ın bana söylediklerini söylemem gerekiyordu ama yanlış anlaşılmadan nasıl söyleyeceğimi bilmiyordum o yüzden direkt konuya daldım. "Bu gece ignis sarayına gidiyorum." dediğim an Hale ben yemeyeyim diye hızlı hızlı ağzına attığı lokmalarla boğuldu. Balay nenenin kaşları çatılırken Hale'nin sırtına vuruyordu. Hale öksürük krizinden çıktığı an kocaman açtığı gözleriyle bana baktı, "Bu gece mi gidiyordun?!" diye cırladığında yüzümü buruşturdum. Ses tellerinin koptuğundan şüpheliydim. "İyi de nasıl seni şu sarı kafalı şeytan götürmeyecek miydi?" "Dün gelmeden bu meseleyi konuşmuştuk size söylemeye fırsat bulamadım. Üzgünüm." dedim, yalan söyledim. Hale fazla düşünmeyip inansada Balay nene bir kaç saniye mimiklerimi izledi ve sonunda kahvaltıya geri döndük. Zaten bitmek üzere olan kahvaltımızı sona erdirdiğimizde Balay nene odasına giderken masayı toplanmasında Hale'ye yardım ettim ancak geri kalan işleri o yapacaktı. Balay nene kahvaltıya yardım etmediği için onu cezalandırmıştı. Yine de ona biraz da olsa yardım etmeye çalıştım ama Balay nene bunu fark ederek beni kışkışladı. Üst kata çıktığımda rahat siyah bir tayt giydim. Aslında pek sevdiğim söylenilemezdi ama pantolona kıyasla taytla hareket etmek daha kolaydı. Üstüne baskılı fazlasıyla bol bir t-shirt giydiğimde kendimi fazlasıyla rahat hissediyordum. Hale bu tarz kıyafetleri nereden almıştı gerçekten merak etmeye başlamıştım. Dolabında bunun gibi bir çok kıyafet vardı ve bu evrende bulunması zor olan şeylerdi. Siyah kısa bir çorap giydiğimde Hale'de odaya girmişti. Beni baştan aşşağı süzüp baş parmağı ile kombinimi beğendiğini gösterdi ve ardından kendini yatağa attı. Gülerek bileğimdeki lastik tokayla saçlarımı alttan bir at kuyruğu yaptım. Üzerime kapşonlu bir hırka alıp çıkmaya hazırlanıyordum ki Hale'nin uykulu sesi beni durdurdu. "Nereye gidiyorsun?" "Balay neneye dükkanda yardım edeceğim." Hale çıtayı yükselttiğim ile alakalı homurdanırken gülerek odadan çıkıp aşşağı indiğimde kapıda ayakkabılarını giyen Balay nenenin yanına gidip Hale'nin bana verdiği bir botu ayağıma giydim. Balay nene önden yürümeye başladığında sessizce arkasından yürümeye başladım. Ormanlık yoldan çıkıp taşlı yolda yürümeye başladığımızda yavaş yavaş insanlar görünmeye başladı. Pelerinli kadın ve erkeklerin arasında üstümdeki farklı kalıyor olmalı ki yanımızdan geçip giden herkes dik dik bana daha doğrusu kıyafetime bakıyordu. Bu durumdan hoşnut olmayarak hepsine ters ters bakarken Balay nenenin koluna girdim. "Bu cadılar ilk kez kapşonlu birini görüyormuş gibi dayranıyorlar." dedim huysuzca. Balay nene kıkırdayarak, "Çoğu ilk kez görüyor." dedi. Olayı biraz biraz idrak etmeye başlarken başımı salladım. Demek bu yüzden üzerimdekilere o kadar dikkatli bakıyorlardı. "Böyle giyinen başkaları var mı?" dedim bir yandan insaların kıyafetlerini inceliyordum. "Sadece zenginler ve kraliyet ailesi. Zaten aileden bir tek kral kaldı onun da kapşonlu hırka giyeceğini sanmıyorum." En merak ettiğim konulardan biri de buydu. Kraliyet ailesi. "Ailenin geri kalanına ne oldu?" Balay nene hafifçe gülümsedi. "Herkes onların masal olduğunu söylüyorlar ama hikaye farklı. Kral kızını istemediği bir adamla zorla evlendirdi ve zorla çocuk sahibi olmasını sağladı. Kızı öldü ve karısı bunun acısıyla kocasından nefret etti böylece kralın çok sevdiği torununuda alarak onu terk etti." Anlattığı hikayenin sonunda gülümseme yavaş yavaş soldu ve yok oldu. Çok merak ettiğim hikaye buydu demek. Kralın zalim olduğunu fark etmiştim ancak hangi baba kızını sevmediği bir adamla evlendirip üstüne çocuk sahibi olmaya zorlardı. Bu bir baba için çok zalimceydi. "Geldik!" Balay nene anahtarıyla dükkanın kapısını açıp içeri girerken peşinden ilerledim. O dükkanın ufak tefek temizlik işlerini yaparken ne yapacağımı bilmeyerek ayakta kalmıştım. "Kitapları düzenleyebilirsin." Balay nenenin sesini duyduğum an hızlıca ufak bir kütüphaneyi andıran rafın önüne gittim. Birbirine karışmış ve dağınık bir şekilde konulmuş kitapları tek tek özenle düzgün şekilde yerleştirdim. Kenardaki temizleme bezi ile de kenarları silerek yaklaşık yirmi dakikada tüm kütüphaneyi temizledim. Ben kütüphaneyi temizlemeyi bitirdiğimde Balay nene tabelayı çevirdi ve bir kaç saniye içerisinde müşteriler içeriye gelmeye başladı. Genç kızlar aşk iksirleri, güzellik büyüleri ve onlarla alakalı kitaplarla ilgilenirken bazı kadınlar Balay nene ile ayak üstü sohbet ediyor ve yardımcı oluyordu. Bende gelen müşterilerin ücretlerini alıyordum çünkü dükkanı pek bilmiyordum ve insanlara yanlış bilgi vermeyi de istemiyordum. "Yine bekleriz!" Paraları kasaya yerleştirirken boşalan dükkanla birlikte tezgaha yaslandım. Balay nene bir dükkana gidip malzeme alacağını söyleyerek dükkanı bana emanet etmişti. Gideli fazla olmamıştı zaten fazla müşteri de yoktu o yüzden stres olmamıştım. Saçlarımı geriye doğru ittip doğrulduğumda dükkan kapısının üstündeki küçük zil çaldı. Başımı kaldırıp müşteriye baktığımda ateş mavisi gözlerle karşılaştım. Kül ve kan kokusu dükkanı sararken hep yaptığı şekilde sırıtıyordu. Onun sırıtmaları alay dolu olmazdı. Bazen tehditkar olurlardı ve bazen de eğlendiğini fazlasıyla belli ederdi, tabi tüm bunların yanında alay da vardı ama yalnız değildi. "Büyü kazanında bir cadıcık!" Ağır adamlarla tezgahın karşısına kadar geldiğinde tek kaşım havada onu izliyordum. "Cadı şehrinde bir şeytan!" dedim oldukça itici bir tavırla. Ama sorun değildi çünkü onun kadar itici konuşmayı beceremiyordum. O insanı gerçekten sinir edebilecek ses tonları kullanabiliyordu. Tezgahın üstündeki mumun ateşi ile oynamaya başladığında ona doğru eğildim. "Burada ne halt yiyorsun Alar?" dedim mumu izleyen gözlerine bakarken. Parmağının üzerinde oynattığı ateşi yüzüme doğru yaklaştığında dikkatle ateşi izlemeye başladım. Ateş parçasını ikimizin ortasında oynattığı sırada başını kaldırıp gözlerime baktı. "Bu ateş varya Hera, ikimizide küle çevirecek." dedi alaydan uzak sesiyle. Yüzündeki sırıtan ifade yavaşça ufak bir gülümsemeye dönüştüğünde gözlerimi ateşten alamıyordum. Zihnim onun kurduğu her cümleyle fazlasıyla karışırken elimi ateşin üzerine örterek onu yok ettim. Zihin oyunlarında bir ustaydı. Sanki saniyeler içerisinde zihnime girip o ateşin küllerini etrafa saçmıştı. Külleri savuşturmaya zihnimi ondan uzaklaştırmaya çalıştım. Başımı kaldırarak, "Seni bilmem ama benim yanmaya hiç niyetim yok." dedim. Ondan uzaklaşıp gelen müşteriye yardımcı olmaya giderken arkamdan baktığını hissedebiliyordum. Dükkandaki ürünlerin yerlerini yavaş yavaş çözmüştüm. İksirler her gelene satılmıyordu çünkü herkesin niyeti farklı olabiliyordu. Büyü kitaplarındaki büyüler ise gelen cadılar tarafından seçiliyor ve o cadının istediği sayfanın bir kopyası satılıyordu. Bunların dışında öğlen saatlerinde Balay nene tarot, el ve kahve falına bakmıştı. Dükkanda çalışmak fazla yorucu olmamasının yanında eğlenceliydi de. Zaman hem çok hızlı geçiyordu hem de eğlenceli. Burada her gün çalışıp Balay neneye yardım edebilir ve böylece kendimi bir yük gibi hissetmezdim. Zaten burada fazla kalmak gibi bir niyetim de yoktu. "Artık benimle ilgilenecek misin?" Dükkandan çıkan müşteriden sonra başımı iblise çevirdim. Kollarını göğsünde birleştirmiş ve sırtını tezgaha yaslamıştı. Şirince gülümsemeye çalıştığında bu haline gülerek yanına yaslandım. "Senle neden ilgileneyim aptal ignis?" Dudaklarını büzüp düşünürmüş gibi yaptığında kaşlarım çatıldı. Başını çevirip gözlerimizi birleştirdiğinde yakın olan yüzlerimizden dolayı ondan biraz uzaklaşmaya çalıştım. "Alar, ne yapıyorsun?" "Müşterilerle böyle konuşmak kabalıktır özellikle benim gibi yakışıklı bir beyefendiyse..." dediğinde ufak bir kahkaha attım. "Sen mi beyefendisin? Ben daha çok beyefendiyimdir emin ol." dedim tezgahtan doğrulup. Gülümseyerek, "Neyse fazla flörtleşmeden asıl mevzuya gelicek olursak..." dediği an aniden öfkeyle sözünü kesip,"Ne flörtü , biz öyle bir şey yapmıyoruz!" dedim. Başını 'tabi tabi' dercesine salladığında omzuna vurdum. Yüzündeki gülümseme büyürken saçlarıma giden elleriyle keyifle karıştırdı saçlarımı. Elinden kurtulmak için ona vurduğum sırada dükkanın zili kulaklarımızı doldurdu. "Hera?" Gelen Balay neneden başkası değildi. Bizi nasıl gördüğünü bilmiyordum ama o geldiği an önce Alar'ın sonra benim ellerim durmuştu. Harika şimdi bu ignisle böyle bir pozisyonda olmamı nasıl açıklayacaktım? "Çöz bu durumu yoksa seni fareye çeviririm!" dedim fısıltıyla kulağına eğilip. "Hemen..." Benden uzaklaştığı an ne yapmaya çalıştığını anlamak için onu izliyordum. "Kusura bakmayın hanımefendi sizi de boşu boşuna yordum. Tamamen benim hatam bana vurmanızı hak ediyorum." Ne yaptığını hala anlamadığım için merakla ne yaptığını izlemeye devam ediyordum. "Ne yaptınız ki beyefendi?" dedi Balay nenenin kaşları çatılırken Alar'a merakla bakıyordu. "Olmayan bir büyü arıyordum efendim kabalığım için tekrar tekrar özür dilerim..." Balay nenenin önünde saygıyla eğilip gülümseyerek dükkandan çıktığında şaşkın bir şekilde arkasından bakıyordum. "Hera bu adam doğruyu mu söylüyor yoksa-" "Doğruyu söylüyor tabiki nene! Aptal herifin teki işte boşver sen." dedim hızlıca sözünü keserek. "Tamam o zaman, ben de erkek arkadaşın olduğunu sanmıştım." dedi ve omuz silkerek tezgahın arkasına geçti. "Erkek arkadaş mı?.." Hayali bile kötüydü, hızlıca başımı iki yana salladım. Alar gittikten sonra tek tük gelen müşterilerle ilgilenmiş ve çıkmadan önce etrafı toplamıştım. Balay Nene pelerinini giyip çıktığında bende peşinden çıkmış ve o dükkanın kapılarını kilitlerken kenarda beklemiştim. Balay Nene ile birlikte kapanmaya başlayan dükkanların ortasındaki taşlık yolda yürürken hissettiğim heyecanla titreyen ellerimi durdurmaya çalışıyordum. Bu gece ignis sarayına gidecek ve ipucuda ki sirenler ile ilgili bilgi bulunan kitabı alacaktım. Tek sıkıntı bundan diğerlerinin haberinin olmamasıydı. İçten içe en azından Balay nene ve Hale'ye söylemek istesem de Hadra'ya haber verebilirlerdi bu yüzden onlara ufak bir not bırakacaktım. Taşlık yolu yürürken Balay nenenin hiç konuşmaması garip gelsede bir şey söylemedim. Eğer konuşursam bir şey belli etmekten korkuyordum, sonuçta Balay nene zeki bir kadındı ve konuşmamdan bile bir şeyleri anlayabilirdi. Sessizliğin de onun için bir anlam ifade edebilir. Duyduğum tiz ses ile durup olduğum yerde sıçradığımda Balay nene de hızla bana doğru döndü. "Hera bir sorun mu var?" dedi merakla. Yüz ifadem onu endişelendirmiş olmalı ki kaşları çatıldı. Ses kolyeye aitti. Safir'e. "İyiyim sanırım dala falan takıldım." diyerek geçiştirmeye çalıştım. Balay nene, "Dikkatli ol." diyerek önüne döndüğünde başımı salladım ve peşinden yürümeye devam ettim. Tanrı aşkına o da neydi?! Aptal cadı kızı olduğunu düşünmüyorsun ancak buna rağmen her zaman aptalca hareket ediyorsun. Aptalca hareket ettiğimi ne zaman gördün? Gerdanında durmaya başladığım günden beri. Peh! Başımı iki yana sallayıp gözlerimi devirdim. Hesapta ilk ipucuyu çözene kadar benimle konuşmayacaktı ama şimdi konuşuyordu. Aptal olan ben oluyordum ama ha öyle mi? Hani benimle ipucuyu çözene kadar konuşmayacaktın? Sahibim olduğun için seni uyarmam gerekiyor. Madem sahibinim bana nasıl aptal diyebiliyorsun he?! Aptal olduğun için diyebilmem sorun olmuyor. Peh! Aptal taş. Gerçekten sihirli taşlar bile beni sinirlendirebiliyordu. Olağanüstü olan her şey şu sıralar beni sinirlendirebiliyordu. İgnisler, doğal taşlar, cadılar... Hepsi baş belasıydı. "Hera?" Başımı kaldırıp etrafa baktığımda evin önüne geldiğimizi fark etmem şaşırmama sebep olmuştu. "Bugün fazla dalgınsın sanki?" dedi Balay nene merakla. Durumu kurtarmak için hızlıca, "Sanırım uzun zaman sonra bu kadar yorulduğum için." dedim gülümsemeye çalışarak. Balay nene anlayışla başını sallayıp kapıdan içeri girdiğinde yavaş adımlarla onu takip ettim. Evde ki ışıklar yanmıyordu, sadece şöminenin sesini duyabilmiştim yani Hale evde olmamalıydı ya da uyuyordu. Oturma odasına gidip kontrol ettiğimde kimsenin olmadığını görmek düşüncemi haklı çıkarmıştı. "Belki de uyuyordur." diye mırıldandım kendi kendime. Balay nene de odasına çekildiğinde Alar'a haber verebilirdim. Salondan çıkıp üst katın merdivenlerini çıkarken sessiz olmaya özen gösteriyordum. Kapıyı yavaşça açıp içeri girdiğimde gözlerim şaşkınlıkla açıldı. Hale'nin uyuduğunu zannediyordum ancak uyumuyordu. Üstelik yalnız da değildi. Hadra yanındaydı. "Bir an hiç gelmeyeceksiniz sandık. Haydi hemen hazırlanda şu herife haber ver." Hadra bir şeyler söylesede hala gerçekliğini sorguluyordum. Ancak konuşmasına da bakılırsa gerçekti. "Sen nasıl-" "Dün gece sizi dinlemiş olabilirim." dedi Hale sözümü bölerek. Ona inanamaz gibi baktığımda omuz silkti. "Kusura bakma seni her seferinde tehlikenin merkezine yalnız gönderemem." Başımı iki yana sallayıp öfkeyle gardrobun kapaklarını açmaya hazırlanıyordum ki Hale'nin sesi tekrar beni durdurdu, "Senin için kıyafet hazırladık." Eliyle gösterdiği yere baktığımda oradaki kıyafetleri yeni fark edebilmiştim. Bir şey söylemeden üzerimdekileri çıkardım ve önce siyah kazağı sonra da siyah pantolonu üzerime giydim. Son olarak siyah pelerini üzerime giydiğimde bileğimde ki lastikle saçlarımı aşşağıdan topuz yaptım. "Aşşağı inelim de Alar'a haber vereyim artık.(!)" dedikten sonra onları beklemeden kapıyı açıp merdivenleri inmeye başlamıştım. Arkamdan Hale'nin adını da biliyor dediğini duysamda duymamazlıktan geldim. Beni gizlice dinlediği ve arkamdan iş çevirdiği için ona kızgın daha doğrusu kırgındım. Kapıyı açıp evden çıktığımız an Alar karşımda belirmişti. Siyah pelerinin altında belli olan mavi gözlerini gördüğüm an irkilerek durdum. Kızlar da en az benim kadar şaşırmıştı burada olmasına. "Hazır mısınız?" dedi Alar ilk kez duyduğum ciddi bir tonla. Fazla ciddi olduğunu görmemiştim bu yüzden her ciddi oluşunda ürkütücü buluyordum. Başımı sallayarak onayladığımda Hadra da aynısını yaptı. Alar onu onaylamamızdan sonra elini kaldırdı ve pelerinin altındaki elimi alıp bileğimi kendine doğru çevirdi. Diğer elini de kaldırıp avucundaki bileğimi hafifçe okşadığında vücudumu görünmez bir dalga sardı. Hemen ardından parmağı ile elime bir şey çizdiğinde yaptığı hareketleri izliyordum. Parmakları durup tenimden çekildiğinde bileğimde ateş ve ay motifi vardı. "Bu krallığa daha kolay girebilmeniz için." dedi ben bileğimdeki motifi izlerken. Benden sonra Hadra'nın yanına gitti ve aynı işlemi ona da yaptı ancak Hadra yüzünü acıyla buruştumuştu. Alar onun bileğini okşamamıştı, sebebi bu muydu? Alar Hadra'yı bırakıp bana doğru döndüğünde elini uzattı. Ne yapacağımı bilemeyerek öylece dururken elimi kaldırdım ve yavaşça onunkinin üzerine koydum. Hadra'yı gösterdiğinde elimi ona doğru uzattım, benim aksime o elimi hemen sıkıca tutmuştu. "Beden aktarması ile oraya gitmemiz gerekiyor o yüzden sıkı tutunun ki hepimizi aynı yerde olalım." dedi Alar ikimize de tek tek bakarak. Aynı anda başımızı salladığımızda gözlerini kapattı. Dudakları bir şeyler fısıldamaya başladığı an gözlerimi onun gibi kapattım. Fısıltı sesleri kulaklarımı doldurduğu an sanki boşlukta kalmıştım. Ellerim panikle gevşediği an kendimi yerde buldum. Ancak burası Balay nenenin bahçesi değildi, Alar ve Hadra'da yoktu. Sadece kırmızı ve siyahın buluştuğu duvarlar vardı. Tanıdık koku burnuma dolarken yerden kalktım. Etrafa bakıp nerede olduğumu anlamaya çalıştığımda bir koridorun ortasında olduğumu fark etmiştim. Uzun koridor iki tarafa açılıyordu. Hangi tarafa gideceğimi düşünürken sol taraf da bir sürü kapı olduğu için birinin çıkabileceği ihtimaliyle sağ tarafa doğru yürüyordum. Güvenli bir yer bulup Alar'a haber vermem gerekiyordu ancak koridor bitmeden devam ediyordu. İlerledikçe tablolar ortaya çıkmaya başladı. Meşalelerin aydınlattığı kadarını görebiliyordum ancak anladığım kadarıyla bunlar önceki yöneticilere aitti. İçimdeki merak dürtüsüne engel olamayarak tabloların önünde durdum. Karşımda siyah saçlara ve sakallara sahip bir adam vardı. En fazla otuzlarının ortasında olduğunu düşünsem de ignislerde yaş sistemi farklıydı bu yüzden beş yüzlerin ortasında da olabilirdi. Adamın gözleri kırmızıydı ve ignis olduğunu her haliyle belli ediyordu. İsmi ya da hakkında herhangi bir bilgi yoktu. Duvar da sadece portresi vardı. Hemen yanında bir tablo daha vardı ve bu tanıdık bir yüzdü. İgnis kralının portresi. Şu an göründüğünden farklı değildi. Tabloya dikkatli bakılırsa yeni olduğu anlaşılıyordu. Yüzü onu son gördüğüm zaman ki gibi pürüzsüz ve bembeyazdı. Mavi gözleri aynı parıltıyla parlıyordu ve kızıl saçları özenle yapılmıştı. Muhtemelen yirmilerin sonlarında görünen yüzünde hiç bir değişiklik yoktu. Tabloya dalmış incelerken sol taraftan gelen ayak seslerini yeni işitmiştim. Ne yapacağımı bilemeyip hızlı bir büyü yaparak bedenimi gizlerken adım sesleri daha da yakına geldi. "Sence kral anlaşma sağlayabilecek mi?" dedi meşalelerin belli ettiği ilk yüz. Uzun boylu ve siyah saçlıydı. Yüzü traş edilmiş, bembeyaz ve soluktu. Ona kıyasla sarışın ve ciddi duran tip bir iki santim kısaydı, yüzünde tek bir mimik bile oynamıyordu. "Kral ikna konusunda iyidir eminim o köpekleri ikna etmek onun için çok kolay olacaktır." dedi. Köpekler diye bahsettiği kişiler kurt adamlar olabilir miydi? Eğer kral onların bölgesine gidiyorsa bir sebebi olmalıydı. Askerlerin bahsettiği ikna edilecek konu ne olabilirdi? Gittikçe uzaklaşan ses ve görüntünün ardından büyüyü çözdüm. Arkamdaki tabloya bakarken kralın gözleri sanki canlıymış gibi beni izliyordu. Mavi gözlerinin arasındaki alevler parlıyor ve tehlikeyi her haliyle gösteriyordu. "Hera!" Sol taraftan gelen fısıltıyla birlikte tabloya bakmayı bıraktım. Koridorun ortasında siyah pelerinli duran iki kişi Alar ve Hadra'ydı. Yanıma hızlı adımlarla geldiklerin Hadra bir yerimde yara arar gibi tüm vücudumu incelemeye başladı. "İyi misin? Yaralanmadın değil mi?" "Hm, iyiyim." dedim kısık sesle. "Bedenleme yaparken bir şeyler ters gitmiş olmalı hepimiz sarayın farklı yerlerine bedenlendik." Bu yüzden gözlerimi açtığımda yanımda değillerdi çünkü zaten onlarda farklı yerlere bedenlenmişti. "Hadi daha fazla vakit kaybetmeden kütüphaneye gidelim." Alar önden sola doğru yürümeye başladığında peşinden yürümeye başladık. Az önce yürüdüğüm yerlerden tekrar geçerken bu sefer tetikteydim. Herhangi bir ignis ile karşılaşma ihtimalimiz daha yüksekti, burası odalarla doluydu. Tüm odaların önünden sessiz ve dikkatlice geçtik. Aslında görünürlüğümüzü gizleseydik geçmek çok daha kolay olurdu ama anlaşılan Alar'ın böyle bir gücü yoktu. Odaların bir kaçından sesler geliyordu ama kapıların altından genellikle ışık sızmıyordu. Bu başta garip gelsede sonra bazı seslerin farklı olduğunu anlayarak duymamazlıktan gelmeye çalıştım. Kapıların hepsini geçip biraz yürüdükten sonra bir merdivenle karşılaştık. Alar, "Bu taraftan." diyerek önden merdivenleri çıkmaya başladığınfa peşinde ilerliyorduk. Dönerek yukarı çıkan merdiveni bitirdiğimiz an büyük altın kaplamalı bir kapı bizi karşıladı. Altın işlemeli kapının yanı sıra kırmızı taşlarla verilen detaylar ona hayranlıkla bakmamıza sebep oldu. "İşte ignis halkının kütüphanesi. Aradığımız kitap dışında diğer kitaplara dokunmayın." Alar önden gidip pelerininden çıkardığı anahtarı kilide soktu ve çevirdi. Kapılar kendiliğinden iki yana açıldığı an geçmemiz için kenara çekildi. Önden içeri girdiğim an onlarca rafa merakla bakmaya başladım. Sadece yirmi iki yılda bu kadar kitap yazmaları inanılır gibi değildi. Burada onlarca kitap olmalıydı. "Aradığımız kitabı bunların arasında nasıl bulacağız?" Benim gibi Hadra da merak ve haranlıkla raflara bakıyordu ve benim aksime o kitaba dair ipucu arıyor gibiydi. "Ne ile ilgili kitap arıyorsunuz?" "Sirenler." diyerek yanıtladım hızlıca. Alar gözlerini etrafta gezdirdikten sonra eliyle sağ tarafta kalan rafları işaret etti. "Olağanüstü canlılar ile ilgili bilgiler orada tutuluyor." dedi o tarafa yürümeye başlamadan önce. O tarafa yürümeye başlarken bir yandan da etrafa bakıyordum. Burası çok büyüktü ve kim bilir bir çok bilgi barınıyordu. İçten içe her şeyi çok merak ediyordum. Ancak bir amacım vardı ve ona göre hareket etmem gerekiyordu. Ellerim ve gözlerim kitapların üzerinde hızlı hızlı geziniyor ve çabucak kitabı bulabilmek için çalışıyordum. Aynı şekilde Hadra'nın da karşımdaki rafları incelediğine emindim ama asıl şaşırtıcı olan Alar'ın da yardım ediyor olmasıydı. Tam yanımda benimle birlikte rafları inceliyordu. Tabi onun amacı biri gelmeden kitabı bulup gitmek ve başının derde girmemesini sağlamak olmalıydı. Her türlü bu durum benim açımdan iyiydi. "Hızlı olma-" "Buldum!" Ellerim latince yazının önünde durduğu an onu oradan çekip çıkardım. Mavi cilde ve üstündeki çizime bakarken gözlerimin parladığına yemin edebilirdim. Hadra diğer tarafıma gelip benim gibi gülümseyerek kitaba bakarken Alar başını kaldırdı, "Hemen...gitmemiz...gerek." dedi üstüne basa basa. Başta nedenini anlamadım ama açılan kapı ile birlikte bilinmezliğim fazla uzun sürmedi. Ellerimin arasında kitabı sıkı sıkı tutup göğsüme yaslarken Alar Hadra ve benim önümüze geçti. "Hadra, Hera ile birlikte beden aktarması yapman gerekiyor!" Hadra yutkunduğu sırada gözlerim şaşkınlıkla açıldı. Hadra bunu yapabilecek kadar bilgili değildi ve daha önce hiç denememişti. Eğer yanlış bir şey yaparsa bu ikimizinde ölümüyle sonuçlanabilirdi. "Olmaz Hadra daha önce bu büyüyü yapmadı başaramazsa ikimizde ölürüz!" dedim kısık sesle. Ayak sesleri bize yaklaşıyordu ve Alar'ın bile burada kalması güvenli değildi. İgnisler bizi yakalarsa ne yaparlardı bunu da bilmiyordum ama Alar'a da bize yapacaklarının daha azını yapacak değillerdi. Onu bir hain olarak görüp öldürebilirlerdi de ya da ölümsüz olduğu için sınırları sonuna kadar zorlardı da. Başımı hızla iki yana salladım, "Seni burada bırakamayız beraber gitmeliyiz Alar!" Alar başını hafifçe arkaya çevirdi. "Ben kendimi kurtarırım siz hemen gitmek zorundasınız." "Saçmalama!" "Hadra hemen!" Hadra belimi sıkıca kavradığında elimdeki kitap yüzünden hareket edemedim. Kullandığı tılsımlar kulaklarımı doldururken onunla olan göz temasımı bırakamıyordum. "Gözlerini kapat!" Sanki bu komutu bekliyormuş gibi gözlerim anında kapanırken ayaklarım yerden kesildi ve kül kokusu yok oldu. BÖLÜM SONU instagram:vaerosass |
0% |