Yeni Üyelik
8.
Bölüm

7.Sirenlerin Kalbi

@vaerosas


Beşinci Yüzük Serisi 1 - Hecr

"SİRENLERİN KALBİ"

NATASHA BLUME-BLACK SEA


Alar başını hafifçe arkaya çevirdi. "Ben kendimi kurtarırım siz hemen gitmek zorundasınız."


"Saçmalama!"


"Hadra hemen!" Hadra belimi sıkıca kavradığında elimdeki kitap yüzünden hareket edemedim. Kullandığı tılsımlar kulaklarımı doldururken onunla olan göz temasımı bırakamıyordum. "Gözlerini kapat!" Sanki bu komutu bekliyormuş gibi gözlerim anında kapanırken ayaklarım yerden kesildi ve kül kokusu yok oldu.


Gözlerimin üzerinde duran sis yavaşça etrafa yayılarak tek bir duman kalmayana kadar yavaşça kayboldu. Her yerime sinen kül ve kan kokusu burun deliklerimden içeri girip tüm vücudumu sararken göğsümdeki kitabı mümkünmüş gibi daha çok kendime bastırdım.


Gözlerim açılmaya korkar gibi yavaş yavaş açıldı. Tanıdık ağaçlar ve ahşap ev gözlerimin önünde belirdiğinde rahatlayak derin bir nefes alıp verdim. Başımı eğip ellerimin altındaki kitaba baktığımda rahatlama yavaşça yok oldu ve okyanus mavisi gözler tüm zihnimi sardı. Son hatırladıklarım film şeridi gibi zihnimde gösterilirken yutkundum ve ona bir şey olup olmadığı hakkında düşündüm. Bir anlığına kötü bir şey olma ihtimali yüreğimi acıttı.


Gerçekten halledebilmiş miydi yoksa yakalanmış mıydı merak ediyor ve istemsizce endişeleniyordum. O bir şeytan cehennem çukurunda hayatta kalabilir. Yine de bu beni fazla teselli edemiyordu. Benim yüzümden o kütüphaneye girmiş ve kitabı çalmamıza yardım etmişti. Eminim ki bu hafif bir ceza ile geçiştirilmezdi. Zihnim onun şeytan olduğunu bana tekrar tekrar hatırlatırken başımı iki yana sallayıp hemen yanımda beni izleyen Hadra'ya başımı çevirdim.


Yeni yeni doğan güneşin ışıkları sarı saçlarına vururken yeşil gözleri merakla beni izliyordu. Gözlerinde merak dışında başka duygular olduğuna emindim ancak bu pek kurcalamak istemediğim bir konu olduğu için başımla kapıyı işarete ettim.


"İçeri girip kızlara işaret verelim." dedim sakin tutmaya çalıştığım bir tonla. Yavaş adımlarla kapının önüne geldiğimizde paspasın altında duran anahtarı alıp kapıyı açtım.


Şömine sesinin geldiği salona yürürken önce Hale sonra tekli koltuktan oturan Balay nene görüş hizama girdi. Hale ile gözlerimiz kesiştiği an hızla ayaklanıp yanıma geldi, "Kitabı buldunuz mu?" dediğinde başımı sallayarak kitabı işaret ettim. Merakla göğsümde tuttuğum kitaba bakarken geçmemiz için kenara çekildi.


Balay nenenin yan tarafındaki tekli koltuğa oturduğumda kitabı ilk kez inceleme fırsatı bulabildim. Hadra ve Hale'de karşıdaki koltuğa yan yana oturmuştu, Hadra kızlara haber verirken Hale kitaba bakıyordu.


Hadra büyüyü bitirdiğinde gözlerini açarak, "Birazdan burada olurlar." dedi.


Başımla onaylarak kitabın cildini incelemeye karar verdim. Koyu tonlarda bir maviye sahip deri kaplamalı cilde sahipti. Üzerinde el yapımı olduğu belli olan bir çizim vardı ve kapakta latince sirenler yazıyordu. Kitabın içi de muhtemelen latinceydi, neyseki ergenlik zamanlarımda Gülnihal nenenin anlattıkları ilgimi çektiği için latince öğrenmiştim.


Bir süre sonra kapı çaldı. Hale kapıyı açmak için ayaklandığında oturuşumu dikleştirdim. Kapı açıldıktan hemen sonra kızlar içerideydi. Önce Açelya içeri girdi hemen ardından Havin, Ilım ve en sonda Nesli. Ayakta durmamak için hepsi bir yerlere otururken üç kişilik koltuğa dört kişi sığmayı başardılar.


Hadra'nın yanına hızlıca Havin geçti onun yanına da Ilım ve Hale'de kendi yerine geçti. Nesli ve Açelya'da yerdeki minderlere şöminenin yanına oturduğunda küçük salonu doldurmuştuk.


Ellerim kitabın kapağını kavrarken hepsine tek tek göz gezdirdim. Sertçe, "Bu kapağı açtığım an... ignis kralı Hadar ve İgnis'lere ilk savaş kurşununu fırlatmış olacağız. Eğer beni tekrar terk edecekseniz şimdi bu salonu terk edin." dedim.


Bu onlar için son uyarımdı. Ben yalnız şekilde hayatta kalmayı başarıp Hadar'ı ortadan kaldırabilirdim. Ancak yanımda olmayacaklarsa ayak bağı da olmamalılardı.


"Sonuna kadar seninleyiz Hera, ilk kurşunu hep birlikte fırlatacağız!" Konuşan Ilım oldu. Hareleri kızıl bir alevle parlıyor ve kararlı bir şekilde bakıyordu. Diğerlerine de tek tek baktım ve aynı manzarayla karşılaştım.


Başımı gülümseyerek salladım ve kapağı açtım. Çizimlerle dolu olan sayfaların yanında latin alfabesiyle yazılmış cümleler doluydu. Sirenler... ilk ipucunu çözmek için hazırdım.


"Dünyada Sirenleri gören canlıların sayısı bir elin parmağını geçmemiştir. Bu yaratıkların olağanüstü bir güzelliğe sahip olduğu bilinmektedir ancak bu ölümcül bir güzelliktir. İnsanların mitolojilerinde de bilindiği gibi denizcileri güzelliklerinin verdiği büyüyle kandırıp acımasızca suyun derinliklerinde öldürmüşlerdir. Sirenlerin bu denli acımasız olmasının en büyük sebebi insanların yüz yıllar önce kurtarıcıları, kraliçeleri Ameris'in kalbini söküp onu kenara önemsiz bir eşyaymış gibi atmalarıdır. Sirenler kraliçelerinin intikamından bir an olsun vazgeçmezler." cümleleri okumayı bitirdiğimde soluklanarak yutkundum.


"Amaris mi o da kim?"


Kısa bir anlığına cümleyi kuran Havin'e baktım hemen ardından ise tekrar kitaba eğildim. Biten sayfayı çevirip arka sayfaya geçtim, "Amaris ya da diğer ismiyle Siren Kraliçesi. Amaris diğer sirenlere kıyasla farklı bir güzelliğe sahip olan Amaris elmastan bir kalbe sahipti. Bu bir mecazi değildi tabi ki kalbi gerçekten dünya üzerindeki en değerli elmaslardan biriydi. Amaris insanlara halkıyla birlikte yardım eder kaybolmuş mürettebat ve gemilere yolunu bulmalarında yardımcı olurdu. Bir gün Amaris genç bir kaptana sırılsıklam aşık oldu. Kaptanında ona aşık olduğuna inanıyordu ancak kaptan onun kalbini istiyordu, elmastan kalbini. Kaptan Amaris'i kandırdı ve ona en zayıf anında kandırdı. Amaris'in kalbini çalan adam onu gerçekten söküp çıkardı ve onu karaya fırlattı. Amaris gözlerini kapatmadan önce gözyaşları içerisinde bir tılsım söyledi ve o tılsım kocaman bir okyanus olup insanlığın büyük bir kısmını katletti. Böylece Amaris'de bilinmeyen bir okyanusun derinlerinde kayboldu. Söylenilene göre Amaris büyü yapıldıktan sonra hapis evrenine halkıyla birlikte gelmiş ancak hiç bir canlı nerede olduğunu bilmiyor."


Amaris'in acı dolu hikayesini bitirdiğimde Safir'in verdiği ipucu daha bir anlam kazanmıştı. Başımı kitaptan kaldırarak, "Amaris'i kurtaracağız." dedim uzun süre nefes almadan konuştuğum için nefes nefese kalmış sesimle. "Safir'in bahsettiği ipucu Amaris'i kurtarıp onda olan yüzüğü alacağız."


İlk tepki veren Hadra, "Nerede olduğunu bilmeden onu nasıl kurtaracağız?" dedi merakla.


"İşte nerede olduğunu da şimdi öğreneceğiz." Diğer sayfaya geçtim, "Hapis evrenine doğa üstü canlıların ilk geldiği zaman her ırkın araştırmacısı bazı bilgiler topladı bizim araştırmacılarımız ise sirenlerin yeni evini buldu. Sirenler yabancılara karşı oldukça tetikteydi ve kendi güçleriyle iki kaşif ignisi öldürdüler. Bir tek ben kaldığımda kendimi sahip olduğum güçlerle korudum ve bu denli vahşi olmalarının sebebini öğrendim. Amaris suyun derinlerinde duruyordu. Tamamı elmasa dönen vücudunu gördüğüm an nutkum tutuldu ve neredeyse bir kaç sirene yem olacaktım. Ancak hızlı reflekslerim sayesinde kurtulmayı başardım. Sirenler tüm ırkların en ortasında bilinen tek okyanusta gizleniyor. Denizin yaklaşık beş metre altında bir mağara var o mağara yer altındaki ufak bir siren şehrine açılıyor. Sirenler orada soylarını devam ettirip bacaklarını kullanıyor ve tıpkı bizler gibi gelişmeye çalışıyorlar. Şimdilik onlardan uzaklaşmak en iyisi olduğu için oradan hızlıca ayrıldım. Sirenler ve Amaris'i rahatsız etmemek daha iyi olacak." Son cümleleride okuyup arka sayfayı çevirdim ancak sayfa boştu hiç bir şey yazmıyordu. Belki diğer sayfalar doludur diye tüm sayfaları hızlı hızlı çevirip baktım ancak onlarda boştu. Sirenler hakkındaki bilgiler bu kadar olmalıydı. Bizim için yeterliydi.


Kitabı kapatıp başımı kaldırdığımda herkes düşünceli görünüyordu. Hiç birimiz o okyanusa daha önce gitmemiştik ve hiç bir bilgimiz yoktu ancak Balay nene ve Hale eminim okyanusun yerini biliyordu ancak onlarında okyanusa gitmemiş olmalıydılar.


"Magnum okyanusundan bahsediyor olmalı." dedi Balay nene. Gözündeki gözlüğü çıkarıp kutusuna koyarken, "Bu evrenin bilinen en büyük okyanusu zaten daha pek keşfedilmediği için bir tek o biliniyor." diye ekledi.


Başımı sallayarak, "Oraya nasıl gidiliyor?" diye sordum.


Biraz düşünür gibi yaptıktan sonra, "Lakasade durağından gidiş var diye biliyorum ama fazla ileri gitmiyor kızlar." dedi. Muhtemelen teknelerden sonra zaten okyanusun içine doğru dalmamız gerekecekti. Zaten bizim bilmediğimiz de okyanusa nasıl gireceğimizdi. Ancak bunun için de bir çözüm yolu olmalıydı.


"Balay nene, okyanusa girebilmenin bir yolu var mı?" Balay nene uzun süredir izlediği şömineye bakmaya bırakıp yan tarafındaki bana çevirdi kafasını. Ağır ağır başını salladı.


"Su çıkaran cadının yapabileceği bir büyü var." dediğinde hepimizin ilgisi otomatik olarak Açelya'ya çevrildi. Aramızda su çıkaran tek cadı oydu, şanlıydık ki bizimleydi.


"Açelya var o büyüyü yapabilir. Lakeside tekneleri ile bir yere kadar gitsek yeter." Herkes onayladı ama Balay nene bir şey demedi. Stresli görünüyordu, bir şey söylemek ister gibiydi. "Balay nene?"


Yavaşça yutkundu. Yüzüne gelen beyaz saçlarını eliyle arkaya doğru attığında yüzü daha çok açıldı. "Bu büyüyü daha önce ilk kez deneyen her cadı yapamaz..." dedi doğrudan Açelya'ya bakarak. Açelya'nın yüzü düşerken başını öne eğdi. Muhtemelen kendini kötü hissediyordu tıpkı benim hatalı büyü yaptığım zamanlarda ki gibi. "Açelya sen güçlü bir kızsın, hepiniz öylesiniz. Diğer cadılardan daha farklısınız daha güçlüsünüz o yüzden belki de büyüyü yapmayı başarabilirsiniz çocuklar."


Balay nene ne kadar bizi heyecanlandırıp hevesimizi arttıracak cümleler kursada hepimiz içten içe yapamayacağımızdan şüpheleniyorduk. Ama başka şansımız olmadığınında farkındaydık bu yüzden her ne olursa olsun denememiz gerekiyordu. Bu diyarda güç önemliydi ve biz buna fazlasıyla sahiptik ama daha çoğuna ihtiyacımız vardı ve bunu yüzüklerimiz sağlayacaktı.


"Yapabiliriz, bunu yapabiliriz." Havin kız kardeşine gülümseyerek başını salladı. Aynı şekilde diğerleri de kendine gelmiş gibiydi. Bu iyiydi, pes etmiyorlardı ve bu bizim için çok önemliydi.


"O halde Lakeside'ye gidiyoruz?" Ilım ayağa kalktı ve bu bizi ayaklandıran adım oldu. Ilım'ın arkasından ayağa kalktım, sadece ben değil hepimiz ayaklandık. Önden Ilım olmak üzere kapıya giderken Balay nene aramızdan ayrılıp odasına girdi.


Kapının önüne geldiğimizde merakla Hale'ye döndüm fakat ne soracağımı anlamış gibi omuz silkip dudak büzdü. Kapıyı açıp dışarı çıkmak üzereyken odanın kapısının açılma sesi geldi ve hemen ardından Balay nene göründü. Ellerinin arasında siyah kumaşlar ile bir kutu taşıyordu. Onları Hale'ye uzatıp kutuyu üstünden aldı. Kutunun kapağını açıp bize çevirdiği an hepimiz şaşkına dönmüştük.


En az on iki tane işlemeli gümüş hançer gözlerimizi parlatıyordu. Her bir hançerin üzerinde farklı bir motif vardı. Balay nene ilk iki hançeri çıkardı ve Ilım'a uzattı. Hançere ateş sembolü işlenmişti. Bu kırmızı hançer Ilım'a ait olduğunu haykırıyor gibiydi. İkincin hançer Nesli'yeydi. Bu hançer yeşildi ve üzerinde çiçek motifleri vardı. Hiç şüphesiz bu hançer de ona aitti. Üçüncü hançer Açelya'nındı. Mavi hançer dalga motifleriyle süslenmiş parlıyordu. Üç ve dört ise ikizlerindi. Havin'in hançeri beyazdı ve yarım bir el motifi vardı. Hadra'nın ki siyah renkti ve elin diğer yarısı da onun hançerlerine işlenmişti. Ve son hançerleri de bana uzattı. Mor renk ikili hançer ay ve gece motifleriyle süslenmişti.


"Bunlar herhangi bir durumda kendinizi korumanız için kızlar. Kaybetmekten korkmanıza gerek yok çünkü onlar sizi bir kere hissettimi bir daha bırakmayacak." Sanki Balay nenenin söylediklerini işitmiş gibi hançerlerimiz aynı anda parladı ve vücuduma bir ısı dalgası yaydı. "Ve bunlarda pelerinleriniz." Siyah pelerinleri de hepimize tek tek dağıttıktan sonra ufak bir kağıdı elime bıraktı. Bu büyü olmalıydı.


Ona tek tek teşekkür ederek evden çıkmaya başladık. Kapının eşiğinden çıkmadan önce durup arkama döndüm, kollarımı tereddüt etmeden hem Balay neneye hem de Hale'ye doladım. Hapis evrenindeki aileme. Onlara sessiz bir veda ederken cebimdeki kolyeyi çıkarıp Balay neneye uzattım. "Bunu benim için kırılmamasına dikkat ederek saklar mısın?" Anında başını sallayarak kolyeyi aldı.


Son kez gülümseyerek evden çıktım. Siyah pelerini alıp üzerime geçirdikten sonra beni bekleyen kızların yanına gidip kapşonumu kapattım.


Ormanın içerisinde yürürken yeni doğan güneşin ışığı bizi aydınlatıyordu. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Sanırım bunun sebebi her şeyin çok hızlı gelişmesinden dolayıydı. Ormanın içerisinden çıkıp taşlı yola ualştığımızda yeni açılmaya başlayan dükkanların arasında yürümeye başladık.


Lakaside kasabanın biraz aşşağısında kalıyordu bu yüzden de yürümek gerekiyordu. Balay nenenin dükkanı ve bir kaç dükkanın önünden geçip gittiğimizde girişe ulaşmıştık. Mağaradan içeri girip durak isimlerinin yazdığı tabelaların arasında gidiceğimiz yeri aramak neyseki kısa sürmüştü. Bu ikizlerin kullandıkları güç sayesinde olmuş ve kısa sürede kayıklara ulaşmıştık. Yan yana duran iki kayığın birine ben, Nesli ve Açelya oturduk. Diğer kayığa ise ikizler ve Ilım.


Kayıklara oturduğumuz an ışıklar yandı ve kayık yavaşça suyun üzerinde ilerlemeye başladı. Pelerinimin cebine soktuğum kağıdı çıkarıp incelemek için tek elimde ufak bir ışık hüzmesi çıkardım. Ne yaptığımı anlayamayan Nesli ve Açelya yanıma yaklaştı, "O nedir?" diye sordu Nesli. Merakla kağıda bakıyordu.


Omuz silkerek, "Bende bilmiyorum ama sanırım okyanusa geldiğimizde yapacağımız büyü bu." dedim.


Eski ve sararmış gibi görünen kağıt muhtemelen dükkanda ki gibi bir kitaptan kopyalanmıştı. Üzerinde latince cümleler ve tılsımlar vardı bir de sayfanın en kenarında el ile çizilmiş dalga resmi vardı. Şu an için fazla incelemeyip sadece göz gezdirdim. Kayıklardan indiğimizde zaten kızlar ile birlikte detaylı inceleyip büyüyü yapacaktık. Büyü yapmanın ne kadar uzun süreceğini bilmiyordum ya da nasıl bir etkisi olduğunu. Sadece Açelya'nın zorlanmamasını umuyordum o kadar.


Tekneler yavaş yavaş mağaradan çıktığında gün ışığının aniden yüzümüze çarpmasıyla birlikte hepimiz yüzümüzü buruşturmuştuk. Denizin hoş mavisi gözlerimizin önünde parıl parıl güneş ışığı ile parlıyordu. Balin'de alışık olmadığımız bu manzara karşısında hayranlıkla mavi dalgaları izliyorduk.


Etrafta ufak adalar vardı ve sanırım bunlardan biri bizim ineceğimiz duraktı. Tahmin ettiğim gibi diğer adalara kıyasla biraz daha büyük ve iskeleye sahip bir adanın önünde tekneler durdu. İskelenin hemen önünde durduğumuzda teknenin etrafındaki çiçekler parlayarak sinyal verdi.


Sırayla dikkatli bir şekilde iskelenin merdivenlerinden yukarı çıktık bununla birlikte kayıklarda tekrar sinyal verip adadan uzaklaştılar. Kayıkların gitmesiyle birlikte adanın içerisine girdik. Fazla büyük olmayan mini bir adaydı. Etrafta deniz kumları ve bir kaç tane büyük renkli ağaç vardı.


"Muazzam!"


"Dalgaların güzelliğine bakın!"


"Aman Tanrım bu okyanus nasıl bu kadar büyüleyici?!"


Kızlar heyecanlarını farklı cümlelerle belli ederken gülmeden edemedim.


"Şimdi ne yapacağız?" Koyu gözlerini okyanusa dikerek geldiğimizden beri endişeli bir yüz ifadesiyle duran Açelya'nın yavaşça yanına gidip pelerinimdeki kağıdı uzattım.


Elimin içindeki kağıdı alıp ince parmakları ile katlanmış kağıdı açtı. Koyu renk gözleri kağıdın üzerinde gezinirken mimikleri saniyeler içerisinde değişiyordu. O kağıdı incelerken kimse sesini çıkarmıyor ve onu izliyordu.


"Büyüyü yapabilir misin?" Açelya başını kaldırıp Hadra'ya baktı,


"Bilmiyorum. Ama yapacağım." kendinden emin bir duruş sergilesede içten içe o da emin değildi. Elimi sırtına koyup yavaşça sıvazladım. Başını çevirip tebessüm etti.


"Büyüyü tasfir etmeye ne dersiniz?(!)" Bir anda yanımda beliren Ilım Açelya'nın elindeki kağıt parçasına saniyelik olarak bakıp bakışlarını bize çevirdi.


Açelya etrafına doluşmamızla birlikte kağıdı açtı. Gözleri dikkatle kağıdın üzerinde gezinirken hiç bir mimiğini kaçırmadan yüzüne bakıyorduk. Kağıdı incelemesi yaklaşık iki dakika sürdü iki dakikanın sonunda eli ile büyük harflerle yazılmış cümleyi işaret etti.


"Miraculum Noe, maga sancta magica. Aperire ostium ad mare, key in manibus." Nuh'un mucizesi, cadının kutsal gücü. Denizin kapılarını aç, anahtarı ellerinde.


Açelya'nın dudaklarının arasından yüksek sesli tılsımın ardından herhangi bir şey olmuş mu diye etrafa baktık ancak dalga sesinden başka bir şey yoktu. Ayağıma giren sıcak kumdan dolayı inleyerek suya yaklaştım. Eğilip ayağımı ıslatırken kolyenin ağırlığı boynumu koparacak gibi oldu. İçimden bu da neyin nesi diye geçirirken kolyenin ellerimin arasında gezindiğini görünce kaşlarım havalandı.


Heyecanla ayağa kalkıp kızların olduğu tarafa döndüm. Bana baktıklarını görünce elimle denizi göstererek, "Anahtarı ellerinde."dedim heyecanla. Açelya bunu hemen anlamış olacak ki yanıma gelip suya eğildi. "Ellerini suyun içinde gezdirmen gerekiyor sanırım..." Meraklı gözler üzerinde toplandığında başını salladı.


Açelya ellerini yavaşça suyun içine soktu. Su ellerine değdiği an gözleri kapandı, yüzünde bir gülümseme oluştu. Elleri yavaşça suyun içerisinde dolaşırken su da onunla birlikte hareket etmeye başladı. Hepimiz bu anı hayranlıkla izlerken Açelya ayağa kalktı ve ellerinde ki su da ona eşlik etti.


Koca okyanus sanki ikiye ayrıldı. Açelya okyanusa yürüdü, okyanus onu sardı ve içine aldı. Yavaş yavaş görüntü kaybolurken transa geçmiş gibi sadece izleyebildik. Hiç kimse hareket edemedi ya da konuşamadı. Gözlerimizi mavi okyanusa çevirmiş ve dikkatle oraya bakıyorduk.


Kumlara sert bir dalga vurdu işte o an transdan çıktık. Adımlarım anında okyanusun kenarını bulurken ellerimle sertçe suya vurmaya başladım. Bir yandan da boğazımı koparırcasına bağırıyordum, "Açelya!" Sesimin ona ulaşıp ulaşmadığı hakkında en ufak fikrim yoktu ama ulaşmasa bile kontrolsüzce bağırıyordum.


Aynı şekilde diğerleri de yanıma gelmiş ve okyanusa doğru Açelya'nın ismini bağırıyorlardı. Ancak bize gelen tek cevap ayaklarımıza sertçe vuran dalgalardı. Eğildiğim için yüzüme çarpan damlalar gözlerimi yaktığı için gözlerimi kapattım. Kızıl saç tutamlarım dalgaların etkisiyle sırılsıklam olurken ellerimde hissettiğim su bir anda kayboldu.


Bu ani durumun etkisiyle boşluğuma geldiği için kalçamın üzerine düştüğümde yanımda olan Ilım eğilip kalkmama yardımcı oldu ancak gözlerini okyanusdan alamıyordu. Ayağa kalktığımda nedenini merak edip başımı o tarafa çevirdim ve gördüğüm manzara aynı onlar gibi bakmama sebep oldu.


"Oha!" Verdiğim ilk tepki bu oldu. Normal bir durumda olsa sanırım buna herkes gülerdi ancak pek normal bir durumda değildik.


Okyanus resmen ikiye ayrılmıştı ve onu tutan kişi Açelya'ydı. Saçları ve üzerindeki kıyafet sırılsıklam olmasına rağmen parlak mavi gözleri kendinden emin bakıyor ve bu durumu umursamıyormuş gibi görünüyordu.


Elini yavaşça havaya kaldırıp bize uzattı, uzattığı elini yavaşça gel anlamında açıp kapattığında yavaşça ilk adımı attım. İçten içe tereddüt etsemde arkadaşıma olan güvenim daha ağır basmıştı. Bu yüzden yanına giderken tereddüt etmedim.


İkiye ayrılmış okyanusun ortasındaki ıslak kumların üzerine basarak Açelya'nın yanına ulaştım. Yüzü yavaşça yumuşarken parlak mavi gözleri arkamdaki hareketliliğe döndü. Onunla birlikte bende başımı arkama çevirip kızlara baktım.


Nesli hemen yanımdaydı ve peşinden de Ilım ve ikizler gelmişti. Açelya gülümsedi yinede sanırım okyanusu ikiye ayırdığından dolayı gülümsemesi uzun sürmedi. Hepimiz yanına geldiğinde kendini zorlayarak konuştu, "Bana güveniyor musunuz?" Konuşurken sesi zorlandığını fazlasıyla belli ediyordu.


Aynı anda başımızı salladığımızda kollarını serbest bıraktı bu hepimizin çığlık atmasına sebep olmuştu. Ağzıma su dolacağını düşünerek hızlıca kapattım. Bir kaç saniye çoktan geçmesine rağmen hiç bir ıslaklık hissetmediğimde ne ara kapattığımı bilmediğim gözlerimi araladım ve gördüğüm manzara kocaman açılmasına sebep oldu.


Okyanusun içindeydik evet, ama okyanusun içindeki bir su baloncuğunun içindeydik. İnanılmaz bir durumdu, bizim için bile. Şaşkın bir şekilde etrafı incelerken kızlar da benden farksızdı. Resmen okyanusun içinde su baloncuğunun içerisinde geziyorduk. Yanımızdan irili ufaklı bildiğimiz ve bilmediğimiz türden balıklar geçiyordu. Hepsine ilgiyle bakıyorduk. Anladığım kadarıyla balonu Açelya kontrol ediyordu. Bunu bizden yöne hiç bakmayıp eliyle balonu hareket ettirmesinden kolaylıkla anlayabilmiştim.


"Böyle bir şeyin nasıl olduğuna hala inanamıyorum?" Havin resmen yanımızdan geçen balıklar gibi bakıyordu etrafa. Verdiği tepkiler hepimizin gülmesine sebep olsada biz de ondan fazla farklı değildik.


Hadra kız kardeşinin omzuna elini koyarak, "Bizler cadıyız Havin şu an yaşadığımız durum kadar garip bu da." dedi her zamanki bilge tavrıyla. Her durumda bu denli ciddi ve mantıklı olması sinir bozucuydu bu yüzden sözlerine karşılık gözlerimi devirip Açelya'ya yaklaştım.


Gözlerindeki mavi parıltı hala kendini korurken etrafı inceliyorlardı. Onun gibi etrafı inceleyerek, "Mağarayı mı arıyorsun?" diye sordum. Başını sallamakla yetindi. "Okyanusun ne kadar altındayız?"


"Neredeyse beş olacak." Başımı salladıktan sonra daha rahat olması için ondan uzaklaştım. Sanırım büyü onu zorluyordu bu yüzden konuşmakta zorlanıyor ve tercih etmiyordu.


"Mağarayı bulduğumuzda ne olacak?" Nesli yanıma gelerek Açelya'ya hitaben bu soruyu sormuş olsada onu ben yanıtladım. "Muhtemelen önce siren şehrine girecek ve sonrada onlarla anlaşmaya çalışacağız. Ha bir de ipucuna göre Amaris'i kurtarmamız gerek ve onu nasıl yapacağımızı bende bilmiyorum." dedim. Nesli anladığını belirten bir yüz ifadesi kullandıktan sonra önüne döndü.


"Hey bu mağara..." Nesli'ye baktığım sırada hemen arkamızdan gelen Ilım'ın yüksek sesi ile önce ona hemen ardından ön tarafa baktık.


Oldukça büyük bir mağara yaklaşık iki metre kadar uzağımızdaydı. Etrafında pembe ve sarı yosunlar vardı ve deliği de onlar kapatıyordu. Biz Açelya'ya nasıl içeri gireceğimizi soramadan o bizi sarmaşıklarla kaplı deliğe yaklaştırdı ve elini baloncuğun biraz dışına uzatarak hareket ettirdi. Sarmaşıklar ondan komut almış gibi iki yana ayrılırken o elini geri içeri sokarak balonu mağaraya soktu. Arkama dönüp baktığımda sarmaşık kapının tek bir delik kalmayacak kadar kapandığını gördüm.


Mağaranın içine girdiğimiz an karanlıktan dolayı başta olayı kavrayamadım ama Ilım ellerinin arasında ufak bir ateş parçası harladığında fark ettim ki mağaranın içinde tek bir su bile yoktu.


Açelya balonu yere doğru yaklaştırdı ve ayaklarımız yere değdiği an balon patlayarak etrafa saçıldı. Üzerimize gelen ufak damlaları ellerimizle iterken ıslanmaktan da kılpayı kurtulmuştuk. Gerçi okyanusun altında ıslanmamak da garip bir histi.


Yerdeki kuru odunlardan birini alıp Ilım'ın eline uzattım. Odunun ucu Ilım'ın sihri sayesinde yanarken o yaptığım hamle karşısında şaşkın şaşkın beni izliyordu. Kıkırdayarak keşfetmek için mağaranın içinde yürümeye başladım.


Fazla büyük olmayan mağaranın içerisinde yürürken arkamdan gelen ayak sesleri kızlarında peşimden geldiğini belli ediyordu. Hemen yanımda olan Açelya'yı fark ettiğimde yüzündeki yorgun ifade kötü hissetmeme neden oldu. Elimi beline koyup kendime çekerken, "İyi misin Açy?" diye sordum. Bu onun isminin kısaltılmış haliydi. Bunu küçükken dilim dönmediği için söylerdim şimdi ise alışkanlık olmuştu.


Gülümsemeye çalışarak başını salladı. "İyiyim sadece biraz yoruldum, sorun yok." dedi ikna etmeye çalışır gibi. İyi olmadığını bilsemde ses etmedim ve araştırmak için meşaleyi etrafa tuttum.


Havin, "Buralarda bir kapı olması gerekmiyor mu? Sirenlerin şehrine nasıl gireceğiz?" diye sordu elindeki meşaleyi bir yandan etrafı tutarken.


Dediği şey son derece mantıklıydı ancak kapı varsa neye benziyor olabilirdi? Eğer sirenler kendileri hakkında bilgiye sahip olunulduğunu biliyorlarsa kesinlikle kendilerini gizleyecek bir kapı yaparlardı. Anladığım kadarıyla pek dost canlısı değillerdi ve bizim gibi canlılardan hoşlanmıyorlardı. Bu yüzden bizim anlayamayacağımız türden bir şey olmalıydı sadece onlara özgü olan bir şey...


Bakışlarımı yere indirdim, zemin yosunlarla doluydu ve bunu sadece dikkatli bakınca fark etmiştim. Tek dizimi kırıp dikkatlice yosunlara doğru eğildim.


"Hera ne yapıyorsun?" Nesli'ye sessiz olmasını işaret ettim ve ardından tek elimi yere bastırdım. Elimin altındakilerden başlayarak hepsi yavaş yavaş eriyerek yok oldu.


Tek bir tanesi bile kalmayan kadar buna devam ettim ve bittiğinde ayağa kalktım. Tam ortada duruyordum ve hemen altımda belirgin bir şekilde görünen dikdörtgen bir taş vardı. Ellerimi kullanarak onu kaldırmayı denedim ancak gücüm yetmedi. Büyü kullanmamın daha kolay olacağını düşündüm ama denediğim an vücuduma bir elektrik dalgası yayıldı ve beni ittirdi.


Kalçamın üstüne sertçe düştüğümde Ilım kalkmam için yardımcı oldu. Ona teşekkür ederek ayağa kalktım. "Bu şey tılsımlanmış olmalı ancak açmanın mutlaka bir yolu olmalı..." Gülnihal nenenin bize anlattığı kadarıyla gizli bir geçitte tılsım varsa mutlaka onu açmak için gizli bir anahtar vardır. Anahtar ya da düğme... "Duvarlara bakın!"


Ellerimi duvarın üzerinde gezdirip çıkıntı ararken duvar kenarlarına saklanan dikenleri umursamadım. Dikenler ellerimi kesip kanamasına sebep oldu, ellerimdeki kanlar duvara bulaştı. Bu canımı yakana kadar devam ettim aynı şekilde kızlarda. En son acıyla inleyerek ellerimi duvardan çektim. Hissettiğim acı dengemi kaybetmeme sebep olurken istemeden duvara tutunmak zorunda kaldım. Ve işte o an arkamdan bir ses duyuldu.


Başımı hızla arkaya çevirdiğimde taşın yavaş hareketlerle kenara çekildiğini görmek neredeyse mutluluktan ağlamama sebep olacaktı. Hızla açılan deliğin yanına koştum fazla karanlıktı ama basamağı görebiliyordum. "Bu taraftan olmalı." Heyecanla ilk iki basamağı indim, kızlar hemen arkamdaydı. Ayağımı üçüncü basamağa attıktan sonra dördüncüye uzattım ancak basamak yerine ayağımın hemen altında bir sıvı hissettim. Ne olduğunu anlamak için vaktim bile olmadan ayağım kaydı ve sırt üstü düşerek kaymaya başladım. Attığım çığlık diğerlerininkine karışırken taş kapının kapanma sesi duyuldu ve bir an sonra suyun altındaydım...


•🌙•


Çoğu zaman düşünmeden hareket ederdim ve bu bana pahalıya patlardı. Bir kapı sizi cennete götürürken diğeri cehenneme götürürdü. Kapının ardındakini görmeden kimse ne olduğunu bilemez bu da doğanın canlılara bir şaşırtmacasıydı.


Kapının arkası sizi bir felakete de götürebilir, cennetten bir parçaya da.


Peki kapı bizi nereye götürüyordu?


En son çığlıklar duyduğumu hatırlıyorum bir de kesinlikle sırtım ağrıyordu. Sertçe bir yere düştükten sonra gözlerimin kapandığını ve kızların enerjisini bir daha hissetmediğimi hatırlıyorum.


Kendime yeni yeni gelmeye başladığım bu anda ise vücudum soğuktan dolayı kasılıyor, gözlerim açılmıyor beni karanlığa hapsediyordu. Bilincim açıktı ancak onun dışında hiç bir şey yapamıyordum. Sanki bedenim durmadan dönüyor ve savruluyordu. Her ne oluyorsa bir an önce kurtulmam gerekiyordu daha fazla vakit kaybedemezdim, üstelik kızlarında nerede olduğunu bilmiyordum.


Aptal cadı yine mi soktun belaya başını?


Duyduğum tanıdık tiz ses ile birlikte neye uğradığımı şaşırsamda bir tepki veremedim. Safir boynumdaydı neyseki onu kaybetmemiştim, bana bir tek o yardım edebilirdi.


Safir aptal cadının başı bela da gerçekten yardımına ihtiyacım var.


Nerede olduğunu bilmiyorsun değil mi Hera?


Bilsem senden niye yardım isteyeyim?!


Saygısız cadı sana yardım edecek birine ettiğin saygısızlığa bak.


Yüzümün sinirden kızardığına emindim.


Özür dilerim Safir tamam mı? Şimdi bana nerede olduğumu söyler misin?


Girdap aptal cadı. Sirenlerin tuzağına düştün.


Ne tuzak mı? Ne tuzağı?


Tuzağa düşmüş olamazdım sadece kapıdan içeri girmiştim ve...


Eski bir siren geleneği. Eğer siren şehrine gitmek istiyorsan önce girdaptan sağ çıkmalısın yoksa sonsuza kadar burada dönüp durursun.


İyi de nasıl çıkacağım?


Anılarından vazgeçeceksin Hera, bunu yapabilir misin?


Anılarımdan vazgeçmek mi?..


Amaris'in kurallarına göre sadece bir anı. Artık bu kuralı bildiğine göre benim sana veda vaktim. Hangi anıyı seçeceğini karar verme konusunda sana bol şans diliyorum cadı.


Safir'in az önce yaydığı enerji kayboldu ve bir an sonra gözlerim açıldı. Ayaklarım kontrolsüzce yere basarken yavaşça nefes alıp verdim. Sanki uzun zaman sonra bunu yapmışım gibi ciğerlerim rahatlarken nerede olduğumu sorgulamak yeni aklıma geldi.


Etrafa göz gezdirerek nerede olduğumu anlamaya çalışırken tanıdık gelen ortam ile kaşlarım çatıldı. Daha öncede buradaydım ve bu uzak bir tarih değildi. Bir kaç hafta önce sarayda düzenlenen baloda...


Burası sarayın bahçesiydi. Aynı o gece ki gibi süslenip ışıklarla çevrelenmişti. Buraya nasıl geldiğimi bilmiyordum ve şu an burada olmam imkansız sayılırdı. Üstelik buranın aynı o gece olduğu gibi görünmesi şüphe uyandırıcıydı da. Bir terslik olduğunun farkındaydım ama tersliğin ne olduğunu bilmiyordum.


Anlayabilmek için bahçenin içerisinde ilerlemeye başladım. Eğer düşündüğüm şeyse burada bir yerde olmalıydı. Bahçenin ortasındaki bankı bulmaktı amacım. Şu an da o gecedeysem tahmin ettiğim kişi de buralarda bir yerlerde olmalıydı.


Biraz daha ilerlediğimde bankı gördüm ve tahminim de onaylandı. Gözlerim şaşkınlıkla açılırken kaşlarım da eş değer olarak havalandı. Karşımdaki manzaraya bakarken aynı şeyi tekrar yaşıyormuş gibi hissettim bir an. Sanki onun dudakları tekrar benimkilerin üstüne örtülmüştü.


Karşımda Alar'ın beni tekrar öpmesini izlerken dudakları birbirinden ayrıldığı an ayaklarımın altındaki zemin kaydı ve kaydı ve beni tekrar o karanlığa sürükledi. Artık haraketlerim bana bağlı değildi ama sanırım ne yapacağımı biliyordum.


Vazgeçeceğim anıyı bulmuştum.


O anı unuttuğumda artık Alar daha fazla zihnimi oyalayamayacak ve bende tamamen yüzüklere odaklanabilecektim. Tüm anılarım benim için önemli, hepsi fazlasıyla değerli. Onun beni öptüğünü hatırlamamak bana bir eksiklik hissettirmezdi. İşte bu yüzden bu anıdan vazgeçiyorum. Ben Alar'dan vazgeçiyorum.


༻☾༺


"Hera!" Yüksek sesli bir bağırma ile gözlerim açılırken yattığım yerden hızla doğrulup öksürmeye başladım. Ciğerlerimde ki tuzlu su her öksürmemde dışarıya çıkarken bir yandan nefes almaya çalışmam vücudumu zorluyordu.


Ne kadar süredir girdapın içinde kaldığımı bilmiyorum ancak en son safirle konuşmuştum ve şimdi buradayım. Burasının da neresi olduğunu pek bildiğim söylenemez ama en azında kızlar yanımda ve Tanrı'ya şükür ki iyiler.


Kendime geldiğim ilk an hepsine hızlıca göz gezdirip iyi olup olmadıklarını anlamaya çalıştım. "İyi misiniz? Girdap'tan nasıl çıktınız?" dedim hızlı hızlı. Gözlerim ise hala tek tek üzerlerinde geziyordu.


Yanıma eğilmiş olan Nesli elini omzuma koyarak hafifçe sıktı. "Hepimiz iyiyiz. Açelya tek tek hepimizi bulup yapmamız gerekenleri söyledi ancak sen ilk girdiğin için bizden daha derindeydin seni bir türlü bulamadık. Tam seni kaybettiğimizi düşünürken girdap seni dışarı bıraktı." En az benim kadar hızlı konuştuğunda anlayışla başımı salladım.


Onlarda birer anılarından vazgeçmişti. Acaba onlar neyden vazgeçmişti? Peki ya ben ben neyden vazgeçmiştim?


"Hera sende iyisin değil mi?" Sanırım şu an bunu düşünmenin zamanı değildi. Hem arkadaşlarımı endişelendirmiş olacağım hem de vakit kaybetmiş. Başımı aşşağı yukarı sallayarak, "İyiyim." dedim.


Nesli'nin yardımı ile ayağa kalktığımda etrafa göz gezdirdim. Anlaşılan yine bir mağaranın içindeydik ancak burası az öncekine tamamen zıttı. Sonunda büyük bir delik olan mağaranın içi mavi parlak çiçeklerle kaplıydı ve nasıl olduğunu bilmediğim bir şekilde okyanusun altında olmamıza rağmen hiç su yoktu.


"Mağaranın sonunda saydam bir geçiş kapısı var buraya onun sayesinde su girmiyor." dedi Açelya, mağaranın ucunu gösteriyordu. "Buraya kadar gelirken yaptığım büyüyü yapacağım tekrar."


Başımı sallayarak dediklerini onayladım. Eminim ki diğerlerinin zaten yapıcaklarından haberi vardı bu yüzden onlar tepki vermedi. Açelya önden mağaranın ucuna ilerlemeye başladığında peşinden yavaşça gitmeye başladık. Ne kadar acelemiz olsa da hepimiz veda ettiğimiz anılardan dolayı düşünceliydik. Üstelik neyden vazgeçtiğimizi bilmiyorduk ve bu daha da kafa karıştırıcıydı.


Mağaranın ucuna geldiğimizde Açelya bizden tarafa döndü. Tek tek hepimizi yokladıktan sonra, "Hazır mısınız?" diye sordu?" Herkes aynı anda onu onayladığında iki elini de bedenin iki yanından açtı. "Miraculum Noe, maga sancta magica. Aperire ostium ad mare, key in manibus." Nuh'un mucizesi, cadının kutsal gücü. Denizin kapılarını aç, anahtarı ellerinde.


Dudaklarından tekrar o kelimeler çıkmaya başladığı an ellerinin arasındaki mavilik kendini belli etti. Her iki yanda da ortaya çıkan sihir gittikçe büyürken onları birleştirdi ve bize doğru ittirdi. Hepimizin bedenleri tek tek baloncukların içine girerken Açelya kendi içinde bir baloncuk yapıp içine girdi. Bu sefer içinde olduğumuz baloncuklar küçüktü ancak hepimiz farklı baloncukların içerisindeydik. Açelya'nın bu büyüde kısa sürede ustalaşması beni şaşırtırken aynı zamanda da sevindirmişti de.


"Bu balonları kendi sihrinizle istediğiniz gibi hareket ettirebilirsiniz. Bana ihtiyacınız yok." Bunu dedikten sonra sağ elini biraz öne doğru hareket ettirdi ve ellerinin arasından çıkan sihir ile birlikte balon yavaşça haraket etmeye başladı. Aynı şeyi denemeye ilk cesaret eden Havin oldu ve o da sarı balonu ile Açelya'nın arkasından gitti. Onun yapabildiğini görmek hepimize cesaret vermişti bu yüzden peşi sıra arkalarından gitmeye başladık.


Mağaranın geçit kapısından çıktığımız an bizi bambaşka bir dünya karşıladı. Burası hayal ettiğimizden de büyüktü ve hiç de karanlık değildi. Yosunlarla kaplı kayalara oyularak şekil verilmiş evler büyük kayalara yapılmıştı. İçinden sarı ışık sızan bu evler apartman havası veriyordu ama çok daha farklıydılar. Evlerin içerisindeki ışıkları ise muhtemelen şu parlak çiçekler ile yapıyor olmalılardı.


Ağaçların yerine etrafta olan yosun ve farklı deniz bitkilerinin arasında deniz canlıları yüzerek geçiyordu. Etrafa biraz dikkatli bakınca hiç siren olmadığını fark etmek şüphelenmeme sebep olmuştu. Biraz daha öne çıkarak etrafa dikkatli baktım. Gerçekten yoktu. Kızlar da en az benim kadar tedirgindi, yaydıkları enerji bunu belli ediyordu.


Boşta olan elim istemsizce hareket etmeye başlarken başımı istemsizce aşşağıya eğdim. Sirenler oradaydı. Yaklaşık elli siren gemi harabelerinin içine saklanmış ellerinde ki mızrakları bize doğrultuyordu. Amaçlarını anlamam uzun sürmedi, balonları patlatmayı planlıyordum. Mızrakların haraket ettiğini fark ettiğim an son ses bağırarak aynı anda bir barikat yaptım.


"KENDİNİZİ SAVUNUN!" Mızraklar üzerimize geldiği an aynı anda açtığımız barikatlara çarparak sihrin etkisiyle okyanusun ötelerine püskürtüldü. Bir elimle barikatı tutup diğer elimle balonu sabit tutmaya çalışırken ağzımdan istemsizce bir küfür çıktı. Üstelik sirenler üzerimize doğru gelmeye başlamıştı.


"NE YAPACAĞIZ?!" Ilım korkuyla bağırdı. Sesi yankılanırken onun ateş olarak su da ne kadar zorlandığını fark etmiştim.


Hem kendimizi hem balonları korumak zorundaydık ve bizi en zorlayan da buydu. Güçlerimizi kullanarak kendimizi koruyabilirdik ancak suyun altında bunu yapmak çok zordu. Korumamız gereken tek şey kendimiz değildik üstelik. Bir de nefes almamızı sağlayan balonları korumak zorundaydık. Tabi sirenlerle anlaşmayı sağlarsak bunların hiç birine gerek kalmaz ve her şey çok daha kolay olurdu.


"SİRENLERLE ANLAŞMAK ZORUNDAYIZ!"


"ONLAR ÜZERİMİZE SALDIRIRKEN Mİ?!" Haklıydı. Maalesef ki şu an onlarla iletişim kuramazdık. Kendimizi savunmak zorundaydık ancak bunu onlara zarar vererek yaparsak sonuları iyi olmazdı.


"Şu anlık kendimizi savunalım, onlara zarar vermemiz lazım anladınız mı?" Ilım hariç hepsi onayladığında öfkeyle ona döndüm. "Anladın mı Ilım?!" Bu sefer sesim daha yüksek ve sertti.


Ilım isteksizce başını salladı. Sirenler bize yaklaşmaya başladığında onlardan uzaklaşıp saldırılarını savuşturduk. Şehri arkamıza alarak bizi öfkeyle izleyen orduya döndüğümüzde onlarla iletişime geçmenin tam vakti olduğunu düşünerek Açelya'nın yanına gittim.


"Onlarla en iyi sen iletişime geçebilirsin Açy." Açelya eski tedirgin ve çekingen haline dönmeye başlarken elimin bir kısmını balondan çıkarıp onun balonuna dokundum. Sanki omzuna dokunarak ona güç vermek ister gibi. Açelya'nın yüzünde minik bir gülümseme belirdi. Elini benimkiyle buluşturarak, "Merak etme yapacağım." dedi.


Ne kadar çekinsede biraz daha öne çıkarak sırtını bize döndü. Ona silahını doğrultmuş sirenlerin karşısında dimdik durmaya çalışarak konuşmak için boğazını temizledi, "Öncelikle korktuğunuzu ya da tedirgin olduğunuzu biliyoruz ancak biz kötü bir niyetle buraya gelmedik. Sadece bize ait olanı, yüzüğümüzü istiyoruz." dedikten derin bir nefes aldığını gördüm.


Sirenlerin arasından biri öne çıktı. Bembeyaz saçlarının arasında mavi ve sarı tutamlar olan sirenin gözleri de en az saçları kadar beyazdı. Su yeşili gibi görünen kuyruğu itibariyle göğsüne kapatan pullar ile küçükken gördüğüm animasyon filmlerindeki karakterlere benziyordu.


"Ben Marina! Siren halkının lideriyim. Sizler bahsedilen beş yüzüğün sahipleri misiniz?" Kadının söylediklerinden hemen sonra Açelya hızla başını salladı, "Evet onlar biziz." dedi hızlıca. Kadın tek tek hepimize göz gezdirdi.


"Ateş çıkaran." dedi Ilım'a bakarak, ardından Nesli ve ikizlere döndü. "Doğadan gelen ve gemini ikizleri." Onlardan sonra başını bana çevirdi, "Ay ve gecenin bekçisi." Son olarak en öndeki Açelya ile gözleri kesişti. "Ve sen okyanusların dostu, su çıkaran cadı. Aynı kehanetteki gibisiniz. Öyleyse sizler kraliçemizi tekrar bize geri getireceksiniz." Kraliçeden bahsedildiği an tüm sirenler heyecanla doğruldu hatta bazılarının gözleri bile dolmuştu.


Demek bu kadar çok seviyorlardı kraliçelerini.


"Evet Marina, kraliçenizi size geri getirmeye geldik. Ancak bunun karşılığında yüzüğümüzü de istiyoruz. " derken öne çıkmıştım.


Marina anlayışla başını sallayarak Açelya'yı işaret ederek, "Elbette, onun annesi yirmi eki sene evvel kendi ruhu ile birlikte yüzüğünü de bize emanet etmişti. Eğer kraliçemizi kurtarırsanız o siz yüzüğünü verecektir." dedi.


Annesinden bahsettiği an gözleri dolan Açelya gülümseyerek konuştu, "Kraliçe Amaris'i nasıl geri getireceğiz?"


Marina'nın cevabı anında geldi, "Kalbini enkazdan çıkararak." Anlamadığımızı fark ettiğinde eliyle gemi enkazlarıyla dolu olan yeri gösterdi. "İşte tüm bu gemi enkazlarını yok ettiğinizde altında olan kraliçenin kalbini alıp ona geri verebileceksiniz. Bunun içinde ateş çıkarana ihtiyacınız var. Onun ateşi kraliçenin intikam ateşini temsil ediyor çünkü." Marina'nın sözleri bittiği an aynı anda başımızı Ilım'a çevirdik.


Ilım'ın yüzlerce belki de binlerce gemiyi suyun altında yani en güçsüz olduğu yerde yakıp yakamayacağından emin değildim. Bu güçlerini kontrol edip onların farkında olan cadı için bile çok zordu. Ancak bir yolu da yok değildi...


"Biz sana güç sağlarsak bunu yapabilir misin Ilım?" diye sorduğumda hiç beklemeden cevap vereceğine emindim. "Tabiki yapabilirim, ayrıca suyun altında olduğumuz için sizden güç almak zorundayım yoksa kendimde yapabilirdim." Cevap düşündüğüm gibi geldi. Hızlı ve kendinden emin. Onun da içten içe tedirgin olduğuna emindim. Muhtemelen başarıp başaramayacağından emin değildi ama bunu bize asla göstermezdi.


Marina' nın kesin bir cevap ister gibi bizi izlediğini fark edince boğazımı temizleyerek ona döndüm, "Büyüyü yapacağız Marin sadece biraz uzaklaşın, zarar görmek ya da birkaç yanık istiyorsanız bilemem tabi..." dedikten sonra aşşağı doğru ilerlemeye başladım. Diğerleri de arkamdan gelirken Marina'de halkını enkazdan uzaklaştırıp izlemek için bir köşeye aldı.


Enkaz ile aramıza belirli bir mesafe alıp Ilım'ın yan taraflarına geçtiğimizde hepimizin başı ona döndü. Sol tarafında Hadra ve Havin sağ tarafında ben ve Açelya vardık. Ona en çok yardımcı olacak kişi Açelya'ydı. Hadra balondan elini çıkarıp ona uzattı, "Sen güçlüsün Ilım, sana güveniyoruz." dedikten sonra Ilım gülümseyerek onun elini tuttu. Ondan sonra sağ tarafa dönüp elini Açelya'ya uzattığında gülümseyerek elini tuttu Açelya. Bende onlara gülümseyerek Açelya'nın elini tuttum. Son olarak ikizler kalmıştı, onların elleri birleştiğinde biz de birleşecektik.


Hadra Havin'e elini uzattı ve Havin beklemeden uzattığı eli tuttu, böylece güçlerimiz ve ruhlarımız da birleşti. Bağı simgeleyen renkler ellerimizin arasında bir ışık dalgası haline geldiğinde gözlerimizi kapattık. Bu önemli ana hem bedenimizi hem de ruhumuzu kaptırdık. Ona sağladığımız destek ile Ilım'ın göğsünde ateş harlandı. Bunu hissederek gözlerimiz aynı anda açıldı. Ilım'ın altın sarısı saçlarının arasında kızıl tutamlar meydana gelirken mavi gözlerini de kızıl alevler sarmıştı.


Ellerimizi aynı anda bıraktığımızda Ilım iki elini birden göğsünün ortasına götürdü. Göğsünde harlanan alevi ellerinin arasına alıp bir top gibi parmakları ile onu döndürmeye başladı. Parmakları arasında daha da büyüyen ateş suyun içerisinde olmasına rağmen sönmezken Ilım yeterince büyüdüğüne inanmış olacak ki parmaklarını haraket ettirmeyi bıraktı. Sonraki hamlesini beklerken dudaklarından bir vaveyla çıktı, bununla birlikte ellerinin arasında harlanan ateşi tüm gücüyle gemi enkazlarına itmeye başladı. Aynı anda nefes alabilmesi için de Açelya boynundan üstüne hızlıca ufak bir balon savurdu.


Ilım tüm gücünü kullanarak enkazı yakarken Nesli ve Havin ona tezahürat yaparak destek olmaya çalışıyordu. Açelya ise nefes almasını sağlayan balonu kontrol etmeye çalışıyordu yoksa Ilım onu yok edebilirdi. Su ve ateş baş başaydı.


Alevler sanki suyun etkisiyle daha da harlandı ve öfkeyle gemi enkazlarını yok etti. Amaris'in öfkesi tüm okyanusu kasıp kavururken okyanusdan alevler ve duman yükseldi. Enkazların hepsi kül oluncaya kadar Ilım devam etti, artık hepsi küle dönüştüğü anda elleri hareket etmeyi bırakıp iki yanına düştü. Suyun içerisinde yalpalandığında onu tutmak için balonu hızla oraya haraket ettirdim. Elimi kaldırıp düşmeden onu tuttuğumda fazla güç sarf ettiği için kısık ve yorgun bakan gözleri bana döndü. Sorun yok dercesine başımı salladığımda kısa bir anlığına gözlerini kapatıp açtı.


Açelya'ya balonu küçültmesi için işaret verdiğimde başını sallayarak ellerini kaldırdı. Balon sadece nefes almamı sağlayacak kadar küçüldüğünde yüzerek Ilım'ın yanına gittim. Onu kollarımın arasına alıp sıkıca sarıldığımda yorgun bedeni kendini zorlamadan bıraktı. Ancak sanırım kollarını kaldıracak kadar gücü yoktu.


"Merak etme...başardın. Amaris'in kalbi küllerin arasında." Gözüm arkasında parlayan kalbe gittiğinde kollarımın arasından ayrıldı. Arkasını dönüp benim gibi Amaris'in kalbine baktıktan sonra birlikte - hep birlikte - kalbin yanına yüzdük. Küllerin üzerine bastığımızda eğilerek kristal kalbi ellerimin arasına aldım. Kırılmasından korkarak öyle sıkı öyle dikkatli tutuyordum ki onu...


Elimde Amaris'in kalbiyle gülümseyerek arkadaşlarıma baktım. Başardığımızı göstermek ister gibi hafifçe kalbi kaldırdığımda hepsi bir ağızdan gülümsedi. Amaris'in kalbi bizi ilk galibiyetimize götürürken gülümseyerek izledik onu.


Birbirimizden ayrıldığımızdan küllerin arasındaki kalbin yanına indik. Ayaklarımla basmayı deneyip kristale dönüşmüş kalbi aldım. Kalbi ellerimin arasına almamla yukarıya doğru bir haraketlenme oldu. Başımı o tarafa çevirdiğimde kristal içerisindeki Amaris'in bedeni ile karşılaştım. Onu tanımak zor olmamıştı, göğsünde bir delik ve kraliçe olduğunu belli eden tacı ile.


Aynı anda onun yanına yüzerken siren halkı kenarlara çekilip geçmemiz için yer açtı. Hepsinin gözleri kraliçeleri ve onun kalbinin arasında gidip geliyordu. Kristal içerisindeki Amaris'in bedeninin yanına geldiğimde elimdeki kalbe bir kez baktım ve başımı kaldırıp kalbi delik ile aynı hizaya getirdim. Kristalin o kısmı aniden aralandığında ellerimin arasındaki kalp havalanarak kristalin içerisine girdi. Kalp Amaris'in göğsüne yaklaşırken etrafa yaydığı ışıktan dolayı uzaklaşıp kızların yanına geçtim.


Kristal çevresine büyük bir ışık yayarken herkes bir yandan gözlerini korumaya çalışıyor öte yandan kraliçeyi görmek için can atıyorlardı. Işık yavaşça sönmeye başladığında eller gözlerin üzerinden indi. Işık kaybolup da görüntü netleştiğinde Amaris kanlı canlı karşımızda duruyordu. Güzelliği karşısında hepimiz şok olurken ağzımın şaşkınlıkla açılmasına engel olamadım.


Bembeyaz saçları ve okyanusu taşırmış gibi görünen parlak mavi gözleri ile zaten büyüleyici görünürken üstüne mavi ve yeşil ile harmanlanmış kuyruğu ve pulları onu daha da göz alıcı gösteriyordu. Uzun bir uykudan uyanmasına rağmen çok güzeldi.


Parlak mavi gözleri önce halkını buldu, şevkatle ve hasretle gülümsedi. Halkı da ona aynı şekilde karşılık veriyordu. Ardından gözlerini okyanusunda gezdirdi ve gülümsemesi büyüdü ancak sonra bizi fark etti ve bu yok oldu.


"Cadıların burada ne işi var?" Bir rüyayı andıran ses tonu simasının aksine fazlasıyla sert çıkmıştı. Her an üzerimize saldıracakmış gibi görünüyordu. Marina kraliçesinin bunu yapabileceğini ön görmüş olacak ki Amaris'in yanına gitti. "Onlar dünya da doğan son meclis cadıları kraliçem. Sizi esaretinizden onlar kurtardı." Marina'nın sözlerinin ardından Amaris'in yüz ifadesi yumuşamıştı. Gözleri bize bakarken büyümüştü, "Bunlar onlar mı?" Hayretle çıkan sesine Marina gülerek başını salladı.


Amaris'in yüzünde gülümseme belirerek yanımıza yüzmesi şaşırmama sebep olurken ne yapacağımı bilemeyerek put gibi durmaya başladım. Amaris tam karşımıza geçip elini kalbinin üzerine koyarak eğildiğinde daha büyük bir şok bizi karşıladı. "İki yüz yıllık ihanet uykusundan beni kurtardığınız için tüm kalbimle size teşekkür ederim dünyanın cadıları."


Yüzümde bir gülümseme oluşurken aynı onun gibi eğildim. "Bu bizim için bir şereftir kraliçe Amaris." Amaris doğrulduğunda asıl meseleye geleceğimizi anlayarak ben de doğruldum.


Kraliçe ellerini su da haraket ettirerek bir çeşit büyü yapmaya başladığında kaşlarım merakla çatıldı. Su ellerinin arasında dönerek dans ederken siren halkı da onun gibi ellerini haraket ettirmeye ve dans etmeye başladı. Onların haraket ettikleri su Amarisin ellerine kıvrılarak ilerliyordu. Sanki ona bir şey getiriyorlardı.


Amaris, "Su çıkaran buraya doğru gel." dedi doğrudan Açelya'ya. Açelya yüzerek yanına gittiğinde avucunu açmasını işaret etti. Açela avucunu açtığında su dalgalarının arasındaki deniz kabuğunu içine bıraktı. "İşte sana ait olan yüzük." Deniz kabuğu yavaşça açıldı.


Gümüşden olma yüzüğün ortasında bulunan mavi taş tüm göz alıcılığıyla parladığında hepimiz kuşkusuz ona hayran olmuştuk. Açelya deniz kabuğunun içinden yüzüğü titreyen elleriyle alıp sanki çok özlediği birine bakıyormuş gibi baktı. Sol eline aldığı yüzüğü sağ elindeki yüzük parmağını sokarken okyanus etrafını çevreleyerek dönmeye başladı. Simsiyah saçlarının arasına mavi tutamlar eklenirken gözleri aynı renk ile parladı.


Vücudunu adeta ikinci bir deri gibi saran mavi tayt belirdi önce onun ardından dizlerinin biraz aşşağısında lacivert, mavi işlemelerle donanmış çizme ve dirseklerine kadar uzanan eldivenler. Asıl göz kamaştıran üzerindeki lacivert parçaydı. Kemerinin ortasında tıpkı yüzüğündeki gibi mavi bir taş vardı ve bu göğsündeki süslemelerde de bolca kullanılmıştı. Boynuna taşlardan bir kolyeyle tutturulmuş siyah pelerini de tamamlandığında etrafını çevreleyen dalgayı elleriyle ikiye ayırarak içinden çıktı.


"Yüzüğünü kazandığına göre artık tamamlandın. Artık okyanus sana saygı duyuyor su çıkaran cadı." Amaris aynı bir annenin çocuğunu izlediği gibi gururla Açelya'yı izliyordu.


Aslında hepimiz öyle sayılırdık. Arkadaşımızı gururla izliyorduk. Hepimiz.


Ancak içimden bir ses bana durmadan bu anı tek başıma yaşayabileceğim ihtimalini hatırlatıyordu. Eğer Açelya şans eseri onları duymasaydı bana hala yardım etmek istemeyeceklerdi. Şu an yanımda olmayacaklardı.


Hayır şu an bunların sırası değil! Hem içimde hissettiğim bu öfkede neyin nesi? Daha saniyeler öncesinde sadece arkadaşımla gurur duyuyordum. Şimdi ise derin bir öfke.


"Hera?" Ellerimin üzerinde hissettiğim eller ile başımı kaldırdım. Açelya'nın parlayan mavi gözleri eski haline dönmüştü ancak saçları ve kıyafeti aynıydı. Gülümseyerek yüzüme bakıyordu. "Her şey senin sayende. Sen olmasan hiç bir şeyi başaramazdık."


Onun heyecanlı halini fark ettiğimde hızla kendimi toparlayıp gülümsedim, "Bu daha başlangıç. Hepsini alacağız ve o aptallara bizi kandırmanın bedelini ödeteceğiz." dedim hissettiğim intikam duygusuyla. Benim sayemde başardığımızı inkar etmemiştim çünkü doğru olan zaten buydu.


"Artık eve dönebilir miyiz? Bir süre ayılar gibi kış uykusuna yatacağım." Havin'in huysuzca konuşmasından sonra herkes gülmeye başlamıştı. O güldükleri için surat asarken kız kardeşi de ona bakarak başını iki yana sallıyordu. "Aptal olduğunu düşünmeye başladım kardeşim." Havin söylediklerine anlam veremezken Amaris yanımıza geldi.


"Her şey için ben ve halkım size minnettarız. Eğer bize ihtiyacınız olursa bir damla su yeterli, sizin çağrınızla orada olacağız."


Saygıyla eğildim, "Teşekkür ederiz efendim." Amaris gülümsedi, başını halkına çevirip Marina'yı yanına çağırdı. Marina yanına geldiğinde ellerini birleştirerek havaya kaldırdı. Bir girdap kollarının arasında dönmeye başladığında buraya gelmeden önce bulunduğumuz minik ada göründü.


"Umarım sağ sağlim evinize dönersiniz, Tanrı sizinle olsun." Amaris'in sözlerinin ardından açtığı geçitten çıktık. Arkamızdan geçit kapandığında hepimiz derince nefes almaya başlamıştık.


Sonunda gün yüzüne çıkmanın verdiği rahatlıkla gülümseyerek kendimi kumların üzerine bırakacaktım ki tanıdık kollar beni yakalayarak durdurdu. Kül ve kan kokusu burnumun içerisine dolduğunda onu kolaylıkla tanıdım.


"Alar!" Hissettiğim şaşkınlıkla ona bakarken gülümsedi. "Beni özlediğini görmek güzel. Bakıyorumda amacına ulaşmışsın." Onun iyi olduğunu görmek vicdanımı rahatlatırken kollarının arasından çıktım. "Buraya neden geldin?" diye sordum kendimi iyi hissettiğim ilk an.


"Sirenlerin şehrine girerken neyden vazgeçtiğini merak ettim. Neyden vazgeçtin cadı?"


Zihnim bu sorunun cevabını anılarımın üzerinde gezinerek vermeye çalışırken en başından beri fark etmediğim gerçeği bana gösterdi. Onunla olan anılarımızın üzerinde boşluk vardı sanki bir şeyler eksikti, görünmüyordu.


Nihayet fark ettiğim gerçekle baktım gözlerine, "Senden vazgeçtim Alar."


Ve bu ilk olsada son olmayacak.


BÖLÜM SONU


SONUNDA İLK YÜZÜĞÜ BULDUK!


Bu hikaye için büyük bir adım oldu bence çünkü artık asıl olaylara tamamen girdik.


Amaris ve Siren halkı hakkında ne düşünüyorsunuz?


Sizce bir sonraki yüzük hangi cadımızin olacak?


Ve son olarak Hera neden Alar ile olan o anısını unutmayı seçti?


instagram:vaerosas


Loading...
0%