Yeni Üyelik
9.
Bölüm

8.Ormanın Feryatları

@vaerosas


Beşinci Yüzük Serisi 1 - Hecr


"ORMANIN FERYATLARI"


AMY WİNEHOUSE - BACK TO BLACK


Lütfen satır arası yorumlarınızı ve oylarınızı atmayı unutmayın keyifli okumalar💗


༻☾༺


"Sirenlerin şehrine girerken neyden vazgeçtiğini merak ettim. Neyden vazgeçtin cadı?"


Zihnim bu sorunun cevabını anılarımın üzerinde gezinerek vermeye çalışırken en başından beri fark etmediğim gerçeği bana gösterdi. Onunla olan anılarımızın üzerinde boşluk vardı sanki bir şeyler eksikti, görünmüyordu.


Nihayet fark ettiğim gerçekle baktım gözlerine, "Senden vazgeçtim Alar."


Ve bu ilk olsada son olmayacak.


༻☾༺


İgnis şehri kül ve kan kokusuyla çevrelenmiş lanetli ırk. Tanrı her canlıyı bir cezayla lanetlemişti ancak ignislerin laneti onları güçlü kılsada yalnızlaştırmıştı. Onlar insanların kanını içmek zorundaydı bu onların lanetiydi.


Tanrı onları şeytan olmakla lanetlemişti.


Kan ve kül, insan ve şeytan. Kül öldükten sonra yakılan insanları simgeliyor ya da şeytanın evi olan cehennemi.


Hapis evrenine hapsedilmek en çok ignisleri zorluyordu çünkü yıllardır insan kanıyla beslenmiyorlardı ve bu onları eskisinden güçsüz kılıyordu. Yüzyıllardır yaşayanlar dayanabilsede yavru olarak adlandırılan ignisler zorlanıyor ve ormandaki canlılara saldırıyordu.


Bu diğer canlılarda kötü bir izlenim bırakıyordu bu yüzden onlarla görüşmeyi pek tercih etmiyorlardı.


İgnis sarayının büyük salonunda şimdi kral Hadar tahtına oturmuş karşısındaki adama gücün kendisinde olduğunu göstermek adına dimdik oturuyordu. Çocukluğundan beri her anında yanında olup ona abilik ve babalık yapan bu ignis şimdi ona ihanet etmişti. Kral bunu kabul edemiyordu.


Ona güveniyordu ama gerçekler apaçık ortadayken inkar da edemezdi.


"Alar, Alar, Alar." Genç adam başını kaldırmadan yere bakmaya devam etti. "Neden yaptın bunu? Neden cadıyı kütüphaneye aldın?" Kral bunu bir türlü anlayamıyordu ve bu onun için çok sinir bozucuydu. Sonuçta o her şeyi bilmeliydi o kraldı.


"Bir nedeni yok. Sadece o an ona yardım etmek istedim." Kral daha da öfkelendi. Gözleri kan kırmızısı halini alırken Alar karnında hissettiği acıyla yüzünü buruşturdu.


"Bana düzgün bir cevap vermiyorsan zebaniler sana söyletir." Hadar muhafızlarına işaret verdi. Muhafızlar Alar'ı kollarından yakalayıp cehenneme götürürken Alar itaatkar bir şekilde yürüyordu.


Korkmuyordu. Ne Hadar'dan ne zebanilerden ne de cehennemden. Cadı iyi olduğu sürece hiç biri önemli değildi.


༻☾༺


Şehire geri döndüğümüzde Açelya yüzüğü kolye haline getirerek tılsımla onu boynunda gizlemişti. Kolyeyi kimsenin özellikle de cadı ve ignis kralının öğrenmemesi gerekiyordu ve bu çözümü bulmuştuk. Eğer aileleri -sahte aileleri- görürse ya da fark ederse bu iyi olmazdı.


Açelya önceki halinden çok daha güçlü görünüyordu. Kolyeyi daha önce görmediğim bir büyüyle tılsımlamıştı ve bunu yaptıktan sonra fark etmişti. Muhtemelen zamanla kontrol edilebilecek bir güçtü ve gücü ortaya çıkaran da kontrol edilmesini sağlayacak olan da yüzüktü.


Beş yüzüğü de bulduğumuzda hepimiz bu güce sahip olacaktık ve o vakit geldiğinde ignis kralı bile karşımızda duramayacaktı.


Şehir meydanında kızlarla vedalaşarak eve doğru yürümeye başlamıştım. Biz geri dönene kadar gece yarısı olmuştu ve etrafta kimse yoktu. Orman yoluna girdiğimde ateş böcekleri etrafıma toplanarak bana eşlik etti. Hissettiğim huzur ve mutlulukla gülümsedim onlara. Sanki bunu hissetmiş gibi daha da parladılar.


Bir güneş gibi etrafımı sarmaladıklarında güven içerisinde eve dönmüştüm. Ormanın içerisindeki küçük kulübeye geldiğimde kapıya iki kere vurdum. Kapı saniyeler içerisinde açıldığında belime ince kollar sımsıkı sarıldı.


"Başardınız değil mi?" Gülümseyerek başımı salladım. Hale kollarını ayırıp yüzüme gururla baktı. "Başaracağınızı biliyordum. Nenemde biliyordu değil mi nene?" Kapının pervazında duran Balay nene başını salladı. Hale beni omzunun altına alıp içeri yürürken Balay neneyede sarılıp gülümsedim.


Yanan şöminenin sesi ve koltuğun üzerinde uçan iplikler bana ev hissini hatırlatırken Hale kendisiyle birlikte ikili koltuğa oturdu. Balay nene tekli koltuğa oturarak havadaki iplere şekil veriyordu.


"Hera iyisin değil mi? Yaralanmadın değil mi?" Balay nenenin endişeyle hızlı hızlı konuşmasıyla başımı iki yana salladım.


"İyiyim iyiyim bir şeyim yok."


Mutfaktan elinde çelik bir bardakla gelen Hale bardağı bana uzattığından teşekkür ederek elinden aldım. Su dudaklarımdan içeri girdiği an hissettiğim rahatlamayla gözlerimi kapattım. Bunca zamandır suyun içindeydik ancak bir damla su bile dudaklarımızdan geçmemişti. Sahi suyun içinde ne kadar kalmıştık?


"Üç gün boyunca koca okyanusun içinde ne yaptınız?"


"NE ÜÇ GÜN MÜ?" O kadar kalmış mıydık? Nasıl hissetmemiştik ki? Sadece bir kaç saat geçmişti oysaki!


"Niye bu kadar şaşırdın?" diye sordu Hale. Kaşlarını çatmıştı.


Okyanusun içerisindeyken bilincim bir tek girdaptayken kapanmıştı onda da o kadar fazla zaman geçirdiğimizi sanmıyordum. Gerçi bu konu hakkında fazla fikrim de yoktu. Bilincim kapalı olduğu için hatırlamıyordum belki de.


"Hera?"


"Ben bu kadar zaman geçtiğini fark etmemişim. Her şey bir gün içerisinde olmuş gibiydi."


Hale meraklanmış gibi oldu ve başını Balay neneye çevirdi. Balay nene şömine bakıyordu, yüzünden bir şey düşündüğü anlaşılıyordu. Elini sallayarak havadaki ipleri durdurdu. İpleri kenara koyup koltukta daha rahat bir poziyon aldığı.


"Okyanus da saatlerin nasıl geçtiğini anlamazsın. Üstelik sirenler tılsımlarıyla seni etkilerde."


"Nene sirenler hakkında bu kadar bilgi sahibiysen kitabı neden aldırdın?" Dedi Hale kafası karışmış gibi garip bir ifadeyle.


"Saf kız, kitabı okudum herhalde." dedi Balay nene alayla.


Kıkırdadığım an Hale bozulmuş bir ifadeyle bakıp omuz attı. Elimi kaldırıp özür diler gibi baktım. Hale trip pozisyonuna geçip kollarını göğsünde birleştirirken ayağa kalkıp mutfağa gittim. Dolaptan bardak alıp sürahiden su doldururken Hale dayanamamış ve yine Balay neneye laf atmıştı. Gülümseyerek bardakda ki suyu kafama dikledim.


Salonun kapısına gidip çıkmadan önce, "Benim artık biraz dinlenmeye ihtiyacım var size de iyi geceler..." diyerek merdivenleri çıkmaya başladım. Arkamdan ikiside iyi geceler dilemişti.


Merdivenlerden çıkıp küçük odamıza geldiğimde içeri girip kapıyı kapattım. Üzerimdeki kirli eşyaları çıkarıp sepete attıktan gardroptan beyaz bir gecelik alıp üzerime giydim. Normal pijamalardan daha rahat hissettiriyorlardı. Dizlerimin bir karış altındaydı ve yakası dantelliydi.


Yatağa girip yatmadan önce kızıl saçlarımı yavaşça taradım. İyice taradıktan sonra tarağı geri masaya bırakarak yatağa sırt üstü yattım. Gözlerimi kapatmadan tavanı izlerken buraya geldiğimizden beri yaşadıklarım zihnime hücum etti. Üstelik bugün olanlar kafamı karıştırıyordu. Unuttuğum şey neydi bilmiyorum ama kesinlikle onunla alakalıydı ve bu onu üzmüş gibiydi. Emin değilim belki de yanılıyordum. Kafam artık o kadar karışıktı ki yakında düşünmekten beynimin duracağını düşünüyordum.


Ona ondan vazgeçtiğimi söylediğimde aniden yok olmuştu ve öylece kala kalmıştım. Neden bilmiyorum ama bir hatıramı unutmak içimde bir boşluk oluşturmuştu. Bu onunla alakalı değildi eğer başka bir şey olsaydı yine aynı hissederdim bu sadece bilinç altımın bir oyunuydu. Kafası hep karışan kişi olmak çok yorucuydu... Hiç bir şey bilmiyorum ve hiç kimse de bana anlatmıyor ve sonra benim anlamamı bekliyorlar. Ancak ben kahin değil normal bir cadıyım!


Yorgunluk ve uyku artık yavaş yavaş bastırmaya başlamıştı. Durmadan çabalıyordum ve artık nefes almaya ihtiyacım vardı ancak bir yandan da zamanım yoktu. O taşları iki kraldan da önce bulmalıydım ayrıca ignislerin dünyadaki insanlara zarar vermesini de engellemeliydim ve bunun içinde liderlerini yani ignis kralını devirmeliydim ancak o adamın gücünün sınırlarını bilmiyordum ve bu beni korkutuyordu.


"Hala uyumadın mı?" Başımı kapı tarafına çevirdiğimde Hale'nin geceliğini giymiş bir biçimde duvara yaslanarak beni izlediğini gördüm. Ne zaman gelmişti acaba odaya? Üstelik üstüne bile değiştirmişti. Nasıl olmuştu da fark etmemiştim onu? Yanıma yatıp bedenini bana doğru çevirdi, "Durmadan düşünmek seni yormuyor mu?"


Bedenimi ona doğru çevirip elimi başımın altına koydum, " Çok yoruyor..." diye mırıldandım. Sesim yorgunluğumu haykırıyordu. "Ancak biliyorsun benim yorulmaktan başka şansım yok. Eğer evimi tekrar istiyorsam."


"Bir yolu olsa ve burada kalsan?" diye sordu Hale gülümsemeye çalışarak.


"Size yeterince yük oluyorum zaten bu çok kötü hissettiriyor. Üstelik benim kan bağım olan kimse yok bu evrende." En azından kral öyle söylemişti. Gerçi söylediklerinin çoğu yalandan ibaretti.


"Nereden biliyorsun ki belki vardır ama senin haberin yoktur?" Gözlerimi gözlerine sabitleyerek hafifçe güldüm.


"Yine de yaşayamam Hale. Buraya ait olduğumu sanmıyorum." Sanırım bu ona son söyleyeceklerimdi. Eğer onunla biraz daha yüz yüze kalırsak bu muhabbet uzayacağından ona arkamı döndüm.


Ancak o konuşmaktan vazgeçmedi, "Eğer olurda geri dönmekten vazgeçersen bize yük olmadığını bil Hera. Sen artık küçük ailemizin bir parçasısın." Gözlerim dolmaya başladığında o da konuşmayı bıraktı. Dakikalar geçmesine rağmen konuşmadığında bunun onun son sözleri olduğunu anladım ve gözlerimi kapattım.


༻☾༺


"CADI!"


Gözlerim aniden gelen yüksek sesle açılırken ne olduğunu anlamak için gözlerimi etrafta gezdirdim ancak karanlık dışında hiç bir şey yoktu. Başımı Hale'ye çevirdim ancak o da mışıl mışıl uyuyordu ve sesi duymamış gibiydi. Yataktan Hale'yi uyandırmamaya çalışarak kalktım ve masada duran gaz lambasını aldım. Ufak bir el hareketiyle lamba yanarken parmak uçlarımda kapıya yürüyüp sessizce açtım. Aynı şekilde kapıyı kapatıp merdivenlerden inerken gıcırdayan tahtalara lanet okuyordum.


Birilerini uyandırıp da rahatsız etmek istemiyordum bu yüzden sessizce evin içini gezdim ancak buna rağmen yine hiç bir şey bulamamıştım. Herkes uyuyordu ve ev bomboştu. Ancak bir ses duyduğuma emindim. Dışarıdan gelmemişti ama içeride de kimse yoktu. Ses bana çok çok yakın bir yerden gelmişti. Neredeyse beynim de yankılanmıştı.


Artık rüya olduğunu düşünerek tekrar merdivenlere yönelmiştim ki beynimin içinde yine bir ses yankılanmaya başladı. Su sesi? Bir yere çarpan su seslerini işittiğimde buralarda bir şelale olduğunu hatırlamıştım ancak eve sesi gelecek kadar yakın değildi. Ama ses bana çok yakından gelmişti tıpkı ilk duyduğum sesde olduğu gibi. Bu bir çeşit büyü olabilir miydi ya da biri beni tılsımlıyor muydu?


Su sesi beynimin içinde yankılanmaya başladığında tahta ayakkabılıktan kahverengi sandaletleri alıp ayağıma giydim. Evin kapısını yavaşça açıp son bir kez içeriye baktıktan sonra gaz lambasını alarak evden çıktım. Kapı yavaşça kapandıktan sonra patikadan şelaleye yürümeye başladım. Eve ilk geldiğim zamanlar Hale bana evin çevresinde olanları ve nasıl gidileceğini anlatmıştı. Şelaleye de onun tarif ettiği gibi gidiyordum.


Su sesleri artık beynimin içinde yankılanmıyordu ama kulağıma gelen ses yakınlaştığımı gösteriyordu. Kaybolmaktan korkmuştum ama neyseki sağ sağlim şelaleyi gördüğümde tam olarak sevinebilirdim. En sonunda su sesleri daha da yakından gelmeye başladığında başımı o tarafa çevirdim ve ay ışığının yansıdığı şelaleyi görmüş oldum.


Şelaledeki büyük kayalardan birine oturup etrafa bakındım ancak görünürde kimse yoktu. Buraya geldiğim an beynimin içindeki ses de kesilmişti. Yine de eve gitmeden önce biraz etrafa bakacaktım. Sonuçta her zaman böyle bir manzarayı göremezdim ve evime döndüğüm de hiç göremeyecektim bu yüzden de tadını çıkara çıkara şelaleyi ve ayın vurduğu yansımasını seyrettim.


Artık uzun bir süre geçtiğinde ve bastıran uykum arttığında ayağa kalktım ve şelaleye son kez bakıp gitmek için hareketlendim. Ayağa kalkıp evin istikametine çarptığım an birinin göğsüne çarptım.


Kül ve kan.


Alar Farzin.


Uzaklaşıp başımı kaldırdığım an kızıl harelerinin ötesindeki yüzüyle karşılaştım. Sırıtıyordu başından beri beni buraya çeken oydu.


"Beni buraya sen çağırdın değil mi?" Somurttum.


Başını keyifle salladı, "Hım hım. Ve sen de ağıma çok çabuk geldin cadıcık ya da balıkçık mı demeliyim sana?(!)"


Göğsüne sert bir yumruk attım. En azından yüzünü buruşturmasını bekledim ancak mimik oynamadı, sırıtmaya devam ediyordu. Ona sinir oluyordum. Gerçekten sinirlerimi o kadar bozuyordu ki onu parçalayabilirdim. Hatta onu gerçekten fareye dönüştürsem ne olurdu ki? Biraz peynir kemirirdi işte yaratık.


"Yakışıklıyım biliyorum ama biraz daha bakarsan yüzüm eskiyecek güzelim." Onu izlediğimi fark ettiğimde hızla başımı şelaleye çevirdim. Onun aptal suratını izlemiyordum ben bir kere! Hakkında hain planlar kurmaya dalmıştım sadece.


"Ay!" diye patladım bir anda. Bunu beklemiyor olmalıydı ki yüzü balıkların ki gibi olmuştu. "İçimi şişirdin gerçekten! Hem sen ne halt yemeye çağırdın beni buraya?!"


"O mesele... ilk yüzüğü buldun ancak ilk yüzüğe sahip olmak için benden vazgeçtin." Dudakları düz bir çizgi halini aldı.


"Çok bir şey kaybetmedim öyleyse."


Dümdüz ifadesinden hiç bir şe okunmuyordu. Ne düşündüğünü bilmek isterdim ancak zihninde bir bariyer vardı bu yüzden bir çok kişinin zihnini okuyabilsem de onun zihni kilitli bir kapı gibi kalıyordu.


"Öyleyse ikinci yüzüğü bulmak da bol şans. Bu sefer belki de sana çok şey kaybettirecek bir görev olur."


"Belki de." Omuz silktim.


"İyi geceler cadı."


"İyi gece-" Cümlemi tamamlayamadan ellerini vücudumda hissettim ve benim tepki veremeyeceğim bir hızla şelalenin altındaki göle itildim. Çırpınmaya başladığım anda ise kendimi yumuşak bir zeminde buldum.


Balay nenenin evindeki odamda.


"Hera!" Gerçekten buradaydım. Ne kıyafetlerim değişmişti ne de herhangi bir yerim ıslaktı. Hiç bir şey olmamış gibi yataktaydım. "Hera ne oluyor iyi misin?


"Ben nasıl geldim buraya?" dedim şok içerisinde. Olanları idrak etmeye çalışıyordum ancak kesinlikle rüya görmediğime emindim.


Hale kaşlarını çattı, "Sen hiç bir yere gitmedin ki."


İmkansızdı, böyle bir şeyin olma ihtimali sıfırdı. Ben evden çıkmıştım gayet iyi hatırlıyordum. Ayakkabılarımı giyişimi, o şelaleye gidişimi, orada Alar ile karşılaşıp konuşmamızı ve benim göle ittirmesini gayet iyi hatırlıyordum ancak şimdi buradaydım ve sanki hiç bir şey olmamış gibi görünüyordu. Ancak çok iyi bildiğim bir şey varsa bir rüya bu kadar gerçek olamazdı. Balay nene bunun nasıl olduğunu biliyor olabilir miydi?


"Balay nene ile konuşmam lazım." Yorganı üzerimden çekip yataktan çıktım ve koşarak merdivenleri indim. Hale arkamdan seslenmiş ve sonra peşimden koşmuştu. Balay nenenin odasına gitmek üzereyken durdum. Salonun ışıkları yanıyordu ve Balay nene koltukta öylece oturuyordu. "Nene?"


Başını bana ve bana sonanda çarpmadan durabilmiş Hale'ye çevirdi. "Hera ben de seni bekliyordum. Gel otur şöyle."


Yavaşça hareket ederek yanına oturdum.


"Nene sen biliyor musun?" diye sordum ümitle.


Gülümseyerek, "Tam olarak bilmiyorum ancak anlatırsan sana durumu açıklayabileceğimi umuyorum."


Başımı salladım. "Uyurken bazı sesler duymaya başladım. Biri ismimi sesleniyordu ve ben uyandığımda kesildi. Ardından su sesi duymaya başladım bu şelaleyi andırıyordu bu yüzden bir çeşit mesaj olabileceğini düşünerek evden çıktım ve şelaleye gittim." Durdum, devamında olanları nasıl anlatabilirdim? Belki de bu sefer dürüst olmam gerekiyordu. "Orada şu ignisle karşılaştım. Bize yardım eden, Alar Farzin. Ardından o şeytan beni göle itti ancak saniyeler içerisinde yatakta gözlerimi açtım."


Balay nene düşünmeden, "İlüzyon." dedi. Onun ne demek olduğunu bilmiyordum anlaşılan bunu anlamıştı ki açıklamaya geçti "Bir çeşit ignis büyüsü. Her ırka ait olduğu gibi ignislerin yapabildiği sınırlı sayıdaki büyülerden biri. Karşıdaki kişiye uyuduğu sırada bir sahne hazırlarlar daha doğru açıklamak gerekirse rüyana girerler ancak bu o kadar güçlüdür ki sen rüyada olduğununu anlayamazsın bile hepsi gerçekmiş gibi gelir. Muhtemelen o da sana bunu yaptı kızım."


Şerefsiz.


"Anlıyorum peki bunu tekrar yapmasını nasıl engelleyebilirim."


"Dükkandaki kütüphanemde koruma büyülerinin olduğu bir kitap var kahvaltıdan sonra dükkanda bakabilirsin."


Başımı sallayarak onayladım. Güneş çoktan doğmaya başlamıştı bu yüzden fazla uzun sürmeyecekti. Bugün kızlarla buluşup ikinci yüzüğü ne zaman bulmaya çıkacağımız hakkında konuşacaktık. Ayrılmadan önce meydanda buluşacaktık. Hale'de benimle gelecekti çünkü Safir'in vereceği ipucuyu bizden daha iyi çözebilirdi. Sonuçta o buraları bizden daha iyi biliyordu.


Hale ayaklandı, "O zaman ben kahvaltıyı hazırlamaya başlayayım. Hera sen de git bir duş al kendine gel." dediğinde başımı salladım.


Hale mutfağa geçerken Balay Nene de odasına döndü. Çatı katındaki odaya çıkmadan önce banyoya girdim. Arkamdan kapıyı kapattıktan sonra üzerimdekileri çıkarıp kirli sepetinin içine bırakarak küvetin içine girdim. Fısıldadığım bir tılsım ile su yukarıya asılmış duş başlığından sular akmaya başladı.


Su saçlarımın arasına girip yavaşça omuzlarımdan aşşağı kayarken vücudum gevşedi ve gözlerim kapandı. Su ılık ılık tenimin üzerinde gezinirken mayıştığımı hissediyordum. Büyük bir rahatlama bedenimi çoktan sarıp esir almıştı. Tüm dertlerim zihnimden uzaklaştığında dudaklarımın iki yana kıvrıldığını hissedebiliyordum.


Yerdeki bitkisel sabunlardan birini köpürtüp saçlarıma masaj yaparak yavaş yavaş uyguladım. Askıda duran kese ile de vücudumu temizledikten sonra suyun bir kaç dakika daha tenimden kayıp gitmesine izin verdim. Yeterli olduğunu düşündüğümde sessizce mırıldandım, "Prohibere." Dur.


Su akışı durdu. Saçlarımdan akan damlaları engellemek için onları ellerimin arasına alıp iyice sıktım. Küvetin içinden çıkıp havluya sarındıktan sonra banyodan çıktım ve hızlı adımlarla merdivenlerden yukarı çıktım. Çatı katı odasına giren gün ışığıyla birlikte oda da doğal ve odayı saran aydınlık oluşmuştu.


Etrafıma doladığım havluyu çıkarmadan çekmeceden iç çamaşırı ve dolaptan da bir kaç parça seçtim. İç çamaşırlarını hızlıca üzerime geçirdiğimde giyinmek daha kolay bir hal aldı. Önce siyah kumaş pantolonu giyip üzerine beyaz uzun kollu gömlek giydim. Gömleğin kolları boldu ve yarasa kolu andırıyordu. Gömleği pantolonun içine sokmayıp üzerine siyah askılı korse giydim ve böylece gömleğin paçaları da kenardan görünüyordu. Kumaş pantolonun altına düz siyah çoraplar da giymiştim.


Elime havluyu alıp ayakta saçlarımı kurutmaya çalışırken kapı açıldı. "Çoktan hazırlanmışsın ben de seni kahvaltıya çağıracaktım."


Saçlarımın biraz da olsa kuruduğuna emin olduktan sonra havluyu yatağın üstüne bırakıp bende oturdum. "Aslında banyoya da girdim ama sanırım zamanın nasıl geçtiğini anlayamamışım." dedim gülümseyerek.


Hale yarım ağız gülümseyerek çalışma masasının koltuğuna oturdu. "Banyo yaptıysan saçların enseni ıslatmasın hasta olursun." Kaşlarımı çatarak saçlarıma baktığım sırada karşımda bir hareketlilik oluştu ve saniyeler içerisinde Hale arkama oturmuştu. "Onları örelim öyleyse böylece hasta olmazsın."


Saçımda hissettiğim fırça ile şaşkınlıkla gözlerim açılırken onun gülümsediğini hissedebiliyordum. Fırçayı saçlarımdan yavaş yavaş geçirirken gözlerimi kapadım ve sadece dokunuşlarını hissetmeye odaklandım. Fırça bir süre saçlarımda dolaştıktan sonra yerini Hale'nin parmakları aldı. Saçlarımın arasında gezinerek ona şekiller veren parmakları bir kaç dakika sonra durmuş ve eliyle tokayı dolamıştı.


"Bitti!" Gözlerimi açıp yandan uzattığı aynayı gülerek aldım. Aynayı kendime doğru tutarak ördüğü saçlarıma bakmaya çalıştım. Fazla görünmesede en azından yüzüm açılmıştı. "Beğendin mi?"


Aynada ki meraklı yansımasıyla göz göze geldim. "Hım hım, çok beğendim teşekkür ederim." İkimizde kocaman gülümsedik.


Hale kenarımdan sürünerek yataktan inip bana elini uzattı. "Kahvaltıya inelim de nenem huysuzlanmasın çok korkutucu oluyor yoksa." dedi yüzünü buruşturarak.


Kıkırdayarak elini tutup yataktan indim. Birlikte el ele odadan çıkıp merdivenleri inerken yüzümde gülümsemem hala duruyordu. Merdivenlerden inip salona girdiğimizde normale dönmüştüm sanırım sebebi Hale ile ayrılıp masadaki yerlerimize oturmamızdı.


Balay nene çayları doldururken bir yandan ikimize de sıra sıra bakıp homurdanıyordu. "Soğuk soğuk yemeye bayılıyorsunuz her şeyi. İnadıma yapıyorsunuz değil mi?!"


Hale alışkın olduğunu belli edercesine göz kırpıp tabağına sofradakilerden doldurmaya başladığında sırıtarak aynısını yaptım. Balay nene ortamıza oturup çayını yudumlarken ikimize de kötü kötü bakıyordu. Özellikle Hale'ye bakışı çok korkunçtu. Yine de tüm azarlamalara rağmen kahvaltımızı sessizce ve huzurla yaptık.


Kahvaltı bittiğinde Hale yukarı hazırlanmaya çıkmış ben de Balay nene ile birlikte önce sofrayı sonra da mutfağı toplamıştım. Biz evi düzenleme işlerini bitirdiğimizde Hale'de elinde bir kaç bir şey ve iki çanta ile aşşağı inmişti. Yanıma yaklaştığında elindekilerden birinin maskara olduğunu anlamıştım. Diğeri de allığa benziyordu.


"Gel de yüzüne biraz renk verelim." Kolumdan çekiştirerek beni koltuğa otutturdu.


Kirpiklerimi biraz kıvırıp yüzüme de allığa batırdığı fırçayı uyguladı. Dudaklarımın üzerine de küçük bir kaba yine küçük bir fırçayı sokup sonra dudaklarımın üzerine sürdü. Parlak pembemsi bir yapısı vardı.


"Bunu ben hazırladım." Dedi Hale incelediğimi fark ederek. "Çeşitli bitkilerle renk vermek ve parlatmak üzere yapıldı, ayrıca tüm gün kalıcı." Uzattığı aynayı alarak yüzüme baktım. Gerçekten dudaklarımda hafif pembelik vardı ve sim dökülmüş gibi parlıyordu. Bizim evrenimizdeki ruj ve diğer dudak ürünlerinden çok daha iyiydi.


Aynayı ona uzatırken sırıttım, "Geri dönmeden önce şunun tarifini bana verde belki köşeyi dönerim.(!)" Hale yaptığım imayı anlamayarak kaşlarını çattı.


"Dünyada ki kadınlar bu tarz ürünlere bayılır Hera da bu tarifle zengin olabileceğini söylüyor." Dedi arkadan Balay nene. Hale 'ye bakarak sırıtıyordu.


Hale anladım dercesine başını sallayarak elindekileri komidinin üstüne bıraktı. Morali biraz bozulmuş görünüyordu ama hemen kendini toparladı. "Sana tarifi veririm hayatım ama biraz daha çıkmazsak geç kalacağız."


Saate baktım, doğru söylüyordu saat ona geliyordu ve bizim buluşma saatimizde on buçuktaydı.


Ayağa kalkarak, "Hadi çıkalım." Dedim heyecanlı bir tonda.


Hale'nin uzattığı çantayı aldım ve Balay neneye veda ederek kapıya yöneldik. Dün gece yağmur yağdığı için orman ıslak ve toprak nemliydi bu yüzden Hale ikimiz içinde birer bot çıkardı. Bağcıklı botları giyip bez çantayı koluma astıktan sonra evden çıktık.


Islak toprağın kokusu etrafımızı sararken yeni uyanmış kuşlar cıvıldıyordu. Hafif meltem yaprakların arasından geçip giderken hışırtı sesleri bırakıyordu. Dün gece ne kadar yağmur yağmış olsada bugün hava güneşli gibiydi. Güneşin ışıkları tenime vurup sıcaklık bırakırken ısınmış hissediyordum. Dün geceden beri üzerimde hafif bir üşüme vardı, güneş benim için çok çok iyi olmuştu.


Ormanın çıkışına ulaşıp kasaba yoluna girdiğimizde ağaçların yerini tuğlalar, kuş seslerinin yerini de cadıların telaş dolu sesleri almıştı. Kaybolmamak adına Hale'nin elini tuttum. Birlikte meydana giden yolda kalabalığı yararak ilerliyorduk. Kasabanın ortasında bulunan geniş meydana girdiğimizde kalabalığın arasında tanıdık simaları seçtim.


Kızlar cadı heykelli fıskiyenin orda ki ahşap banklara oturuyorlardı. Açelya fıskiyenin betonuna oturmuş parmağıyla havuza dolan suyu karıştırıyordu. Havin Ilım'ı sinirlendirmek için saçlarını karıştırırken Ilım kızarmaya başlayan gözlerini öfkeyle yumdu ve onları fark ettiğimden beri dördüncü kez Havin'in eline vurdu. Hadra sakince oturmuş yeri izliyordu ve Nesli de onun gibi etrafı.


Nesli'nin etrafta gezen gözleri benimkilerle buluştuğunda gülümseyerek el salladı. Hale'yi dürterek kızların yanına sürüklemeye başladım. Yanlarına yaklaştığımızda ilk Hadra tarafından fark edildik, ardından yanlarında durduk zaten. Havin Ilım'la uğraşmayı bıraktı Açelya ise bu dünya da değilmişçesine suyla oynuyordu.


"Açelya?" Ses vermedi. Onun bu halini kızlar yeni fark etmiş olacak ki arkalarına dönüp baktılar. Hadra nazikçe onu dürttüğünde Açelya olduğu yerde sıçrayarak etrafa baktı. Ani hareketiyle havuza düşmek üzereydi ki hızlı davranarak onu kolundan yakalayıp kendine çektim. Açelya bir bana bir havuza bakarken , "İyi misin?" diye sordum.


Kolunu yavaşça bıraktığımda dengede durmaya çalıştı. Diğerleride ayaklanmıştı. "Ben... iyiyim. Dalmışım sanırım üzgünüm." dedi. Sesi sanki bundan haberi yokmuş gibiydi. Sanki az önce olanları anlamamış gibiydi.


Emin olamayarak, "Emin misin?" diye sordum ancak o kafasını sallayarak onayladığında üzerine daha fazla gitmemek adına sustum. Bunu sakin bir kafada tekrar konuşmak üzere zihnime not ettim.


Kızlar da bir kaç iyi misin sorusu sorup sustular. Bu defa gözler bana çevrildi ve ilk konuşan Hadra oldu. "Safir sana yeni bir ipucu verdi mi?"


Başımı iki yana sallayarak, "Hayır, ona sormak için yanınıza gelmeyi bekledim." dedim. Hadra anladığını belirtmek amacıyla başını salladı.


"Eee ne zaman soracaksınız?" diye sordu Hale. Bir kaç adımda yanıma gelmişti.


Boynumdaki kolyeye baktım. "Birilerinin bizi duyamayacağı bir yere gitmemiz lazım. Dikkat çekmemeliyiz." Gözlerimi hızlıca etrafta gezdirdim. "İzleniyor olabiliriz."


"NE?!" Hadra son anda Havin'in ağzına elini koysada kız kardeşinin bağırmasına engel olamamıştı.


"Aptal Havin, ne halt yemeye bağırıyorsunuz."


Havin dudaklarını dişleyerek özür diledi ancak iş işten çoktan geçmişti.


"Medusa'ya gidelim, orada bildiğim bazı gizli odalar var, orada kimse bizi bulamaz." diye bir fikir attı ortaya Hale.


Ne diyeceklerini öğrenmek için kızlara döndüğümde her biri başını salladı. "Peki öyleyse Medusa'ya gidiyoruz."


༻☾༺


Medusa gitmek için yine kasabanın o bölgesine girdiğimizde hissettiğim negatif duygular yüzünden tırnaklarımı avuçlarıma batırıyor, dudaklarımı dişliyordum. Kara büyüyü hissediyordum ve bu büyü kolyeye hapsedilen bana ait kara büyüyü hissetmeme sebep oluyordu. Kötü anılar zihnimde canlanıyor ve eğer Alar olmasaydı dönüşebileceğim canavarı bana hatırlatıyodu. Artık alışkanlık mı bilmiyorum bunu bile Alar'ın bana düşündürdüğünü hissediyordum.


Tanrım delirmiyorum değil mi?


Medusa'nın yılanlarla çevrili tabelasını gördüğümde adımlarımı hızlandırdım ve kapıdan ilk giren kişi oldum. Benimle birlikte Hale, Açelya ve Nesli girmişti. Dikkat çekmemek için grup grup giriyorduk. Beş dakika sonra ikizler ve Ilım'da gelecekti. Odaların olduğu koridora girerek önden giden Hale'yi takip ettik. Arkadan gelen adım sesleri ile her ihtimale karşı hazırda bekleyerek arkamıza döndük.


"Biziz!" diye fısıldadı Havin. Parmak uçlarında koşarak yanımıza geldi. Onun aksine Hadra ve Ilım daha sakin adımlarla gelmişti.


"Şimdi çok hızlı hareket etmelisiniz ki fark edilmeyelim. Ben elimi duvara koyduğum an hepiniz hızlıca duvardan geçin ve sakın tereddüt etmeyin." dedi Hale.


Ilım kaşlarını çatarak, "Duvardan geçmek mi?!" dedi sessizce bağırarak.


"Tereddüt etmeyin ve hemen geçin!" Hale elini duvara koyup mırıldanmaya başladığında geride duran Ilım'ı kolundan çekerek duvara ittirdim.


Ilım duvarın içine doğru kayboldu. Bundan cesaret alarak bende duvara elimi uzattım. Elim gerçekten duvardan geçti ve duvar bu anı beklercesine beni içine çekti. Ani çekimle boşluğa denk gelip düşmek üzereydim ki iki kol beni yakaladı.


"Ilım."


Ilım elini kaldırarak sertçe kalçama vurdu. Ben ani acı ile inlerken Ilım homurdanıyordu. "Senin yüzünden kolum kırılıyordu salak!" diye çemkirdiğinde kalçamı ovuştururken ona dil çıkarttım.


"Napayım kız hızlı olmamızı söylüyordu, sabaha kadar seni bekleyecek değiliz ya?!"


"İttirmesen geçecektim zaten ben!"


"Aynen yarın falan mı?!" İrisleri kızıllaştı, irislerim mora bulandı. Bir el o sırada aramıza girdi.


"Kızlar sakin olun! " Bizi ayıran Hadra'ya bakmadan bir iki adım geri gittim. Aynısını Ilım'da yapmış ve bunu yaparken benimle göz temasını bozmamıştı. Etrafta hissettiğim kalabalığa bakılırsa diğerleri de çoktan içeri girmişti.


Az önceki ani tartışmamızın etkisi üzerimden çekilirken verdiğim tepkinin ne kadar yanlış olduğunu fark ettim. Ilım ve ben çocukluğumuzdan beri durmadan inatlaşırdık ancak bu defa aniden parlamıştım ve öfkeli olma nedenim kesinlikle Ilım'ın kalçama vurması değildi. Bu arkadaşlar arasında normaldi ve başka bir zamanda gülüp geçerdim. Ancak bu defa durum farklıydı. Dün gece sabaha karşı olanlarla birlikte Medusa sokağının negatif enerjisi tüm ruh halimi etkilemişti.


"Ilım üzgünüm. Öfkemi senden çıkarmamam gerekiyordu, sert çıkışım için özür dilerim." Hepsinin şaşırmış görüntüsünü umursamadan onlara arkamı döndüm. Yaptığım yanlıştan dolayı kızaran yanaklarımı gizlemek adına onlara arkamı dönüp odanın içerisine adımladım.


Duvar kağıdı soyulmuş rutubetli bir yerdi. Yerde tozlu eski bir kilim vardı onun dışında eşya olarak yine tozla kaplı bir sandalye ve masa vardı köşede. Hale burayı nereden bulmuştu bilmiyorum ama ondan başka burasının var olduğunu bilen olmadığına emindim.


"Böyle bir yeri nerden buldun?" dedi Hadra.


Hale, "Ah fazla ayrıntıya giremem ama bir şeye tutunma ihtiyacı hissettiğim bir anda böyle gizli bir alanın varlığını hissetmiştim sonra da ara ara buraya gelmeye başladım. Benim dışımda da bilen yok burayı." dedi. Nedense sırıtarak etrafa bakıyordu.


Etrafın aydınlık olmamadığını fark ettiğimde tavana baktım ve tahmin ettiğim gibi avize veya ampul asma yeri yoktu.


"Duvarlarda mumlar var." diyerek elini savurdu Ilım. Duvarlara sabitlenmiş mumlar tek tek yandığında etraf daha da aydınlanmıştı.


"Aslında mumlar olmasada Hera'nın kolyesi bizi aydınlatırdı... baksanıza bu şey neden parlıyor." Açelya'nın söylediklerinden sonra herkes hızla başını gerdanıma çevirdi.


Safir parıl parıl parlıyor ve tenimi fazla olmasada yakıyordu. Benimle iletişim kurması gerektiğini anladığımda gözlerimi kapattım ve karanlık da onun sesini aramaya çalıştım.


Buradayım. dedi o aşina olduğum ince ses. Yeni bir ipucuna ihtiyacın olduğunu fark ettiğimde vakit kaybetmeden seninle iletişim kurmaya karar verdim.


İnanır mısın bende birazdan sana seslenecektim.


Biliyorum konuşmalarınızın birazını dinlemiştim.


Peki öyleyse bu defa sırada ne var?


Dikkatli dinle sadece bir kez söyleyeceğim.


Dikkatle dinliyorum!


"Minik bir kanat çarpıntısı, büyük bir yıkım. Ağaç hayatını kaybediyor büyük ayak sesleri eşliğinde. Orman ölüyor, orman acı çekiyor, orman bağırıyor, orman feryat ediyor, orman seni çağırıyor!"


Kulağım çınlarken gözlerim hızla açıldı. Fazlasıyla hızlı açtığım gözlerim yandığında bir kaç saniye onları ovdum kendime gelebilmek için. Arkaplanda kızların bir şeyler söylediklerini duyabiliyordum ancak kelimeleri seçemiyordum. Kulaklarımın çınlaması durdurduğunda ne zaman alnıma bastırdığımı bilmediğim ellerimin baskısını durdurarak gözlerimi araladım.


En yakınımda Hale'nin mavi gözleri ve Nesli'nin yeşilleri vardı. "İyi misin?" diye sordu Hale'nin sesi.


Ne cevap verebilmek için ağzımı açabiliyordum ne de başımı sallayabiliyordum bu yüzden gözlerimi yavaşça kapatıp açtım. Neyseki ne olduğunu anlamışlardı da rahat bir nefes almışlardı. Benimde nefes alabilmem adına biraz uzaklaştıklarında ellerimi yavaşça alnımdan çektim ve sertçe yutkundum.


Açelya çantasından ufak bir matara çıkarıp uzattı, "İç de kendine gel." dedi gülümsemeye çalışarak.


Hafifçe tebessüm edip teşekkür ettikten sonra matarayı elinden alıp dudaklarımı yasladım. Su dudaklarımın arasından geçip boğazıma doğru ilerlerken çatlayan dudaklarımda baskıyla hafifçe yandı ancak dert edecek kadar büyük bir acı değildi. Matarayı dudaklarımdan çekerek kapağını kapattım ve tekrar Açelya'a uzattım.


"Teşekkür ederim." dedim tekrardan. Açelya önemli değil anlamında başını salladı.


"Safir ile mi konuştun?" Başımı salladım. "İpucunu mu verdi?" diye sordu Hadra bu defa.


"Evet, bu defa ki daha da farklı ancak çözülmesi daha kolay duruyor." dedim, kelimeler zihnimde dolanmaya başlamıştı. "Minik bir kanat çırpıntısı, büyük bir yıkım. Ağaç hayatını kaybediyor büyük ayak sesleri eşliğinde. Orman ölüyor, orman acı çekiyor, orman bağırıyor, orman feryat ediyor, orman seni çağırıyor!"


Eski odayı derin bir sessizlik kapladı. Herkes ipucu hakkında düşünürken Hale'ye odaklandım. Elini yüzüne yaslamış hafızasını tarar gibi göz bebekleri bir sağa bir sola gidiyordu. Onun aklına ipucu ile alakalı bilgiler geldiğini çoktan fark etmiştim bu tahmin ettiğim bir şeydi.


"Sanırım aklıma bir şeyler geliyor." dedi Hale başını kaldırırken. Heyecanla gözlerimi büyülttüm. "Tüm kasaba ve ülkeleri ayıran bir orman var. Kaybolmuşluk ormanı. Bu orman ile alakalı fazlasıyla söylenti var ancak en büyüğü ormandan gelen çığlıklar. Bu çığlıklar öyle acı dolu ki her yerde efsaneler doğuruyor. Bazıları onun dünyada kalan atalarımızın ruhlarına ait olduğunu düşünüyor bazısı ise ormana girip devler tarafından kaçırılan canlıların çığlıkları olduğunu söylüyor. Nenem bu konu ile ilgili araştırmalar yapan bir yazarın kitabını dükkandaki çatı katına kaldırmıştı isterseniz ona da bakabiliriz."


Herkes sesini bile çıkartmadan Hale'ye bakarken Havin Hadra'nın arkasına sindiğini görmek neredeyse gülmeme sebep olacaktı. Ilım'da Hadra'nın öbürkü tarafına sinmiş Açelya ile Nesli birbirlerinin elini sıkıyorlardı. Hale'nin bahsettiği efsaneler onları gerçekten korkutmuşa benziyordu.


"O zaman dükkana gidip orada araştırma yapalım, zaten benim de bakmam gereken bir büyü vardı." dedim sessizliği bozmak adına. Hale omzunu silktiğinde diğerleri de onayladı. Tekrar aynı şekilde hızla duvardan çıktık. Bu şekilde duvardan geçerken oraya toslamaktan gerçekten korkuyordum çünkü koşarak gidince gerçekten sert oluyordu.


Medusa'nın arka odalarından çıkarken koridora kısa bir bakış attım. Çok değil kısa süre önce başıma gelenler zihnimde canlandığında oradan daha hızlı uzaklaştım.


༻☾༺


Medusa ve onun bulunduğu tüyler ürpertici sokaktan çıktığımızda negatif enerji yavaş yavaş üzerimizden çekildi. Öğlen saatleri çoktan geldiği için kasaba fazlasıyla kalabalıktı. Restorantlar ve sokak satıcıları tıklım tıklımdı. Hale'nin söylediğine göre genç ve çocuk cadıların akademiden öğlene çıkış saati olduğu için bu saatlerde sokaklar ayrı kalabalık ve gürültülü olurmuş. Akademi kasabanın sonlarında kaldığı için orayı hiç görme şansımız olmamıştı ancak Hale orada okuduğu için bize az çok nasıl bir yer olduğunu anlatmıştı.


Balay nenenin dükkanının bulunduğu sokağa girdiğimizde ufak dükkan göründü. Hale'nin kapıyı açması ile kapının tepesindeki zil çaldı. İçerisi oldukça kalabalıktı. Bir kaç arkadaş grubu aralarında konuşarak rafları inceliyordu. Bir adam bitkileri incelerken yaşlı bir kadın Balay nene ile tezgahın orada konuşuyordu.


Zilin sesi ile Balay nenenin gözleri kapıya çevrildi. Bizi fark etmesiyle arkadaşının yanından ayrıldı, "Hoş geldiniz kızlar! Ne yaptınız, halletiniz mi işlerinizi?" diye sordu sessizce.


Hale başını salladı, "Hallettik nene hallettik. Yukarı çıkıcaz dükkan boşalınca sende gelirsin."


"Tamam tamam çıkın siz ben buraları hallettikten sonra gelirim."


Balay nene tezgaha dönerken çatı katının merdivenlerine yürümeye başladık. İstemsizce Balay nenenin yanındaki kadının konuşmasınada kulak misafiri olmuştum. "Hale'nin yanındaki kızları ilk kez görüyorum farklı bir ırka mı mensuplar?" diye sordu kadın sessiz olmaya çalışarak.


Balay nene güldü, "Genç cadılar onlar Karin bilmemen normal yaşın olmuş yetmiş." dedi Balay nene alayla.


Merdivenlerden çıkarken kadının gülme sesimi duymaması için elimi ağzıma bastırdım ve gülme sesini az da olsa azaltmayı başardım. Biz çatı katına girdiğimizde Hale arkamızdan kapıyı kapatıp bir kaç şey fısıldadı.


Nesli merakla, "Ne yapıyorsun?" diye sordu.


"Aşşağıdaki Karin cadısına güven olmaz. Bizi dinlemesin diye burayı tılsımladım böylece daha rahat konuşabiliriz."


Dedikoducu teyzeler her yerde ve her ırkta aynıydı anlaşılan.


Hale kitaplığın yanına giderken bizde etrafa yerleştik. Ilım, Açelya ve Havin yerdeki puflara otururken Nesli ve Hadra üçlü koltuğa oturdu. Bende tekli koltuğa oturup bağdaş kurdum. Elim safirin ucunda gezindiği sırada Hale elinde kalın, eski ciltli bir kitapla yanımıza geldi.


Sallanan sandalyeye oturarak kitabı karıştırmaya başladı. "Orman hakkında tüm bilgi ve efsaneler bu kitabın içinde yazıyor. Ben hepsine bakmayıp ipucu ile alakalı olan başlıklara bakacağım. Nesli sende masadan kağıt kalem alıp söylediklerimi not al lütfen."


Nesli ayağa kalkıp masadan ufak bir kağıt parçası defter ve kalem aldı.


Hale kitabı karıştırdıktan sonra bir sayfada durdu. "Safirin söylediği ipucunda büyük ayaklardan bahsetti bu da aklıma ilk olarak devleri getirdi. Bu kitabın yazarı devleri ormanda bir kere görmüş ancak karanlık olduğu için net görememiş bu yüzden de kesin bir bilgi yok. Sadece yaklaşık üç dört metre uzunluğunda olduğunu ve ağzında iğrenç bir koku oluğunu hatırlıyormuş. Ayrıca üzerinde yosunumsu parçalar da varmış."


"Of! Bu bizim ne işimize yarayacak ki?"


"Daha bitmedi Havin. Bu devler ormanın ortasına yaklaşana kadar yazara bir şey yapmamış sadece izlemişler ancak biraz yaklaştığında ona saldırmışlar bu da aklıma ormanın kalbi kısmını getiriyor. O orman gerçekten çok korkutucu ve tam ortasında büyük bir ağaç görünüyor ancak onuda maalesef yakından görebilen yok. Büyük olduğu için belli oluyor. Ormanın üst kısmıda ağaç dal ve yapraklarından bir çatı örülmüş gibi kapalı. Etraftaki tüm bitkiler kupkuru sanki şey gibi..."


"Büyük bir yıkım." diye tamamladı Hadra. Başı yere eğikti ve muhtemelen düşünüyordu. Rahat düşünebilmek için her zaman başını eğer ve sabit bir noktayı izlerken konular hakkında düşünürdü.


"Peki ya kanat çırpınması ile alakalı olan kısım?" dedi Açelya.


"İgnisler olabilir mi?" diye devam ettirdi Ilım.


Hale başını iki yana salladı, "Sanmıyorum onlar bile o ormanın uğursuz olduğunu düşündükleri için girmezler." Gözlerini üzerime dikti. "Ancak bizi ignis olan birine karşı uyarıyorda olabilir o kadarını bilmiyorum. "dedi imayla.


Alar'dan bahsediyordu. Mantıklıydı da. İgnisler kanatları da olan canlılardı. İgnisler şeytan sayılırdı ve şeytanda yıkım getirirdi. İgnisler büyük bir yıkım yaptığı için orman o halde olabilirdi. Yıkım derken bunu kast ediyordu belki de.


"Hera sen ne düşünüyorsun?"


Odaklandığım noktadan başımı kaldırdım. "Belki ignisler tarafından yapılan bir yıkımdan bahsetiyordur."


"Ve devler ormanın kalbi olan ağacı koruyor olabilirler. " Başımı Havin'e çevirdim. "Orman acı çekiyor ancak onu iyileştirecek bir şey olması lazım tıpkı sirenler de olduğu gibi."


Tabi ya.


"Ormanın kalbi de o ağaç olabilir öyleyse?" dedi Nesli ayağa fırlayıp.


"Kızlar sakin olun." Hale oturun anlamında elini salladı. "Bu kadar çabuk heveslenmeyin. Düşünceleriniz mantıklı ancak bunlar sadece teorileriniz. Hemen bir beklentiye girmeyin yoksa hayal ettiğinizden çok daha farklı bir şeyle karşılaşırsınız."


Nesli not defterini masaya bırakırken geri yerine oturdu.


"Nenemi bekleyelim o bize yol gösterecektir. O gelene kadar çay içecek var mı?" Hale onaylayan mırıltılar eşliğinde tezgah tarafına gittiğinde biz bize kalmıştık.


"Sizce bu seferki kim yüzüğü?" diye sordu Havin.


Başımı Nesli'ye çevirdim. "Muhtemelen senin." dedim başımla onu göstererek.


Nesli'nin gözlerinden heyecanlı bir parıltı geçti. Onun adına mutlu olup kıskançlık yapmamam gerekiyordu, sonuçta er ya da geç hepimizin yüzüğü bulunacaktı. Öyleyse içimde hissettiğim bu garip öfke de neydi?


"Acaba nasıl bir şey?" Nesli kendi kendine mırıldandı.


Herkes kendi köşesine çekildiğinde kenarda tek başına oturan Açelya dikkatimi çekti. Onunla bu sabah hakkında konuşmalıydım. Buradan bile ne kadar dalgın olduğu anlaşılıyordu. Dizlerini kendine doğru çekip kollarını etrafına dolamış, çenesini de dizlerine yaslamış dümdüz karşısına bakıyordu. Ayağa kalkıp yanına oturduğumda bile beni fark etmemişti. Onu korkutmamak adına boğazımı temizleyerek varlığımı belli etmeye çalıştım. Sesi duyduğunda transtan çıkmış gibi gözlerini kırpıştırdı ve başını kaldırarak bana döndü.


"Hera? Bir sorun mu var?"


"Onu sen söyleyeceksin Açy. Söyle bakalım ne oldu? Bu sabahtan beri dalgınsın."


Olayı hatırlamış olacak ki kaşlarını hafifçe kaldırıp indirerek başını tekrar eğdi.


"Taş, onu aldıktan sonra bir rüya gördüm. Aslında bu rüya olamayacak kadar gerçekti."


Başımı ona doğru uzattım. "Ne gördün güzelim?"


"Sanırım... annemi."


Ani bir tepki vermemek adına elimi hızla ağzıma kapattım. "Eemin misin?"


"Bilmiyorum, o annem olduğunu söyledi. Bana benziyordu da hem. Siyah çekik gözleri vardı ve siyah düz saçları ama onunki daha çok koyu kahve gibiydi. Asıl koyu saçları olanın babam olduğunu benim de ona daha çok benzediğimi söyledi." Başını bana çevirip heyecanla gülümsedi, "Babama benziyormuşum Hera."


Onun için gülümsedim. Belki de gerçekten gördüğü annesiydi, tıpkı benim gördüğüm gibi. Annem... onu bir süredir görmüyordum. Onu kurtaracağıma dair söz vermiştim en son, bir daha da onu görememiştim. Acaba bende babama benziyor muydum? Yüzüm anneme benziyordu belki de babama başka özelliklerim benziyordur. Gerçi o neredeydi ki?


"Hera bana inanıyor musun?"


Daldığım düşünceden kalkarak tekrar Açelya ile göz teması kurdum.


"İnanıyorum tabi ki, neden inanmayayım?"


"Bilmiyorum, böyle bir şeyin olma ihtimali yokmuş gibi geliyor ya ondan."


Kolumu omzuna koyup gülerek onu kendime çektim. "Biz büyü yapabiliyoruz Açelya, bizim dünyamızda imkansız diye bir şey yok."


"Çaylar hazır!" Açelya ile gülerek oturduğumuz yerden kalktık ve diğerlerine katıldık.


༻☾༺


Yaklaşık bir saat olmuştu dükkana geleli belki de daha fazla. Havanın kararmaya başlamasına bakılırsa daha fazla beklemiş olabilirdik. Bir ara gözlerimi kapatmıştım ve sanırım o ara uyuya kalmıştım. Nesli beni dürterek uyandırdığında hava kararmış ve nihayet Balay nene gelmişti.


"Demek ipucu Yıkım Ormanını gösteriyor." dedi baş köşeye oturmuş olan Balay nene. "Hera şunu tekrar söyle bir bakayım."


"Minik bir kanat çırpıntısı, büyük bir yıkım. Ağaç hayatını kaybediyor büyük ayak sesleri eşliğinde. Orman ölüyor, orman acı çekiyor, orman bağırıyor, orman feryat ediyor, orman seni çağırıyor!"


Balay nene başını salladı, "Aradığınız yüzüğün orada olduğuna şüphe yok."


"Ne zaman oraya gidebiliriz peki nene?" diye sordu heyecanla.


"Acele etme Hera. Önce bir iki gün dinlenin böylece bu kızların sahte aileleri de bir şeyler fark edip krala ötmesin."


"Nenem doğru söylüyor kızlar. Biraz dinlenip üzerinizdeki dikkatleri çekin hem önümüzdeki iki gün haftasonu, şehirden çıkışlar bu günlerde yasak ancak izin alınınca çıkabilirsiniz."


"Neden yasak?" diye sordu Hadra.


"Bu iki gün kış festivalleri var. Kahin cadılara göre yılın ilk karı geliyor bu yüzden her yıl olduğu gibi ilk kar zamanı festivalleri yapılacak." dedi Hale. Heyecanlı gözüküyordu.


"Yaa, nasıl bir festival bu?"


"Buz pateni yapmak için bir alan kurulur. Genç yaşlı herkes orada kayar. Sıra sıra pamukşeker ve macun gibi yiyecekleri satan satıcılar tezgah kurar. Geceleri havai fişek gösterileri ve konserlerde olur. Bunların hepsi halk meydanında kuruluyor ve yarın il günü, kesinlikle hep beraber gitmeliyiz!"


"Eh, en güzel yanı da iki gün tatil yani dükkanı açmayacağım." dedi Balay nene sırıtarak.


Hep bir ağızdan ona güldüğümüz sırada aşşağıdan bir ses geldi.


"Ilım!"


"Bu teyzemin sesi." dedi Ilım, aşşağının kapısına bakıyordu.


"Sahte teyzen." diyerek onu düzeltti Hadra.


Aynı anda ayağa kalkıp aşşağıya indik. Kapının önünde turuncu saçları kırklarının ortasında bir kadın duruyordu. Üzerinde bordo bir pelerin vardı saçları örülerek sağ tarafına atılmıştı.


"Merhaba." dedi bizi gördüğünde. "Pazar dönüşü Karin ile karşılaştım. Senin burada olduğunu söyleyince birlikte gideriz diye düşündüm."


Ah o koca karı!


Ilım öne çıkıp turuncu saçlı kadının yanına gitti. "İyi yapmışsın teyze, ben de şimdi eve gelmek için çıkacaktım." Arkasına - bize- döndü. "Yarın festivalde görüşürüz kızlar."


"Görüşürüz." Hep bir ağızdan veda etmemizin üzerine Ilım ve teyzesi dükkandan çıkıp uzaklaştı. Bu sırada diğerleri de gitmek için hazırlanıyordu.


"Biz de gitsek iyi olur, saat iyice geç oldu." dedi Nesli. Pelerinini üzerine giyip kapşonunu kapattı. Aynısını diğer kızlar da yapmıştı.


Balay nene çantasını aldığında hep beraber dükkandan çıkıp kapısını kilitledik. Yol ayrımında kızlar ile ayrılarak ev için alışveriş yaptık. Seyyar satıcı bir kadından çay alarak ormandaki evimize yürümeye başladık. Bir yandan da festival hazırlıklarını izliyorduk çay içerken.


Hale kulağımın dibinde hızlı hızlı konuşurken ona ayak uydurabilmek için söylediği her şeye başımı sallıyor ve onayladığımı belirtmek için mırıltılar çıkarıyordum. Orman yoluna girmeden önce karton çay bardaklarını çöpe attık. Yürürken iyice hava karardığı için büyü ile ışık topları oluşturmak zorunda kalmış onlarla yürüyorduk. Neyse ki ateş böcekleri de vardı da etrafımızda dolanarak bize yol gösteriyorlardı.


Küçük kulübenin önüne geldiğimizde kilidi açtık ve sırayla içeri girdik. Postallarımı ayakkabılığa koyup Hale ile birlikte zorlukla merdivenleri çıkarak odaya girdik. Sanırım üzerimizi değiştirmeden otuz kırk dakika kıyafetlerimizle kestirdik ardından kalkarak beyaz gecelikler giydik. Saat geç olmadan yemek yemek adına aşşağıya indik.


Balay nene koltuğuna oturmuş örgü örüyordu bu yüzden Hale ile basit ve karın doyurucu bir şeyler yapmak adına mutfağa girdik. O soslu tavuklu makarna yaparken ben de salata hazırlayıp sofrayı kurdum. Hale yemeğini pişirip tabaklara koyduğunda Balay neneyi çağırıp afiyetle yemeğimizi yedik.


Yemekten sonra Balay neneyi içeri gönderdik. Bu durum hoşuna gidiyor olacak ki hiç itiraz etmeden sırıta sırıta köşesine gitti. Hale ile birlikte hızlıca önce sofrayı ardından da mutfağı toparladık. Ardından bir iki saat hep beraber içerde oturup havadan sudan sohbet etmeye çalıştık. Saat iyice geç olmaya başlayınca uyumak üzere ayaklanmıştık ki Balay nene beni durdurarak bir dakika beklememi söyledi. Ben onu beklerken Hale sarhoş adımlarla yukarı çıkmıştı.


Balay nene elinde gri kapaklı bir defter ile geri döndü. "Yatmadan önce kendini burada yazdığı gibi tılsımla böylece kimse zihnine erişemez."


Gülümseyerek elinden defteri aldım. "Sağol nene."


Balay nenede gülümseyerek omzumu sıvazladı ve odasına çekildi. Gözlerimden uyku aka aka merdivenleri çıkıp yukarı çıktım. Hale çoktan yatağa devrilmiş bilmem kaçıncı rüyasını görürken defteri açıp içinde yazanlara dikkat ederek zihnimi tılsımldım. Defteri masaya bırakıp gözlerimi kapatırken bu gece annemi tekrar görebilme ümidiyle gözlerimi kapattım.


BÖLÜM SONU


Merhaba sevgili cadılarım!


instagram:vaerosass


Loading...
0%