@vaerosas
|
Beşinci Yüzük Serisi 1 - Hecr "KANLI FESTİVAL" BİLLİE EİLİSH - NO TİME TO DİE Lütfen satır arası yorumlarınızı ve oylarınızı atmayı unutmayın keyifli okumalar💗 ༻☾༺ "Hera? Hera!" Karanlık. Çok çok karanlık bir yer. Ancak bir ses bana bu karanlıkta yolu gösteriyor ve önümü aydınlatıyordu. Bu sesi biliyordum. Onun sesiydi, annemin. Gece yatmadan önce onu tekrar görebilmek için çok dua etmiştim ve anlaşılan o ki Tanrı dualarımı kabul etmişti. "Anne!" dedim tanıdık simaya doğru koşarken. Tıpkı benim gibi onunda üzerinde beyaz uzun bir gecelik vardı. Koyu kızıl saçları örülüydü ve belinin aşşağısına kadar uzanıyordu. Açtığı kollarına hiç düşünmeden kendimi atarken kollarımı sımsıkı beline sardım. "Seni bir daha göremem sanıyordum..." diye fısıldadım ağlamaklı sesimle. Saçlarıma hafif bir öpücük bıraktı. " Sen beni ne zaman görmek istersen sana ulaşırım güzelim." Kollarının arasından istemeyerek de olsa çıktım. "Bu nasıl mümkün oluyor? Senin öldüğünü düşünüyordum. Aynı şekilde babamın da..." Babam ölmüş müydü ki? "Anne babam - " "Gel otur şöylede sorularını tek tek cevaplayayım tatlım." Eli elimi tuttu diğer elini ise boşluğa doğru salladı. Ufak sarı ışıkları hayretle islediğim sırada aralarından ahşap bir bank ve etrafa dizilmiş mumlar belirdi. Birlikte banka oturduğumuzda, "İlk önce hangisinden başlamamı istersin?" diye sordu yumuşak sesi. Omuz silkerek, "İlkinden başlayabilirsin." dedim. Annem hafifçe gülümsedi. "Boynundaki taş, onun sayende seninle iletişime geçebildim. Ruhumda bedenimde yüzüğün içinde ancak safir bu yüzüklerle aynı yerden çıktığı için aralarında bir bağ var. İlk yüzüğü bulabildiniz mi?" Hızlıca başımı salladım, "İlki Açelya'ya ait. Meclis Aqua'nın." "Açelya annesi Nerissa ile iletişime geçebildi mi?" Başımı salladım. "Yüzüğü aldığı an Nerissa benim gibi kızı ile iletişim kurmaya başladı çünkü bizler yüzüklerin içindeyiz kızım." "Sizi nasıl çıkaracağız oradan?" Omuz silkti, "Bunun cevabını yüzüklerin tamamı bulunduğunda öğreneceğiz." "Bir şey daha sorabilir miyim?" Annem hafifçe gülerek, "Tabi ki ama her an büyü bozulabilir." dedi. "Babam yaşıyor mu anne?" diye sormamla yüzü düşerken vücudum sarsıldı ve gözlerim kapandı. Gözlerim tekrar açıldığında bu sabah dünya beyazdı. Gözlerimi pencere tarafından açtığım için ilk gördüğüm beyaz kar taneleri olmuştu. Normalde heyecanla kalkacağım yataktan az önce olanların hissettirdiği duygularla olduğundan daha yavaş kalktım. Hale odada yoktu ancak perdeleri açtığına göre çoktan uyanmış olmalıydı. Çalışma masasının üstündeki kutuyu ve notu gördüğümde nereye gittiğini anlamıştım. Bunlar senin için hayatım umarım beğenirsin. Seni meydanda bekliyorum kahvaltıyı orda yapacağız, geç kalma! -Hale Notu masaya bırakarak kutuyu alıp yatağa oturdum. Kutuyu ilk açtığım gibi siyah uzun çizmeleri gördüm, gülümseyerek onları çıkarıp yatağın üstüne koydum. Hemen ardından ilk gördüğüm andan beri ilgimi çeken siyah dantelli elbiseyi ellerimin arasına alıp incelemeye başladım. Altı v yaka askılı düz kumaşken dantelli kısım gerdanımın üstünden başlayıp elbiseyi tamamen sarıyordu. Dirseğimin biraz üstüne kadar dantel dar iken aşşağı doğru bollaşıyor ve hoş bir görüntü ortaya çıkarıyordu. Elbise dizlerimin biraz üstünde bitiyordu ancak kutunun içindeki termal tayt ve mor kadife pelerin ile fazla üşüyeceğimi sanmıyordum ayrıca siyah eldivenlerde sıcak tutacak gibi görünüyordu. Hale'nin evden ne zaman çıktığını bilmiyordum bu yüzden aceleyle üzerimi giyinip saçlarımı taradım. Göz diplerimden başlayan bir eyeliner ve siyah göz kalemi çekip rimel kullandıktan sonra göz altlarıma kapatıcı ve biraz da allık uyguladım. Bugün bir festival olduğundan biraz da olsa uyum sağlamak istiyordum. Buraya gelmeden önce arkadaşlarımla ne zaman dışarı çıksak o eyelinerla göz kapaklarımı boyardım bu benim için bir alışkanlıktı. Dudaklarıma geçen Hale'nin sürdüğü dudak palatıcısını da sürüp çizmeleri de alıp aşşağı indim. Evdeki sessizliğe bakılıcak olunursa Balay nene de gitmiş olmalıydı. Çizmeleri kapıda giyip anahtarı gizledikten sonra pelerinin kapşonunu kapatıp evden çıktım. Fazla derin olmayan karların içerisinde yürürken çizmelerimin çıkardığı ses kulaklarımı dolduruyordu. Hayvanlar ortalıkta yoktu sadece bir kaç kuş sesi geliyordu bazenleri. Ormandan çıkıp kasabanın taşlık yoluna ulaştığımda heyecanlı cadıların ve müziklerinin seslerini duyabilmiştim. Taşlık yoldaki karlar kenara süpürülmüştü evlerin çatıları ise milyonlarca kar tanesiyle doluydu. Evlerin dumanlarından çıkan şömine dumanları havaya doğru yükselsede onu zehirlemeden yok oluyordu bu da bir çeşit cadı tılsımıydı. Meydana giden tanıdık yolda yürümeye başladığımda cadılar karşıma çıkmaya başlamıştı. Kiminle göz göze gelsem ufak bir baş selamı veriyor karşılık olarak hoş tebessümler kazanıyordum. Eğer genç oğlanları saymazsak bu tebessümleri içimi kıpır kıpır ediyordu. Fazlasıyla mutlu oluyordum. Meydana girdiğimde ise asıl kalabalığın burada olduğunu anlamıştım. Geniş meydan içerisine kurulan sahneler ve eğlence merkezleri, yemek standları ve hediyelik eşya satıcıları her yerdeydi. Büyük cadı heykelinin etrafı cadılarla doluydu. Bu görüntü için şenlik ve ya festival gerçekten uygun kelimelerdi. "Hera!" Meydanın girişinde etrafı hayranlıkla izlediğim sırada heykelin önündeki tanıdık yüz ile o tarafa döndüm. Hale zıplayarak el sallıyor ve bir kaç cadının gülmesine sebep oluyordu. Kızlar da yanındaydı. Buz da kaymamaya dikkat ederek yanlarına koştum. Her biri üstlerinde renkli pelerinleri ve siyah çizmeleriyle gülümseyerek tıpkı benim gibi etrafı izliyorlardı. Yanlarına geldiğimde yeni ilgi odakları da ben oldum. "Selam." dedim gülümseyen bir sesle. "Hera bak!" Aniden Havin'in yüzüme tuttuğu atkı ile bir adım geriledim. Ani tepkisinden dolayı şaşkınca bir ona bir atkıya bakıyordum, "Bu nedir?" "Atkı, senin için Nesli örmüş." Benim için atkı mı örmüştü peki kendisi neredeydi. "O sıcak çikolata almaya gitti ama aslında utandığı için gittiğine eminim." dedi Havin düşüncelerimi okuyabilmiş gibi. Kendimi gülmemek için sıkarken koyu mor rengi atkıyı aldım. Enerjim mor rengine sahip olduğu için kendi dünyamızda mor rengi kıyafetler giymeyi tercih ederdim bu bana aslında ne olduğumu unutturmuyormuş gibi gelirdi. Hem de en sevdiğim renkti. Atkıyı boynuma doladıktan sonra arkadaki içecek tezgahındaki tanıdık yeşil pelerinin yanına gitmek için aralarından ayrıldım. Arkası dönük olan Nesli'nin omzuna yavaşça dokundum. Arkasını dönüp beni gördüğünde şaşırmıştı. "Hera sen ne ara geldin?" gözleri boynumdaki atkıya kaydığında gülümser gibi oldu yanakları hafifçe kızardığında bunun soğuktan mı yoksa başka bir neden dolayı mı olduğunu anlayamadım. Eldivenli ellerim atkımla oynarken omuz silktim. "Beş dakika önce falan." Elinde tuttuğu marshmallow dolu sıcak çikolata kupasına bakarken iki tane olduğunu görmemle kaşlarım çatıldı. "Şey biri senin için." Nesli'nin yanakları biraz daha kızardığında bunun soğuktan olmadığını anladım. Uzattığı kupayı avuçlarıma alırken kocaman gülümsedim. "Teşekkür ederim. Atkı ve sıcak çikolata için." "Önemli değil. Ben sadece buraya geldiğimizden beri birbirimizden daha da uzaklaştığımızı düşündüm ve biraz da olsa aramızdakileri eritmek istedim." Güldüm. "Sıcak çikolatayla mı?" "Sanırım." Dinemeye başlayan kar tanelerinin arasında kupayı dudaklarıma yaklaştırıp minik bir yudum aldım. "Haklısın, bir yudum sıcak çikolata bir şeyleri eritmekten oldukça etkili." dudağımın kenarına bulaşan sıcak çikolataları temizlediğim sırada o da güldü. "Hadi kızların yanına gidelim." "Durun durun biz geldik çoktan." Ilım kupama doğru eğildiğinde kendime doğru çektim. "Korkma korkma yemedik mamanı." Ancak söylediğinin tam aksine kupaya yaklaştı. İşaret parmağı ve baş parmağını birleştirip dudaklarına yaklaştırdı ve üfledi. Minik bir ateş dudaklarının arasından çıkıp kupanın içine karışmış. "Sıcak çikolata dediğin sıcak olur ay cadısı." Bilmiş bir tavırla kollarını göğsünde birleştirdiğinde tek kaşımı kaldırdım. "Güç mü yarıştırmak istiyorsun ateş çıkaran?(!)" Keyifle kupayı kafama diktim. Sıcak süt ve kakao karışımı boğazımdan kayıp giderken sırıtıyordum. "Kozlarınızı paylaşabileceğiniz bir yer biliyorum." dedi Hale ikimizin omzunada ellerini koyarak. Ilım ile aynı anda birbirimize baktık ve bunun hemen ardından Hale bizi çekiştirerek koşmaya başladı. ༻☾༺ "Buz pateni mi?" "Aynen öyle! Burada şov yapmanız fazla dikkat çekmez çünkü gençler burada birbirleriyle güçlerini yarıştırarak halka minik şovlar yapar." Hale ufak açıklamasını yapıp donmuş nehrin kenarında paten kiralayan amcadan kendine ve bana birer paten alıp aramıza geldi. Ben onun verdiği pateni ayaklarıma giyip çizmelerimi çıkarırken diğerleride aynı şekilde paten kiralıyordu. "Pelerinini ve atkını bana ver tılsımla vücud ısını sabit tutarım." Başımı sallayarak önce pelerinimi sonra atkımı çıkararak ona verdim. Siyah elbisem şov için uygundu. Siyah lastikle saçlarımı gevşek bir at kuyruğu yaptım ancak öndeki bir kaç perçem aradan sıyrılmayı başardı. Hale eşyalarımızı satıcıya bırakırken Ilım'da pelerinini çıkarmış ve onunla birlikte bırakmıştı. Altına giydiği kıyafetleri şimdi daha net görebiliyordum. Kırmızı deri pantolonu ve siyah badisi vardı. Badinin üstüne pantolon ile aynı renk askılı korse crop giymişti ve sanırım o da deriydi. Pantolonun üstüne siyah patenleri giymiş ve düz sarı saçlarının arasında ki her an kırmızılaşabilecek mavi hareleriyle yanıma geliyordu. "Hanımlar sizi sahneye alalım." Hale'nin komutuyla ikimizde donmuş göle kaymıştık. Buzun üstünde hafifçe kayarken tılsımdan ötürü üşümüyordum. Ilım ile birlikte ortaya gelene kadar kaymıştık. Kızlar bizimle aralarında biraz daha mesafe bırakmak adına kenarlara kaymış ve izleme pozisyonuna geçmişlerdi. Onlarında pelerinleri yoktu anlaşılan herkes kayarken rahat olmak istiyordu. "Başlayalım mı?" diye sordu Ilım. Elleri hafif havada hazır bir şekilde büyü yapmayı bekliyordu. Ellerimi hafifçe kaldırıp başımı salladım. Aramızda olan mesafeden ötürü birbirimize doğru hızla kaymaya başladık aynı anda onun hareleri kızıllaşırken benimkiler morlaştı ve mor enerji etrafımı sarmaya başladı. İkimizde aynı anda ellerimizi kaldırdık. Onun ilk hamlesini baş ve işaret parmaklarının birleşmesinden anlamıştım ve buna göre hareket ederek ellerimi göğüs hizamda dövüş pozisyonu alır gibi yumruk yaptım. Aynı anda Ilım'ın bağırışı kulaklarımı doldurdu ve hızla dudaklarımı araladım. "İgnis, magnus ignis sphera!" Ateş, büyük bir ateş topu! "Lunae lumen, speculum!" Ay ışığı, ayna! Yumruklarımı ateş yaklaştığında açmamla ayna görevi yapan kalkanım oluşmuş oldu. Ateş topu hızla Ilım'a dönerken son anda elleriyle onu tutmayı başardı. O nefes nefese kalmış dururken ellerimi hafifçe indirerek hafif bir reverans eşliğinde etrafımda döndüm. Bu sırada yaydığım enerji etrafa ufak parıltılar saçıyor ve küçük çocukları etrafına topluyordu. Buzun üzerinde süzülürken arkamda bıraktığım sinir küpünü umursamıyordum bile. Ancak üzerimdeki gözleri hissetmek mümkündü. Havada süzülen elim tutulup kendine çekildiğinde bir an dengemi kaybedeceğimi düşündüm ancak belimde hissettiğim bir diğer el beni yakaladı ve düşmemi engelledi. Onun kokusunu aldığım an kim olduğunu anladım. "Alar?" Kül ve kan. "Senin ne işin var burada yine?" Omuz silkerek benimle birlikte buzun üstünde hareket etmeye devam etti. "İlk kar festivalini kutluyorum." "Bu cadılara özgü bir kutlama değil mi?" "Cadılar beni sever." "Ben hariç." diyerek göz devirdim. "Evet sen hariç." dedi sırıtarak. Ne kadar umursamazdı şu ignis. "Tüm gözleri etrafına topladın." "Bilmem fark etmedim." Farkındaydım ama bunu dile getirirsem benimle uğraşacağına emindim. "Benim gözüm başından beri senin üzerindeydi." Gözlerimden şaşkınlık dalgası hızla geçerken ne diyeceğimi bilemez bir şekilde ondan uzaklaşmaya çalıştım. Buna izin vermeyerek gülümsedi ardından ayak uydurabileceğim bir hızla karşı yakaya doğru buzun üzerinde ilerlemeye başladı. Bunu yaparken benimle ufak bir dans içerisindeydi aynı zamanda. Karşı koymamaya karar verdim. Bir kaç gün içerisinde eriyecek ve kendisinden iz kalmayacak buzların üzerinde bana yaptıklarını bu an için başka bir yere kaldırdım. Bu an tıpkı üzerinde kaydığımız buzlar gibi kendisinden iz kalmayarak kaybolacak bir anıydı benim için. Böyle olmasını umut ediyordum. Gölün karşısına geldiğimizde durdu ve tek ayağını zemine doğru kaldırdı. Kırmızı enerjinin ayaklarının ucundan geçmesiyle birlikte patenin yerini siyah botlar aldı. Ben ona şaşkınlıkla bakarken elini tutmam için uzattı ancak bunu yapmayacağımı anladığında kendisi elime uzanıp beni kendine çekti. Düşeceğim korkusuyla ağzımdan bir çığlık çıkarken ellerim omzunu buldu onun elleri ise belimi. "Ben buradayken düşmekten korkmana gerek yok cadı." Ayaklarımı kontrol ettim, patenler gitmişti. Kızlardan oldukça uzaklaşmıştık ve bir ormanın girişinde olduğumuzu fark ettiğimde anlamayarak ona baktım. "Neden buraya geldik?" "İpucunda geçen ormanın girişi burası." Sakince söylediği sözlerin ardından tekrar gözlerim şaşkınlıkla kocaman açıldı. "Sen burayı nereden biliyorsun?! Hayır hayır onu geçtim ipucumu nereden biliyorsun?!" "Medusa'nın duvarları incedir." dedi gayet rahat bir tonla. "Ormana girmek ister misin yoksa kahvaltı yapmaya mı gidelim pardon öğle yemeği daha mantıklı olur." Gözlerim arkada karla kaplanmış olsada ölü görünen dalları belli olan ormana kaydı ve kısa bir anlığına teklifini düşündüm. Onunla kızlar olmadan tek başıma bu ormana girmek kesinlikle aptallık olurdu üstelik isyan bayraklarını çekmiş olan midem açlığa daha fazla dayanamazdı. Neyseki midem ikimizin duyabileceği bir sesle gurulduyarak mesajı vermiş oldu. "İyi öyleyse meydana gidelim de senin şu göbüşü dolduralım." Sırıtarak karnıma bakıyordu. Koruma iç güdüsüyle kollarım karnıma sarıldı, "Benim göbeğim yok bir kere!" doğru söylüyordum göbeğim yoktu benim. Bir cadı olarak bu konuda tabiki tılsımım vardı. Ne yani siz cadı olsanız kilo almamak için tılsım yapmazmıydınız sanki? Ben Tanrı'nın verdiği nimetleri kullanıyordum hem! Alar başını 'he he' dercesine salladığında öfkeyle çizmemin topuğunu sertçe ayağına bastırdım. "Geberesice!" Önden öfkeyle hızlı adımlar attığım sırada arkadan kahkahası duyuldu, "Ben zaten ölüyüm aptal!" 🌙 Meydan saatler geçtikçe çok daha kalabalık bir hale geliyordu. Genç, yaşlı, çocuk demeden pek çok cadı ve büyücü vardı. Aralarından sıvışarak geçerken nezaketen gülümsüyor ve selam veriyordum ancak ne ben onları tanıyordum ne de onlar beni. Bu kasabanın en güzel kısmı da buydu bence, yabancılık çekmemi sağlıyordu. Arkamda olan şeytanı neredeyse unutmak istiyordum ancak ne zaman genç cadıların arasından geçsek hepsinin bakışları arkamdaki noktaya odaklanıyor ve beni fazlasıyla sinirlendiriyordu. Böylesine genç cadıların bir şeytan tarafından harcanmasını istemediğim için onu kolundan yakalayıp ilk duyduğum tatlı kokulu dükkana girdim. Tatlı insanı değildim daha çok acı ve tuzlu yemekleri tercih ederdim ancak yanından geçtiğimiz an bu tatlı koku beni mest etmişti. Etrafa biraz göz gezdirince Polonya'da reçelle yapılan bir donat olan pączki dükkanı olduğunu anladım. Yani duvardaki görseller öyle gösteriyordu. "Buyrun?" Genç bir büyücü yanımıza geldiğinde duvarlara bakmayı bırakarak başımı ona çevirdim. "Merhaba biz dört pączki bir tane de sütlü kahve alalım." "Bir tane kahve mi?(!)" Arkamı dönmeden omuz silktim, "Burada sana kan arıyacaktım bir de!" "Kahve içebiliyorum ben." "Kahve sayısı iki olsun mu efendim?" Arkamı dönmeden dudaklarımı dişleyerek başımı salladım. "Siz geçin oturun şöyle ben hemen getiriyorum." Dışarıya bakan masalardan birinin sandalyesini çekip oturduğumda kollarımı göğsümde birleştirdim ve dik dik ona bakmaya başladım. Camdan karşıda oturan genç kızlara göz kırpıyordu şerefsiz. Kendime engel olamadan elimi şıklatarak cama vurdum. Çatıdan karlar hızla düşüp camın önünü kapattığında hafifçe sırıttım ancak onun fark etmemesi için hızla eski haline döndürdüm. Çaktırmadan ona bakmaya çalışıyordum ancak bana bakıyordu yani çoktan fark etmişti. "Ne oldu kıskandın mı cadı?" diye sordu sırıtarak. Keyiften dört köşe olmuş otuz iki diş sırıtıyordu. Etrafa baktım, "Garson çocuk için yaptım ben, dik dik bakıyorlardı çocuk rahatsız rahatsız duruyor rahat çalışsın diye." dedim durumu toparlamak adına sakince yalanları dizmiştim ancak o da aptal değildi. "Garson çocuk şu arka mutfaktan çıkan mı?" Başımı isteksizce arka mutfağa çevirdim, tam o taraftan garson elinde tepsilerle geliyordu. Tepsileri önümüze koyup 'afiyet olsun' dedikten sonra yanımızdan ayrıldı ve bizi yalnız bıraktı. Alar'dan tarafa başımı hiç çevirmeden donatlarımı afiyetle yemeye başladım. İlk ısırığımı aldığım an gözlerim kapanmaş ve beğeni dolu mırıltılar çıkarmıştım. Hafif bir tatlıydı bu yüzden hoşuma gitmişti. "Yavaş ye de boğulma." dedi gülerek ama kendisi yemiyordu. Ağzımdaki lokmayı bitirmek üzereyken gözümle tabakları işaret ettim, "Sen niye yemiyorsun?" Sadece bir kaç kez kahveden yudumlamıştı o da minnacıktı. Donatlarıma hoş olmayan bakışlar attı, "Tatlı sevdiğim bir ölümlü yemeği değil." Omuz silktim, "Keyfin bilir, seninkileri de zevkle yerim ben." Onun tabağındaki donatları da kendi tabağıma alıp hepsini mideme indirdikten sonra enerjim çok daha fazla yükselmişti. Arkama yaslanarak kahvemden son yudumlarımı alıyordum. Gözlerim camdan dışarıyı izlerken Alar ayaklanmıştı. Kaşlarımı çatarak başımı ona çevirdim, "Gidiyor musun?" diye sordum kahve bardağını masaya bırakırken. Alar başını salladı, "Etrafta sorun çıkarmasın diye genç ignisleri uyarmam lazım." dedi ondan beklenilmeyecek kadar ciddi bir sesle. Anladım dercesine kaşlarımı kaldırdım ve kızların yanına gitmek için ayaklandım. "İyi öyleyse bende kızların yanına döneyim." Kasaya doğru gitmek üzereyken kolumu yakalayarak beni durdurdu. "Benden olsun sen git." İtiraz etmeden omuz silktim ve elini gevşettiği için kolumu çekip kısaca 'hoşçakal' diye mırıldandıktan sonra dükkandan ayrıldım. Kızlar onları son bıraktığımda buz tutmuş göldeydi muhtemelen oradan sıkıldıktan sonra meydana dönerlerdi çünkü eğlenceler burada yapılacaktı. Onları beklerken bi bankta oturup etrafı izleyebilirdim. Çeşmenin yanındaki banklara yürürken önüme bir şey düştü. Küçük bir kız çocuğu benden üç dört adım uzakta buz tutmuş zeminden dolayı kayıp düştü. Ona doğru hareketlenmiştim ki başka eller benden önce küçük kızı kaldırıp kucağına aldı. "Milena!" Gece mavisi saçları olan kadın kızını iyice sarmalayıp aynı renk saçlarının arasına öpücükler kondurdu. Kızın saçları annesinin ki ile aynı renge sahipti bembeyaz tenleri ölü gibi duruyordu ancak kadının doğal bir güzelliği vardı. Su gibi denilecek türden. Küçük kız başını annesinin göğsünden kaldırdığında lacivert gözlerini görebildim. Soğuktan dolayı yanakları pembeleşmişti muhtemelen. Beş altı yaşlarında görünüyordu. "İyiyim ben anne, yanlışlakla su birikintisinin içine girdiğim için kaydım." dedi küçük kız ancak bazı harflere dili dönmüyordu. Annesi gülümseyerek yanağını öptü, "Dikkatli olmasın Mile." dedi kızına şefkatle bakarken. Bu içimdeki bir boşluğu daha net hissetmemi sağladı. "Mile! Eliza!" Arkalarından beyaz denilebilecek kadar açık ton saçları olan bir adam gelip kadının beline elini koydu. Siyah bir pelerin giyiyordu adam. "Milenam, gecem, senin hoşuna gidecek minik bir gösteri yapılıyor oraya yaşıtlarının yanına gitmek ister misin?" Küçük Milena minik dudaklarını büzüp biraz düşündü, "Bu tehlikeli değil mi?" Babası olduğunu düşündüğüm adam güldü, "Biz yanındayız bir tanem o yüzden sorun değil tamam." Onlar farklı bir yöne gülerek ilerlerken arkalarında donup kaldım sanki. Küçük Milena benim hiç sahip olamadığım ve olamayacağım bir şeye sahipti, aile. Onlar binlerce kar tanesinin arasında kayboldu ben ise binlerce kar tanesinin arasında yalnız kaldım. Bazen öyle olurdu işte, binlerce kar tanesinin arasında yalnız hissederdi insan. Bir kaç dakika orada durdum ancak yol ortasında durduğum için bir kaç cadı ve büyücü homurdanarak yanımdan geçiyordu, bu yüzden bankın yanına gittim. Buz tutmuş bankı eritmek ve ısıtmak için enerjimi sağ elimde biriktirerek ısındırdım ve yavaşça oturacağım yerlerin üzerinde gezdirdi, buzlar çözülüp bank ısındığından oturdum. Kızların gelmesi umarım uzun sürmezdi çünkü saat geç oluyordu ve sanırım sahnede konser gibi bir şey olacaktı. Tam olarak anlayamamıştım ancak sahneye mikrofon, gitar ve batari olduğuna göre kesinlikle müzik olacaktı bundan emindim. "Ay bekçilerinden bir grupmuş sanırım grubun ismi Gecenin Çocukları!" Genç cadı kızları sahnenin hemen yanına ayaklı tabela yerleştirip giderken konuşmalarına biraz kulak misafiri olmuştum. Demek gerçekten konser vardı. Daha önce hiç konsere gitmemiştim. Sevdiğim grup ve sanatçılar vardı ancak Balin küçük bir kasabaydı ve sanatçıların hatta normal insanların pek tercih ettiği bir yer değildi. Arada minik eğlenceler olurdu onda da kasabaya gelen bir kaç eğlence aleti olurdu genellikle. Orada fazla aktivite olmamasının nedeni insanlarından kaynaklıydı biraz da. Sanki başka bir evrene onlar hapis olmuştu da surat asıp duruyorlardı. Gençler zaten bir avuç aptal sürüsüydü gözümde. Her biri insaların kusurlarını eleştirip bunlarla dalga geçer ve o kişi utandığında bununla eğlenirlerdi. Umursadıkları tek şey dış görünüştü. Bir kaç erkeğin çıkma teklifini reddettiğim için yaydığı dedikoduları hatırlıyorum da onlara oldukça iyi cezalar vermiştim. Zaman gittikçe sıkılmaya başlamıştım burada telefon olmaması çok kötüydü ancak büyülü bir evrende ona ihtiyaç duyulduğunu sanmıyordum. Büyü ile iletişim kurmanın bir yolu olmalıydı ancak biz kendi evrenimizde telefonlara sahip olduğumuz için buna ihtiyaç duymuyorduk. Şimdi ise telefona ihtiyaç yoktu. "Hera demek buradasın!" "Havin?" dedim aniden gelen sesin sahibi ile göz göze geldiğim an. Nefes nefese kalmış gibi görünüyordu. Elinde tuttuğu mor pelerini gördüğümde kaşlarım çatıldı. Bu benim pelerinimdi ancak büyüden dolayı yokluğunu hissetmemiştim. Büyü yavaş yavaş etkisini kaybetmeye başlamıştı ancak Havin tam vaktinde gelerek beni kurtarmıştı. Nereye baktığımı anlayarak pelerinimi uzattı. Minik bir tebessüm eşliğinde, "Kızlar sahnenin orda bekliyor yanlarına gidelim hadi." dedi. Pelerinimi alıp ayağa kalktım ve üzerime giydim. Havin'in uzattığı kolunu tutarken gülerek sahneye ilerlemeye başladık. Hava kararmaya başlamıştı bu yüzden sokak lambaları parıltılar eşliğinde ard arda yandı. Sahneye de bir kaç ışık konulduğu için etraf aydınlıktı. Zamanın bu kadar hızlı geçmesi beni şaşırtsada fazla umursamadan Havin'in heyecanla anlattığı buzda dönüş hareketeni dinlemeye devam ettim. Onlar ben gittikten sonra da uzun bir süre kaymış ancak dikkat çekmeye başladıklarında oradan ayrılma zorunda kalmışlar. Maalesef kasaba halkı bizim kim olduğumuzu öğrenirse ne olurdu bilmiyorduk ancak cadılar da insanları öldürmek istiyorsa herkesin hayatına burada devam etmesi daha doğruydu. Bir tarafım onları ne kadar anlıyor olsada insanlar sadece kendilerini korumak istemişti ve bunun için öldürülmeyi hak etmiyorlardı. Onlar bizim sahip olduğumuz gibi özel güçlere sahip değildi bu yüzden buna mecburlardı. "Hera?" Daldığımı fark ederek gözlerimi bir kaç kez kırpıştırdım. "Kızlar şurada." Sahnenin ön taraflarına doğru ilerlediğimizde Nesli ve Hale bizi fark ederek el salladı. Havin yanlarına koşarak giderken bende adımlarımı hızlandırdım. Açelya son günlerde olduğunun aksine daha enerjik görünüyordu Ilım ise göz göze geldiğimiz an yüzünü buruşturup başka bir yöne döndü. Anlaşılan bugünkü meydan okumada yenildiği için hala sinirliydi. Hale ile Nesli'nin ortasına geçtiğimde Hale elime plastik bir bardak tutuşturdu. "Bu ne?" diye sordum bardağın içindeki köpüklü sıvıyı koklarken. Hale gülerek, "Kremalı cadı birası içerisine birazda ısıtıcı toz koydum böylece büyüleyici elbisenle durabileceksin." dedi ve omzuma hafifçe vurdu. Üşüyordum bu yüzden içmek mantıklıydı ancak sarhoş olmakta istemezdim gerçi buna ihtiyacım vardı. Kafamın dağılmasına yani. Bu yüzden büyük bir yudum aldım. Hale yavaş olmamı söylesede dinlemedim çünkü içtiğim an içim sıcacık olmuş ve vücudum gevşemişti. Hale kızarak önüne dönerken pelerini üzerimden çıkarım ellerimle onu sıkıştıra sıkıştıra minik bir kumaş haline getirdim bir süre sonra ellerimden kayıp gittiğini fark etmemiştim bile. Ancak umursamadım çünkü ona ihtiyacım olduğunu düşünmüyordum artık. Bardağı dudaklarıma değdirdiğim sırada büyük bir alkış ve çığlık sesi koptu. Yüzümü buruşturarak başımı sahneye çevirdim. Dört ay bekçisi olduğunu düşündüğüm genç sahnedeydi. Bateride turuncu saçlı ve çilleri olan biri vardı. Gitarlı iki kişi sağ ve sol taraflarda duruyordu. Biri koyu kahve saçlara ve esmer bir tene sahipken diğeri kumral ve biraz daha açık tenliydi. En önde ve tam karşımda olanın önünde mikrofon, boynunda ise gitar asılıydı. Siyah saçları, buğday teni ve koyu renk gözleri vardı. Koyu renge sahip gözleri etrafta gezinirken benimkilerle göz göze geldi. Bir kaç saniye boyunca gözlerime baktıktan sonra hafifçe gülümser gibi oldu. Kaşlarım çatılarak ona dikkatli baksam da baterinin sesi duyuldu ve ardından müziğe giriş yaptılar. Gecenin Çocukları isimli bu dört genç daha önce ilk kez duyduğum şarkıları sıralarken sanırım dördüncü kremalı biramı içiyordum. Başta kafa dağıtmak içindi ancak şimdi tamamen keyiften içiyordum. Tadı kötü de değildi üstelik. Halam her zaman içkilerin acı ve kötü olduğunu insana istemeyeceği şeyler yaptıracağını bu yüzden de belirli bir yaşa gelene kadar içmemiz gerektiğini söylerdi. Nesli onu dinleyerek yirmi yaşında ilk kez hafif bir bira içmişti ben ise on yedi yaşlarımda başlamıştım. Bir çocuktan fena halde hoşlanıyordum ancak çocuk ciddi anlamda şerefsizdi ve kalbimi paramparça etmişti bende alkolün beni iyileştireceğine inanmıştım. Neyseki parçaları zar zor birleştirmiş eskisi gibi olmasada düzeltmiştim. Aşk defteri benim için o zaman kapanmıştı. "Hera, biraz yavaş git çarpacak." Konuşanın kim olduğunu artık anlayamıyordum ama önemli değildi muhtemelen kızlardan biriydi kim olduğu fark etmezdi. "Bir şey olmaz!" diyerek bardağı tekrar kafama diklemeye çalıştım ancak boştu. Ne çabuk bitmişti öyle daha yeni doldurmuştum. Oflaya puflaya, "Ben biraz daha kremalı bira almaya gidiyorum!" diyerek aralarından sıyrıldım. Arkamdan birileri bağırıyordu ancak bir aptal gibi duymamazlıktan geldim. Gelmemeliydim. Başım fena halde dönüyordu ve muhtemelen sarhoş olmuştum. Kızların yanından ayrılmak iyi bir fikir değildi ama maalesef bunu farketmem uzun sürmüştü. Kalabalığın arasından sıyrılarak banklardan birine oturup bacaklarımı uzattım. Gözlerimi bir kaç saniyeliğine kapatıp açtım. Müzik devam ediyordu ancak ben çoktan sıkılmıştım, uyumam gerekiyordu. Hale'ye haber vermeye gidene kadar ezileceğimi düşündüğüm için taş yolda tek başıma yürümeye başladım. Tüm kasaba halkı meydanda olduğu için sokaklar boştu. Etrafı sokak lambaları ve yıldızlar yeterince aydınlattığı için herhangi bir büyüye ihtiyaç duymadan buzlu yolda dikkatlice ilerlemeye çalıştım. Çalıştım çünkü adımlarım birbirine girip duruyordu ve eğer elimle kendimi son anlarda ittirmesem yere yapışıp dururdum. Cadılar kolay kolay sarhoş olmazdı üstelik ben pek çok ağır alkol denemiştim bu bira beni nasıl sarhoş edebilmişti ki? Kendime söve söve ilerlediğim yolda ormana yaklaşmıştım ki benimkiler dışında bir kaç adım sesi daha duymuştum. Aslında bir süredir kulağıma buzun kırılma sesi geliyordu ancak bunu sarhoşluğuma yoruyordum. Fakat sarhoş olsamda sezgilerim doğruydu, takip ediliyordum. Gözlerimi kapatarak enerjilerine odaklanmaya çalıştım. İgnis değillerdi ancak biri büyücü iken diğeri farklı bir enerjiye sahipti. Cadı olanın yaydığı kırmızı enerjiden onun ateş çıkaran bir büyücü olduğunu anlayabilmiştim. Diğeri saydam bir enerjiye sahipti okuduğum bir kitapta ruh koparanların enerjisin saydam olduğu yazıyordu. Eğer beni kasıtlı olarak takip ediyorlarsa sıçmış olabilirdim yani. Ruh koparanlar herhangi bir canlının ruhunu emebilir veya onu kontrol edebilirlerdi. Zamanında insanlar için büyük tehlike oluşturdukları için yüz yıl boyunca yer altı zindanlarına kapatılmış sonrasında bir anlaşma ile serbest kalmışlardı. Eğer bana saldırırlarsa bu sarhoş halimle ne kadar karşı koyabilirdim bilmiyorum. Üstelik bir diğeri ateş çıkaran büyücüydü. Ayık olsam zorda olsa kurtulabilirdim ancak ayakta bile zar zor dururken ne yapabilirdim ki? Bu yüzden onları yok saymaya çalışarak adımlarımı hızlandırdım ancak onlarda hızlandı. Kolumun aniden yakalanması ile zar zor durabildim. Vücudumu kendine çeviren cadı zoraki bir gülümsemeyle yüzüme bakıyordu. Kızılımsı gözleri ve hafif kırışmaya başlayan yüzü bana otuzlarının sonunda olduğunu düşündürdü. "Ne yaptığını sanıyorsun sen?!" diye öfkeyle bağırdım. Adamın eli sıkılaştı, "Kusura bakma ufaklık arkadaşım zor durumda ve taze bir ruha ihtiyacı var." dedi pek de üzgün olmayan bir sesle. Arkasındaki ruh koparanla göz göze geldik ve o an iliklerime kadar irkildim. Vücudu bembeyaz kesilmişti ve neredeyse saydamlaşmıştı. Bir erkekti ancak yaşını tahmin edemiyordum. Saçları ve gözleri ürkmeme ve gerilemeye çalışmama neden oldu ancak büyücü beni sertçe çekti. "Nereye gittiğini sanıyorsun?!" Kolumun acısıyla yüzümü buruştururken enerjimi tuttuğu kolumda topladım ve mor dalgalar onu geriye savurdu. Adam yuvarlanarak yere düştüğünde sinirlenmiş görünüyordu ancak arkasındaki ruh koparan herhangi bir harekette bulunmuyordu sadece beyaz gözlerini üzerime dikmişti. "Seni küçük sürtük!" Büyücü ayağa kalktığında saldırı pozisyonunu aldım ve ona yoğunlaşmaya çalıştım. Ellerinde topladığı kızıl enerji harlanarak ateşe dönüşürken üzerime koşmaya başladı. Kalkan için enerjimi ellerime yoğunlaştırırken sağ elini bana doğru kaldırdı ve hiç beklemediğim bir anda ateşten bir kılıç karnıma saplandı. Hissettiğim acı ile gözlerim büyürken ağzımdan öksürük ile kanlar çıktı. Aynı şey elbisemin altındaki karnımda da gerçekleşiyordu ve gözlerim acıdan dolu dolu olmuştu. Büyücü kılıcı çekti enerjisini geri topladı. Kılıç karnımdan çekildiği anda vücudumu taşıyamadım ve saniyeler içerisinde dizlerim karlarla buluştu. Çenemden aşşağı akan kanlar yerde karnımdakilerle beraber minik bir kan göleti oluştururken tek elim karnımı buldu. "Onu öldürmemen gerekiyor Maverick." Güçsüz ses ruh koparana aitti bunu anlamak zor olmamıştı. Adımları yaklaşırken ne hamle yapacağımı artık bilmiyordum. Tam önümde durduğunda elini başımın üzerine koydu, "Ruhunu ver bana küçüğüm." Başımı zorlukla kaldırdım, "Cehenneme git." Hissettiğim acı saç tellerimin koparılacak kadar güçlü çekilmesinden dolayıydı. İnleyerek ellerini ittirmeye çalıştım ancak enerjim oldukça azdı. Acı içerisinde kıvranıyordum ve muhtemelen bir kaç dakika içerisinde ölecektim. Bu düşünceler zihnimi karanlığa boğarken kilitli bir kapı zorlandı. İçerisinde ne vardı bilmiyorum ancak dışarı çıkmak için kendini hırpalıyordu resmen. Koyu bir mora sahip enerji bana bir umut aşıladı. Zihnimdeki bir el kilide uzandı ve onu serbest bıraktı aynı anda bir kırılma hissettim ancak bu kesinlikle bana ait değildi. Boğazımdan çıkan canhıraş çığlığın eşliğinde saçlarımdaki acı kayboldu. Gözlerimi açamasamda yaydığım enerjiyi hissediyordum ve bu çok güçlüydü. Kulaklarımı çığlıklar doldururken durmadım ve enerjiyi daha da güçlendirdim. Acının yerini öfke aldı ve bir ejderha misali bunu püskürttüm. Yaktım, parçaladım, yok ettim ve bunu gözlerimi açamasam da hissettim. Tükendiğimi hissettiğim an dudaklarım kapandı bir saniye sonra öksürerek yere kan kustum. Gözlerimi araladım, karnımdaki sızı geçmişti. Etrafa baktım nefes nefese ve gözlerim kocaman açıldı. Ormanın girişindeki kullanılmayan evler paramparçaydı ve çevremdeki kar yığınları etrafa saçılmış ağaçlar uzak bölgelere savrulmuştu. Sonra onları gördüm. Ruh koparanın bedeni gittikçe saydamlaştı ve ardından küllerin uçması gibi bir buhar olup yok oldu. Elim şok içerisinde ağzıma giderken yerdeki büyücüye baktım. Öylece yatıyordu, uzaktan gördüğüm kadarıyla göz çevresinden gözyaşı gibi kanlar akıyordu ve teni... Tanrım teni kapkaraydı ve enerjisini hissedemiyordum. Gözlerimden yaşlar akmaya başlarken ne yaptığımın farkına varabildim. Onları öldürmüştüm, her ikisinide. Ellerimdeki kan ve yaydığı koku gözyaşlarımın artmasına neden oldu. Hıçkırmaya başlarken sarsıldım ve acı içerisinde ağlamaya başladım. İlk kar festivali bir çok cadı için özel bir gündü ancak artık benim için değildi. Bugün ancak bir lanetten ibaret olabilirdi. Çünkü bu gece kan kokuyordu hayır kan kokan gece değildi kan kokan ellerimdi. Bu gece çok büyük bir hata yapmıştım, çok çok büyük bir hata. Kötü enerji serbest kalmıştı ve ben iki canlıyı öldürmüştüm. Öldürmüştüm , bu ellerle. Bu kan kokan ellerle. Artık temizlenmenin bir yolu kalmamıştı üzerime kocaman bir etiket yapışmıştı artık. Ben birilerini katletmiştim, ben katil olmuştum. BÖLÜM SONU instagram:vaerosass |
0% |