Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm

@vahsi.kelebek

BÖRÜLCE-1* Durum Leyla...

Bölüm Şarkısı- NİLÜFER-TA UZAK YOLLARDAN

Arkadaşlar hikayeme başlamadan önce uyarmak isterim ki, hikayem geçmişle bağlantılı iki şekilde olacak. Hem geçmiş, hem şimdiki zaman. Geçmişi uzatıp sizi sıkmamaya gayret edeceğim. O halde alın peçetelerinizi, patlamış mısırlarınızı ve kemerlerinizi bağlayın:)

Not!: Doksanları yaşamaya hazır ve nazır mısınız? Bizim Börülcemiz, bir Bursa yolculuğu ile yazılacak:)

O halde başlayalım efenim... Tarihinizi ve düşüncelerinizi yazmayı atlamazsanız sevinirim:) Buyurun, iyi okumalar:)

🍒

'Un dos tres cuatroBu kız bana bana gelmiyor
Yoksa beni beni sevmiyor mu yar
Bana bana bana gülmüyor
Sarmaş-dolmaş bile olmuyor
Beni dünden bugüne
Dünden bugüne kadar kimse
Beni bildi şeker gibi şeker gibi eritebile
Hep böyle ol şekerden de şeker ol
Sen de benim gibi seven biri ol
Praben ama milimilimol
Derdime derman işte çokolat kız
Bir yandan çokolat hastasıyız
Derdime derman işte çokolat kız
Ama çokolata kom
Hamama milimom
Derdime derman işte çokolat kız
Biz aslında çokolat hastasıyız
Derdime derman işte çokolat kız
Ama çokolata kom
Hamama milimom pattırabeyn
Mama milimiliman pattırabeyn pattırabeyn'

Kafamda taşıdığım kitapları düşürmeden kulaklarımı iyice dolduran ses ile gözlerimi hemen bahçe de yanı başımda oturan Sema'ya çevirdim.

'' Bu densiz yüksel ihtimal senin ağabeyin olacak Nunu!''

Elinde ki pembe çiçekli fincanı kenara bırakarak kıkırdadı nazlı bir edayla.

'' Nurullah ağabeyim eminim ki yine Cerenin peşindedir. Sahi kuzum, Ceren nerede?''

'' İmtihanından beri göremedim onu. Aaa, iyi hatırlattın bak merak ettim şimdi. Ne yapsak gitsek mi?''

Sema ile her öğlen okul dönüşümüz de bizim bahçede piknik yapar, tam da bu saatlerde ağabeyi Nurullah-namı değer Nunu-Çok da kızar bu hitaba- altında ki şahininden çıkan şarkıları dinler, sonunda da Cerenin annesi Arzu teyzenin bir kova suyu üzerine boşaltması ile kahkahayı basardık.

'' Aaa! Nurullah! Ne o ipi sapkın çocuklar gibi kapımda tünedin yine! Yahu yeter be! Kime aşıksan onun damının altında dur çocuğum ayıp ayıp genç bir kızın mahremi burası!''

diyerek bir kova suyun dökülme sesiyle kafamda ki kitaplar yere düştü. Sema ile koşarak dışarıya çıktığımız da Nurullah ağabey üzerine yediği camsilli cam silme suyunu yemesine rağmen balkonda kıkır kıkır gülen Cerene büyük bir hayranlıkla bakıyor. Arzu teyzenin olmasına aldırmıyordu üstelik.

'' Ağabey! Aman Allah seni yanına almasın! Annem o gömleği daha yeni aldı pazardan! Aaa, Arzu teyze yetti emme! Şuncacık adamın üstüne hırlı hırsız demeden boca ediyorsun vallahi güceneceğiz ailecek! Ağabeyimi bilmez misin şahini ile müzik dinliyor ne zararı var Nurullahın sana?''

diyerek ciddi bir sitemle ağabeyinin koluna girerken ben kıkır kıkır gülüyor,

'' Ay ilahi Nunu!''

'' Börülce! Deme bana Nunu!''

diyerek kızgınlıkla baksada Nunu dememle Ceren de kahkahayı basmış, Arzu teyzenin de ona değen kızgıni bakışlarından nasibini alarak eve girmişti.

'' Nunu, Cemile teyze bu sefer seni eve almayacak!''

Nurullah ağabey derin bir nefes alırken hareketlendi. Gözünü diktiği yere bakınca bende çevirdim kafamı. Evimizin ötesin de kadınlar halılarını yıkayabilsin diye bir çeşme yaptırtmıştık Muhtar Cengiz amcaya. Çeşmede asılı kalan hortuma baktığını anlayınca ağzımdan bir -hi nidası yükseldiğin de kaçmama fırsat vermeden kesti önümü.

'' Kurtar beni Sema!''

Sema alık alık etrafa bakarken Nurullah ağabey çoktan hortumu eline almış beni kıskıvrak yakalamıştı.

'' Nurullah ağabey, aman ağabey lütfen ya anlaşabiliriz''

'' Bana bak cüce! On beşini yeni bitiriyorsun diye bana ergenlik havalarına girme kıskıvrak keserim o çalı süpürge saçlarını!''

Tamam Nurullah ağabey oldukça uzun, zayıf bir adamdı ama bana da delifişek derlerdi. Öndeki iki belirgin tavşan dişlerimle Nurullah ağabeyin çıplak kolumu kavrayan elini ısırmamla acı dolu bir yakarış firar etti dudaklarından. Sema bana yandın derken kolumda ki baskın kol gevşedi, buna tezat hemen arkamı döndüm ama çeşmede ki su gümbür gümbür kafamdan aşağı sırtıma yoğunlaşınca, bu Ağustosun kavruk sıcağında bir ürperti geçti buz gibi suyla. Ben kaçmaya çalıştıkça daha nereye kadar uzayacağını merak ettiğim hortum peşimi bırakmıyordu.

'' Nunu! Allah seni kahretmesin!''

dedim hala gözlerinde ki öfke diri iken. Donuma kadar ıslanmıştım, üstelik üstümde ki beyaz bisiklet yaka, önünde mor işlemeli lunapark desenli tişört, daha yeni çıkmaya yüz tutmuş fındık kadar göğüslerimin uçlarını belirginleşirdi. Kan yanaklarıma otururken, annemin aylardır,

' Eh be yavrum, bak artık atlet giyecek yaşı geçtin, göğüslerin çıkmış ayıp. Bir sutyen alalım sana'

deyimlerine sessiz ve rahatlığımdan dolayı şiddetle karşı çıksam da şimdi annemin demeye çalıştığını anlıyordum. Lanet olsun! Aklıma annemlerin günün de ki Huriye teyzenin

' Göğüsleri büyüdü maşallah bu kızların! Görücüleri gelir yakında'

söylemine nazaran;

' Neden Huriye teyze, mememize mi talip olacaklar'

sözümle annemden bir güzel terlik yemiş, kızların da bir hafta dilinde maskot olmuştum. Hatırladıklarım yüzüme yediğim su ile uçup giderken elimle göğüslerimi kapamış olmam Allahtan içi ter temiz Nununun dikkatini çekmedi. Çünkü gözlerini yüzümden asla ayırmazdı.

'' Nunu dur!''

'' Durmam!''

Bana ters gözle bakmadığı için de mahçubiyetimi anlayamıyordu, buda ayrı bir ironiydi. Ellerimle sımsıkı göğüslerimde bağlamıştım ama gözlerimi açamıyordum o ayrıydı.

'' Nurullah!''

Suratımda ki serinlik artık sıcaklaşmaya başlayınca sımsıkı kapadığım gözlerimi su aniden kesilince araladım. Tok, sert ve haşin bir ses Nunu, elinde ki hortum ve benim aramıza bir paravan gibi girerken hoplanan yüreğimi göz ardı ederek dönmeden omuz üstünden baktım. Yolun sonuna park etiği külüstüründen bir hışımla inerek bu tarafa doğru gelen adamla gümbürdenen kalbimi duymamaları için dua ederken Nurullah ağabey de abarttığını bana bakarak anlamıştı. Ben kafamı eğip onun adım seslerini duyarken taa iki metre öteden yıllardır kullandığı parfümü yayıldı buram buram ıslak bedenime.

'' Nurullah! Ne bu hal?''

'' Yav, Cihanım neyleyim şimdi bu bana Nunu deyip rezil eden Börülceni?''

Cihan'ım, Börülcen..

'' Ne bu hal? Sokağın ortasın da yeni yetme bebeler gibi, hadi bu küçük kız çocuğu ya sen Nurullah?''

Yüreğimin köşelerinden sızan kırgınlık boğazımı düğüm düğüm ederken hemen dolan gözlerimi sakladım ondan. Nurullah ağabey muhtemelen neden sesimin çıkmadığını merak etmiş bana bakarken Sema bağırdı.

'' Annem pazardan dönüyor koş görmeden eve ağabey''

Nurullah ağabey taramalı gibi konuşmuş ne dediğini anlamasam da ona bakmadan gitmesini söylemiştim. Ağustosun sıcağın da soğuk terler akıtırken derin ve sıkıntılı bir nefes peydah oldu ondan, nefesi çıplak boynuma ulaştığın da titredim.

'' Ah, ah börülce hiç ama hiç büyümeyeceksin!''

dedi isyan eder bir tonda. İçime içlemişti acısı, çocuk değildim ben ama çocukluğumu geç bitirmek istiyordum hala vaktim varken. Hem, neydi günahım da beni her böyle bir saçmalık üzerin de yakaladığında isyan ediyor du?

'' Cihangir ağa-

Cümlemi bitirmeme izin vermeden nereden getirdiğini bilmediğim bir ceketi omuzlarıma attı.

'' Evine gidip üzerini değiştir!''

dedi emir verir tonda. Ellerim göğüslerimde bağlı olduğundan kıpırdayamıyordum ama ceketi alınca önüme siper edip döndüm ona. Kızgıni bakışları kömür karası menevişleri bir kez daha bana hayal kırıklığı ile baktı.

'' Artık çocuk değilsin Ahuzar!''

diyerek döndü arkasını. Döndü ama, bende bıraktığı çocuk yarayı görmeden döndü. Dolan harelerimi görmeden döndü. Ve gitti. Arkasından öylece dımdızlak bakarken gitti...

🍒

'' Ahuzar!''

Kulaklarıma dolan bezgin sesle gözlerimi daldığım çeşme başından aldım.

'' Efendim anne?''

'' Yavrum ta sokağın oradan beri bağırıp dururum. İflahım kesildi''

Yazmasını sıkıntı ile yüzüne pervane ederken bana şaşkın bakışlarını göndermeyi de ihmal etmedi.

'' Affedersin anne, dalmışım''

diyerek elinde ki poşetleri aldım.

'' Neden bu kadar çok poşet var?''

Elinde ki poşetler neredeyse, her aldığı meyve sebzeden ikişer kilo kadardı. Yaz mevsiminde de değildik ki kışa hazırlık yapsın, kışın ortasındaydık resmen. Kar kapıdaydı ha yağdı ha yağacak Bursayı tedirgin ediyordu bu senenin kışı.

'' Misafirimiz var akşam yemeğine kuzum''

dedi annem poşetlerle içeriye geçerken. Kapının eşiğin de durup derince bir soluklandı. Bahçede ki kurumuş ağaca bakıp iç çekti.

'' Yaz gelse de bir açsa güzelim çiçeklerim. Ah''

dedi hayıflanarak. Biz, Bursa'nın Nilüfer ilçesinde yer alan, cıvıl cıvıl renklerin hakim olduğu, kışın gri, puslu havasının bile renklerimizi soldurmadığı bir mahallede yaşıyorduk. Kirazlı mahallesi.. Beş kişilik çekirdek ailemizin gönlü genişti. Annem Sultan namı diğer Kirazlının Sultanı idi. Herkesin gıpta ile baktığı bir kadındı annem. Altın günlerinin gözde ismi, eli lezzetli, lafını anında yapıştıran mert bir kadındı.

'' Kim geliyor anne''

dedim eşikte gözü dalmış anneme. Annem bir parça hasretle toparlanıp gözlerini çevirdi bana.

'' Geç yavrum sen, dertlenme gelen gelir. Çok işimiz var annem hadi hızlı git üstünü değiş te mutfağa gel''

Annemin evhamlı, ısrarlı haline gözlerimi devirerek girdim içeriye. Babam elinde ki mavi nazar boncuk detaylı fincanından kahvesini yudumlarken bizi görmesi ile elinde ki gazeteyi katlayıp doğruldu.

'' Hoş geldiniz hanımlarım''

dedi sevecen tavırda. Annem onu görünce kaşlarını havalandırarak;

'' İlahi Naci bey, madem evdesin ne diye gelmedin benimle pazara?''

Babam gülerek gözlerini bana çevirdi annemden.

'' Güzel kızım denk gelmiş sana hanımım. Hem yeni girdim bende içeriye. İşler durulmuştu, dedim ihtiyaç vardır hemen geleyim''

Poşetleri bırakıp babamın yanaklarından bir öpücük aldım.

'' Naci beyimiz, kahvenin yanına bir şey bulamadın mı?''

dedim köpüklü olan kahvesini işaret ederek. Saçlarımı okşayıp bir öpücük bıraktı saçlarımın arasına.

'' Oh güzelim benim, babasının gülü, börülcesi''

'' Baba ya!''

'' Babalara ya lanmaz! Hadi yavrum kap gel bana zulandan bir bitterli''

dedi gevrek gevrek gülerken. Annem elini beline atıp ölümcül bir tonda dikildi karşımıza.

'' İlahi sizlere! Yahu misafir gelecek akşama diyorum rahatlığınıza bak!''

Misafirin hala kim olduğunu anlayamasam da iç çekerek geçtim mutfağa. Mutfak çekmecesinden çıkardığım bitter çikolatadan bir parça babama uzattım. Şekeri olduğu için bitter yerdi.

'' Buyur baba''

'' Ellerine kurban olsun babası''

diyerek annemin beni odaya pışpışlaması ile üzerimde ki siyah sweati çıkarmış, güneş desenli soluk renkli- genelde temizlik yemek faslında giydiğim- eşofman takımını giyip belime serpilen saçlarımı ensemde sık bir topuz yapıp indim aşağıya. Babam çoktan kahvesini yudumlamış, anneme muhakkak bir saat kala uyandırmasını söyleyerek odasına dinlenmeye çekilmişti. İki katlı evimiz, üst katında ben ve Şuheda namı diğer Şuşunun odası vardı. Kız kardeşim benden iki yaş küçük bir de bir büyük ağabeyimiz Fiko, Fikret vardı. Onun da nişanlısı Ayşe ailemize sonradan katılmış ama anne ve babamın bizden ayırt etmediği bir diğer evlat olmuştu gelinden çok. Şuheda liseyi bu yıl bitirmiş, bir şirkette finans departın da staj yaparken Fikret ağabeyim girdiği banka da müdür olmuştu geçen yıl. Ayşe abla da orada tanıştığı bir kızdı.

'' Kuzum dolaptan havuçları çıkarıver, hemen mezeleri hazır edelim''

dedi kafasında ki yazmayı tok bir şekilde bağlarken. Ağabeyimin ekonomik durumu, benim de liseyi bitirmemle fazlasıyla iyi bir hale gelmişti. Babamın da emlak dükkanı vardı kendisine ait. Amcam ile işletiyordu her ne kadar yengemizle küs olsak da. Bizim liselerin bittiği dönemde ailecek bir maddi sıkıntı çok şükür ki çekmemiştik. Ama daha da yükselen bereketimiz ile oturduğumuz evi satın almıştık. Ailem buradan gidip koca binaların içinde ki kimsesizlere dönmek istemeyince, doğup büyüdüğümüz bu yerde durmaya karar verdik.

Annemin dediği gibi dolaba uzandığım da açık perdenin arasından Cemile teyzeyi görmemle anneme döndüm.

'' Cemile teyze geliyor''

'' Ah, canım arkadaşım işte. Gördün mü? Git kızım zili çalmadan aç kapıyı baban uyusun''

Elimde ki havuçları süzgece bırakıp kapıyı açtım tam eli zile yakın.

'' Ah, evdeymişsin kız börülce''

'' Evdeyim Cemile teyze gel buyur''

Terlikleri uzatırken o da ayakkabılarını çıkarıp feracesini verdi elime.

'' Asıver kuzum''

diyerek elinde ki saklama kabıyla mutfağa geçti. Ben de feracesini asıp mutfağa adımladım. Allahtan mutfağımız oldukça genişti. Kapıyı kapadı annem arkamdan. Elime tutuşturdu pembe bir yazma.

'' Bağla kuzum da saçın neyin düşer aman allah''

Annemin evhamı bu kadar yüksekse, çok önemli biri geliyordur demekki. Onun da bu dünyada değer verdiği-komşularına da apayrı bir değer verse de- karşı komşumuz vardı, ahiretliği.. O da beş senedir yüzünü görmemişti. Mutfak penceresinden karşı evin bahçesine bakarken içimde ki bir yerlerde sızlama hissi büyüdü, gözlerimi çektim.

'' Kahve yapayım mı?''

dedim Cemile teyzeye dönerken. Yazmamı da bağlamıştım.

'' Olur kuzum sade yapıver annenle bize''

diyerek hemen annemin kuru dolma faslına yetişti. Onlara kahve yapmış, gündelikden konuşmaya dalmışken ben de havuçları rendeleyip kızgın tavada pişirdim.

'' Cemile, kız narenciye şerbeti mi yapsaydık?''

'' Yok yahu, uğraştırır o. Kız ben reyhan getmedim mi sana? Yap reyhan şerbeti kolayca, soğur hemen daha var iki saat.''

'' Ahuzar, yavrum reyhanları yıka da tezgaha kover, işim bitsin de hemen yapayım şerbetini.''

Dolaptan reyhan çıkarırken Cemile teyze sonun da ağzında ki baklayı çıkardı.

'' Bitmiş mi davaları?''

'' Bitmiş çok şükür. Ezelden bitmişte, gelmeleri uzun sürmüş. ''

Kimden bahsettiklerini anlasam da yüreğim de ince sızı anlamamazlıktan gelmemi istiyordu.

'' Ah, nasıl olucak Sultan ablam nasıl olacak?''

'' Olacak Cemile nesi esi mi var? Kendi evleri elbette geleceklerdi bir gün!''

Kafamı şok hızıyla anneme çevirmiştim ama sırtı bana dönük masa da dolma doldurduğundan bakışları mı Cemile teyze cevapladı.

'' Ananın ahiretliği, Fundalar geliyor''

dedi bir çırpıda. Benim beş senemin hasret ve kinle harmanlaşmış zaman kavramımı Cemile teyze iki et parçası arasından saniyelerce söylemişti. Ruhum sıkıştı, bir el boğazıma tırmanırken annemin de omuzunun üzerinden bana baktığını gördüm.

'' Funda teyzenler dönüyor yavrum. Yoldalardır şimdi''

dedi kısaca. Gözlerin de mahçubiyeti, - ne yapayım kızım, aranız da ne geçmiş olursa olsun o benim ahiretliğim- olarak algılasam da bir parça kırılmış bir yürekle onayladım annemi. Sonuçta aylardır çıkamadığım o depresyon da yanım da bir annem, bir de Şuheda vardı. Unutmamış olsa da örselemiş olmasına gönül koymuştum ya orası ayrı.

Annem merakla sırtını çevirip bana bakarken onu endişelendirmemek adına işime devam ettim. Gözlerimi az önce çektiğim bahçeye çevirdim. Vurallar geri dönüyordu demek. Vuralların geri dönmesi, -Cihangir'in- dönüyor olması demekti.

Cihangir benim çocukluğum, geçmişim benim bir parçamdı adeta. Körpe bir ergen kızken hissettiğim duygularımın kurbanı olduğum Cihangir. Namı diğer delikanlı. Cihangir erkek kardeşi Samet ile annemin ahiretliği, yıllardır arkadaş olduğu, birlikte çifte düğün yaptırdığı Funda teyzenin oğullarıydı. Ağabeyimin can ciğer olduğu Cihangir, Şuhedanın büyük bir özveri ile adam ettiği Samet, ailecek birbirimizin içinde olduğumuzun kanıtıydı. Ta ki o gece Kirazlıda ki yangına kadar. Fiili bir yangın değildi ama ciğerleri dağladı. Cihangirin burada büyük bir tamirhanesi vardı. Durumları babasından dolayı çok iyiydi. Babasının da babam gibi bir emlak dükkanı vardı ama o büyüttü, şirket haline getirdi. Eee, Funda teyzenin babasından kalan tarlalardan ve evlerden de her ay bir kira gelimi varken çok iyilerdi burada. Sonra, Sametin bir iş bulması ile şehirden uzaklaşmış, kötü arkadaş ortamı mı derlerdi, yoldan çıkaran mı derlerdi bilinmez bir buhramın içinde kaybolmuş, uyuşturucu batağına düşmüştü. Günden güne eridi, gözlerimiz önünde polisler, ambulanslar en sonun da Selim amcanın da kalbi yetmedi bir kalp krizinden sonra hastaneye taşındılar neredeyse bir ay kadar. Sonun da Selim amcanın kardeşi de vefat edince aileleri iyice dağılmıştı. Suat amcanın ölümü ile Hollanda da ki aileleri dağılan Semiha teyzelere destek amaçlı giden Vural ailesi Sametin de adının karıştığı bir suç ile temelli olarak yerleşmişlerdi Hollandaya. Beş senedir ne yüzünü, ne sesini.. Annem konuşur, dert giderir, özlem dindirirdi ama asla, asla benimle konuşmazdı bunu.

Cihangir benim çocukluğumun kahramanı, yıllarımın katiliydi. Hislerimde ki o saf çocuğu alıp, duygusuz bir çocuğa da çevirmeyi nasıl başarmıştı bilmiyorum ama yapmıştı işte bir şekil. Çocukluk hayranım yaş geçtikçe bir aşka dönüştüğünü daha yeni yeni kavradığım dönemler de sadece farkında olan ben değil, annem de farkındaydı. Onun gittiği gece ise, annemin koynun da sabaha kadar ağlamıştım. O da gecenin sonun da,

' Cihangirden sana koca olmazdı yavrum'

diyerek yanan ateşimi daha da harlamıştı.

'' Ahuzar! Yanmasın dikkat et''

Cemile teyzenin ikazı üzerine gözlerimi pencereden çekip donuk bir halde ocağın altını kapadım. Havuçları soğumaya bırakırken annemler dolmayı bitirmişti. Annem uzaktan uzağa bana çekingen bakışlar atarken pilavı da yapmış, fırında ki karnıyarığı da çıkarmış, hızlıca açtığımız baklava hamurunu şekillendirip atmıştım fırına.

'' Sultan abla, kırmızı lahana turşusu da yoğurtlayalım, ben turşu gettim sana zaten. Karışık kardıydım bidona. Haydi Ahuzarım, al yavrum turşuları da koyuver tabaklara. ''

Tezgahta ki turşuları tabağa koyup lahana turşusunu yoğurtlarken annem ve Cemile teyze salonda ki kocaman masayı dizayn etmişlerdi. Sonun da yeni takımlar kurulmuş sofra tam takırdı.

'' Sultan ablam var mı başka ihtiyaç?''

'' Cemilem ellerin dert görmesin emi, git sende hazırlan al çocukları gel''

'' Tamam ablam ne demek, haydi hemen gidip gelirim sen de kaldır Naci abiyi de geç kalmasın.'

Babam, onları mı gidip alacaktı?

Annem Cemile teyzeyi gönderdi. Ben ise mutfakta ki son kalan işleri toparladım silip süpürdüm. Annem mutfak kapısının eşiğin de durmuş bana dolu gözlerle bakarken döndüm ona.

'' Niye geleceklermiş?''

'' Baba ocağı yavrum, yıllardır orada tedavi ettiler oğlanı, çok şükür temizlendi. İşini kurdu orda, Selim amcan da maşallah düzeldi, durumu toparladı, erkek kardeşinin ailesine sahip çıktı. Şimdi dönme vakti yavrum. Temelli gitmediydiler zaten''

Suratım da ki ifade annemi germişti. Ellerime tutundu hızla.

'' Sen benim süt kokanımsın hala, benim meleğimsin. Gönül komadın dimi kuzum?''

Kafamı olumsuz anlam da salladım. Annemi üzmek istemeyecek kadar aşıktım anneme. Her şeyime annem koşardı, mesela küçükken çok yaramaz bir kız çocuktum, annem dinginleştirirdi beni.

'' Koymadım anne. Hem eskide kaldı o işler. Beş sene oldu annem, ne diye beklerim elin oğlunu''

Cihan'ım oldu elin oğlu....

'' Kuzum, küçüktünüz, toydunuz. O delikanlı sen daha fındık kadar bir kız çocuğu idiniz. Geçti o günler. Şimdi birlik dirlik vakti. Yalnız mı bırakalım şuncacıkları. Funda teyzeni bilmez misin? Nasıl sever seni. Gönül koma annem. Yapma olur mu?''

Anneme ağladığım gecelerde Funda teyzenin gelini ile gönül eğlendirdiğini dillendirmek istesem de, babamın uykulu mahmur sesi böldü ellerimizi.

'' Hanımlarım, niye uyandırmadınız beni?''

dedi kırgın tonda, annem toparlandı.

'' Uyandıracaktım şimdi hayatım''

Anne ve babam ikinci baharlarını da birlikte yaşıyorlardı. Evlilik hayatları kadar saygıları, birbirlerine sevgileri de gıpta edilirdi mahallemizde.

'' Börülcem, niçin astın suratını? Bak komşularımız geliyor''

'' Yok babam, asar mıyım hiç? Yoruldum biraz''

'' Kıyamam, annesi çok çalıştırdı kızımı''

dedi hayıflanarak. Ardından gevrek gevrek gülerek annemin yanağına bir buse kondurdu.

'' Ben gideyim alayım toprağımı. Yalnız gençler önceden geleceklermiş, ayrı gelmişler. Cihangir iki gün önce gelmiş halletmiş burada ki işleri Sametle.''

İsmini duymam, onca sene sonra gümbür gümbür kalbimi titretirken kendime kızdım. Nasıl olurdu? Onca şeye rağmen mi?

'' Yavrum ben hemen bir ekmek alayım, sen son kalanları yerleştir sofraya geliyorum hemen''

dedi yanağımı severek kapıya ulaşırken.

Onu görecek olmamın verdiği heyecan şimdi damarlarım da akarken elim saçımda ki yazmaya kaydı ama durdum. Sofrayı hazırlayıp öyle çıkaracaktım. Cebimde ki telefon titreyince kızların konferansla aradığını anlamıştım.

'' Alo''

dedim hoparlöre alırken onları.

'' Kuşum iyi misin? Duydum Vurallar geri dönüyorlarmış''

Nurun endişe kokulu sesi işledi içime.

'' İyiyim kuzum. Neden iyi olmayacak mışım? Turp gibiyim''

dedim yalancı bir bahar estirirken içimde.

'' Yeme bizi, bari bizi yeme!''

dedi hayıflanarak cıklarken Ceren.

'' Yok vallahi, ne yiyeceğim sizi? Siz neredesiniz?''

Semanın sesini almamıştım, bir mesaj bir telefon da yoktu üstelik.

'' Sema nerede?''

'' Semoş çarşıda. Acil işi çıkmış. Ama çaya yetişir. Bizlerde çaya geleceğiz kuzu zaten. Siz yemek yiyin de''

'' Tamam kızlar, ben kapatayım artık. İşim var. Gelin görüşürüz''

diyerek kapadım telefonu. Dolapta ki mezeleri de sofraya koyup çatal bıçakları yerleştirirken çalan zille annemin geldiğine kanaat getirip niye anahtarı almadığını, şu evde anahtarı almayı adet edinmeleri gerektiğine dair senfonimi sergilerken açtığım kapıda ki silueti görmemle bir adım geriledim.

Ah, o kara menevişler, onları ortaya çıkaran gür siyah kıvrık kirpikler, kemikli çenesini çerçeveleyen kirli sakalları, bakmalara doyamadığım hacimli saçları ile beş yılın ardından tam karşımda idi Cihangir. Gözlerinin altında ki bir parça kırışıklık, suratına oturan bir olgunluk ile püri dikkat beni seyretti. Menevişleri önce şaşkınlıkla kalkan suratım da gezindi, sonra saçlarıma oradan saçlarımı yarı açık bırakan önü dantel işlemeli pembe yazmama baktı. Yüreğim de çalan şarkılar, davullar, o eğlenceli kız çocuğu yerine göz doldurtan o küçük Ahuzar ortaya çıktı.

Yanı başım da ondan hediye Orhan Pamuğun Masumiyet Müzesi'ni okurken nice düşündüm, gelse şu an çıksa karşıma dese ki ben geldim ne olurdu Ahuzar, iç sesimle münakaşam bittiğin de ise kitabı kapatır ona bakarak uyurdum. Şimdi tam da kafamda kurguladığım bir sahnenin içindeydim. Harelerimi ağır ağır takip eden menevişlerini bir an olsun çekmedi açık kahve harelerimden.

'' Ben geldim''

dedi sahneme uyan bir diyalog başlatarak. Gelmişti, gelmişti ama ne o kanı deli akan Cihangir di, ne de ben o körpe, safi duyguların kölesi olan Ahuzar..

Şimdi o olgunluğun vücut bulmuşu, ben ise tüm soğukluğu bedenime hapsetmiş bir kızdım.

'' Artık çocuk değilsin Ahuzar!''

'' Sana bir hoşcakal bile diyememenin verdiği ağırlıkla gidiyorum Ahuzar. Kendine iyi bak Ahuzar.''

'' Biz hiç beceremedik, sevmeyi de sevilmeyi de, sevmek istemeyi de hiç mi hiç beceremedik''

Sözleri bir film şeridi gibi hafızamda puslanan yerlerinden çıkarken, öyle uzun uzadıya baktım. Yanlış yerde gezindi kalbim, yanlış yerde kanat çarptı içimde ki o beyaz kuş. Belki de bu yüzden yalnız kanat çırpmaya devam etti, uçamadı, yarım kaldı.

'' Çocukca bir sevda, unutursun Ahuzar!

Unutmuş muydum? Unutmam mümkün mü idi? Hislerim yüreğime, aklım hepsine çektiği prangalarında onu unutmak mümkün müydü?

Durum leyla şimdi, ruhumun kara boşluğunda olması gereken adam nasıl olur da beş senenin sonun da hala aydınlığım da olurdu? Dilime hüküm verdiğim bu adam şimdi ta uzak yollardan geldi diye mi bu vicdani muhakemem? Benim hakkımı kim ödeyecekti? Onca gece rüyalarımdan sıçrayıp ürkek bir ceylan gibi ağlamamın, yediğim her lokmam da boğazımın düğüm düğüm oluşunun, mahallenin her santiminde olan anılarımızın sureti beynime ilmek ilmek işlerken ki hıçkırıklarımın hakkını kim verecekti? Ha? Kim verecekti!

' Yoksun, seni çağırdığım yerde, seni aradığım yerde, seni bulmak istediğim yer de yoktun delikanlı! Ben seni bir kış gecesi, ağzımdan kanlar gelene kadar beklediğim yerde, ruhumun dilediği gibi yaşayamamanın ağırlığı altında ezilirken, ben o körpe genç kızlıktan çıkıp o çocuk ruhumla kadın olma çabamın bittiği yerde bıraktım seni. Ben seni gönlümden kovamadım belki, kilitli kapıları seni sakladığım yegane toprağımı eşemedim belki ama, kovdum. Ben seni aklımdan, zihnimden, tam tur odalarımdan kovdum delikanlı. Senin değdiğin dudaklarım da şimdi o gece ki zehirin tadı var. Dilerim ki sende mutlu olma, dilerim ki bir an gözüne perde inmesin, mutluluk perdesi'

🍒

'' Cihangir! Cihangir!''

'' Ahuzar! Şimdi değil sakın!''

Polislerin siren seslerinin kulak doldurduğu, tüm mahallelinin camlarda olduğu arka sokakta hengame koparken ben ayaklarım da ayakkabılarım bile olmadan yalın ayak koştum.

'' Cihangir! Gidecek misin?''

Sırtını döndü. Sırtını dönmesi içime ayrı bir kırgınlığı dikerken,

'' Git Ahuzar! Çocukluğun sırası değil!''

dedi acı bir şekilde. Onun için giydiğim bembeyaz elbisem kirden, tozdan görünmüyordu şimdi. Dudaklarıma yedirdiğim kırmızı rujum bir parça yaşımı büyültürken, belime saldığım saçlarımın püsküllüğü ile karşısında sümüklü bir kıza dönmüştüm.

'' Cihangir! Nereye gidiyorsun!''

'' Sana ne! Sana ne! Ahuzar git! Git buradan evine! Bu gece ortalık çok pis karışacak! Git Ahuzar!''

'' Aşığım! Sana aşığım''

güldü, güldü ama içten değildi, acı çeken bir tonun en koyusu gibi.

'' Biz hiç beceremedik, sevmeyi de sevilmeyi de sevmek istemeyi de. Denemeyi de beceremedik Ahuzar, sen hep o küçük çocuk ben ise delikanlı! ''

Ruhum da kanayan bir şeyler hissettim. Hissettim ama dönmedi, ağlamaklı tonumla kafasını eğdi.

'' Gidemem, yapamam yalvarırım!''

'' Git Ahuzar, benden sana ne köy ne kasaba, senden bana ne kadın, ne de..''

İncinmişti bir kere yüreğim ama deli gibi sarılmak, gitme demek istiyordum.

'' Ben sensiz neyleyeyim Bursayı, lütfen''

'' Daha gençsin, unutursun''

dedi bir kez daha yüreğime hançerler geçirirken. Bir Bursa sabahı, öğrendim kapımıza gelen polisle. Gitmişlerdi Hollandaya, bir daha geri gelmemek üzere...

🍒

 

Loading...
0%