Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm

@vahsi.kelebek

Börülce 2* Biz Muallakta kalmış hayatın bedenleriydik..

🍒

'' Börülce! kafanı çek oradan görebiliyorum seni!''

Sık nefeslerim arasın da kolumdan kavradığı gibi beni sandal ağacı gibi kokan tenine- ya da Funda teyze donlarını yumoşla da yıkayabilir!- yaklaştım.

'' Delikanlı! Beni bırak!''

dedim kolumu ondan kurtarırken.

'' Bırakmam!''

dedi kesin tonda sesi içime işlerken. Bana öfkeli bakışları bir anlık nefesle yumuşadı. Alnında ki dev sivilceye bakıp kahkahayı patlatırken;

'' Boynuzun çıkmış senin delikanlı! Hangisi boynuzladı seni?''

dedim tüm şımarıklığım ile. Öfke tekrar harlandı gözlerinde. Kop koyu dipsiz bucaksız irisleri vardı zaten. Şimdi bir kuyunun zifiriliğini andırıyordu.

'' Tamam Cihangir ağabey ya, götür beni anneme bir güzel haşlasın beni!''

Sema ile okuldan kaçmış, o ağabeyi Nunuya ben ise mahallenin deli kanı Cihangire yakalanmıştım.

'' Hay senin ağabeyine''

dedi tıslar gibi.

'' Beni götürmeyecek misin?''

dedim biraz daha dibine girerek. Kaşları havalandı, suratımda ki irisleri her bir anımı detaylıca bakarken kolumda ki eli gevşedi

'' Ahuzar''

dedi kıvranır gibi, gözlerimde ki derin, manalı bakışları dudaklarıma kaydığın da kendini tutmak ister gibi sımsıkı yumdu gözlerini, saçlarını geçirdi avuçlarından.

'' Ahuzar!''

'' Ne var be adımı mı ezberliyorsun!''

dedim çemkirerek.

'' Ahuzar biliyor musun, sen acı veren bir kalpsize benziyorsun''

dedi dişlerinin arasından. Üzerim de okul formalarım, gözlerimde kare çerçeveli gözlüklerim, annemin zorla ördüğü iki örüğümle karşısın da bir çocuk gibi iken şaşkın gözlerimi gözlerinde belertirken suratına çıkardığım dilim ile- şaşırmadım Ahuzar- der gibi bakıp elini çekti benden.

'' Artık çocuk değilsin Ahuzar!''

dedi arkasına dönüp giderken. Yoo, gayet çocuktum! Liseli olmak çocukluğumun son demleri demekti! O zaman anlayamamıştım, neden bana derin derin bakıyor, ne demeye çalışıyor ne istiyor...

🍒

'' Hoş geldiniz''

'Ben geldim'

Sesimin ayarını kaçırmamak adına yutkundum. Karşımda ki bu adam derin, göğüs kabartıcı bir nefes bıraktı kapı eşiğin de aramızda ki mesafeye.

'' Börülcem''

Ağabeyim şakıyarak içeri dalarken kenara çekilmiş, Cihangirin bakışları altında eğmiştim kafamı. Ağabeyim beni kollarımdan tutup yanaklarıma bir öpücük bırakırken;

'' Kuşum, nasılsın?''

dedi Cihangirin sırtına vurarak onu salona yönlendirerek.

'' İyiyim ağabey''

dedim kısaca, arkasından Samet görününce durdum. Burada ki cılız bitmiş bitap hali yoktu. Yerine etine dolgun, sağlıkı bir Samet vardı. Ağabeyinin aksine kumral, güneşte açıklaşan saç tonu vardı. Cihangir her ne kadar kaslı, iri kıyım, uzun olsa da Samet bizimle aynı boyda zayıf ama etine dolgun bir çocuktu. Yanaklarına kan, can gelmişti.

'' Ahuzar''

dedi hasretin en doruklarında iken. Kollarını açtığı yere gözlerim dola dola kendimi bırakırken. Kokusu ağabeyine tezat daha yumuşaktı.

'' Samet, hoş geldin arkadaşım''

dedim samimi bir şekilde. O benimle yaşıt, buradayken tek erkek arkadaşımdı. Ne Samet benim onu aramamamı sorguladı, ne de ben gönül koydum yaptığı şeylere. Toparlanmıştı, iyiydi bu yeterdi.

'' Hoş buldum çiçeğim, nasıl özledim seni bilsen arkadaşım''

Esasında altın gibi bir kalbi vardı. Asla kin yoktu, hinlik düşünmezdi. İnsandı, şaşmıştı Samet beşerdi çünkü.

'' Hadi geçelim''

dedim onunla birlikte salona ilerlerken. Ağabeyim sofranın köşesine kurulmuştu Cihangir ile. Ona bakmamaya özen göstererek yerime oturmadan çalan ikinci zil ile kendimi koridora attım.

Allahı'm nasıl geçecekti bu gece!

Annemin yolda babamlara rastladığı anlaşılmış gözler sulu, ağlamalar yapılmıştı. Ondandı bu gecikmesi. Herkes içeri geçerken kapının ardında durduğum için kimse beni fark etmemişti. Üzerimde ki bu yemek kokan kıyafetlerden arınmanı vakti gelmişti. Üst kata odama çıktığım da dolaptan kahverengi ispanyol paça pantolonumu, üzerine de açık kahve tonlarında önü düğmeli kazağımı giyip içime de beyaz tişört giydim. Saçlarım kendimi bildim bileli dümdüzdü zaten. Tarayıp karışıklığını alarak belime saldım. Aslında liseden beri saçlarımı kestirmez, uzatırdım. Ama, bir kaç sene önce kısacık kestirmiştim. İşte senelerin birikimi de anca bel kavisime kadar uzanmıştı. Suratımda makyaj yoktu, sürmeye de gerek yoktu. Açlıktan midem büzüşse de, sükunetle indim aşağıya. Kalabalık sofra da herkes birbiri ile konuşuyor gülüyor, şen şakraklarken salona girmemle önce Funda teyzenin gözü takıldı bana. Ardımdan Selim amca da dönünde ağzı bir karış açık kalktı ayağa.

'' Börülce''

dedi inanamaz bir tonda.

'' Sen misin bu? Maşallah!''

Funda teyze de onunla eş kalkarken gözlerinde ki büyülenmiş ifadeyi gizlemiyordu.

'' Kızım bir hoş geldin demek yok mu?''

dedi babam ılıman tonda. Hipnozdan uyanmış gibiydim, Cihangirin kısık bakışları eşliğin de ilerledim masaya. Önce Selim amcanın elini öpüp sarıldım ona.

''Hoş geldiniz, iyi ki geldiniz Selim amca''

dedim bir parça özlemle. Selim amcayı çok severdim. Beni kızından ayırmazdı. Öylesine derin bir bağla severdi. Şimdi o genç, dimdik Selim amca gitmiş yerine her şeye rağmen ayakta duran bir adam gelmişti. Yaşlanmıştı ama bu tatlı bir yaşlılık da diyebiliriz.

'' Börülce, kızım seni inan tanıyamadım, ah güzel kızım benim nasılsın?''

'' Ah kuzum, gel gel ananın kollarına''

dedi Funda teyze kollarını bana açarak. Gülümseyerek onun da yanına gittiğim de boncuk mavisi gözleri doldu aniden.

'' Ah, nasıl özledim bilsen kuzum''

'' Hoş geldin Funda teyze''

Funda teyze beni bir müddet kolları arasın da sarıp sarmaladı, duygusallık kokan sesi ile ne kadar güzel olduğumu söyleyip durmuştu. Annem kaş gözle bana bakan Cihangiri işaret etti. Bu demek oluyordu ki, selam vermem gerekli.

'' Hoş geldin Cihangir ağabey''

dedim kısık ama keskin bir tonda. Hissettiğim duygu karmaşası beni tüm gece boğacaktı eminim ki. Annem çorbaları koyarken bende suları doldurmuştum. O ise bana sadece bakmış, kafasını eğmişti. Bu durum ağabeyimin gözünden kaçmazken eminim ki bana sonradan soracaktı ama umursamadım. Herkes yerine oturduğun da güzel bir sohbet oluşmuştu. Funda teyze ve annem yemekler hakkın da konuşurken Funda teyze Hollanda da ilk bir sene çok zorlandıklarını ama sonra alıştıklarını söylüyor babam ve Selim amca mahallenin gelişen düzeninden tartışıyorlardı. Ağabeyim Sametin telefonda gösterdiği fotoğrafları incelerken ben tabağımda ki pilavı eşeleyip duruyordum. Cihangirin üzerimde ki bakışlarını hissetsem de dönüp bakamıyor, bu buhramın içinde savruluyordum adeta. Elimi tuza uzattığım da onun da elini tuza uzatınca birden eli elime değmiş, gözlerim gözlerine yuvarlanmıştı.

'' Biz beceremedik! Unutursun, gençsin!''

Elim ateşe değmiş gibi hızla elimi çekerken fırtına gibi gözleri karalığın en koyusuna bürünürken derin bir nefes aldı, göğsü şişti. Gözleri gözlerimden bir an olsun ayrılmazken yüreğimin en derinine gömdüğüm o suskun kız iyice yerini benimsedi, o cıvıllık aniden yok oldu.

'' Delikanlı, sessizsin bu gece. Nasılsın koçum''

Babamın ani manevra dönüşü ile herkes ilgi odağını bırakmış, Cihangire bakıyordu. Bende ki deli karası gözlerini çekip dikildi yerinde. Giydiği siyah kumaşın üstüne polo yaka pahalı bir markanın ürününü giymişti. Hatta, o cılız çocuk gitmiş, olgunluğun vücut bulmuş hali olan, bedenini saran polo yakanın çıkardığı kaslı bir adam gelmişti.

'' Özlem yüklüyüm Naci amca''

dedi bir saniye de olsa gözlerini bana çevirirken.

'' Biz de çok özledim çocuğum biz de, ah yavrum''

Annemin ufak yakarışı ile konu kapanmış, yemek faslı çoktan bitmişti.

'' Çocuklar biz sofrayı toplayalım, siz de çıkın arka bahçeye, sobayı harlayın masayı da Ahuzar hazırlayıver annem, çayları alıp gelelim. Gelir komşular şimdi''

Annemin ani kalkışı ile herkes kalkmıştı. Evimizin arazi bakımından dönümü oldukça genişti. Ön bahçemiz tamamen üstü açık, arka bahçemizin üstü kapalı, üstelik odun sobamız bile vardı. Kışın en büyük keyfimiz kestane pişirmekti, hala da sürdürüyorduk bu keyfi. Tabii, hiç bir şey eski tadı anımsatmasa da..

'' Anne, siz geçin.. Ben toplarım sofrayı gelirim.''

'' Bende yardım ederim''

Samette bana katılınca annem tepsiye dizdiği bardakları alıp herkesi de peşine taktı ve gittiler. O da gidince aldığım derin nefesle sofrayı toplamaya başladım. Samet tabakları ben bardakları ve çatalları tezgaha yerleştirdik. O sudan geçirdi, ben ise makinaya dizdim.

'' Hiç aramadın''

dedi hafif kırılgan, bekleyen sesle.

'' Hiç bahsetmedin, seni o gün kanlar içinde görünce öğrendik her şeyi!''

'' O kıza, ben tecavüz etmedim Ahuzar''

Benden destek bekliyordu. Üstünden beş sene geçmiş bir olayın hala yarası vardı, üstelik sağlam.

'' Biliyorum, sen karıncayı bile incitmezsin, asla''

Masmavi gözleri parladı. Samet annesi gibi mavi, Cihangir ise babası gibi koyu gözlüydü.

'' Çok özledim, en çokta senin yokluğun koydu! Tek dostum, kardeşim sendin benim. Sen de gidince eksik kaldım''

'' Sen gittin, giderken de yüzüme bakmadın''

dedim bende hafif kırılmış sesimle makinayı çalıştırıp ellerimi yıkarken.

'' Ahuzar eskisi gibi olamayız, biliyorum ama deneyelim olur mu?''

Ağabeyinin akıl edemediğini, kardeşinin akıl etmesi de ayrı bir komikti...

'' Samet, sen hala benim en iyi arkadaşımsın, geçti o günler''

Sımsıkı sarıldım ona, ağabeyinin açtığı yaraları belki de o kapatsın istedim. Kapatamadı, kapatamazdım.

'' İyi ki varsın, iyiki''

Ondan ayrıldığım da saçlarını eski zamanlarda ki gibi karıştırıp güldük.

'' Hadi bakalım gidelim çayları alıp Sultanım delirmesin''

Tepsinin üzerine dizdiğim baklava, kuruyemiş ve kestaneleri alıp çıktık bahçeye. Uzun masaya dizilmişti hepsi. Ben kestaneleri sobanın üzerine dizerken bahçe kapısı açıldı.

'' Biz geldik''

Büyük bir kalabalık ile herkes ayaklandı. Cihangir şaşkınca bizimkilere bakarken, hiç bir şeyden haberi olmadığını da yeni anlamıştım. Kimse ile görüşmemişti demek. Ağabeyim, Cihangir, Nurullah, Aykut, Salih ve Serkan mahallenin en gözdeleriydi. Nurullah ile Ceren sonun da kavuşmuştu, Ceren altı aylık hamileydi, kız çocukları olacaktı. Nur ve Aykut geçen ay nişanlanmışlardı. Salih ağabey ise geçen sene eşinden boşanmıştı. Serkan ağabey ise aynıydı. Sema ve ben gibi.

'' Ooo, hoş geldiniz''

Herkes birbirine sarılıp hoşbeş etmişti hemen. Gençler Cihangir ve Samet ile sarılmış, kocaman gülüşlerle samimiyetlerini hala devam ettirmişlerdi. Herkes tam takırdı şimdi. Eskiden toplandığımız sobanın kızgıni alevlerine daldı gözlerim. Ne güzel günlerdi, şimdi ne hale gelmiştik.

'' Uzun zaman oldu kardeşim! İnan uzun zaman oldu, nasıl dağıldık şimdi neredeyiz''

Aykutun cümlesi ile Cihangirin bende ki gözleri Aykuta döndü.

'' Öyle kardeşim öyle. Hepinizi görmek şükür verici, hayırlı olsun mu diyelim?''

Nur parmağında ki nişan yüzüğünü ovdu eliyle, sabit bir ifade ile kafasını eğdi.

'' Sağol ağabey''

Kızgınlardı, kızların hepsi sıra sıra yanıma dizilmişti, hepsi de çok kızgındı.

'' Kaç aylık kuzum?''

Ceren Funda teyzeye dönerken eli hala karnındaydı, annem önüne sıcak çayı bırakırken kestaneleri karıştıran babam hüzünlüydü.

'' Altı aylık oldu''

Funda teyze için kızların yeri ayrıydı, çünkü biz her pazar günü onun gününe yardım eder, yemekleri tatlıları yapıp servis eder günün sonunda da geceye kadar oturup sohbet ederdik. Funda teyzenin dolan hareleri Cerenin soğuklumuydu bilinmez ama Vuralların herkese ayıp ettiği ortadaydı.

'' Hayırlısı ile kucağınıza almak nasip olsun''

Nurullah karısının aksine sevecen tonda karşıladı Selim amcayı. Gözüm Cihangire takıldı, bakışları sobadaydı, alevin ılık ışığı çehresine yansıyordu. Uzun kirpikleri ağır bir günahın içinde titrerken üşümüş elleri dizlerinin üstündeydi.

'' Burada mısınız artık?''

Sema sonunda konuşmuştu, aksi mümkün değildi ki o ağabeyi gibi sabırlı değildi.

'' Buradayız, rabbim nasip etti sonun da gelmeyi''

Annem konuyu dağıtmak için biten çayları tazelerken bir yandan da konuşuyordu.

'' Haftaya güzel bir mangal yapıverelim diyorum.''

Kadınlar kendi aralarında plan program yaparken biz gençler sessizdik, gece sessiz geçti. Samet anlattı bizimkiler dinledi. Sema, Samete olan sevdasını hep gizlemişti, ama şimdi bakıyorum da Sema hala hayrandı Samete. Gece Nurullahın ayaklanması ile son buldu.

'' E bize müsaade. Yarın iş var. Buradasınız, konuşuruz kardeşim''

Cihangir yorgun bedeni ile ayaklandı, herkes vedalaştı, kızlar ile daha sonra konuşacağımızın sözünü vererek geceyi bitirdik. Samet etrafı hızlıca toplamış annem çayı götürmüştü. Ağabeyim arkadaşında olan Şuhedayı almak için giderken annemle Funda teyzeleri yolcu ettik.

'' Rabbim ağız tadı ile oturmayı nasip etsin Fundam. Geliriz yine, evinizle hasret giderin''

'' Allah seni başımızdan eksik etmesin ahiretliğim, hadi yoruldunuz bugün dinlenin sizde''

'' Görüşürüz, yol uzun bu sefer yolcu değiliz. Yarın, arayacağım seni''

Cihangir kardeşine yandan yandan bakarken ben ise usulca kafamı salladım.

'' Görüşürüz elbette. İyi akşamlar''

Cihangirin bakışlarını önemsemeden eve girdim. Annem de ileriden bana yetişmeye çalıştı.

'' Annem''

'' Anne lütfen, artık karşında ağlak Ahuzar yok''

Annem omuzlarını çökeltti, ama bilmeliydi, canımı acıtmasına izin vermeyecektim. Onu es geçerek odama geçtiğim de üzerimdekilerinden arındırıp kendimi sıcak bir duşun altına attım. Durulanıp çıktığım da saat neredeyse üçe geliyordu. Uykum yoktu, başım ağrıyordu, düşünmekten beynimin içi uyuşmuştu.

İtiraf edemesem de ona karşı özlemim, canımı yakıyordu. Nasılda hasretliydi yüreğimin derinliklerinde küçük Ahu, alacalı Ahusu.. Ahu kuşu. Dolan harelerimi elimin tersi ile silip saten eşofman takımlarımı giyindim, altıma da saten şortumu geçirip ıslak saçlarımı saldım. Taramak için camın önünde ki aynalı dolaba uzanıyordum ki karşı evin bahçesinde ki hareketlilik dikkatimi çekti. Cihangir, gecenin bu saatinde elinde ki kupa ile bahçeye çıkmış sandalyeye oturuyordu. Onu orada görmek, bana eskileri fragmanlatırken kalbimin sızısı dağıldı bedenime, omuriliğimden geçen ürperme ile biraz daha sokuldum cam dibine. Cebinden bir kutu sigara çıkarırken cılız bir çakmak sesi geldi ıssız sokağın ıssız duvarlarından. Hava ayazdı, dudaklarına yerleştirdiği ucu yanık sigarasından nefes alıp puslu havaya saldı dumanını, gözü aya takıldı. Gökyüzüne çevrilmiş kafası sanki planlıymış gibi benim odama düştü. Perdenin arkasından göremezdi, güneşlik çekiliydi ama yine de yakalanmış hissi ile aniden çekildim pencere kenarından. Hızla silkelenip kendime geldim. Onu düşünmemeliydim, küçük Ahunun paramparça olan kalbini dağıtamazdım. Hızlıca saçlarımı kurutmuş, içimde ki merakla uykunun kollarına teslim etmiştim kendimi.

🍒

'' Musa amca, Orhan Pamuk seti gelmiş, Ayşe Kulinin yanına dizdim''

Musa amca elinde ki evraklardan kafasını kaldırıp ufak tabure tepesinde ki bana baktı.

'' Ahuzar, kızım ben sana kaç defa çıkma şu tepelere dedim. Bırak Mecnun çıksın''

'' Musa amca Mecnun derslerini çalışsın, ben yaparım elime yapışmaz ya''

Bursanın merkezi konumunun içinde bir avmnin kitap kafesinde kütüphane sorumlusuydum. Liseden sonra iki senelik bir üniversite bitirmiştim, lakin kendimi huzurlu hissettiğim tek yer burasıydı. Musa amca babamın arkadaşı olduğundan kolayca alışmış, bir sene sonra da beni sorumlu pozisyonuna yükseltmişti. İşim kütüphanenin arkasında ki ofisimde oturup yayınevi bağlantısı sağlamaktı ama ben kitap dizmeyi, ya da onlarla vakit geçirmekten keyif alıyordum.

'' Tamam yavrum dizdiysen gel de şu evraklara bakıver Ahuzar, inan gözlerim görmez oldu''

Burnunun ucunda ki gözlüğü sıkıntı ile çıkardı. Tabureden inip evrakları aldım. Kafenin bir kısmı tamamen öğrencilerle doluydu, diğer bir kısmında da yaşlı kesim vardı. Musa amca oğlu Bahadır ile işletiyordu burayı.

'' Musa amca, bunların kasaya girişi lazım. Tedarikçi faturaları bunlar. Ben hallederim, sen geç hadi içeriye''

Saate bakındı, derin bir nefes aldı.

'' Ahuzar, sende çık eve istersen. Sağanak yağmur gösteriyor, hava bozdu kızım''

Çiseleyen yağmura baktım.

'' Çıkarım, sen Mecnunu da yolla olur mu?''

'' Bahadır bırakır onu. Kahve çektirdiydim, eve götür''

'' Tamam Musa amca, sağol.''

'' Hadi selametle sorana selamlar''

'' Aleykumselam hayırlı akşamlar''

Evrakları odama bırakıp siyah kabanımı geçirdim üstüme. Hava iyice bozmuştu. Atkımı da takıp şemsiyemi aldım. Odamı kapatıp koridorun sonunda ki odanın kapısını tıklattım. Bahadır kahvesinde ki odağını bana yöneltti.

'' Kolay gelsin, ben çıkıyorum''

'' Ah Ahuzar, bu saate kalmasaydın keşke yağmur arttı. Götüreyim seni''

'' Yok yok, sen Mecnunu götür. Taksi çeviririm olmadı. Ben teradikçi listesini yeniledim, bir ara bakalım''

'' İş bankası ile de toplantı var Ahuzar, cuma günü diyorlar gidelim mi?''

'' Gideriz.''

'' İyi akşamlar o zaman''

'' İyi akşamlar''

Kapıyı kapatıp elimde ki haki bereyi kafama taktım. Herkese iyi akşamlar diledikten sonra çıktım avm' den. Çantamı ellerimle sağlamlaştırıp telefonumu aldım.

'' Alo, abla''

'' Kuşum, neredesin?''

'' Stajdayım abla, yağmur felaket. Ağabeyim alır beni akşam onu beklerim''

'' Tamam kuzum, ben eve geçiyorum''

Telefonu kapatıp şemsiyeyi açtım. Yağmur şöyle dursun şiddetli rüzgar da vardı. Taksi çevirmek için durağa geçtiğim de tüm taksiler doluydu, beklemek istemiyordum. Hızla otobüs durağına geçip gelen otobüse bindim. Telefonum titrerken gruba girip kızların sohbetine girdim.

Mahallenin Gülleri

Ceren: Akşam kahve faslına bekliyorum sizi.

Sema: Yengem, browni be?

Nur: Kızın karnı burnunda browni mi yapacak sana, ben getiririm bir şeyler.

Sema: Yok, seninki olmuyor.

Nur: Bok ye!''

Ceren: Ay, yormayın beni benim kızım olacak! Yaptım zaten Sema, gelin akşam.

Yoldayım, yemek faslından sonra sizdeyim.

Gülerek telefonu kapatırken durağa çoktan gelmiştik. Şemsiyeyi tekrar açarken çakan şimşek le duvar dibine geçtim. Yağmur boşanırcasına yağıyordu. O esna da kaldırım dibinde, mendil satan ufak bir kız çocuğunu görmemle adımlarımı durdurdum.

'' Minik, yağmur yağıyor, üşümedin mi?''

Sanırım benim dilimi anlayamıyordu. Mendil satan çocuklara para yardımı yapmak istemiyordum, çünkü ailesi nasıl olsa kazanıyor diye sattırmaya devam ediyordu. Çantamdan çıkardığım çikolatayı eline tutuşturdum, parladı gözleri. Şemsiye mi de ona verirken elimin tersini okşadı, yağmur hızla beni sırılsıklam etmeyi başarmıştı. Gülerek kafamı kaldırdım ve adımlarımı hızlandırıp mahalleye adım attığım da yerdeki bakışlarım onu ayakkabılarını gördüğümde hızla kalktı. Bakışlarımız duman grisi gökyüzünün altında birleşti, siyah saçları dağılmış, uçlarından sular sızıyordu. Burnunun ucu kızarmış, deri ceketinden sular damlıyordu.

Unutmayı denedim, söküp alsınlar kalbimden istedim.

'' Ahu''

Alacalı Ahusu, Ahuzar değil Ahu. Hayır Ahu değil artık, Ahuzar.

'' Ahuzar''

dedim sesimin nasıl sindirilmiş çıktığına hayret ederek. Kara hareleri söndü, uzun kirpikleri yukarı kıvrıldı, dudakları aralandı, birbirine bastırarak sıktı, kavruk teninin çıkık elmacık kemikleri çıktı ortaya.

'' Ahuzar, ben-

'' Cihangir ağabey, acil bir şey değilse gitmem gerekiyor''

Yağmur bedenlerimizi hükmü altına almıştı. Islanıyorduk, oysa o yağmuru sevmezdi. Hoş, Cihangir hiç kışı sevmezdi. Ben ise kışa bağımlıydım. Biz iki mevsimin, iki zıt kutuplarıydık, ben toydum kördüm fark edememiştim ama o fark etmişti.

'' Ahuzar özür dilerim''

Hayır hayır, kal yerinde Ahu, sakın ortaya çıkma Ahu!

'' Özür dilenecek bir durum yok''

Burukça tebessüm etti, eskiden peşinden koştuğum gülsün diye uğraşıp parmağımı soktuğum koca gamzesi meydana çıktı. Kalbim, tüm geçmişime ihanet ederek gümbürdedi.

'' Ben, geldim''

'' Sen gittin, ben öldüm; Sen, kalbi kırık Ahu için ölüsün, sen yoksun Cihangir. Ben hala ölüyüm''

Omuzları düştü, serseri halinden eser yoktu şimdi. Değişmişti, bir olgunluk örtülmüştü sırtına. Kafası eğildi, şimdi tam da yalın ayak koştuğum peşinden delicesine ağladığım sokaktaydık. Lakin ne o ağlak, dudaklarına kırmızıyı sürüp kendini büyüten körpe Ahu vardı, ne de o inatçı, intikama yeminli Cihangir vardı.

'' Cihangir!''

Suskun bedenlerimiz arasından bir ses yükseldi. Kafasını çevirmedi, yağmur dindi. Gözlerim onun arkasında kalan kıza çevrildi. Şimdi bir ben vardım kaderin sillesini yemiş. Bir Çiçek vardı, açamamış goncagül, bir de Cihangir vardı. Arafın binbir tonunun ortasına sıkışmış...

🍒

 

 

Loading...
0%