Yeni Üyelik
9.
Bölüm

9. Bölüm

@vahsi.kelebek

9* ŞAKAYIKLAR KIRMIZI OLUR..

Güller dalında güzeldi, çiçekler kulvarında. Firuzenin de kokusu yaseminlere benzer, eşsiz bir ten kokusu vardı. Her gün biraz dahasını öğrendiğim bu kadına hayran olunasıydı. Elalarında ki o kudretli ton, görmek için nelerimi vermem ki.. Aşk bu sefer kapımı çalmıştı, şimdi kulvarında beğendiğim koparmaya kıyamadığım çiçekler Firuzenin ellerinde daha güzeldi. Ellerimde çiçekler, kapında sırılsıklam olana kadar bekleyeceğim Firuze.. Çünkü bir kez gözlerinde ki yansımamı gördüm, bırakamam..

Yüzbaşı Alpaslan T.

**

'' Günaydın''

dedim elimde ki kahve fincanı ile Jalenin yanına ilerlerken. Yorgun göz altları geceden kalma olduğunu belli ederken bedenini un çuvalı gibi sermişti koltuğa.

'' Günaydın Firuze, geçmedin mi hala?''

'' Yok, iki serumum var takılacak. Sen niye geçmedin hala uyuyup dinlensene''

'' Şu yeni doğan bebeğin sarılığını kontrol edeceğiz, ilaç verdim yarım saatte bir bakacağım.''

Jale ile neredeyse hiç görüşemiyorduk. Aynı yerde olmamıza rağmen denk gelemiyorduk. Onun çadırı biraz daha ilerideydi. Alpaslanı o günün ardından iki gün boyunca sadece bir kez görmüştüm. Çünkü oldukça yoğundu. Bölgede ki teröristler dağdan indi diye ihbar alınca iyice görünmez olmuştu. Bu süreçte Nazlı ise bu duruma çok sevinmiş, Muratı en azından gözümün önünde tuttuğum için rahattı. Oktayla da hiç görüşemiyorduk. Alpaslan sürekli yeni yeni icatlar çıkarıyor çocuğu salmıyordu.

'' Firuze hanım serumlarımız bitti, son iki tane serum kaldı. Onları da takarsınız nöbeti devredeceğiz''

dedi içeriye gelen ince cılız bir kız. Burada ki hemşirelerin adlarını tam ezberime oturtamamıştım. Bu yüzden görünüşlerine göre sıfatlandırıyordum.

'' Geliyorum canım hemen. Jale ben kaçar. Kahvemde sana kaldı hiç değdirmedim ağzımı''

dedim. O da minnet dolu bakışlarla kahvemi alıp bir yudum aldı. Ona veda ettikten sonra çadırdan çıkıp diğer sağlık çadırına ilerledim. Hemşirelerin gülüşmelerini kulak arkası etmiştim ama çadırın içine girip serumları taktıktan sonra son rutinimi yapmıştım ki gülüşme sesleri, kıkırdak sesler kulak ardı edilmeyecek kadar değildi. Neye güldüklerini ve neye bu kadar eğlendiklerini merak ederek yanımda ki cılız kızla çadırdan çıktım.

'' Askerlerin egzersizlerini izliyorlar sabahtan beri. Büyülenmişler sanki''

Çattığım kaşlardan çekinen kız hemen gözlerini önüne çekti ve sesini kesti.

Bende bakayım şu askerlere!

Birlikte çadırın arkasına geçtiğim de kısık gözlerle tam karşımda, yarı çıplak Alpaslanı görmemle kaşlarım havalandı. Toprak zeminde Murat, Akif, Nazım hemen karşısında Oktay ve Alpaslan yerde mekik çekerken Akifin, Oktayın ve Alpaslanın üstleri çıplaktı. Kamuflajlarını çıplak terli omuzlarına asmışlardı. Gözlerim Alpaslanın nemli, kas yığını vücudunda oyalandı. Asker tıraşının verdiği serseri hava, omuzlarının genişliği, pazularının ben buradayım diye yırtınmaları ve tabii ki kıkır kıkır fingirdek kızlar!

Kızlar?! Ah Kızlar..

Dört kişilik ufak bir kız grubuydu. Çoğu da boylu poslu sarışın, kumral, beyaz tenli kızlardı. Dağın tepesin de ruj sürmeleri ayrı bir ironiyken birde kendime baktım. Bize buraya gelirken dağıttıkları üç farklı renkteki formalardan bordosunu giymiştim, üzerimde de lacivert tonlarında bir kazak vardı en azından kalçamı kapatıyordu ve üşümüyordum. Saçlarım ise duş almadığım için karmakarışık olduğundan ensemde sıkı bir topuz yapmıştım. Yaka kartım bir yerde ben bir yerdeydim sanki. Dağınık halimle daha da asabım bozulurken hemşirelerden sarışın olanı kumralın kulağına eğilerek en azından arkasında duran benim duyabileceğim şekilde;

'' Kısa saçlı olan.... Allahım düşeceğim!''

'' Yüzbaşı Alpaslan o Lale! Adam soğuk nevalenin teki! Yanında ki ikinci yüzbaşı daha tatlı''

dedi yalancı bir edayla.

'' Of bilmiyorum elime çekirdek tutuşturun anam izlerim tüm gece''

'' Mısır da verelim mi?''

dedi beyaz tenli. Öfke bir anda beyin hücrelerimle atarken gür bir sesle;

'' Elinize serumlar az geldi herhalde kızlar!''

dedim onları korkudan sıçratırken. Kızlar bir anda yerlerinden arkaya sendelediler. Mekik çeken, kızların gözlerini bayram ettiren kas yığını Alpaslan nefes nefese iken bana döndü. Yerde debelenirken bana bakmayıda ihmal etmiyordu.

'' Hocam bizde şimdi içeriye-

'' Kes! Ney siz ne? Bu kız sabahtan beri koşturuyor saatini devretsin diye sizde kıçınızın keyfine burada durmuş bu densizleri mi seyrediyorsunuz!''

Oktay da beni fark edince nefes nefese kalktı. Alpaslanda kalkarken diğerleri de kalkmıştı.

'' Aşk olsun hemşirem, ne densizi''

dedi Oktay yapmacık bir tavırla gülerek.

'' Sus! Böyle çıplak bir şekilde ne yapıyorsunuz izlemek zorunda mıyız? Çıplaklar kampı mı burası?''

dedim sözüm Alpaslana yönelikti. Alpaslanın çatık kaşları Oktaydan level atlayıp bana döndü.

'' Hocam kusura bakmayın, ben geç hazırlandım biraz geç geldik''

dedi salak olan kumral. Sarışın hala Alpaslana bakarken,

'' Hey! Ben orada değil buradayım! Sarışınlar aptal olur derlerdi de inanmazdım! Dikizlemen bitti mi?''

Kız şok olmuşçasına bana bakarken arkasında ki beyaz tenli bir adım öteledi öne.

'' Hocam bu şekilde konuşamazsınız!''

dedi öfke ile. Öfkesine gülerken elimdeki serumları havaya kaldırıp salladım.

'' Aranızda serum takabilecek bir asker var mı?''

Murat ve Alpaslan yanımıza adımladılar. Alpaslan hala çıplaktı ve bu benim öfkemi daha da harlıyordu.

'' Yok ama şimdi gider takarlar Firuze''

dedi ılıman tonda Murat.

'' Bak gördün mü? İki hasta çadırda sizin göt keyfinizi bekliyor! Eee serum takabilen asker yok, bu kızın saati çoktan dolmuş yarım saat geçmiş. Şurada iki adımlık mesafe de oturuyorsunuz, dudaklarınız daki ruju sürmeyi atlayıp burada bu adamların mekik çekişini izleyemeseydiniz vaktiniz olur geç kalmazdınız! Arkadaşlar farkında mısınız siz acil çadırında çalışıyorsunuz ve çadırın içi bomboş! Senin burada bir dakika gecikmen demek oradaki adamın hayatını tehlikeye atabilir. Sen bir dakika burada durabilirsin, ama o adamın nefesi bir dakika dayanır mı? Bu aptallık değil de ne! Hemen hepiniz çadıra! Notlarınıza birer eksi!''

dedim bağırarak. Hepsi muma dönmüş özür dileyerek koştu çadıra. Tamam biraz abartmış-biraz mı?- iç sesime aldırış etmeden Alpaslana döndüm.

'' Giy şu üstünü şölenin bittiyse!''

dedim. Alpaslan ise sırıtıyordu manyak manyak.

'' Firuze, biraz abarttın sanırım, kızın gözleri doldu''

'' Yani? Bende geçtim o yollardan geçer büyüyünce''

dedim. Murat sinir bozucu derecede gülerken arkada kalanlar bana şaşkınca bakıyordu. Özellikle Oktay. İlk defa beni öfke saçarken görmüştü. Nazım havluyla terini silerken;

'' Kıskançlık diye yorumladım''

dedi. Gözlerimi ona devirip işaret parmağımı salladım.

'' Seni de haşlamayayım! Ne kıskanacağım be ben Alpaslanı!''

'' Hemşire, Nazımım Alpaslan komutanımı ağzına almadı ki. Celallenme hemen. Kızları dedi kıskanıyor diye''

Akiften öfkeli bakışlarımı çekip önümde salak salak sırıtan Alpaslanın çıplak karnına dirseğimle bir tane geçirdim. Bir anda afallamış böğrünü tutarken Muratta katıla katıla güldü.

'' Elin amma ağır kızım ya!''

dedi Alpaslan.

'' Üstünü giyin Alpaslan! Seni böyle görmek istemiyorum''

dedim yalandan tiksinç bir ifade ile.

'' Neden, kıskanıyor musun kaslı bedenimi''

dedi ellerini göğsüne tutup yakalanmış edayla. Sinirle bir kahkaha patlattım.

'' Boş herif!''

dedim onun omzuna çarpıp giderken. Sırtımda ki bakışlarını hissedebiliyordum ama onu önemsemeden Oktayın kolundan tuttuğum gibi Alpaslanın öfke dolu bakışlarının esirinde çıktık.

'' Firuze, dur be kızım. Ne oluyor''

'' Oktay çok öfkeliyim! Gel bir kahve içelim!''

Alpaslanın öfkesini görmek için Oktayı kullanmıştım ve buna pişman olmuştum.

'' Neye bu kadar sinirlisin sen? Herhalde kızların bizi izlemesine değil, Alpasla-

'' Yoo, isteyen istediğini izlesin de çadır boştu öfkelendim. Zaten gece boyu ter aktı götümden oraya koştur buraya koştur. Rahatlıklarına sinirlendim ben!''

dedim yalancı bir tonda cümlesini bitirmeye izin vermeyerek. Oktay Alpaslanı tahmin etse de sormamıştı bana hiç. Anlatmamı bekliyordu belki de.

'' Tamam güzelim sakin ol, bi kahveleyelim seni''

dedi arkama gözlerini dikerek. Alpaslan ve tayfası elleri cebinde şükür ki giyinik geliyorlardı.

'' Bizi de çayla güzelim''

dedi Alpaslan dişlerinin arasından. Murat ben ve Oktay arasında mekik dokurken Arif Nazımla gözleri Oktayın üzerindeydi.

'' Eliniz ayağınız mı yok?''

'' Yoo, Oktay gözüme bir güzel geldi de. Bana da, bize de yapar diye düşündüm''

Alpaslan takılı kalmıştı bu cümleye adeta.

'' Yaparım Alpaslan''

dedi Oktay bıkkın bir halde.

'' Gel geçelim çadıra biz, olunca haber ederiz''

dedim Oktayın koluna girerek ama Alpaslan tuttu kolumdan.

'' Az gelsene ''

dedi beni peşinden sürüklerken.

'' Alpaslan dursana bir ya!''

'' Asıl sen dur Firuze!''

dedi sıktığı kolumu gevşeterek. Beni çadırın arkasına savurduğun da sendelememe izin vermedi.

'' Hayırdır ya size? Güzelim, hemşirem hayırdır!''

Gözleri alev topuna dönmüştü.

'' Sana hayırdır ya! Sen pardon da kim olarak karışabiliyorsun?''

'' Asabımı bozma benim kızım! Patlatırım o güzelim diyen ağzını onun!''

'' Hiç bir şey yapamazsın! Duydun mu! Sen değil miydin beni piç gibi ortada bırakıp giden?''

Sabır diler gibi nefeslendi.

'' Çünkü zorladın beni! O herifle kahve içtin, üstüne gittin onunla!''

Güldüm sinirle. İlk defa kartları açık oynuyorduk.

'' Neden gittim biliyor musun geri zekalı! Bora astım hastası! Burnunu yamultarak nefesini de kesmiş oldun! Allahtan atak geçirmemişti! Seni hakim olan babasına şikayet edecekti o gece onu tehdit etmeseydim! Sen beni yargılarken ben bununla uğraşıyordum. Sabahına öküzlüğünü göz ardı ederek sana kek yapıp getirdim, naptın? ''

Duydukları onu şaşırtmıştı. Dindi taşan sabrı, öfkesi, gözlerini kaçırdı.

'' Özür dilerim, öfke gözümü bürümüştü''

Onun bu masum tavrı, dudaklarını büzüşü gardımı indirtiyordu, ama o kadar uzun boylu değildi.

'' Üstelik o gün gerçekten tüm iyi niyetimle gelmesem, göreve gideceğini bile başkasından öğrenecektim, hoş Murat söyledi bana da zaten''

Kocaman adam Alpaslan, utanıyordu şimdi karşımda. Kafasını ağır ağır salladı.

'' Şimdi izninle Alpaslan! Ve evet düşündüm de haklısın. Bizden zaten olmaz mış!''

Tamamen öfke, tamamen yalandı. Karşımda ki bu adamı iliklerime kadar istiyor ve kıskanıyordum. Lanet olası gurur yakalarıma yapışmıştı.

'' Öyle mi?''

dedi buruk tonda, gitmek için yanından geçtiğim de ise kısık ama keskin bir şekilde fısıldadı.

'' Öyle olmadığını göstereceğim!''

Duymamazlıktan gelerek ilerledim çadıra doğru. Oktay prizdeki su ısıtıcısından fincanlara kahve döküyordu. Ben kahve dolu fincanımı alırken Murat ile Nazım toplandılar beni, arkamdan gelen Alpaslanı görünce.

'' Rahat koçum rahat''

dedi sandalyelerden birine oturarak.

'' Komutanım, biz bir şey düşündük''

dedi bizde Oktayla Alpaslanın bakışları altında otururken.

'' Ne düşündünüz?''

'' Ateş mi yaksak? Akşam nöbetten sonra. Murat komutanım ile Akifin nöbeti de bize eş bitecek. Ne dersiniz?'

dedi hepimize bakarak Nazım. Oktay da bana bakınca Alpaslan sıkıntılı bir nefes bıraktı.

'' Farketmez'''

dedi kısaca. Nazım tamamen bana döndüğün de Oktaya bakışlarımı çevirdim.

'' Gider miyiz?''

'' Sen gelirsen giderim.''

'' Tamam geliriz''

dedim. Kaçamak bakışlarımı Alpaslana döndürdüğüm de o da bize bakıyordu donuk bir suratla.

'' Tamam o zaman, kumanyalar geldi bu arada. Sular da gelmiş.''

Fincanımla birlikte kalktım.

'' İki gündür duş almadım, ben dönüyorum. Sen burada mısın?''

'' Buralardayım nöbetim var. Yazarım sana''

dedi, aklıma gelen makarna fikriyle ona döndüm.

'' Eee hani makarna yapacaktık biz?''

'' Ah doğru ya! Aç mısın?''

'' Duştan sonra hazır su da gelmiş yapsak mı?''

dedim. Murat Alpaslanın omzuna destek veriyormuşcasına sıktı.

'' Tamam duş al gel''

Alpaslan daha fazla dayanamayarak kalktı gür bir kalkışla. Oktay ile sözleşip onları aldırmadan çıktım çadırdan.

'' Firuze''

Muratın seslenişi ile döndüm.

'' Murat, hayırdır''

'' Firuze biliyorum kırgınsın, biliyorum kötüsün, kırıldın ona hatta kinlendin haklısın ama yapma. Alpaslanın öfkesini bilmiyorsun. Zor tutuyoruz Oktayın elinde kalmaması için''

'' Murat seni severim, asla ama asla kalbini kırmak istemem ama açtırma ağzımı! Sakın! O karargahta gözyaşlarımla nasıl çıktığımı hepiniz gördünüz! O bunu hep yapıyor, kendi doğrusu, kendi bildiği, hep kendini önce öncelik veriyor!''

'' Haklısın. Ama pişman göremiyor musun?''

'' Göremiyorum! Demek ki yeterince pişman değil!''

dedim arkamı dönüp giderken. Tahammülüm yoktu onun haklı olmasını dile getiren herkese. Yolda iken babamla konuşmuş iyi olduklarını, iyi olduğumu konuşarak kapamış konteynıra geldiğim de de duş almıştım ilk defa içimdekilerden arınmış o buhramdan vücudumdan akıp giden köpükler gibi durulanmıştım. Bavuldan yünlü mavi kazağımı, altına da siyah taytımı geçirip saçlarımı küçük bir kurutma makinesi ile kurulamıştım. Çatlayan dudaklarıma parlak bir gloss sürerek şarjda ki telefonumu aldım.

Nazo: Özledim seni zilli! Muratım napıyor?

Beni mi özledin, Muratını mı?

Nazo: Sus be! Var mı bir sorun?

Seninki gayet cıbıldak cıbıldak buradaki aranan hemşirelere pozlar mozlar, dikkat et bacım, kaş yaptın göz çıkartma!

Araya zehri salmış, öfkemin taze olduğu Muratın başını yakmanın mutluluğu ile çıktım, Oktayın kaldığı yere gitmiştim. Oktay giydiği siyah sweatin kollarını sıvamış suratında ki afallama ile karşıladı beni.

'' Hoş geldin, Firuze iyiki geldin! Pişmiyor bu makarna''

dedi huysuzca. Gülerek ayakkabılarımı köşede çıkarıp girdim içeri. Beyaz montumu çıkarıp koltuğun üzerine koydum.

'' Nasıl pişmiyor?''

'' Bilmiyorum! Arapça yazıyor üstünde''

'' Bakayım''

Ocağın üstünde kaynayan kalın çubuk makarnaya baktım. Hala diriydi.

'' Ne kadar oldu koyalı?''

'' Yarım saat''

'' Ooo olmuş baya. Bilemedim. Ama bence uzun sürecek''

'' O kadar vaktim yok, dokuz gibi gideceğim''

dedi yediye gelen saate bakarak.

'' Tamam tamam, merak etme sen sandviç yaparız''

'' Çay koyuyorum o zaman''

dedi gözleri açlıkla parıldarken. Kafamı olumlu sallayıp poşette kalan domates ve peynirlerle ekmekleri hazırladım. O da kaynayan suyu bardakta ki poşet çayın üstüne dökerek geçti içeriye peşimden.

'' Ellerine sağlık bana kalsaydı yemek akşama kadar beklerdik''

dedi gülerek. Ona eşlik ederek gülmüştüm bende.

'' Afiyet olsun. Annen aramadı uzun zamandır''

dedim sesimde ki hayretti. Küçük çocuklar gibi göz devirdi.

'' Sorma ya, aman. Annem hep ehvamlıdır benim işte. Arar öyle. Senin ki?''

İçimde ki kırgınlık baş gösterdi.

'' Konuşuyoruz. neyse saat geçiyor hazırlan istersen de çıkalım''

Sandviçini bitirip çantasını hazır etti. Montunu da eline alırken bende boşları lavabonun içinde yıkamış kurutmuştum. Montumu alıp çıkarken oda peşimden geldi.

'' On bire kadar dimi senin nöbette?''

'' Evet, yani şöyle ki Jalenin yanında olacağım''

'' Tamam mesaj atarım çıkınca çıkarsın''

Onayladıktan sonra ben sağlık çadırına o da nöbet yerine gitti. Akşam aslında sakindi, bir kaç hastanın kan tahlilini yapmış, sonuçlarını hocalara göstermiş, civarda ki çocuklara yemek dağıtımı yapmıştık. Jale kucakladığı minik kız çocuğu getirdi sağlık çadırına..

'' Annesi uyudu, bu minik uyumadı. Bırakamadım yanında çadırın ağzı açık bir şey olur''

dedi ağlamaklı tonda.

'' Sen de çok iyi görünmüyor sun''

dedim omuzlarına vurarak.

'' Çok yoruldum ama kadın bitap düştü. Uyandıramadım. Yarım saat arayla kontrol etmem gerek ilaç verdim çünkü. Per perişanlar, Allahım bu insanlık dışı bir durum! İnsanlık bu kadar kolay olmamalı!''

Hayat garipti. Kucağında el kadar bebekle karşımda gözleri dolu doluydu. Üzüntü göz kapaklarıma perde misali çekilirken kucağında ki mis kokulu bebeği aldım

'' Sen yarım saat dinlen, sonra kaldıralım. Uzan şu sedyeye.''

'' Gerçekten mi?''

'' Nöbetteki hemşireler çok bu gece. Merak etme.''

Sabahki densizler aklıma gelince öfke bulutunu kucağımda ki miniğin mırıltıları dağıttı.

'' Süper olur duacın olurum. Dikkat edin''

Miniği bir güzel battaniyesine dolayıp çıktım sağlık çadırından. Bir çay molası verebilirdim. Hava serindi, kızı montumla sardım. Üşüyen omuzlarımla çadıra doğru ilerlediğim de Alpaslanın sesi ile durdum.

'' Firuze''

Elinde ki fincanla çay almaya geldiğini anlamıştım.

'' Çay mı?''

dedi fincanı işaret ederek. Gözleri kucağımda ki bebeğe kaydığın da bir anlık dolu dolu bakan gözler gözlerime kaydı. Süzdü beni.

'' Evet, bana da doldurur musun?''

dedim inadı kırarak. Gözleri parladı.

'' Doldururum tabii ki, gel hadi''

Birlikte çadıra geçtik, o çayı getirip yanıma otururken bende bana şaşkınca bakan miniğin burnunu okşuyordum.

'' Şşş, huzursuz şirin karın ağrın var değil mi senin ondan bu huzursuzluk''

Alpaslan gülerek bize bakarken eğildi bana doğru. Kucağımda ki bebeğin çenesini okşuyordu usulca. Üzerinde ki askeri üniforma onu zaten mükemmel gösterirken, teması ile yakınlaşması aklımı başımdan alacak türdendi. Saçlarında ki o koku, beni odasında uyandığım sabaha götürürken gülümsedim. Kafasını kaldırıp dudaklarımın kenarına çevirdi gözlerini.

'' Çok güzelsin''

dedi baş parmağı ile dudak kenarıma tutunarak. Kokusu aramıza dolarken kolunun koluma tutunuşu alevimi artırdı. Yutkundum utançla. Yanaklarıma nüfuzlanan kırmızılık ile kafamı çevirdim bebeğe.

'' Azrayı özledin mi?''

dedim sessizliği kırarak ve bir nebze utancımı geride bırakarak.

'' Özlemez miyim. Burnumda tütüyor. ''

Bende özlemiştim Azrayı. Ama şimdi bakınca kucağımda her şeyden habersiz yatan bu miniğin canının, sıcak yatağında yatan, sağlıklı Azradan farkı neydi? Hiç bir farkı yoktu.

'' Coğrafya kaderindir, kaçamazsın. İnsanlık bir grup şerefsizin piçliğine baş kaldıramayacak kadar aciz işte''

dedi dişleri arasından.

'' Küçücük bir bebek Alpaslan, hak etmiyor bunu. Burada olmayı hak etmiyor''

dedim sitemle. Bakışlarında ki samimiyet aktı elalarıma. Kahvelikleri fırtına gibiydi, koyu ve dipsiz. Saçlarımı okşadı usulca.

'' Hak etmiyor güzelim, hem de hiç''

dedi bir anlık cesaretiyle kafamı öperken. Onun sıcacık dudakları değdi saçlarım arasında. Derin bir nefes çekerken yüreğimde ki ince sızı çoğaldı da dağıldı göğüs kafesime. Ağlamak, onun koynunda ağlamak isteği peydah oldu kırgınlığımın arasından. Sonra yine iliğime kemiğime yapışan gurur bırakmadı beni. Kalktım sandalyeden bir hışımla.

'' Jaleyi uyandırmam gerek. İlaç saati geliyor bu kız çocuğunun''

diyerek bahanemle birlikte sırtımda ki bakışlarını hissederek çıktım çadırdan. Murat ve Nazım kafalarında ki yeşil kaskı çıkarırken geldiler yanıma.

'' Firuze, nöbettemisin?''

'' Bitiyor yarım saate. Siz?''

'' Bitti. Bu güzel kız çocuğu kim?''

dedi Nazım bebeğin suratını severken.

'' Annesi uyuyor, Jale ilgilenecek birazdan gideyim bende alırsınız ateş yakarken beni de''

diyerek uzaklaştım oradan. Jaleyi uyandırmış bebeği teslim ettikten sonra nöbet listesine imza attıktan sonra çıkmıştım. Alpaslan, Oktay, Murat, Nazım, Akif ve bir iki asker daha yanlarında ki tanıdık iki hemşire hep beraber geçtik ateş yerine. Biraz yol yürümüş, tepe gibi bir yere çıkarken Murat ve Nazım ellerinde ki malzemelerle ateşi hemen çember halinde hazırlamışlar, siyah çöp poşetinden çıkardıkları çalılarla harlamışlardı hali hazırda yanan ateşleri. Nazım nereden bulduklarını bilmediğim bir poşet dolusu kestaneyi folyoyo sarıp ateşin ortasına atarken Akif karton bardaklara termosta ki çaydan doldurdu. Alpaslan ve Oktay en başa, Murat ve Nazım ise Akif ve o iki kızın tam karşısına oturdu.

'' Hocam, sizi böyle bir ortamda ilk defa görüp deneyimliyoruz''

dedi montuna sarılıp üşüdüğünü belli eden kısa saçlı kız.

'' Öyle mi?''

dedim samimi bir şekilde. Murat kestaneleri çevirip alevin yüzüne yansıması ile bana döndü.

'' Öyle mi? Ha ne anlattım kızım sen Nazlıya sabahtan beri imanımı gevretti orada ne boklar yiyorsun sen diye!''

Sinsi bir şekil de gülerek ellerimi birleştirdim önümde.

'' Onu, milletin içinde cıbıldak dolaşmadan önce düşünücektin!''

'' Lan!''

'' Şşş yavaş gel''

dedi Alpaslan Murata ölümcül bakışlar atarken.

'' Aaa, baklavalılar siz miydiniz?''

dedi yanında ki kız. Gözlerimi kısarak ona baktığım da yutkunarak gözlerini Alpaslandan çekti.

''Haha, sen şimdi naneyi yemedin mi?''

dedi gülerek Akif Murata.

'' Hadi lan oradan ne nanesi! Ben bir şey yapmadım''

'' Bilemem! Hadi komutanım yakışıklı ve bekar, hızlı ve atik de senin flörtöz durumların var aga onu ne yapacağız''

Yakışıklı ve bekar, hızlı ve atik hımmm....

'' Komutanından hızlısı mezarda''

dedim Alpaslanın sırıtık suratına. Gülüşü yüzünde dondu ve yaramaz bir velet gibi omuz silkti.

'' Ben ne yaptım kızım!''

'' Benden ayrı kaç kızın var?''

'' Sadece sen, benim kızım sadece sensin''

dedi apaçık serseri bir tonda. Ben şaşkınca önüme dönerken Oktayın bakışları sonunda aramızda mekik dokumaktan vaz geçmiş, herkesin karton bardaklarına çay dökmüştü. Akif ise kestaneleri çıkarıp ikinci bir karton bardağa herkese bir avuç dolusu koyup dağıttı. Şimdi oturmuş ateşin ılıklığı içimize akarken yüzlerimizi aydınlatan alevlerin ışığın da sohbete dalmıştık. Konu ne ara aşka döndü bilmem ama, şu an ellerimi ısındıran bardağa üçüncü çayımı alırken Oktay ise beni şaşırtan bir hayat hikayesi atmıştı ortama.

'' Küçüğüz o zamanlar. Kanım deli, ben on sekizim de o on yedilerinde falan. Babam iflas etmişti emlak işinde, borçlular kapıda. Nasıl bir aşk bürümüşse gözlerimi evleneceğim diyorum onca zorluk içinde. Annem per perişan, kızın hali bizden perişan. Babası askere gitsin gelsin evlendireceğim dedi. Eee, el mahkum gittim. Ama baktım ki bu işte asıl para, önce halimi vaktimi toparlayayım dedim. Evimi, arabamı, paramı her şeyi hazırladım. Sözleşmem bitiyor döneceğim, olmuşum yirmilerimde mis gibi delikanlı. Haberi geldi, kızı dayısının oğluna vermişler daha zengin diye. Adam otuzundaydı, kız yirmilerinde. Bir sene olmadı duydum ki, ikinci oğlunu doğururken vefat etmiş.''

Çıt çıkmıyordu kimseden. Öyle ki Alpaslan bile sükunet ile dinliyordu onu. Murat elini dizine vurdu.

'' Ha siktir! Eeee, gittin mi mezarına?''

'' Gittim, helalleştim affet beni dedim, gelip alamadım seni dedim ama, o gece rüyama girdi.''

dedi gözlerini bana çevirerek.

'' Biri girsin dedi hayatına, sev, kırma, incitme, sen de sev dedi sevemedin beni ukte kalmasın aşk içinde dedi''

Dolan gözlerimi ondan çekerken o çekmedi. Alpaslan bize bakarken Muratta Alpaslana bakıyordu.

'' Demem o ki Firuze''

dedi beni kendine çevirirken.

'' Seviyorsan seviyorum diyeceksin. Hayat kısa, hayat çok kısa, kuşlar uçuyor saniyemiz saniyemize uymazken seviyorsan yapma gurur. Bir gün bu kibir, bu gurur sevdiğin toprak altında olunca anlıyorsun fayda etmez, beş para etmez''

Yüreğimin köşelerinde ki açık bir yara cız ederken gözlerimi pişmanlıkla bana bakan Alpaslana çevirdim. Hala aşamıyordum, o gün oraya gitmesem sessiz sedasız çıkacaktı hayatımdan. Ve bugün burada olmasam beni arayıp pişmanım bile demeyecekti. Bunları aşamamanın verdiği huzursuzluk kahrederken beni Oktayın dediği cümlelerin ağırlığı altında da eziliyordum.

'' Nişanlım buraya gelmeden bir sene önce şehit düştü''

dedi parmağında ki yüzüğü hala çıkarmayan montlu kız. Bu sefer gözlerimiz ona çevrildi.

'' Evimizi kurmuş, her şeyimizi halletmiştik. Göreve gitti, tabii tartışmıştık o gün. Neymiş mobilyaları neden benim istediğim renk değilmiş! Gitti öylece, iki gün sonra ölüm haberi geldiğin de oturup o lanet koltuklar da ağladım. Çok dua ettim bende öleyim diye ama olmadı, intihara sürüklendim onu bile beceremedim. Oturdum o gece, bak dedim bu koltuktasın ama huzurun nerede? Pişman oldum olmasına ama ne fayda?''

Gözyaşları boncuk misali dağılırken yanında ki kız sarıldı ona.

'' Şşş Evin, lütfen. Yapma''

Akif kızın sırtını sıvazlarken herkes bu ikilinin hayat hikayesine üzülürken bu sefer konuşan Nazım oldu.

'' Elim de beyaz şakayıklar, bekliyorum kızı bir kafede, çarşı iznindeyiz devrelerle. Aklıma koydum bu kızı Hakkari den alıp götüreceğim memleketime. O zaman belki bu mesleği de bırakır karıma çocuklarıma adardım kendime. Çarşının girişin de bir korna sesi. Kızın babası çıktı. Bende türk askerine verecek kız yok dedi! Uğraş dur didin dur sonuç bir hiç. Bir gece bir mesaj, vazgeçtiğini bizden olmayacağını söyleyen bir mesaj. Şakayıklar kurudu ama içimde ki ona olan hislerim bir türlü kurumuyordu. Sonra komutanımı buldum, sağ olsun aldı beni dağıldığım yerden toparladı. Allah razı olsun''

dedi uzanıp Murat ve Alpaslanın dizlerine vururken. Alpaslan sıkıntılı bir nefes verirken gözleri benden bir an olsun ayrılmadı.

'' Pişmanım, öyle ki bu pişmanlık rüzgarı beni içimde kavrultup duruyor. İçimde ki bu sıkışıklık bi türlü nefes alamıyor. Dilim tutulsaydı diyorum, o şeyleri elalarında kaybolduğuma nasıl söyleyebildim. Gurur işte, içine sıçayım gururunun! Özledim de fırsatım yok söylemeye. Dinlese keşke, nelerimi vermem anlatmak için''

Dolu dolu gözlerle gözlerimde mıh gibi kazınıyordu. Dolgun dudakları buruk bir tebessüm peydah ettiğin de sıkıntıyla kabardı göğsüm. Murat ve Nazım bana merakla bakarken Nazımın meraklı gözlerine esasen konuştum.

'' Şakayıklar kırmızı olur Nazım! Kırmızı şakayıklar aşkı tutkuyu simgeler. Birine karşı duygularını ifade edeceksen, kırmızı şakayık alırsın. Şakayıklar güzel kokar ve çiçeklerin içinde en zarifi de odur. Ben şakayık çok severim. Değer de değer görülmesini bilene verilir. Hala iki fani iken iki dudak aramızda ki sözleri çıkarsak şu an şu halde olmayız, insan özür dilerken bile böyle dilememeli. Özür dilemek isteyen, özrün sahibine şakayık alsın elbet affeder''

dedim ayaklanarak. Açık bir kapı bıraktım Alpaslana. Nazım beni anladığını ifade eden bir gülümseme sergilerken Murat Alpaslanın sırtına vurdu.

'' Boku yedin! Suriye de şakayık ne arar! Geçmiş olsun''

dedi şakaya vurarak. Alpaslan bir kaç saniye düşündü, şu anki hali huysuz bir veleti andırıyordu.

'' Ben gideyim artık, yarın sabaha erken kalkmam gerekecek.''

'' Ben bırakırım seni''

diyerek ayaklanan Oktayı Murat durdurdu.

'' Komutanım daha biz buradayız, yalnız bırakma bizi. Hem Alpaslan komutanın gece nöbeti var o bırakır hemşireyi''

dedi sert sesiyle. Oktay geri yerine otururken ona sorun olmadığını söyleyerek iyi geceler diledim herkese ve ben önde o arkada boş araziyi geçene kadar ilerledik sessizce.

'' Şakayıkları sever misin?''

dedi arkamdan kısık sesle.

'' Hıhı, severim. Ama kimse bana şakayık almadı. Herkes papatyaları sevdiğimi söyler ama ben şakayık severim''

Sırtımda ki gözlerini hissedebiliyordum. Çadırlara gelene kadar o arkamdan gelmeye devam etti.

'' Yarın sabah''

dedi kaldığım yerin önünde dururken. Ona doğru döndüm. Elleri cebinde kızarmış burnu ile tatlı bir şekilde bana bakıyordu.

'' Kahvaltı yapalım mı?''

dedi. Tüm ümidi gözlerindeydi. Vereceğim cevabı bekliyordu bir umutla.

'' Olur. Sabah yedi gibi kalkarım''

dedim. Gülümsedi. Alpaslan inci gibi dişlerini gözlerime sererken çocuk gibi hevesle kafasını salladı ve arkasını dönerek gerilen sırtından anlaşılacağı üzere ayaz havaya bir nefes bıraktı derinden. Bu haline gülerken cebimden anahtarı çıkardım, kilide taktım arkamda ki karaltı iyice üstüme binerken dönüp bakmaya fırsat bulamadan Alpaslanın elleri ile döndüm ona. Araladığım kapıyı sertçe kapayıp beni arasına aldı. Elleri heyecandan yanan yanaklarıma uzandı, tersiyle boydan boya sürttü.

'' Şakayık yok elimde ama, çiçek gibi kokun var teninde. Solumam gerekiyor, mahrum etme kendinden Firuze''

Sesi, oyuncağı elinden almış küçük bebekler gibi çıkıyordu. Erkeksi bir fısıltı kulaklarımın dibinde uğulduyor, nefesi yüzümü yalayıp geçerken elleri alevden farksız tenimde dolaşıyordu. Büyük avucu ile tesiri altına aldığı belim kavrulurken, ellerim göğsüne, oradan boynuna dolandı. Alnı alnımda, kokusu aramızda doluşurken koyulaşan kahvelikleri elalarıma aktı bir kez daha.

'' Alpaslan''

dedim güçlükle. İradem zayıflamış, yok olurken durması lazımdı. Şayet ulu orta yerde öpüşemezdik, bende ona olan gururumu hala rafa kaldırmamıştım içeri gel diyemezdim. Tek temennim beni içeriye sokması olurken o ise tamamen hipnoz olmuşcasına dudaklarımda baş parmağını gezdirdi.

'' Beni öp diye feryat eden ağzından ismim ne güzel çıkıyor Firuze!''

Sonrası karanlıktı. Dudakları dudaklarıma eğildi, kapandı harelerim. Özlemle sızlayan iki et parçam onun et parçası ile buluştu. Dokulu dili damaklarıma çarpa çarpa dilime ulaştığın da özlemin ne denli büyük olduğunu bir kez daha görüyordum. Kalbim çırpınmak için kanat açan kafesteki kuşlar gibi havalandığın da yine o his peydah oldu kasıklarımda.

Yüksekten uçan şakayıklar...

Eli belimden aşağı tesir ettiğin de kalçamın üstünde durdu. Avucu yanıyordu sert kumaşıma rağmen hislerimin her zerresini yaşarken..

Nasıl olur da saniyeler içinde darmadağın olurdum aklım almıyordu ama Alpaslanla olurken aklım olmuyordu. Kendimi tamamen ona bıraktığım da hissettim o yağmur tanesini suratımda. Sonrası yoktu... Sonrasını düşünecek benlikte de değildim..

** Yazardan/ Bölüm Sonu Sahnesi**

Bedenleri alev topundan farksız, elleri hasretle, özlemle dolan bu iki beden bu ayazın çiseleyen yağmurunda öpüşeduruyorlardı. Ahmak ıslatan bir hava muzdaripti gökyüzünde. Gür ve hızlı değil, cılız ve ıslatan bir hava hakimdi şimdi. Üstlerine sinen damlalara aldırmadan öpüştü ikiside. Alpaslan Firuzenin kalçalarını avuçlarken dudaklarını büyük bir özveri ile öpüyordu. Hem canını acıtıp özlemini dindirmek istiyor, hem de ona kıyamıyor kendini kontrol etmek istiyordu. Neredeyse bir buçuk ay olacaktı görevde olalı, bunun iki haftasını geçirdiği Firuzenin hayatına ne denli akıbet sağladığını anlamıştı sonun da. Sevmek sevilmek istiyordu ellerinin altında ki titreyen kadınla. Firuze Alpaslanın boynundan kavradı, kendine daha çok yapıştırmak, kasıklarında ki o tatlı sızıyı en azından çoğaltmak istiyordu. Bedeni, kalbi ağzında atıyordu resmen. Alpaslan ise kendini o kadar zor tutuyordu ki, dudaklarını zor bela çoğalan yağmurla ayırdı dolgunluklardan.

'' Firuze, ah Firuze''

dedi göğsü kabarırken.

'' Yağmur bastırıyor güzelim, ıslanmayalım''

dedi Firuzenin zevkten koyulaşan elalarına bakarken. Firuze kafasını gökyüzüne çevirirken Alpaslan kızın gerginleşen boynuna daldı bu sefer. Allahım! Nasıl da güzel kokuyordu bu kız, nasıl da ılımlıydı bedeni. Firuze boyun girintisinde ki adamın saçlarına bir öpücük kondurduğun da Alpaslan artık kendini dizginleyemeceğini anlamış, elini ateşten çekercesine uzaklaşmıştı Firuzeden.

'' Firuze! Aklımla sabrımla oynama! İçeri girmezsen eğer bu gece burada kimse kalmayana kadar boşaltırım burayı!''

Firuze kıkırdak bir gülüş sergilerken utançla kafasını eğdi.

'' Git hadi Alpaslan! Gel ama sabah beni almaya''

Gelmez miydi? Gelirdi. Aslında onu sevdiğini, onunla bir ilişki denemek istediğini söyleyecekti ama hızlanan yağmur daha fazla kızın üzerine yağmasın diye yarına bıraktı. Ona mutlaka kahvaltı ederken söyleyecekti, basit bir hoşlantı olmadığını rüyalarında Firuzeden başka bir şeye yer olmadığını söyleyecek kıza olan aşkını itiraf edecek özür dileyecekti yaptığı ayılıklardan ve bugün aldığı habere göre hafta sonu döneceklerini, bir diğer grubun görevi devralacağını söyleyecekti ama hayat yarına bıraktıklarımız kadar uzun değildi...

Firuze göğsünde ki dinmek bilmeyen heyecanla girdi eve. Sırtını kapıya yaslayıp derin nefesler alıyor kendini sakinleştirmeye çalışıyordu. Sorun yoktu, Alpaslan pişmandı ve aptaldı. Bu onu kıkırdatırken vücudundan kalkan ağırlık ile yığıldı koltuğa. Heyecanlı ve aptaldı şimdi.

Alpaslan ise yüreğinde ki hafiflik, ismini adlandıramadığı bu hisle nöbet yerine geçti. Dinçti, mutluydu ve en önemlisi biliyordu ki buradan el ele çıkaracaktı Firuzeyi. O gece ikisine de sabah olmadı. Ne hayaller kurup, gülen Firuze uyuyabilmişti, ne de heyecandan tüm geceyi ayakta geçiren Alpaslan.. İkisi de dinç bir şekilde sabahı karşıladı. Firuze bavulundan siyah, ispanyol paça kumaş pantolonunu ve üzerine gri yünlü kazağını çıkarıp saçlarını saldı beline. Hafif bir makyaj yapmış dudaklarını parlatarak Nazlı ile kısaca görüşüp durumları anlatmıştı. İki arkadaş mutlaka Firuze dönünce büyük bir dedikodu yapacaklarını söylerken gülerek kapamışlar Firuze artık çıkmaya hazırdı. Alpaslana mesaj ata ata çıktı kapı eşiğinden

Dışarı adımını attığın da fark etti etrafın sessizliğini, sis yayılmıştı etrafa. Bunun dünkü yağmurlu bir havanın etkisi olarak düşünerek bir adım atıyordu ki arkasında ki hareketlilik ile dönmeye kalkarken birden sert bir şekilde gözleri kapatıldı bir el tarafından.

Alpaslan?

diye geçirdi içinden ama hayır, o bu kadar canını acıtmazdı kızın, ve kokusu, ağır iğrenç bir tütün kokuyordu. Bu Alpaslan değildi. Yüreğinde ki korku tüm uzuvlarına yayılırken bir çığlık kopardı, araziyi ayağa kaldıran bir çığlık. Civarda ki askerler koşana kadar ise genç kızı ağzına ve burnuna kapatılan eterle çığlık kesildi, yığıldı bu pis teröristin eline Firuze. Arabaya atladı kucağında öylece yatan kızla. Aracın kapısı kapandı ve hızla uzaklaştı koşturan askerleri arkasında bırakarak.

'' Alpaslan komutanımı ara Namık!''

Namık cebinden çıkardığı telefonla Alpaslanı aradı. Alpaslanın keyfine yoktu diyecek. Çadırda imkanlar dahilinde bir kahvaltı hazırlamıştı, şakayık bulamamış ama civarda yetişen papatyalardan bir iki tane koparıp koymuştu masaya. Titreyen telefonu ile cebinden çıkardı. Arayan eri Namıktı. Sabahın bu köründe hayra yormak istese de karşıdan gelen nefes nefese ses buna engeldi.

'' Komutanım, baş hemşireyi kaçırdılar!''

**

Komşu kızlarım bir bölüm daha sonuna geldik. Şakayıklar kırmızı olur bu arada! Haha, bir diğer bölümde görüşmek üzere:) Esenle kalın..

 

Loading...
0%