Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm

@vanessaazeri


1 Bölüm: Avdet.


 

Bundan uzun yıllar önce ülkesi için yaptıkları ve güzelliği ile tanınan bir kraliçe yaşarmış . Hayat onun ailesini ve değerli kimi varsa alsa da, yüzükleri koruyan koruyucular arasında en güçlü olanlardan biriymiş. Yalnızlık en büyük korkusu haline gelirken zamanla değişerek bambaşka biri haline gelmiş. Babaannem kitaptaki hikayeni okurken bende onu dinliyordum. Onun bana kitap okumasını çok seviyordum.


Açık pencereden içeriyi aydınlatan Ay'a ve ona yakın duran çift yıldızlara gözlerimi ayırmadan yatakta uzanmış bakıyordum. Kalbimde sanki başkasına ait hiss ettiğim üzüntünün sebebini bilmiyordum. "Saat çok geç oldu, ben odama gidiyorum Valentina." Babaannem kitabı kapatıp masanın üzerine bıraktığında ayağa kalkarak kapıya yaklaştı. "İyi geceler babaanne." dedim gülümseyerek.


"İyi geceler bir tanem." Babaannem hafifçe gülümseyip odadan çıkıp kapıyı kapatarak gitti. Annem Fiona ve babam Noah Clean öldükten sonra babaannem ile yaşamaya başlamıştım. Pek güzel hayatım olduğu söylenemezdi, ama taki onunla yaşamaya başlayana kadar.


Babaannem çok nazik ve kibar birisi olduğu gibi aynı zamanda çok yetenekli bir kadındı. O, yazardı ve şimdiye kadar yazdığı bir kaç seriden oluşan kitapları vardı.


Evinde büyük kütüphanesi vardı ve ben zamanımın çoğunu kütüphanede kitap okuyarak geçirirdim. Babaannemle geçen bütün günlerim benim için çok güzel bir rüyaydı. Ve bir gün bu rüya korkunç kabusa dönüştü.


Maalesef insanlar sonsuza kadar yaşayamıyor, bir gün ölüyorlar. Ve babaannem de diğer ölmüş insanlar gibi gözlerini sonsuza kadar kapattı.


Babaannem öldükten sonra amcam Andre Clean'ın evinde yaşamaya başlayacaktım. Ne kadar da babaannemin evinden ayrılmak istemesemde gitmek zorunda kaldım.


Eve geldiğimde beni amcamın karısı Elsa Clean ve oğlu Bret Clean , küçük kızı Ellen karşılamıştı. Bir an her şeyin güzel olacağını düşünmüştüm amma her şey göründüğünden farklıymış.


Amcam ve karısı bana zamanla kötü davranmaya başladılar. Bütün evi bana temizletiyor , üstelik bu da yetmiyormuş gibi acı sözleri ile benimle dalga geçiyordular. Bazen benim yemek yememe izin vermezdiler fakat Bret ve Ellen gizlice yemem için yemek getiriyordular . Tüm bunlara katlanmak zordu ve onlar gece mışıl mışıl uyurken ben ağlardım.


Bir gün amcam babaannemin bütün mirasını benim üzerime kaldığını öğrendi. Vakit geçtikçe bana eskisinden daha iyi davranmaya başladılar. Bense onların hatalarını anlayıp düzeldiklerini sanarak en büyük hatayı yaptım.


Sabah erken kalkıp babaannemin mezarını ziyaret etmek istedim. Bugün onun doğum günüydü.


Küçük odamdaki eski dolaptan en sevdiğim kıyafetimi çıkardım. Bu kıyafeti bana babaannem almıştı ve hep onun mezarını ziyaret edince giyerdim.


Masamdan babaannemin bana doğum günümde hediye ettiği , şimdi herkesin okuduğu Seçilmişler serinde geçen ve sadace benim okumam için yazılmış kitabı aldım. Serinin ilk kitabı Clara: Mühür Büyüsü isimli kitaptan serinin son kitabına kadar okumuştum.


Seride yer almayan babaannemin ve benim okuduğum kitaptı bu. Kimse bu kitaptan haberdar değildi , babaannem benim için özel olarak yazmıştı Ve benim için çok değerliydi , çünkü bu onun yazdığı son kitaptı.


Kıyafetimi değiştirip , kitabımı masanın üzerinden aldıktan sonra odamdan çıktım. Kolidorda yürüyüp etrafa bakarak yavaşça merdivenlerden aşağı indim. Amcam ve eşi ortalıkta yoktu. Nereye gittiklerini bilmiyorum, ama iyiki karşıma çıkmamışlardı. Her şeyime karıştıkları gibi dışarı çıkmama da karışmalarına sinir oluyordum. Küçük bir çocukmuşum da ne yapacağımı bilmiyormuş gibi emir verme haklarını kendilerinde buluyordular. Her yaptığım hareket onlar için kusur oluyordu.


Mutlu mutlu merdivenlerden inip kapıya doğru gidiyorken hizmetçinin sesiyle duraksadım. "Nereye gidiyorsunuz?" Bıkkın olduğunu ifade eden derin bir nefes aldım. "Amcanız ve yengeniz sizin nereye gittiğinizi soracağı için sordum." Arkamı dönüp köyü kahve renkli saçlı, ela gözlü hizmetçi kıza baktım. Ciddi bakışları yüzümde gezinirken hafifçe gülümsedim. Ellerini beline koyarak ne işler çevirdiğimi sorguladı. "Anladım, babaannemin mezarını ziyaret etmeye gidiyorum. Bunu dersin. Bir saat içinde geri döneceğim." dedim, titreyen sesim kulağıma yabancı geldi.


"Peki efendim," Şüpheli bakışları gitmişken soğuk tavırını belli eden sesiyle cümlesini tamamladı. "Kendileri eve geldiğinde iletirim. Umarım yine evden kaçmayı düşünmüyorsunuz." Alt tarafı bir kaç kez evden kaçmıştım, ne var bunda. Sonra zaten ya gelip beni buluyordular, ya da gide bileceğim yer olmadığından eve geri dönüyordum. Her istediğimde dışarı çıkmama izin verseler bunlar olmazdı.


"Bu gün kaçma gibi fikrim yok." Kollarımın arasında tuttuğum kitaba sıkı sarıldım.


"Umarım öyledir." Bana güvenmiyordu. Zaten bende ona çok güvenmiyordum. Ne yaparsam zaman kaybetmeden gidip amcam ve eşine yetiştiriyordu. Sadace kendisi değil, diğer hizmetçilerde onun gibi yapıyordu.


Konuşmayı bırakıp evden dışarı çıktım ve mezarlığa doğru yürümeye başladım. Param olmadığından mezarlığa yürüyerek gitmek zorundayım. Diğerlerinin aksine elime para geçtiğinde kitap almaya harcadığım için param çabucak bitiyordu.


Güneş ışığının yeterince ısıtmadığı havada budaktan budağa sevinçle uçan serçelerin sesini duyuyordum. Elimde tuttuğum kitabı açıp aceleyle sayfaları çevirdim. Kalemle altını çizdiğim kelimeleri bulunca parmaklarımı üzerinde gezdirdim. "Ne Güneş, Ne Ay - hiç biri mutluluk yaymıyordu, onlar merhamet değil, kendilerini maske arkasına saklayan zulümlerin parçası olmuştu. Yokluklarının varlıklarından daha kötü olması kötü kalplilerin kurduğu oyunun parçasıydı. Çünkü biliyordular, kimse kolaylıkla geçmişini unutmazdı. Güneş ve Ay gibi bizde onların kendisiydik. Bazılarımız güneşken, bazılarımız aydı." Babaannemin kitaplarında yazdığı her cümlenin kıymetli anlamını çözmüşken, elimde tuttuğum kitaptaki kelimeleri anlamıyordum.


Zaten onun hakkında çoğu şeyi anlamıyordum. Diğer insanların babaannelerine benzemiyor, çok farklıydı.


Sinirle kitabı kapatıp kaldırımda yürürken kafamdaki düşünceler belirmeye çoktan başlamıştı. Beni yoran düşüncelerden kaçamıyordum. Kendini bu dünyaya ait hiss etmeyen kalbim, kalabalıkta kaybolan zihnim tüm bunlar her gün hiss ettiğim duygulardı. Bazen mutlu olmak imkansız gelen rüyadan fazlası olmuyordu. En acısı ezberlediğim yollar babaannemin mezarına gidiyordu; Benim için en kıymetli insanın. O öldükten sonra içimde oluşan boşluğu kitap okuyarak doldurmağa çalıştığım özel biriydi.


Geceler gökyüzünde elmas gibi parlayan yıldızları izlerken olanların son bulmasını arzuluyordum.


Eğer yaşadıklarım gördüğüm kabussa ben uyanmak istiyorum.


Mezarlığa gelip babaannemin mezarının önünde durdum. Kollarımla tutduğum kitaba sıkıca sarılıp gözyaşlarımın gözümden akmasına izin verdim.


Ağlamayacağıma söz verdiğim kadının mezarı başında ağladım. Bazı sözler tutulmazdı, bunu bana hayat çok iyi öğretmişken annemi ve babamı , en önemlisi babaannemi çok özlüyordum. Onları tekrar göre bilmek , seslerini duyurmak hayal ede bileceğim hayalden öteye gitmemesi sinirlerimi bozuyordu. Eskiden yanımda o varken şimdi yapayalnız acılarımla yüzleşmekten korkuyordum.


"Korkuyorum babaanne. Ben hep korkuyorum," İçimden ona seslendim, sanki beni duya bilecekmiş gibi acı ve çaresizlik içeren sesimle seslendim. "Bana ne olsursa olsun asla vazgeçme demiştin, ama ben güçlü olmak için fazla yorgun biriyim. Senin gibi olamıyorum. Ben bu acıların üstesinden gelemiyorum."


"İsminin ne anlama geldiğini asla unutma!" demişti, ama ben onun sandığı gibi biri değildim. Belki hiç olmayacak yalnızlığa terk edilen birinden öteye gidemeyeceğim. "İsmimi sen vermiştin babaanne," dedim, sesim titriyordu. Acı benliğimin her bir küçük parçasını ele geçirmişti. "Yanlış insana Valentina ismini verdin babaanne. Güçlü değilim." Sessizce kitabı sıkıp ağladım.


Gözyaşlarımı sildiğim zaman uzakta büyük ağaçın arkasında beni izleyen adamı fark ettim. Yüzünü kapatmış ve beni aralıksız izliyordu.


Ona bakar bakmaz benim onu fark ettiğimi anlayıp kendini hemen saklamaya çalıştı. Tek bir saniye düşünmeden hızla adımlarla yürüyerek mezarlıktan çıkmaya çalıştım. Arkadan beni takip eden adamın ayak sesleri giderek yaklaşmaya başlamışken kalbim korkudan hızlı atmaya başlamıştı. Kafamda bir sürü korkunç senaryo kurup sadace yanıldığımı düşünerek yürüdüm.


Beni takip ediyordu. Ya da zihnim benimle oyun oynuyordu.


Mezarlıktan çıktım, ama adam beni hayla takip etmeyi bırakmıyordu. Arkama bakmadan hemen eve dönmem gerektiğini kendime hatırlatıp yürümeyi bırakmadım. O an aklıma gelenlerle gerçeğin farkına gecte olsa vardım.


Bir gece amcam ve karısını gizlice konuşurken duydum. Kiralık katil tutup beni öldürüp mirasa sahip olmayı düşünüyordular. Bu kadar ireli gideceklerini düşünmemiştim ve böyle bir şey yaparak kadar kalpsiz olduklarına inanmadım.


Belki...dedim. Belki beni artık severler diye düşündüm amma aptallık yaptım. Şimdi yaşadığım durum onların işiydi. Zenginlik onların çoktan gözünü boyamıştı.


Beynim bana koşmam gerektiğini söyledi ve ben durmadan koşmaya başladım.


Bir yolunu bulup peşime düşen katilden kurtulmam lazımdı. 20 yaşımda olmama rağmen hızlı koşamıyordum . Bu yüzden babaannemin eskiden peşime biri düşerse ne yapmam gerektiğini bana öğretmişti.


Kalabalık bir ortama karışıp, beni gözden kaybetmesine sebep olmalıydım. Yok eğer öyle bir yerde değilsem etrafta yürüyen bir insana yakınlaşıp , sanki onu daha önce tanıyormuş gibi yapıp yardım istemekti.


Bunların hiçbiri mümkün değilse polis merkezine doğru gidip peşimde birinin olduğunu söylemekti.


Bunlardan birisini yapmam benim için imkansızdı. Etrafta garip şekilde benden başka insan yoktu ve polis merkezi çok uzaktı. Oraya gidemeden beni yakalardı. Başka bir yol denemem lazımdı.


Durmadan koşuyordum ve gözüme bir yer takıldı. Eski bir evdi ve buraya saklana bilirdim.


Nefes nefese koşarak eve ilerledim.


Bazı kısımları yıkık eve girdim. Zaman kaybetmeden evdeki odalardan birinde olan eski, örümcek ağları ile kaplı büyük dolabın içine cesaretimi toplayıp girdim. Ağzımı, gözlerimi kapattım ve diğer elimle tuttuğum kitaba sarıldım. Dolabın içi haddinden fazla tozluydu, ama buna takılmaya ayıracak vaktim yoktu. Ağlamamak için kendimi zor tutuyorken adamı beni fark etmemesi için içimden dualar ettim. Gerçekleştirmediğim bir kaç hayalim var, erken ölmek istemiyorum. Niye tüm bunlar benim başıma geliyor? Neden ben olmak zorunda bu? Sorular zihnimde dolaşıp durdu.


Bir az geçtikten sonra katilin adım seslerini duydum. Girdiğim dolaba doğru yaklaşıyordu. Dolabın kapısını tuttu ve açtı.


Öleceğimi düşünürken garip bir şekilde başka birisinin, yabancı birinin sesini duydum. Bir kadın sesiydi ve bana doğru yaklaşıyordu, yaklaşan adım seslerini çok iyi duya biliyordum. O sıra babaannemin kitabı da ellerimin arasından kayıp kaybolduğunu hiss etmiştim.


Kapanmış gözlerimi açtım ve başka bir yerde olduğumu anladım. Garip olan kısmı 5 yaşında küçük bir kızdım.


Yok yok gerçekten iyi değildim. Kesin gördüklerim rüyanın bir parçasıydı, ya da o katil adam beni öldürmüştü. İkinci pek mantıklı gelmese de ilki doğru ola bilirdi. Gördüklerim rüya ve bir azdan uyanıp yatağımda gözlerimi açacağım. Gözlerimi kapatıp her şeyin eski haline dönmesini bekledim. Fakat öyle olmadı. Tepeden vuran güneşin ışığı, ılık rüzgar ve açık kahve renkli ayakkabıyla üzerine bastığım yeşil çimenler - her şey gerçekti.


Rüya görmüyordum.


Panik ve telaşla etrafa baktım. Evin arka bahçesi olduğundan emin olduğum yerde kırmızı güller ve rengarenk çiçekler çevreyi sarmıştı. Ne olduğunu sorgulayarak kendi çevremde döndüm. Delirdiğimi düşünüyordum, çünkü bunun başka açıklaması olamazdı. Neresi olduğu bilinmeyen bu yere bir anda ışınlanmam asla mümkün değildi. Evet, artık üzüntüden kafayı yemiştim, öyle olması lazım. Başka türlü olmasına imkan yok.


Bir kaç dakika perişan halde etrafa baktıktan sonra nerede olduğumu anlamam uzun sürmedi. Sanki zihnime kodlanan yabancı sözler kafamda teker teker yankılandı. Kendimden korkmaya başladım.


Bir dakika ben babaannemin bana hediye ettiği kitabın içindeyim! Nasıl oldu bu?!


Bir az önce bana seslenen kadın gülümseyerek yanıma gelip beni kucağına aldı. Kumral renkli saçları toplanmış, kahve renkli gözlü, orta çağ elbisesi giyinen kadını ilk defa görüyordum. Kitapta böyle bir karakter olduğunu hatırlamıyorum. O kim? En önemlisi ben kimim? Buraya nasıl gele bildim?


"Yemek vakti, sonra istediğin kadar oyun oynarsın. "


O, benim annem mi?! Neler oluyor böyle?!

💙

15 yıl sonra.

 

Nasıl olduğunu anlamadan babaannemin benim için yazdığı kitapta yan karakter bile olmayan birisi olarak uyandım. Aslında bu çok iyi olmuştu, eskiden hayatım çok kötüydü. Amma artık bir az daha mutluydum.


Tek yapmam gereken ana ve yan karakterlerden uzak durmamdı. Bu hayatımı mutlu bir şekilde yaşayacaktım.


Bana verilen ikinci şansı kaybetmeyecektim.


Her neyse burada ismim Valentina Morgan idi. Soy ismimin öyle olma sebebi bu evrende insanlar anne ya da babalarının isimlerini soy isimi olarak kullanırdı. Ve her zengin aile kendi sembolüne göre sıralanırdı. Mesela bizim aile sembolü altın yapraktı. Elmas en yüksek mertebe sayılırdı, Kraliyet ailesi ve Gardiyan bu sembole sahip ola biliyordu. Uzun lafın kısası çoğu şey bizim dünyamızdan çok daha farklı şekilde ilerliyor ve yönetiliyordu.


Buna örnek bu evrende erkek ve kız ayrımı yoktu. Sadece bu da değil normal insanlar 80 hatta 90 ve daha üstü yaşarken , bu kitaptaki evrende insanlar daha fazla yıl yaşaya biliyorlardı.


Normal büyü - 200 yıl

Tarlon büyüsü - 350 yıl

Kara büyü - 570 yıl 

Beyaz büyü - 770 yıl

Mühür büyüsü - 300 yıl

Kozmik büyü - bilinmiyor


Tabi erken ölmezlerse bu mümkündü.

Üstelik 100 yaşlarını geçtikten sonra yaşlanıyordular.


Uyandığım karakterin annesinin ismi Jolie, babasının ismi Morgan'dı. Karakterin isminin benimle aynı olması bir az garipdi. Üstelik bu aile ülkedeki en zengin ailelerden biri.


Annem Jolie kütüphanenin kapısını yavaşça açıp içeri geçti. Okuduğum kitaptan başımı kaldırıp ona baktım. Elindeki tepside yemem için kek, kurabiye ve meyve çayı vardı. Genelde bunları hizmetçi bana getirirdi, ama kendisi geldiyse önemli bir şey hakkında konuşmak istiyordu. Bu sefer önemli hangi konu hakkında konuşmak istediğini merak etmiyor, kitap okumamın bölünmesini sevmiyordum. Kim olduğu benim için geçerli değildi, kitap her zaman daha önemli.


"Kitap okurken yemen için getirdim."


"Teşekkürler anne ." dedim gülümseyerek. Konuşmasını beklerken kitabın diğer sayfasına geçerek okumaya devam ettim. Eskiden amcam ve eşi yüzünden bir dahi kitap okuyamazken artık saatlerce istediğim kadar kitap okuya bilirdim. Bir taraftan mutluydum, diğer taraftan babaannemin mezarını ziyaret edemediğim için üzgün hiss ediyordum. Ondan ayrı kalmak beni mutlu etmiyordu. Yine de zaman geçtikçe bu yere alışmaya başladım ve çoğu acımı unuttum.


Elindeki tepsiyi yanımdaki masaya üzerine koyup oturduğum koltukta yanımda oturdu.


"Bir hafta sonra kralın oğlu prens Leonard'ın doğum günü partisi var. Senin için elbise almak istiyorum aklında bir renk varmı? " diye sordu.


"Saçlarıma uyumlu olsun diye pembe renkli elbise istiyorum. " diye cevap verdim.


"Tamam hemen hall ediyorum." dedi annem gülümseyerek. Üzerinde sade , daha önce hiç giyinmediği renk olan sarı renkli elbise giyinmişti. nazik, anlayışlı bir kadın olduğundan onu seviyordum, ama bir kitabın içinde olduğumu hatırladığımda ne yapacağımdan emin değildim. Bir gün geri, eski hayatıma döne bilirdim. Bunu her düşündüğümde buraya bağlanmam gerektiğini kendime hatırlatırdım, ama şimdi bunları düşünüp moralimi bozmak istemiyorum. Üzülmek isteyeceğim en son şey ola bilirdi.


Bu arada prens Leonard kitapta ana erkek karakterdi. Tabi ki ana karakter olduğu için hayatı kötü olmak zorundaydı. Bir varlık olarak doğmuştu ve bu bilgi herkesten saklanıyordu.


Varlıkların ne olduğunu merak edenler için kısaca bunu size anlatacağım. Bu evrende yıllar yıllar önce varlık ismi takılan insanlara tıpa tıp benzeyen canlı türleri doğmaya başladı. Onları insanlardan ayıran büyü güçlerinin sınırını geçtiğinde onlara zarar vermemesi idi, aynı zamanda hepsi normalden fazla büyü gücüne sahip olarak doğuyordu. Anonymous'ları diğer ismiyle sahte varlıkları saymazsak öyle. Ne olduklarını hakkında bilgiler çok az vardı, diğer bilgileri çok iyi hatırlamıyorum. Buna şaşırmamalı. Yirmiden fazla türün olduğu diyarda karmakarışık bilgileri yerimde olan kimse aklında tutamazdı.


Neyse böyle olunca bazı varlıklar zaman geçtikçe kendilerini Büyücü insanlardan üstün görmeye başladı. İnsanlar da geri kalmayıp varlık olarak doğanlara yapmadıklarını bırakmadı. Her iki taraf suçlu olduğunu kabul etmeyip bir birilerine suç atmaya başladı. Ta ki on yıl bundan önce Wizard İmparatorluğu savaşları durdurma amacıyla duruma el atana kadar. Ondan sonra varlıklar ve insanlar birlikte zorunlu yaşamaya başladı, ama barış çok uzun sürmedi. Yine kim olduğu belirsiz biri tarafından bir şekilde savaş başladı. Geri kalanı ise uzun hikaye, neler olduğunu söylediğim gibi hatırlamıyordum. Babaannemin yazdığı kitapların sayısı fazla olduğundan hepsini aklımda tutamıyordum.


Böyle olacağını bilseydim babaannemin kitaplarının hepsini ezberlerdim.


Beni düşüncelerimden ayıran sese döndüm. "Fikrini değiştirirsen bahçede olacağım." Annem konuşmayı bitirdikten sonra, hafifçe gülümseyerek koltuktan kalktı. Taktığı zarif elmas küpeleri pencereden sızan güneş ışığıyla parladı. Uzun elbisesinin etek uçları döşeme tahtasını süpürürken kapıya doğru yürüyüp sessizce kütüphaneden ayrıldı. Nereye gittiğini çok iyi biliyorum, arkadaşları ile buluşup bana eş bulmayı planlıyordu. Ama benim tek isteyim yanlız kalarak sadace kitap okumaktı. Hayatımı kitap okuyarak geçirmek dileğim olamaz mı?


Aşktan çok kitaplar dikkatimi çekiyordu.


Kitap okuyarak tepsideki çayı ve kurabiyeleri bitirdikten sonra kitaptaki bir yer dikkatimi çekti. Genelde böyle şeylere hiç dikkat etmez ve asla umursamayarak, ama şimdi sanki büyülenmiş gibi oraya gitmeliyim diye düşünüyordum.


Bir sürü nadir çiçeklerin açtığı ormandan bahs eden kitaptaki resim gözüme çok güzel gözüküyordu. Babaannemin kitabında anlatılmayan yerlerden biri bu orman olmalıydı. Hep kütüphaneye tıkanıp kitap okumaya vakit harcadığımdan dışarıya gerektiğinde çıkıyordum. Bir kaç kitap alıp oraya gidip kitap okumak çok iyi olur.


İyiki kitapta nerede olduğu yazıyor.


Kütüphaneden çıkıp merdivenlerden yavaşça aşağı indim ve evden çıktım. Kaldığım üç katlı ev beyaz boyayla boyanmış, etrafı uzun beyaz çitlerle çevrili geniş bahçeye sahipti. Evin bahçesinde tam tahmin ettiğim gibi annem zengin arkadaşları ile çay içip, gülerek sohbet ediyordu. Onları pek umursamadan yoluma devam ettim. Giyindiğim mavi ve beyaz tonlarının uyumlu olduğu elbiseyle muhafızlar tarafından korunan girişe yaklaştım.


At arabasına binmeden evden uzaklaştım ve başımı kitaptan kaldırmadan ormana giden yola doğru yürümeye başladım. Krallığın zengin kesimine ait sokaklarında yürüdüğümde tek istediğim bir an önce oraya gitmekti, daha önce böyle hiss etmemiş olmam içimde huzursuzluğa yol açsa da yürümeye devam ettim. Geri gitmek istemeyen kalbimin sesini dinledim. Çevremde olup bitenler bile umrunda değildi, dikkat etmiyordum.


Bir anlık göz ucuyla etrafa baktım. İlk başta her güzeldi, ta ki tekrar kitaba bir anlık bakıp çevreyi kontrol etme amacıyla bakışlarımı kaldırana kadar. Geçtiğim yollardaki ağaçlar ilk başlarda yemyeşil yapraklara sahipken her gittikçe kuraklığa yenik düşerek kurumuştu. Çıplak dalları onları hastalıklı ve lanetli kılıyor, derinlerinde ürkütücü ruhların yuvası haline gelmiş olması buraya gelinmemesi gerektiğini haykırıyordu. Zihnim tedirgin olmuş geri dönmemi söylüyordu, ama beni kendine çeken bu hiss geri dönememi engelliyordu. Uzaklardan gelen yabancı ses gelmemi kulağıma fısıldıyordu.


Zaman nasıl, ne hızla geçiyordu kestiremezken ne kadar gittim onu dahi bilmiyordum, ama sonunda o ormana gelmeyi başarmıştım. Buraya gelmem ile birlikte içimdeki tuhaf histe ortadan hemen kaybolduğunda tedirgin oldum. Zihnim rüyadan ayılmış gibi hiss edince kipriklerimi bir kaç kez kırpıştırdım.


Başımı kaldırdığım zaman gördüğüm manzara karşısında şaşırdım ve şok oldum. Çünkü geldiğim yerin kitaptaki yerle alakası bile yoktu. En korktuğum şey olmuştu. Ana karakterlerden biri olan anti kahramanın yaşadığı büyük saraya gelmiştim.


Bir elimdeki kitaba , bir de gördüyüm manzaraya tekrar tekrar baktım. Sonra vazgeçip sarayı inceledim. Tamda babaannemin kitabında tasvir edildiği gibi Karanlık Ormanın kurumuş ağaçlı bölgesinde inşa edilmiş kaç katlı olduğu bilinmeyen, eski ve büyük sarayın kendine has ürkütücü havası vardı. Krallığın haritasını o kadar ezberlememe rağmen yanlışlıkla asla gelmemem gereken yere Siyah Saraya gelmiş olmama imkan yok.


Giderek hava rüzgarlı olunca mavi gökyüzünün siyah bulutlarla kaplanmaya başladığını fark ettim. Çıplak ağaçların kurumuş dallarına konmuş siyah kargaların sesiyle korkup etrafa göz gezdirdim. Sanki her an ne olduğu belirsiz vahşi canlı ağaçların arasından çıkıp beni öldürmek için üzerime atılacaktı. Korkunun izlerini taşırken bastırılan öfkeyle yutkunup saraya baktım. O adamın sarayına nasıl gele bilirim? İmkansız!


Hemen buradan gitsem çok iyi olacak diye düşündüm, ama sanırım çok geç kaldım. Sarayın girişinde duran iki öfkeli muhafız beni uzaktan fark ederek yanıma gelmişti bile. Ben onları geç fark etmişken onlar uzaktan beni nasıl görmüştü?


"Hey sen! Kimsin?!"


Size çok şansız biri olduğumu söylemeyi unuttum.


"Sadece kitap okumak için yer arıyordum ve yanlışlıkla buraya geldim." dedim. Üzerimde kılıç dahi yoktu, beni serbest bırakacaklarına eminim. Soylu birini kolumdan tutup götürmezdiler. Yani umarım öyle olur, o adamla karşılaşıp ölmek istemiyorum. İkinci bir şansı kolaylıkla kaybedemem.


"Koskoca sarayı görmedin mi?! "


Kitaptan başımı kaldırmadığım için bunu fark etmemiştim, ama yine de çok haklıydı. Keşke gelirken nereye geldiğime baksaydım. Neyse olan oldu. Bunun için üzülecek değilim. Şimdi bu aptal muhafızlardan kurtulup eve geri dönmeliyim.


"Yürürken kitap okuyordum , göremedim, lütfen gitmeme izin verin." Giyindikleri zirhtan yüzünü göremediğim muhafızlardan biri tam karşımda durdu. Başka bir muhafızda yanıma geldiğinde şaşırdım, suçlu birine benzemiyordum.


"Eminim öyledir. Yakalayın!!"


"Yanlış anladınız!! Beni bırakın!!"


İki muhafız beni kolumdan tuttuğunda diğer muhafız bileklerime mühürlü bilezikler taktı. Her hangi büyü yaparak kaçmamı önlemek için takmıştılar.


Beni sarayın için yani anti kahramanın yanına getirdiler.


Kendisi ana erkek karakterin üvey kardeşi ve aynı zamanda en acımasız varlıktır. Tabi Darian'dan sonra.


Kesinlikle bu benim için yolun sonu demek.

Loading...
0%