@vanessaazeri
|
2 Bölüm: Yuán fén. Keyifli okumalar 💟 Muhafızlar beni anti kahramanın yanına getirirken kaşlarımı çatarak kolidorda onlarla birlikte yürüyordum. Çırpınıp, bağırıp yol boyunca onlara beni bırakmalarını söyledim, ama beni dinlemek yerine benden şikayet ettiler. Hiç bir suçum yoktu. Şimdi başıma gelen talihsizlik yüzünden atılan her adımda ölüme gidiyordum. Keşke zamanda geri dönüp o kitapta yazılan ormana gitmeseydim. Neyse, artık geçti. Anti kahramandan nasıl kurtulacağımı düşünmeliydim. Pencereleri kapalı kolidorda sağa dönüp yürüme devam ederken ileride kapıları kapalı odaya doğru gelmiştik bile. Kapı önünde duran muhafızın biri bizi görüp kapıları sonuna kadar açtı. İçeri girmek istemesemde kollarımdan çekiştiren muhafızlar zorda olsa benim içeri girmemi sağladı. Kapılar yüksek sesle ardımızdan kapanırken odanın koltuklar bulunan kısmına gelip durduk. İçimde dolup taşan öfkeyle o adamın gelmesini bekledim. Yüzde yüz emindim, 20 yaşım lanetliydi. Yine ölümle burun buruna gelmeme böyle açıklama bulmuştum. Sarayın diğer yerleri gibi odanın büyük pencereleri siyah perdeler ile kapatılmış içerisi pek ışıklanmıyordu. Dışarısının da içerisi gibi ürkütücü havası varken odada ben, beni kolumdan tutan iki muhafızdan ve yanımıza gelen anti kahramandan başka kimse yoktu. Yaklaşırken karanlık yüzünü örttüğünden ve uzakta durduğu için yüzünu iyi göremiyordum. İçeri gereksiz yere karanlıktı. Bana doğru yaklaşan adım seslerini duyduğumda duraksayıp gözlerini kısarak dikkatle bana baktı. Artık yüzünü bir az öncekine kıyasla daha net göre biliyordum. Kitapta tasvir edildiği gibi siyah saçları, gözleri ve bembeyaz teniyle yakışıklı adamdı. Kitapta anlatıldığı gibi orta çağda giyilen siyah takım elbise giyinmişti. Anti kahraman Felix , prensin üvey kardeşi. Kraliçe kralı aldattı ve ondan 9 ay sonra Felix dünyaya geldi. Tabi bu olanlardan kralın haberi yoktu , hatta kraliçe bile çocuğun kraldan olduğunu düşünüyordu. Fakat gerçeklerin saklı kalmamak gibi bir huyu var. 8 yıl sonra Felix'in kralın öz oğlu olmadığı ortaya çıktı. Çocuklar anne ve babalarının büyülerine benzer büyüler kullanır. Örneğin anne beyaz büyü , baba kara büyü kullanırsa, çocuk beyaz ve ya kara büyü kullana bilmeli. Kral ve kraliçe beyaz büyü kullanıyor amma Felix hem beyaz, hemde kara büyü kullana biliyordu. Böylelikle kral ondan saklanmış gerçeyi yıllar sonra öğrendi. Bu bilgi halktan saklandı ve bunu bilenler ölümle cezalandırıldı. Kraliçe hayla kraliçe olmaya devam etse de Felix'in tahttaki hakkı ve kraliçenin söz hakkı elinden alındı. Bu da yetmiyormuş gibi kraliçe tüm olanların sebebinin Felix olduğunu düşündü ve ona kötü davranmaya başladı. Kral da ona sanki karşısında canavar varmış gibi bakmaya devam edince , Felix onlardan nefret etmeye başladı. Hatta zamanla insanlara karşı kin besledi ve abisi prens Leonard'da kıskançlık duydu. İyi bir karakter olarak başlasa da, zamanla kötü adam olma yoluyla ilerledi. Ana kadın karakter olan Daisy'e platonik aşık olmaya başladı. İyi birisi olması çok uzun sürmedi, gerçek yüzünü herkese göstererek ihanet etti. Prens Leonard ve Daisy'nin bir araya gelmemisi için elinden gelen her şeyi yaptı. "Gide bilirsiniz. " dedi boğuk ses tonuyla. Muhafızlar sonunda beni serbest bırakıp öne çıktılar. Onun önünde eğilip "Emir edersiniz!" dedikten sonra ayağa kalkıp odayı terk ettiler. Arkalarından bakarken anti kahramanla yalnız kalma fikri hoşuma gitmemişti. Sanırım beni öldürmesi için bizi odada yalnız bırakmışlar. "Kimsin ve bura ne amaçla geldin?" diye sordu boğuk sesiyle. Hemen şimdi beni öldürmesini beklerken bu soruyla afalladım, doğru mu duydum diye gözlerinin içine baktım. Siyah gözlerinde hakim olan soğukluğun o kadar fazla olması onu korkunç biri yapıyordu. Yerimde bir başkası olsa korkudan kaçıp saklanacak yer arardı. Hatta belki Siyah Sarayın çevresinde dolaşmaya cesaret göstermezdi. Ona bir az bakınca kendisi bana korkunçtan çok tanıdık geldi. Sanki onu daha önce bir yerlerde görmüş hissettim. Düşünceler arasında boğulurken bakışlarım yere endi, ama sorusunu tekrar edince tekrar yüzüne baktım. "Kimsin ve buraya ne amaçla geldin?" Duyğusuz ve ciddi bir ifadeyle yüzüme bakıyordu. "Kitapta bahs edilen yere gidip, kitap okumak istiyordum ve yanlışlıkla buraya geldim." Sözlerime karşılık kahkaha attı ve bana bir adım yaklaşıp etrafımda döndü. Söylediklerime inanmamıştı, zaten bende hemen inanmasını beklemiyordum. "Benden buna inanmam mı bekliyorsun?" Karşımda durarak bir hançer çıkarıp boğazıma dayadı. Yerimden kıpırdamayıp gözlerinin içine saklamadığım öfkeyle baktım. Hançerin soğuk metalini boğazımda hissederken sesini yükselterek konuşmaya devam etti. "Şimdi tekrar soruyorum!, neden buraya geldin ?" Ben daha kötü şeyler yaşadım, sadece bir hançer beni korkutamaz. Sesimi yükselterek sorusuna cevap verdim. "Size neden geldiğimi söyledim, bırakın gideyim!" Kaşlarını kaldırdı ve alaycı bir şekilde konuştu. "Nasıl istersen," Bu davranışına karşılık kaşlarımı çatarak gözlerine bakmayı sürdürdüm. "Ama buraya geldiğini kimseye söyleme! Tabi vaktinden erken ölmek istemiyorsan!" dedi. Boğazıma tuttuğu hançeri aşağı indirdi. Soğuk parmaklarının temasını bileklerimde hissedince gerçeklikten koparan tuhaf bir his beni sardı, ona garip garip baktım. Çok sürmeden kendimi toparlayıp öfkeli bakışlarımı omuzlarına indirerek bu hissten kurtulmayı umdum. Rahatsız ediciydi. Mühürlü bilezikleri bileklerimden çıkarıp bakışlarını kaldırarak mavi gözlerime baktı. Gözlerine bakmamak için kendimi zorladım, ama bakamadan edemedim. "Bu gün insan öldürecek havada değilim, gide bilirsin." Beni serbest bırakmasını beklemeyerek ona şaşkın bir bakış attım. Ne yani beni öldürmeyecek mi? İyide kitapta önüne çıkan her insanı öldürüyordu. Tek kaşını kaldırıp "Gide bilirsin dedim. Seni öldürecek değilim. Neyi bekliyorsun?" diye alayla sorduğunda kendime geldim. Garip bir şekilde yine kendisi bana tanıdık gelmişti, ama ben onu gerçek hayatta ilk defa görüyordum. Kafamdaki karışık düşüncelerle arkamı dönüp kapıya doğru yürüdüm. Fikrini değiştirmeden hemen eve gitsem iyi olacaktı. Bu şans bir daha karşıma çıkmaz. Havasız ve karanlık bu sarayda daha fazla kalırsam boğulacağım, gitmeliyim. "Söylediklerimi sakın unutma!" Sesini duyduğum an durdum ve ona doğru döndüm. Zor tuttuğum sinirle "Merak etme unutmam!" deyip , bunaltıcı odayı hemen terk ettim. Aynı babaannemin kitabında olduğu gibi dayanılmaz birisiydi. Neyse daha fazla onu düşünmek istemiyorum. Dışarı çıkıp güneş ışığının altında temiz havayı akciğerime çekip nefes almaya ihtiyacım var. Ve kitap, kitap okumalıyım. 💙 1 hafta sonra Felix'in karanlık sarayından öfkeyle eve geldikten sonra günlerimi ve zamanımı hep kitap okuyarak geçirmiştim. Ne ara bir hafta gelip geçti hiç anlayamamıştım. Sonunda o gün gelmişti, bu gece prens Leonard'ın doğum günü partisi vardı. Ama çok mutlu olduğum söylenemezdi. Şimdi doğum günü partisine hazırlanmak ile meşğuldum. Hizmetçiler parti için hazırlanmama yardım etmek istemiştiler, fakat onları kovup geri yollamıştım. Yatağımın üzerinde duran elbiseyi ilk elime aldığımda tereddüte kaldım, ama yinede giyindim. Partiye az bir vakit kalmıştı. Yatağın karşısında duran aynanın karşısına geçince bu kadar yakışacağını tahmin etmiyordum. Eteğin önü kısa, arkası uzundu. İnce uzun bacaklarımı ortaya çıkarmış üst taraf ise masaları andıran bir modeldi, ikisi birleşince çok zarif duruyordum. Pembe saçlarım ile hemen hemen aynı tondaydı, gözlerimi de ben burdayım diye parlatıyordu. Peri masallarından çıkmış gibi duran halim ruhumu ayna olmadan güzel yansıtıyordu. Evden aceleyle çıkıp, at arabasında beni bekleyen annem ve babamın yanına geçtim. Onlar bende önce hazırlanmıştılar. Kitap okumaya daldığım için hazırlanmayı unutmuştum, ama geç kalmak umrunda değildi. Uzun yolculuğun ardından görkemli ve büyük Kraliyet Sarayının önüne gelmiştik. Annem Jolie babam Morgan'ın koluna girerek saray girişinden içeri girdi. Bense hiç gelmek istemiyordum. Ama annem daha 1 ay önceden gelmem için sürekli ısrar edince mecbur bende yanlarında geldim. Yinede evde oturup kitap okumak daha iyi seçenek geliyordu. Sarayın içi kalabalıktı. Bir sürü zengin insan, başka Krallıktan ve Ülkelerden gelen misafirler kaynıyordu. Hepsi yüzlerine yerleştirdiği sahte gülümsemeyle bir biri ile konuşuyordu. Çok bir süre geçmeden prensin doğum günü partisi başladı. Kral Darell ve Kraliçe Sage bir birini seven çift rolünü mükemmel oynayarak merdivenlerden aşağı indi. Yanlarında prens Leonard vardı. Doğum günü olmasına rağmen yüzünde hiçte neşeli ifade yoktu, sanki buraya zorla getirilmişti. Aşağı inip ülkenin Gardiyanı Harold'un yanına doğru geldiler. Gardiyan selamlaşıp diğer misafirler ile konuşmaya başladılar, Leonard da yanlarına süs gibi takılıyordu. Onlara çok dikkat etmeden başka yöne baktım. Ne yaptıkları umrumda değildi. Gardiyan kralla aynı seviyede olan ve ülkeni korumakla görevli olan insan. Ana kadın karakter Daisy Gardiyanın en büyük kızıydı ve gelecekteki Gardiyan olmak için eğitim görüyordu. Gardiyan Harold'un diğer kızının ismi Elena idi ve daha yeni Büyücüler Okulundan mezun olmuştu. Daisy'le aralarında iki yaş fark vardı. Leonard ve Daisy'nin aynı kitaptaki gibi tanışmalarını göreceğim için bir az olsa mutluydum. Bu gün partide prens Leonard ve Daisy tanışıyordular. Bir birlerini en son 7 yaşlarında görmüştüler ve araları çok kötüydü. Sürekli her şey için kavga ediyordular. İnsanlar dans etmeye başladı. Bense ne zaman bitecek parti diye düşünüyordum. Keşke şimdi kütüphande kitap okuya bilseydim. Köşede durmuş dans edenlere bakarken birinin sesini duydum ve yüzüne bakmak için başımı çevirdim. "Benimle dans edermisiniz?" Ne?! Bunu bana değil Daisy'e söylemesi lazımdı! Leonard nasıl bana dans etmeyi teklif eder?! Şaşırarak bir kaç saniye onu inceledim. Prens Leonard'ın kahve renkli saçları , mavi gözleri vardı. Neşeli, arada şaka yapan ve çapkın bir karakterdi. Aynı babaannemin kitabındaki gibi yüzünden hiç düşmeyen gülümsemesi kızları etkilerdi. Tabi ben hariç, kendisini kitap boyunca Daisy'e tavrından ötrü sevmemiştim. Bana kalırsa hiçte abartılan kadar yakışıklı değildi. Ve kitapta Daisy ile yıllar sonra böyle tanışıyordular, ama bir birlerini tanımıyordular. Bunun sebebi Leonard'ın küçükken Daisy'le dalga geçmesinden sıkılıp onunla bir daha görüşmemesi ve annesi öldükten sonra Daisy'nin Hopelight krallığında olan okula gitmek zorunda kalması. Bütün karakterlerde beni buluyor. Yarında Daisy benimle tanışmaya gelirse hiç şaşırmam. Teklifini kabul edersem insanlar hemen bize sevgili damgası yapıştırır. Ne de olsa dedikodu yapmak için konu arıyorlar. Üstelik teklifini kabul etmek hikaye akışında tamamiyle değişikliğe yol açardı. "Üzgünüm dans etmeyi sevmiyorum. Reddetmek zorundayım." "Peki isminizi öğrene bilirmiyim?" "Şey..." Ona ismimi söylemek istemiyordum, ama bunun için uydura bileceğim yalan yoktu. Tek yapa bildiğim öylece donup karşısında durmaktı. Her şey kitapta olması gerektiğinden çok farklı gelişmişti. Aklıma hiç bir şey gelmezken uzakta misafirlerle konuşan annem Jolie benim prens ile konuştuğumu fark edip hemen yanıma geldi. "Valentina misafirlerle konuşurken seni yanlız bıraktım üzgünüm." dedi annem. Madem bunu söylüyorsun neden ismimle bana hitap ediyorsun?! "İsminiz sizin gibi çok güzelmiş. Sizinle tanıştığıma memnun oldum." Zorla gülümseyerek konuştum. "Bende öyle..." Hiç memnun değildim. O kadar insanın arasından nasıl olurda beni fark eder? Saçlarımın pembe rengi diye düşüyordum , ama etrafta zaten benden daha güzel kadınlar vardı. Onların yanına gitse olmaz mı? "Yarın sizin için uygunsa bahçede çay içmeye davet etmek istiyorum." Dudaklarımı aralayıp cevap verecektim, amma annem benden daha hızlı davrandı. "Evet kesinlikle uygun." Sonra bir sürü kız prens Leonard'ın etrafına toplandı. Hepsi prensle dans etmek istiyordu. O sırada uzaktan bu manzarayı seyir eden Felix'i fark ettim. İnsanlar onu ürkütücü ve korkunç bulduklarından olsa gerek yanına kimse yaklaşmıyordu. Oysa kitapta böyle değildi, Leonard'ın doğum gününe gelmiyordu. Nefes almak için kalabalıkın arasından çıkıp, Kraliyet Sarayının bahçesine geldim. Rüzgar saçlarımı dalgalandırdığında derin bir nefes aldım. Sonunda tek başıma yalnız kalmıştım. Tabi bu o kadar da uzun sürmedi, tanıdık birisinin sesini duydum. "Bakın burada kim varmış?" Felix! Bir sen eksiktin, geldin tam oldu! Arkamı dönüp "Beni mi takip ettin?! " diye sordum. Felix'in tavırlarında değişikler vardı, ya da ben öyle düşünüyordum. Nedense bir hafta gördüğüm ve kitapta okuduğum adam ile uzaktan yakından alakası yoktu. Özellikle bakışları farklı bakıyordu. "Hayır, insanları sevmiyorum o yüzden bahçeye geldim." diye cevap verdi. "Eminim öyledir..." dedim. "Ne dedin? Duyamadım." "Hiç bir şey." Kollarını göğsünde çarpazlaştırarak duvara doğru yaslanıp bana baktı. Felix'in gözleri normalde siyah renkteyken karşımda duran adamın göz renki açık siyahtı. Üzerine düşen ay ışığından kaynaklandığını sanmıyordum. "İsmin ne senin?" diye sordu. "Seni ilgilendirmez. " İçimden bir ses karşımda duran adamın Felix olmadığını söylüyordu. "İsmin ne ? diye sordum! " 'Bende sana seni ilgilendirmez dedim!" dedim sesimi yükselterek. Neden ismimi bu kadar öğrenmekte istekli olduğunu çözemiyordum. Benden ne istiyordu? Bir azıcık istediğim huzurdan beni mahrum bırakıyor, benimle uğraşıyordu. Hızla yaklaşıp boğazımdan tutup beni duvara itti. "Kendini bir şey sanma! Soru sordum, doğru düzgün cevap ver! " dedi sinirle. Ses tonu korkunç bir hal aldığında boğazımı tutan adamın Felix olmadığı konusunda doğru düşündüğümü anladım. "İsmin ne ?" Boğazımı bir az daha sıktığında nefes almakta zorlanmaya başlamıştım. Yumrukla karnına vurdum ve ondan kurtulup bahçeden çıktım. İçeri girdiğim gibi annemin ve babamın yanına doğru gittim. Bir çiftle bir şey hakkında konuşuyordular, arada babam Morgan hariç diğerleri gülüyordu. Yanlarında dururken duygularımı ve hissettiğimi saklayıp hiç bir şey olmamış gibi davrandım. Dikkatleri bende olmadığından ne halde olduğuma fikir vermediler, ancak her ihtimale karşı yüzlerini inceleyip anlayıp anlamadıklarını kontrol ettim. Parti bittikten sonra hemen eve geldik. Üzerimdeki elbiseyi çıkarıp daha rahat elbise giyindim. Kütüphaneden okumak için bir kaç kitap alıp, odamdaki yatağımda uzandım. Ne olduğunu bilmediğim varlığın ellerini hayla boğazımda hiss ediyordum. Tam emin olamasam da ruhla beslenen varlıktı, Felix'in görüntüsünü alarak beni kandırmaya çalışıyordu. Annem ve ya babamın görüntüsüne bürünmek varken neden Felix'i seçtiğinin cevabını bilmiyorum. Neden o? Bu gün bütün belalar beni bulmuştu. Birde annem prens Leonard'ın teklifini benim yerime kabul etmişti. Bir bahane bulup gitmem lazım. Ben her şeyin kitapta geliştiği gibi olmasını isterken olaylar daha karmaşık bir hale gelmişti. Hiç bir şey doğru düzgün yolunda gitmiyordu. Böyle devam ederse olaylar kitaptaki gibi olmaya bilir. Bu da zaten benim için büyük sıkıntı. Sabaha kadar kitap okuduktan sonra uykuya daldım. Annemin sesiyle uykumdan uyandığımda çoktan güneş doğmuş sabah olmuştu. Dışarıda uçan kuşların sesini duya biliyordum. Uyumak yerine bütün gece kitap okuyarak geçirdiğimden uykum geliyordu. Ve bir bahane bulamamıştım. "Valentina saatten haberin varmı? Bu gün prens Leonard'la buluşucaktın." "Uykum var." deyip tekrar gözlerimi kapattım. "Hadi kalk!" Annem beni zorla kaldırıp, gitmem için hazırladı. Karnımı doyuracak kadar yemek yedikten sonra saraya gittim. Saraya geldiğim zaman hizmetçiler geldiğimi prense haber verdiler. Prens Leonard neşeli ifadesiyle gelip beni karşıladı ve birlikte Kraliyet Sarayının arka bahçesine geldik. Ceketinin etekleri uzun, beyaz renkli sade takım elbise giyinmişti, fakat gösterişli gözüken altın yaldızlı düğmeleri ve broşu onu sade kılmıyordu. Mutlu mutlu konuşuyordu. Bense prensin aksine uykulu olduğum için her an bayılacak gibi hissediyordum. Sanki gözümü kapatsam uyuyacağım. Büyük bahçedeki seranın içinde kurulan masanın yanına geldik. Sandalyeni çekip oturduğum da hizmetçiler hemen ikimize çay ve kurabiye getirdiler. Elimi çenemin altında koyarak uyanık kalmaya çalışırken "Valentina hangi renkleri seversin?" diye sordu merakla Leonard. Sana ne benim sevdiğim renkten, ne yapacaksın! Uykusuz olunca sinirlerim bozulmuştu. Zaman bir an önce geçip gitse de eve gidip uyusam diye dua ediyordum. Çok geçmeden prens başka bir soru daha sordu. "Peki, en çok neleri seversin?" "Kitaplar, hayatımı kitaplara adamak istiyorum." diye cevap verdiğimde prens Leonard soru sormayı bırakıp konuşmaya başladı, aynı kitaptadaki gibi çok konuşuyordu. Susmak bilmiyordum. Bu kadar nasıl yorulmadan konuşmayı başarıyor? "O zaman kardeşimle tanışman gerek, oda senin gibi hep kitap okuyor. Onun için her gün kitap alıyor hediye ediyorum. Bir kaç günde okuyup bitiyor hepsini, kendisine ait kütüphanede yeni kitaplara ayrılacak yer bırakmayacak şekilde hemde." Kardeşim diye hitap ettiği adamın kim olduğunu anlayamadım. Felix'e ve en yakın arkadaşına bazen öyle seslenirdi, şimdi bahs ettiği kim? "Bir ara sizi tanıştırırım. Soğuk ve ciddi olabilir, ama tanısan çok iyi arkadaş olursunuz. Dışarıdan nasıl göründüğüne bakma, çok iyi biri. Tabi bazen dayanılmaz... nasıl anlatsam garip biri gibi davranır. Oda sadace diğerlerine, yabancılara karşı. Aslında çoğu zaman soğuk biri, çocukluktan beri desek daha doğru olur. O felaket olaydan sonra hiç normal biri olmadı. Öyle ki onu tanımakta baya zorlanmıştım. Yaşına göre fazla olgun tavırları vardı ve ben onu düzeltmek için elimden geleni yapıyordum. Her neyse konudan dışarıya çıktım. En son kitapları sevdiğini söylemiştin. On beş yaşımdan sonra bir kitap dahi okumadım, okumaya ayıracak boş zamanım olmadı. Hep onunla ilgilenmek zorunda kalmıştım. Yine gelip bu konuya dönmeyi nasıl başardım bilmiyorum," Leonard hiç susmayarak konuşmaya devam etti. "Çoğu zaman kendimi tutamam ve gerektiğinden çok konuşurum. Genelde bu özelliğimden olsa gerek...Valentina beni dinliyor musun?" "Evet, evet. Seni dinliyorum." Aslında hiç dinlemiyorum. Konuşmaya kaldığı yerden devam ederken kaşlarımı çatarak başka yöne bakıp Kral Darell ve Daisy'in buraya geldiğini gördüm. Hemen ayağa kalkıp onları selamladım. Leonard ayağa kalktığımı görüp kaşları çattı, ama çok geçmeden babasının geldiğini görünce bir az önceki neşeli halinden eser kalmadı. Babasının gelmesinden mutlu olmamış, morali baya bozulmuştu. Daisy aynı kitapta gösterildiği gibi yüzü çilli, altın sarısı dalgalı saçları , mavi gözleriyle büyüleyici güzelliği vardı. Kendisi tam boğa burcu kadınıydı. Kendi bildiğini yapan, cesur, istediğine sahip olmayı isteyen, nazik, inatçı ve aynı zamanda en ufak şeyde üzülen biri. Yani Leonard'ın tam zıt karakteri desek daha doğru olurdu. "Siz kimdiniz?" diye sordu kral. "Prens Leonard bana bahçede çay içmeyi teklif etmişti o yüzden geldim. İsmim Valentina." Kral iyi birisi gibi görünse de aslında göründüğünden daha kötü birisi. "Tanıştığıma memnun oldum. Bu arada gelme sebebim Leonard'ı Gardiyanın kızı ile tanıştırmamdı. Böyle bir şey olduğunu bilseydim gelmezdim." "Neyse artık önemli değil." dedi Kral gülümseyerek. Yanında beyaz gömleğin üzerine uzun kollu ceket giyinmiş, çok uzun olmayan etek, dizine kadar ulaşan siyah çizmeler giyen Daisy durmuş beni ve Leonard'ı inceliyordu. Kitaplarda genelde ana kadın karakterleri pek sevmezdim, ama o benim en çok sevdiğim bir karakter olmayı başarmıştı. Kral Daisy'i gösterip oğlu prens Leonard'a bakarak tanıttı. Leonard çocukluk arkadaşını uzun yıllar sonra yeniden görmekten memnun değildi, bunu bakışlarından kolaylıkla okumak mümkündü. "Gardiyanın büyük kızı Daisy . Küçükken birlikte oyunlar oynardınız." "Ah evet hatırlıyorum. Üstelik çok amma çok iyi anlaşırdık." "Neyse ben sizi rahatsız etmeyeyim. Önemli bir sürü işim var." Kral saraya geri döndü. Kralın Daisy'i prens Leonard ile tanıştırma sebebi hemen evlenmelerini sağlayıp, Prens Leonard'i kral yapa bilmekti. Felix'in ne kadar kötü olduğunu ve kral ola bilmek için her şeyi yapacağını biliyordu. |
0% |