Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. Bölüm

@vanessaazeri

3 Bölüm: Kitabın karakterleri ile tanışma.


Keyifli okumalar 📖🌷


Daisy gelip yanımdaki boş sandalyeni çekip oturdu, bilerek benim yanımda oturmak istediğini anlamıştım. "Selam, tanıştığıma memnun oldum. Bir az önce duydun ama ben Daisy." dedi gülümseyerek. Sevdiğim bir karakter ile karşılaştığım için heyecandan gülümsemeden edemedim. "Valentina, bende memnun oldum." dedim.


Sonra prens Leonard'da döndü. "Çok değişmişsin, doğum günü partisinde seni görünce tanıyamadım". Umarım tanışmalarının değişmesi baş verecek olayları değiştirmiyordur.


"Ama sen hiç değişmemişsin," dedi prens. "Eminim eskisi gibi sürekli kavga ediyorsundur."


Daisy'i derin nefes alıp verdi. "Bak kavga etmek istiyorsansa unut derim. Ve Büyücüler Okulunda okumana rağmen hayla benimle kavga derdindeysen kılıcını al öyle çözelim sorunları." dedi ve hafifçe gülümseyip ayakta duran hizmetçiye doğru döndü. "Hizmetçi benim için fazladan bardak getire bilir misin?"


"Hemen efendim." 


"Bu arada Valentina neleri seversin?" diye sordu bana. "Kitap okumayı." diye cevap verdim . Her şeyden vazgeçerdim ama kitap okumaktan asla.


Gözlerinden okunan neşeyle beni dinledi. Yüzünde sahte olmayan tebessüme anlam veremesem de onunla konuşmaktan bir az çekiniyordum. Yerimde olan herkes sevdiği karakterle arkadaş olmayı ve sohbet etmeyi isterdi, bende istiyordum. Ama Daisy'nin beni yanlış anlamasından korkuyordum. Sonuçta Leonard'ın davet ettiği kadın olarak burada bulunuyordum. Fakat Daisy bunları yok sayarak "Başka neleri seversin?" diye sordu, hareketlerinde ve sesinde zariflik vardı. Leonard'ı umursamadı. Daha çok ilgisini ben çekiyordum.


Gülümseyerek "Gülleri ve kelebekleri severim." dedim. Leonard yanımdaki sandalyede oturup uzaklara bakıyor, bizi umursamıyordu. Sadece arada göz ucuyla bize bakıyordu. Kral gelmeden önceki konuşkan halinden eser yoktu. Parmaklarını sırayla masanın üzerine vuruyor, zamanın hiç hızlı geçmemesinden rahatsız oluyordu. Sabırsız biriydi.


"Ben de güçlü insanlar ile savaşmayı ve resim çizmeyi seviyorum." dedi Daisy. Kitabı okuduğum için bunları biliyordum. Aynı şekilde Leonard'ın neleri sevip sevmediğini biliyordum.


Bir kaç dakika sonra hizmetçi Daisy için yeni bardak getirdi ve sıcak çay döktü. Bu krallığa özgü gül çayının güzel kokusu hemen etrafı sardı. İlk böyle bir çayın olduğunu duyunca şaşırmış ve garipsemiş olsam da artık alışmıştım. Yapılması zor, uğraştırıcı çaydı. Bu sebepten Kraliyet ailesinden gelenler istediklerini zaman içe biliyordu. Daisy'i bardağı alarak üfleyip bir yudum alırken bende çayın tadını merak edip bardağı aldım.


Uykusuzluk dikkatimin dağılmasına neden olmuştu ve bu yüzden elimdeki sıcak çayla dolu olan bardak elimden kayıp, yere düşüp kırıldı.


"İyi, en azından üzerime düşmedi." diye içimden bir azda olsa mutlu oldum.


Hizmetçi hemen yerdeki kırık parçaları büyü ile aldı ve atmak için gitti.


Daisy prens Leonard'ın önündeki daha içmediği bardağı alıp benim önüme koydu. "Daisy hiç gerek yoktu." dedim, ama dinleyen kimdi. Amacının Leonard'ı sinir etmek olduğunu çok iyi anlaya biliyordum.


"Hey ne yapıyorsun?!" diye sordu prens Leonard şaşırıp. Dudaklarını sıktı. Oturduğu sandalyeden hemen ayağa kalkıp öfkeyle Daisy'e baktı. Onun kendi eviymiş gibi rahat olup, her istediğini yapmasından bıkmıştı. Ama Daisy onunla eğleniyor, sinir etmeye devam ediyordu. Haksız olsa bile bunu dile getirmiyordu. Leonard'ın öfkelenmesi hoşuna gidiyordu.


"Sen çay içmeyi pek sevmezsin, ziyan olmasın diye." dedi ve göz kırptı Daisy.


"Yinede böyle yapman doğru değil." dedi prens Leonard. "Nedenmiş ?" diye sordu Daisy. Elini çenesinin altına koyup başını sağ tarafa hafifçe eğerek gülümsedi. "Ben prensim Daisy, istediğini yapamazsın." O kelimeleri asla söylemecektin Leonard.


Ayağa kalkarak prens Leonard'da yaklaşıp "Bana bak prenssin diye kendini bir şey sanma," dedi. "Bir koyarım aklın uçar!"


"Sadece bir bardak, lütfen kavga etmeyin." dedim. Kavga edilmesini hiç sevmezdim, ama onlar beni hiç dinlemedi. Kitapta ikiside gereksiz ve saçma ne varsa onun için kavga eden biriydi. Kitabı okurken rahatsız olmamıştım, ama gerçekte bununla karşılaşınca aşırı sinir bozucu durum olduğunu anlamıştım. Zihnimden onları bir biriyle yalnız bırakıp gitmek geçti. Fakat bunu yapmak kabalık olduğundan yerimden hareket etmedim. Mecbur ikisine katlanacaktım.


"Sen baya Büyücüler Okulunda okudun diye kendini bir şey sanmaya başlamışsın," Gözlerini devirerek konuşmaya devam etti. "Baban senin hakkında konuştuğunda olgun biri oldun sanmıştım, ama meğersem kavga etmeyi bırakmamışsın. Kendini beğenmiş tipsiz suratlı."


"Az önce kavgayı sen başlattın! Sensin kavgacı!" Prens alınmış gibi bir elini göğsünün üzerine koydu. "Benim gibi çok yakışıklı birine nasıl tipsiz dersin!"


"Derim. Dedim bile." dedi Daisy umursamaz tavrıyla.


"Lütfen ikinizde bu kavgaya son verin." Ayağa kalkıp ikisine baktım. Yine yok sayıldım, hep olduğu gibi.


"Hey siz ikiniz! Kavga etmeyi hemen bırakın!" Kolları bol beyaz gömlek, koyu kahverengi kolsuz çeket ile siyah pantolon giyinip yaklaşan adama ait olan kalın ve boğuk ses araya girdi. Soğuk sakinlik yaratan adamın kim olduğunu biliyordum.


Gelen kitapta ana erkek karakterin en yakın arkadaşı Glenn'di. Uzun siyah saçları, kahve renkli gözleri vardı. Kendisi çalışmayı çok sever ve aynı zamanda çok iyi kılıç kullanan birisi.


Hikayesini merak edenler için, ailesi asla Glenn'den memnun değildi ve sürekli onu eleştirir, başarısız, işe yaramaz olduğunu söylerdiler. Bu da zamanla Glenn'in mükemmeliyetçi kişiliğe sahip olmasına neden oldu. Çok fazla çalıştığından insanlar onunla konuşmaz, görmezden gelirdi. Onu fark eden tek kişi Leonard'ı.


Olaylara karışmak istemiyordum ama yapacak bir şey yok. Elimden geleni yapıp uzak durmaya çalıştıkça daha çok karışıyordum.


"Hoş geldin Glenn," dedi prens Leonard. "Kara kedi eskisi gibi sinirlerimi bozuyor."


Kitapta Leonard Daisy'e kara kedi diye hitap ederdi. Çünkü hep ona şansızlık getirdiğine inanırdı, ama aşık olduktan sonra papatya diye hitap etmeye başladı. Bunu her söylediğinde Felix sinirden deliye dönerdi.


Aşk üçgenleri olan kitapları asla sevmezdim ve babaannemde aynı benim gibiydi. İçinde aşk üçgeni olan tek kitap buydu, yazdığı kitapların hiç birinde aşk üçgeni yoktu.


"Şu kendini efendi sanan arkadaşını buradan götür Glenn!" dedi Daisy sinirle. Bu söze karşılık Leonard "Asıl şu kara kediyi buradan uzaklaştırın!" dedi .


"Seni varya!!!" dedi Daisy ve prens Leonard'da kılıcını kınından çıkarıp saldırmaya karar verdi. Aynısını Leonard da yaptı.


Glenn onları hiç fark etmemiş gibi bana doğru yürümeye başladı. "İsmin ne ?" diye sordu. "Valentina." diye cevap verdim.


"Sen evine git, ben bu dağ keçilerinin hesabına bakarım." dedi ve onlara doğru gitti. Eline büyü toplayıp, ikisinin elindeki kılıçları aldı ve gülümseyerek "İkinizi bir daha kavga ederken görürsem inanın hiç iyi şeyler olmaz."


Leonard ve Daisy'i korkup kekeleyerek konuşmaya başladılar. "Öz-ür di-leri-m Glee-n." dedi prens elini ensesine götürüp. Daisy bakışlarını başka yöne çevirip "Öz-ür di-lerim, bir d-aha olma-yacak. Gerçekten bak!" dedi. İkisinin bir az önceki halleri değişmişti. Sonunda ikiside saçma kavgalarına son vermişti. Glenn'in buraya gelmesi iyi olmuştu.


"Daisy'nin söylediği gibi bir daha olmayacak!" Leonard zorda olsa gülümsemeye çalıştı.


"Umarım öyle olur, yoksa sizi babalarınıza şikayet ederim." Kılıçları yere bırakıp yanlarından geçip masaya doğru yaklaştı. Soğuk ve ciddi bakışlarının altında iyi kalpli birisi yattığını biliyordum. Anne ve babası yüzünden bu hale gelmişti.


Bu arada Glenn söylediğini yapan bir yan karakterdi ve ikisi ondan bazen korksalar bile yine gerçek arkadaş olarak görürlerdi. Çocukluktan beri arkadaşlardı. Hep bir birilerini destek olur, içlerinden biri zor duruma düşerse ne olursa olsun yardım ederdiler.


Benimse asla öyle arkadaşım olmadı. Okulda kimse benimle konuşmaz , hatta ben yokmuşum gibi davranırdı. İlk başlarda bunu üzülsem de zamanla bu duruma alışmam uzun sürmedi.


💙

Saraydan ayrılıp eve doğru yürümeye başladım. Gökyüzü siyah bulutlarla kaplandığından hemen eve dönmeye karar vermiştim, her an yağmur yağa bilirdi. Kalabalık insanların arasından giderken kitap satan bir dükkan dikkatimi çekti. Kendimi durduramayıp içeri girerek büyük kitaplıklardaki kitaplara hayranlıkla baktım, bazıları okuduğum kitaplardı.


Beğendiğim bir kaç kitap alıp satıcıya yaklaştım. "Bunları alıyorum, buyrun parası." deyip parayı veriyordum ki, sağ kolumda aşağı doğru süzülen soyuk sıvıyı hiss ettim.


Koluma baktığımda kolumdan akan kırmızı kan döşeme tahtasına damlıyordu.


"Kolunuza ne oldu hanımefendi?!" diye sordu satıcı. Bir anda durduk yere yaralanmam karşısında şaşkındı. Ona ne açıklama yapacağımı bilemezken "Bekleyin, size bağlamanız için bez getireyim." dedi ve dükkanın arka kapısından çıkıp gitti. Arkasından bakmayı bırakıp kan damlayan koluma baktım.


Buna pek şaşırmamıştım. Bu evrene geldiğimden beri kendi kendine bir yerlerim kanıyor, yaralanıyordu. Acılarına dayanmak çok zordu, hatta bazen bütün vücudumda böyle yaralar oluşurdu. Daha 9 yaşımda evimizin bahçesinde oturup kitap okurken bacağımın kemiği kendiliğinden kırıldı ve acısından sabaha kadar uyuyamamıştım.


Sebebini bilmiyordum, babam da bunu bulmaya çalışıyordu. Tek bildiğim bunlara katlanmak zorunda olmamdı.


Satıcın bana uzattığı bezi alıp kolumu sıkı bağladım. "Yardımınız için teşekkür ederim." dedim ve kitapların parasını ödeyip , gitmenin en iyisi olduğunu düşündüm. Kalmaya devam edersem merakına yenik düşerek beni sorgulardı. Ve burası büyülü diyar olduğu için beni lanetli zannedip paniklerdi. Herkese gidip her şeyi anlatır benim başımı belaya sokardı ki, buna hiç gerek yoktu. Kendi dertlerim yeterdi.


Büyü kullandığım için şanslıydım, yoksa yaralı kolumla bu kadar kitabı taşımam zor olurdu. Yinede basit büyüler ve iyileştirme büyüleri kullana biliyordum. Büyü konusunda yetenekli olduğum söylenemezdi. O kadar büyü arasından normal büyü kullana bilmek şansızlığımı ifade ediyordu. Normal büyü yapan büyücü olduğumdan kullandığım büyünün rengi yoktu.


Eve geldiğimde kapıda beni karşılayan hizmetçiler kitapları alıp odama götürdü. Tam odama gidiyordum ki, merdivenlerden aşağı inen annemin endişeli bakışları ile karşılaştım. Kolumdaki sargıyı uzaktan fark etmişti.


"Yine mi yaralandın ?" diye sordu annem, ses tonundan ne kadar endişeli olduğu belli oluyordu. Benim sürekli bir yerlerimin yaralanmasını görünce üzülüyordu. Neden böyle olduğunu çözemiyorken bunu önleyecek çözüm bulunamıyordu. "Babanla bu konuyu tekrar konuşucam, bir çözüm bulsun artık."


"Tamam anne." dedim ve merdivenlerden yukarı çıkıp odama doğru ilerledim.


Çok fazla uykum vardı. Odama gelir gelmez geceliğimi giyinip yumuşak yatağımaa uzandım. Gün boyunca uykusuzluğa direnmiştim. Şimdi buna kafa yormayarak uykunun beni kollarının arasına almasına izin verdim.


Gözlerimi açtığımda odam karanlıktı ve bütün vücudum acı içinde yatakta kıvranıyordum. Buna dayanamayıp yavaşça yataktan kalktım ve gözlerim karanlığa alıştığında odamın ışığını yaktım. Yine durduk yere yaralanmam en olmadık zamanda başlamıştı.


Vücuduma baktığımda geceliğimin açık kısımlarında göze çarpan çizik izleri ile oluşmuş bir kaç yara vardı. Akan kan beyaz geceliğimin bazı yerlerini kırmızıya boyamıştı. Acı her saniye giderek artıyor, dayanılmaz bir hal almaya başlıyordu. Hemen gidip annem ve babama haber vermem gerekiyordu.


Acıya katlanarak kapıya doğru irelleyip açtım. Başım döndüğü için duvardan tutunarak yavaş adımlarla annemin yanına gitmeye çalıştım. Bu daha yaşadıklarım arasında hiç bir şeydi. Küçükken bundan daha kötüleri olmuştu.


Neden böyle oluyorum? Neden ben? Niye bunları yaşamak zorundayım? diye sorgulardım. Bütün sorularım cevapsız kalmıştı hep. Şansızlık benim lanetimdi.


Sonunda tüm zorluğa katlanıp annem ve babamın yatak odasına gelmiştim. Kapıyı çalmayı başardım , ama sırtımda oluşan yaraların acısı yüzünden ayaklarımın üzerinde duramayıp yere düştüm. Gözlerim kapanmamak için mücadele veriyor, yerdeki halı sırtımdan akan kan yüzünden ıslanıyordu. Durumum iyi değildi.


Babam ve annem kapıyı açıp beni fark etti. Babam hemen beni kucağına alıp odama götürdüğünde annem merdivenlerden telaşla aşağı doktor çağırmak için iniyordu. Göz kapaklarım kapanırken son hatırladığım bunlardı.


Gözlerimi açtığımda ise çoktan güneş doğmuş sabah olmuştu. İçerisini aydınlatan güneşin ışığı gözlerimi kamaştırırken üzerimdeki battaniyeni açtım. Bütün vücudumda oluşan yaralar sargı ile sarılmış, üzerimdeki geceliğim değiştirilmiş yatakta uzanmıştım. Sarıdıklarına göre mühürlü silahlar ile oluşmuş yaralardı.


Mühürlü silahlar yüzünden oluşan yaraları büyü ile iyileştirmek mümkün değildi. Fakat bazı yaralar iyileştikten sonra oluşan izleri yüksek seviyeli doktor büyücüler tarafından büyü ile yok etmek mümkündü.


Yatağımdan yavaşça kalkıp banyoya doğru ilerledim. Sargı bezlerini ve geceliğimi çıkarıp banyo yaptım.


Sarı renkli sade bir elbise giyindim ve büyü kullanarak bazı yara izlerinin kaybolmasını sağladım. Yaralarım iyileşse bile sanki hiç iyileşmemiş gibi bütün vücudum acıyordu.


Hizmetçi uzun pembe renkli saçlarımı tarayıp açık bıraktı.


Gerçek dünyada saçlarım siyah renkteydi, ama bu evrende tıpa tıp aynı olmama rağmen saçlarım pembe renkteydi. Ve bu çok garipti.


Aşağı indiğimde kahvaltı sofrası çoktan kurulmuştu. Annem ve babam masasına geçmiş kahvaltı ediyordu. Yanlarına gelip sandalyeni çekip oturdum. Annem aşağı ineceğimi beklemiyordu, babam ise onun tam aksine umursamazdı.


"Şimdi nasılsın?" diye sordu babam, çayından bir yudum alarak bakışlarını bana çevirdi. Soğuk hallerine alışkındım. "İyiyim." diye cevap verdim. Konuşmak hiç bu kadar yorucu olmamıştı, üstelik vücudumun acısından ayakta durmak zordu.


"En iyi büyücüler ile konuşup buna çözüm bulmaya çalışacağım," dedi babam. "İki gün sonra doğum günün bu yüzden ne kadar kitap istiyorsan söyle alayım." Kitap konusu açıldığında yüzümde tebessüm belirdi.


Bu kitaptaki babam çok iyi insandı ve beni çok severdi. Her yıl doğum günümde bana istediğim kadar kitap alırdı. Hangi kitapları okuyup okumadığı çok iyi bilirdi.


"20 kitap." dedim. "Tamam." dedi babam, başını bir kez salladı.


"Bir az fazla ye Valentina." dedi annem. Hayla endişeli olduğunu gözlerinden okuya biliyordum. Beni dün gece öyle gördüğünde çok korkmuş olmalı. Zaten hep öyleydi. Anneliği beni etkilemişti, bana her zaman kendi annem Fiona'nı hatırlatıyordu. Yüzleri ve davranışları benzemesede bana karşı tutumları tıpa tıp aynıydı. Babam Morgan için aynısını söylemek zordu.


"Tamam." Annem de babam gibi beni severdi. Doğum günümde bana sera hediye etmişti. Her yıl doğum günümde pembe renkli güller hediye ederdi ve hep serada dururdu. Bazen bana büyüler öğretirdi. Büyücüler Okulunda okuyan en iyi öğrencilerden birisi olmuştu. Gerçek ailem olmasalarda onları çok seviyordum. İnsanlara bağlanmam gerektiğini kendime kaç kere hatırlatsamda bu benim elimde olan bir şey değildi, kendimi üzmeye devam ediyordum. Bunun üstesinden gelemiyordum. Buraya gelmemle değişmiş ola bilirdim, ama ben hayla bendi.


Kahvaltı bittikten sonra kitap okumak için kütüphaneye geldim. Okuduğum kitabın nerdeyse yarısına gelmiştim.


"Rahatsız ediyorum ama biri sizi görmeye geldi." dedi hizmetli içeri girip. Başımı kitaptan kaldırıp "Tamam, geliyorum." dedim ve elimdeki kitabı bırakmak istemesemde bırakmak zorunda kaldım. Kitap okurken rahatsız edilmekten hoşlanmazken koltuktan memnuniyetsizce kalktım. Kütüphaneden çıkarak beni görmeye gelenin yanına gittim.


Acaba kim beni neden görmek istiyor? Bunun için iyi bir sebebi olsa iyi olur. Kitabımdan ayrılan benim öfkemi görmek istemezdi. Merdivenlerden aşağı inip kapıya doğru yürüdüm. Kütüphane merdivenlere yakın yerleştiğinden gelmem uzun sürmemişti.


Gelen kişinin Gardiyanın kızı Daisy olduğunu görünce baya şaşırdım. Benim yaşadığım evi nasıl bulmuştu? "Valentina birlikte gezeriz diye düşündüm." dedi. Beni görünce gözlerine parlaklık gelmişti. Yoğun şüpheyle kısılmış gözlerle "Aslında kitap okuyorum ve hava bulutlu yağmur yağa bilir." dedim. Yağmurlu havalardan nefret ederdim.


"Lütfen..." dedi ve bana üzgün gözlerle baktı. Ne kadar da içimden hayır demek gelsede onu kırmak istemedim. Ya da bu bende travma olmuştu. Başkalarının kalbini kırmayı ve onu üzmeyi sevmiyordum.


"Tamam gidelim." dedim. Cevabı duyan Daisy gülümsedi.


"Arkadaşım ile şehirde bir az gezeceğim. Anneme merak etmemesini söyleyin." Hizmetçiye anneme haber vermesini söyledikten sonra Daisy ile birlikte gittim.


Birlikte evden çıkıp bizi kapıda bekleyen at arabasına bindik. Çok uzun olmayan yolculuktan sonra bir yerde durup arabadan inerek yürümeye başladık. Krallığın karışık yollarında yürüyerek etraftaki beyaz evleri ve bana garip garip bakan insanları inceledim. Herkes kendi işinde gülümseyerek evlerine gidiyordu, bazıları güzel şehrin yemyeşil ağaçlarla çevrili sokaklarında geziyordu. Daha önce söylediğim gibi zamanımın hepsini kitap okumaya harcayıp şehirin her yerini gezmemiştim.


Başımı kaldırıp kısa bir süre gökyüzüne baktım. Siyah bulutlarla kaplı gökyüzü her an yağmur yağacak gibiyken esen soğuk rüzgar ağaçların dallarını hareket ettiriyordu. Ne kadar süredir bilmiyorum ama hava hep böyleydi. Bunu umursamadan yanından geçtiğimiz Beyaz Krallığın kalbi adlanan ağaca bakıp Daisy'ni takip etmeye koyuldum. Çok kalabalık olmayan insanların arasında kaybola bilirdim, herkes birbirine benzer özellikleri taşıyordu.


Beyaz Krallığın kalbi. Normal bir ağaçtan üç kat büyük, dallarında güzelliğiyle hayran bırakan pembe renkli çiçeklerin açtığı ağaç hiç solmaması ile dikkat çekiyordu. Yıllarca bütün mevsimlerde hep aynı kalıp kurumayan ağaca boşuna krallıktaki insanlar bu ismi vermemişlerdi. Yer altındaki kökleri tüm krallığı kapladığından ona öyle sesleniyorlardı.


Nasıl yetiştiği hakkında bir sürü efsane dilden dile dolaştı, ama kimse gerçeği bilmiyordu. Bende dahil. Sadece bana mantıklı ve anlamlı gelen bir efsane vardı. Başka boyuttan yanlışlıkla bu boyuta gelmiş ağacın tohumu olduğu, bence en doğru olanı bu. Sevdiğine kovuşamayan aşkından gözyaşları akıtmış birinin gözyaşından ağacın büyümesi saçma geliyordu. Öyle bir güç ve ya büyü yoktu, olması imkansız geliyordu doğal olarak.


Ağaçtan rüzgarın etkisiyle savrulan çiçek yaprakları gökyüzünden yere yağıyordu. Yere düşenlerin üzerine basmamaya çalışarak "Nereye gidiyoruz ?" diye sordum. Gümüş şehrinden çok uzakta olmamız beni tedirgin etmişti. En son bu kadar uzağa gittiğimde başıma bela gelmişti. Anti kahramanın sarayına gitmiştim. Tekrar aynısını yaşamak istemiyorum.


"Leonard ve diğerleri antrenman yapıyor," diye cevap verdi Daisy. Benimle birlikte zaman geçireceği için çok mutluydu, oysa daha yeni tanışmıştık. Hızlı güvenmesi yüzünden kitapta ihanete uğramıştı, tabi ki bu Felix'ten başkası değildi. "Bizde yaparız diye düşündüm."


Bütün vücudum ağrıyordu ve antrenman yapmayı bırak ayakta durmakta zorluk çekiyordum.


Uzun sürmeyen yoldan sonra geldiğimizde Daisy'nin kız kardeşi Elena ve Felix'te buradaydı.


Daisy'nin kız kardeşi Elena'nın neşeli karakteri vardı. Aşk falan işlerle uğraşan kişiliğinden onu pek sevmiyordum. Beline kadar uzanan saçları açık sarıya çalıyor, masmavi renkli gözleriyle son derece güzeldi. Masum yüzü vardı. Omuzlarını açık bırakan, uzun ve sade sarı elbise giyinmişti. Elbisenin kollarında ve göğüs kısmında turuncu renkli ismini bilmediğim taş işlenmişti. Elbise kendisini yansıtırken bu gün Büyücüler Okulundan mezun olup dönmüştü. Bizi henüz fark etmemişti, başını çevirmiş etrafı sığ ağaçlarla çevrili açıklığı sıkıldığını belli eden ifadeyle inceliyordu.


"Ben kazandım," dedi Glenn. Yere düşüp, kılıcını elinden salan Leonard'a baktı. "Boş boş işlerle uğraşmayıp bir az çalışsan kazanırdın. Artık derslerden kaçmayı bırakıp kendini geliştir. Gelecekte Kral ola bilecek yeterli niteliklere sahip değilsin." Yine kendi kendine deyinmeye ve Leonard'ı azarlamaya başlamıştı. Leonard da ayağa kalkıp onu dinliyormuş gibi yapıyordu, ama umursadığı falan yoktu. Gözlerinin önüne perde gibi inmiş saçlarını geri atıp yerden düşürdüğü kılıcı aldı.


Geldiğimizi ilk fark eden prensti. "Valentina hoş geldin," dedi Leonard gülümseyerek. Daisy'e bakınca yüzündenki gülümseme kayboldu. "Ve sen kara kedi hiç hoş gelmedin."


"Shadowdarkness'te çürü!" diye bağırdı Daisy. Keşke onu söylemeseydi. Leonard duyduklarına öfkelenip "Görürsün sen!" dedi ve kılıcıyla Daisy'e saldırmaya çalıştı. Daisy de ondan yana kalmayarak kılıcını çıkarıp saldırı için hazırlandı. Kara kedi diye ona hitap edilmesinden asla hoşlanmazdı. Leonard onu öfkelendirmek için bazen bilerek kara kedi diye hitap ederdi. Sonuç yine kavga ile sonlanırdı.


"Siz iki salak," dedi Glenn gülümseyerek. "Beni kızdırmak istemiyorsanız uslu durun!"


İkiside saldırmayı bırakıp azarlanan çocuk gibi sesiz durdu. Sonra Elena gülümseyerek yanımıza geldi. Daisy'e yaklaşıp kulaklarına bir şeyler fısıldadı. Yakın olduğum için istemeden ne söylediğini duymuştum.


"Şu Felix çok yakışıklı, aşık oldum." dedi.


Aşık oldun mu? Felix'e? Kör falan oldu herhalde. Yüzü yakışıklı ola bilir, ama içi hiçte iyi değil.


Öyle birisini kim seve bilir?


Şimdi masum gözükse bile. İleride yapacaklarını düşünürsek hiçte iyi birisi değil.


Kitapta iyi birisi olarak gözüküyordu. Öyle ki Leonard'ı çok seviyormuş gibi davranıyordu. O kadar inanmıştım ki , ihanet ettiği zaman inanmakta zorluk çekmiştim. Bu olay yüzünden kendimi zor toparladım, ihanet etmesi beklenmedikti.


Düşüncelerimden ayrıldığımda Glenn Felix'le savaşmaya karar vermişti bile. Her iki kılıç kullanmakta ustaydı, ama Glenn'in Felix'i yene bileceğini sanmıyordum, hatta düşünmüyordum. Babaannemin kitabında ikisi arasında savaşta hep Glenn günlerce çalışmasına rağmen ona karşı kaybediyordu.


"Bu Valentina." dedi Daisy Elena'ya beni tanıtarak. "Bu da kız kardeşim Elena." Vücudumun ağrısı görmezden geldim. "Tanıştığıma memnun oldum." dedim gülümseyip. Elena başını sağ tarafa doğru hafifçe eğdi ve gülümsedi. "Ben de." Sesininden anlaşılan yumuşaklık arkadaş canlısı ve sevimli olduğunu insana hissettiriyordu.


"Valentina kılıcı al, biz de savaşalım." dedi Daisy. Bütün vücudum ağrıdığı için kılıç kullanmakta zorluk çekerdim ve hemen kaybederdim. İyi kılıç kullanırım ama şimdi olmaz. "Üzgünüm, bir az yorgunum, başka zaman belki." Onun kalbini kırmayı istemiyordum, kendimi iyi hissetsem bir dakika düşünmeden hemen kabul ederdim.


"Tamam nasıl istersen," dedi, sonra kız kardeşine doğru döndü. "Elena hadi sen gel." Elena sanki bunu bekliyormuş gibi kollarını göğsünün önünde kovuşturdu. "Hayır olmaz, kılıç kullanmakta iyi değilim abla. Sana kaç kere söyledim bunu. Hem ben daha Okuldan yeni döndüm, yorgunum." Başını çevirip kuşların uçtuğu bulutlu gökyüzüne baktı.


"Hadi, öylesine kılıç kullanacaksın Elena." Daisy ısrar etmeye başladı. "Oof..tamam," Elena istemesemde kabul etmişti. "Kılıçta iyi olmadığımı aklında tutarak saldır. Sonra yaralanmaktan korkuyorum, biliyorsun." Eğilip yerde duran kılıçlar arasından birini eline aldı. O sırada Glenn ve Felix arasındaki düelloda tahmin ettiğim gibi kazanan Felix'ti.


Vücudumun ağırlaştığını hiss ettim ve canım iki kat daha yanmaya başladı. Her an düşüp bayılacak gibi olsam da bunu yok sayarak gülümsemeye çalıştım.


Felix kılıcını bırakarak diğerlerinin yanından uzaklaştı. Yüzü ne düşündüğünü asla belli etmiyordu. Şimdiye kadar hiç ağzını açıp konuşmamıştı, hiç burada yokmuş gibi uzakta duruyor diğerlerini umursamıyordu. Onu izlediğimi anladığında bir anlığına yüzünü çevirip bana baktı, bu sayede göz göze gelmiş bulunduk. Soğuk gökyüzü yansımış siyah gözleri bana kendisi gibi tanıdık geldi. Yüzümün her ayrıntısını incelediğini gördüm, bakışlarımı hemen kaçırarak ona bakmayı bırakıp diğerlerine dikkatimi vermeye çalıştım.


Başıma bela falan almak istemiyorum.


"Bu kadar yeter Daisy! , tamam sen kazandın!" dedi Elena bağırıp. "Bir şey söylesen şu arkadaşına Valentina !" Elena geri geri giderken Daisy üzerine geliyordu. "Daisy doğru düzgün kılıç kullan. Burada adam öldürmüyoruz!" Glenn'in bağırmasıyla Daisy durmuştu.


"Ne yapayım?" Felix'e baktığımdan az önce Elena'ın ne söylediğini iyi duymamıştım. Cevabını bilmediğim bir soru beynimi kurcalıyordu. Felix yeni görmeme rağmen neden bana tanıdık geliyordu?


Tekrar baktığımda Felix bana bakmıyor, güneşin ışıklarından rahat olduğunu saklamayan yüz ifadesiyle bir ağaca yaslanmış diğerlerine bakıyordu. Beyaz gömlek üzerine siyah sade ceket ve pantolon giyinmiş, yine siyahlara bürünmüştü. Bezle sarıdığı elinden yere damlayan kanı fark ettiğimde kendimi kötü hiss ettim. Ya farkında değildi, ya da buna yıllardır alışmıştı. Bir yabancı için bu denli hiss etmek tuhafken ona bakmaya devam ettim.


Daha fazla dayanamayıp onu doğru yürüdüm. Elini kaldırıp elimi üzerine koydum.


"Ne yapıyorsun?! Bana dokunma!" diye sinirle konuşmaya başladı. Gözlerimin içine şaşkınlıkla bakıyor, ne yapmaya çalıştığımı anlamaya çalışıyordu. Aynı zamanda insanlara karşı duyduğu nefreti göre biliyordum. "Merak etme seni yiyecek değilim, sadece yaranı büyüyle iyileştireceğim." dedim. Ona dokunmamdan rahatsız olduğunu söylemese bile hareketleriyle gösteriyor, hissettiriyordu. Neden insanların ona dokunmasından nefret ediyordu? Kitapta bu yoktu.


Tuttuğum eli buz gibi soğuktu. Bunu çokta umursamamaya çalıştım. Annem Jolie'nin bana öğrettiği büyünü kullandım. Avcumdan yayılan büyü elindeki yarayı yavaşça sarıp iyileştirirken üzerimde olan dikkatli bakışlarını hiss ede biliyordum. "İyileştirdim." dedim, elini tutmayı bırakarak başımı kaldırıp gözlerine baktım.


"Neden yapıyorsun?" diye sordu meraklı gözlerle bana bakarak. Bunu yapmamı beklemiyordu. Sanki şimdiye kadar kimse onu iyileştirmemiş, ilk defa görüyor gibiydi. Tavırları fazlasıyla tuhaftı.


Yarasını iyileştirme sebebim basitti aslında. Birini yaralı, ya da acı çekerken gördüğüm zaman hiç dayanamazdım. Belki de ben bir zamanlar öyleydim ve kimse yardım etmiyordu diye onu görünce böyle hissetmiştim. Yardım etmek istemiştim. Bunu ona söylesem ona acıdığımı düşünüp bana öfkelenirdi.


"İçimden geldiği için yaptım, kötü nedeni yok." dedim ve ondan uzaklaştım.

Loading...
0%