Yeni Üyelik
9.
Bölüm

8.Bölüm: Kırmızı

@varamayokgibi

Aysima, hâlâ genç adamı karşısında görmenin şaşkınlığını yaşıyor, İskender ise onun bu şaşkın haline tebessüm etmekle yetiniyordu.

 

Eski köşkün geniş bahçesi, misafirler ile dolup taşmıştı. Aysima, annesinin tüm sosyeteyi oraya toplayacağını düşünmüştü ama gelen misafirler, genellikle çocukluğundan beri aşinası olduğu isimlerdi. Babasının eski takım arkadaşları ve annesinin dizi/film sektöründen yakın tanıdıkları oradaydı. Kendisinin Türkiye'de pek tanıdığı olmadığı için kendi etrafından sadece Derin ve Pamir vardı. Bir de, İskender. 18'li yaşlarının en iyi dostu. Aralarındaki yaş farkına rağmen garip bir şekilde çok iyi anlaşırlardı. Aysima, İskender'i de en az Derin kadar sever, sayardı. Değer verdiği sayılı isimlerden birisiydi İskender Soyhan kendisi için.

 

İlk, 18.yaş gününde tanıma fırsatı olmuştu İskender'i, sonrasında Derin sayesinde sık sık bir araya gelmiş, bir çok konuda ortak zevklere sahip olduklarını fark edince birlikte takılmaya, yanlarında Derin olmadan da görüşmeye başlamışlardı. Aysima, İskender'i hiçbir zaman bir ağabey gibi görmemişti. Yakışıklı olduğunu düşündüğü birisine ağabey diye hitap etmek garip gelmişti onun için. İskender, onun için iyi bir arkadaş, arkadaştan da öte iyi bir sırdaştı.

 

Genç kız, kimseye anlatmadığı, başkalarına anlatmaktan çekindiği her şeyi gönül rahatlığı ile anlatırdı İskender'e. Genç adam ise kendisini can kulağı ile dinler, daha sonra kendi deneyimlerinden yola çıkarak öğütler verirdi Aysima'ya. İskender bir nevi akıl hocasıydı Aysima'nın.

 

Ama günün birinde, hiç beklenmedik bir anda aradığı yerde bulamamıştı İskender'i. Genç adam, hiçbir açıklama yapmadan, kendisine bir vedayı bile çok görerek sessiz bir şekilde, bir gece yarısı ansızın girdiği hayatından, yine bir gece yarısı sessiz bir şekilde çekip gitmişti. Aysima, bu gidişin sebebini yıllarca öğrenememişti. Derin'e her sorduğunda, diğeri bir şekilde kendisini geçiştirmiş ve anında sohbeti değiştirmişti. Bora, kendisini terk ettiğinde, genç kızın gözleri sürekli onu aramıştı. İskender, Aysima için güvenli bir liman demekti ve o gidince sığınacak bir limanı kalmamıştı.

 

Şimdi, yıllar sonra yine kanlı, canlı bir şekilde onu karşısında görmek, kolay değildi genç kadın için. Bu gerçeği kabullenmesi biraz zaman alacaktı, anlamıştı. Ama mutluydu da, İskender tarafından sarmalandığı ilk anda o tanıdık güven hissi ile dolup taşmıştı yüreği yeniden.

 

Etrafını saran insanların doğum günü tebriklerini kabul ederken sık sık bakışları İskender'e kayıyor, bakışları her buluştuğunda genç adam kendisine göz kırparak kocaman gülümsüyordu. Aysima, o anlarda kendi dudaklarının da kocaman bir gülümsemeye ev sahipliği yaptığını fark etmiyordu. Bulaşıcı bir hastalık gibiydi İskender'in gülümsemesi. Sert çehresinin altında, yumuşacık bir kalbi vardı genç adamın. Ama onun yumuşak tarafı ile tanışmak, her kese nasip olmuyordu.

 

Derin, onların bu tatlı hallerini suratındaki buruk bir tebessüm ile izliyordu kenardan. Ne çok yakışıyorlardı oysaki birbirlerine.

 

Gecenin ilerleyen saatlerinde, genç kadın masaların birinden aldığı çatalı birkaç kere elindeki kadehe vurarak dikkatleri üzerine çekti. Konuşmaya başlamadan önce hafifçe boğazını temizledi.

 

"Öncelikle, benim için özel olan bu gecede beni yalnız bırakmadığınız, geldiğiniz için hepinize teşekkür ediyorum. Ama bu özel gecede, özel olarak teşekkür etmek istediğim iki kişi var. Anne, baba..." genç kadın tekrar konuşmadan önce birkaç saniye duraksadı. "Ben, mutlu bir çocuk olarak büyüdüm. Hayatım boyunca hiçbir şeyin eksikliğini hissetmedim sizin sayenizde. Maddi açıdan söz etmiyorum, manevi açlığımı doyurmak için hep oradaydınız. Elimi uzatsam ulaşabileceğim bir mesafede. 18'li yaşlarımda bir çok hatalar yaptım."

 

Bakışları anne ve babasını buldu. Aslışah hanım dolu gözleri ile kendisini izliyordu. Babası annesinin omuzuna kolunu atmışken, onun da suratında buruk bir ifade vardı. Dokunsan, hıçkıra hıçkıra ağlayacaktı Ergun Erdemir.

 

"Size çok haksızlık yaptım, değmeyecek insanlar için sizi karşıma aldım. Edilmeyecek laflar ettim, kalbinizi kırdım. Oysaki sizin her zaman benim için en iyisini istediğinizi biliyordum. Yaşımın getirdiği asilik ile bazı soyut gerçeklere gözlerimi kapatmayı, kulaklarımı tıkamayı seçtim. Ve yolun sonunda kendim ettim, kendim buldum."

 

Buruk bir şekilde gülümsedi.

 

"Ama siz her şeye rağmen yine bana kucak açtınız, arkamda durdunuz. Varlığınız sayesinde tekrardan hayata tutundum ve ben bugünkü ben isem, bunda sizin payınız çok büyük. Varlığınız için minnettarım." derken gözleri dolu doluydu Aysima'nın.

 

Söyledikleri bittiğinde Ergun bey ve Aslışah hanım hızla kendisine doğru ilerleyerek kollarının arasına aldılar kızlarını. Bu dünyada sadece tek bir kızları vardı ve onunla gurur duyuyorlardı.

 

"Seninle gurur duyuyoruz." diye mırıldandı Ergun bey kızının saçlarını okşarken. "İyi ki doğdun güzel kızım benim." diye devam etti annesi kızının yanaklarını elleri arasına alarak alnına bir öpücük kondururken.

 

Aysima, gözlerinde akmak için hazır bekleyen yaşları geri göndermek için bakışlarını yıldızlarla dolu gökyüzüne çevirdi. Yıllar sonra ilk defa bu kadar mutlu ve huzurlu hissediyordu kendisini.

 

"E hadi," diye devam etti neşeli bir şekilde. Ortamdaki hüzünlü havayı dağıtmak istiyordu. "Artık eğlensek mi biraz?"

 

"Baba kız bir oyun havası oynar mıyız?" diye sordu kızının ne yapmaya çalıştığını fark eden Ergun bey suratındaki kocaman gülümseme ile.

 

"Oynarız tabii."

 

"Oğlum," diye seslendi Ergun bey orkestraya doğru. "Ver oradan bir Ankara'nın Bağları."

 

Sabahtan beri klasik müzik çalan orkestra yaşlı adamın bu isteği ile neye uğradığını şaşırsa da, Ergun beyin dediğini ikiletmeden bilgisayardan açtıkları şarkıyı ses sistemine birleştiler.

 

Çalmaya başlayan şarkı ile Aysima'nın duygusal konuşması ile hüzünlü bir ruh haline giren misafirler bir anda canlanarak piste doğru ilerlemeye başladı. Ortam bir anda şenlik havasına bürünmüştü.

 

Bir Ankaralı olan Ergun bey, şen şakrak bir şekilde oynarken, Aysima da elinden geldiğince babasına eşlik etmeye çalışıyordu. Sonunda oynamaktan kara sular inen ayaklarını dinlendirmek adına bedenini pistin kenarındaki sandalyelerden birine attı yorgun bir şekilde. Gece ilerlediği için şarkılar tekrardan slow bir hal alıyordu. Karşı taraftaki masada, Derin ve annesinin hararetli bir konuşma içerisine girdiğini gördü. Derin'in suratındaki mahcup ifadeden, konunun kendi ebeveynlerinin davet edilmediği düğün olduğunu anlamıştı Aysima. Ama, annesinin ve ya babasının bu tür küçük şeyler için değil Derin, kimseye kinlenmeyecek insanlar olduğunu biliyordu. Üstelik her ikisi de, neden davet edilmediklerinin bilincindeydi. Onları hiç hoş anıları olmayan eski damatlarının bulunduğu bir düğüne davet etmek biraz emrivaki olurdu zaten.

 

"Bu dansı bana lütfeder misiniz?" diyerek kendisine doğru uzatılan ele baktı Aysima. Kafasını kaldırıp kendisine kocaman gülümseyen bir çift yeşil göz ile karşı karşıya gelince, kendisi de gülümsedi istemsiz bir şekilde. Genç adamın suratındaki beklenti dolu ifadeyi görünce gülümsemesini bozmadan elini, genç adamın kendi ellerine kıyasla kocaman olan avuç içine bıraktı.

 

"Elbette."

 

Ağır hareketlerle az önce insanların hunharca dans ettiği piste doğru ilerlediler. Genç kadın elini İskender'in omuzuna yerleştirirken, genç adam incitmekten korkarcasına Aysima'nın narin beline yerleştirdi titreyen parmaklarını. Parmak uçlarının cayır cayır yandığını hissederken, ilk defa korkusuz bir şekilde baktı genç kadının yeşil ovaları andıran gözlerine. Artık çekineceği hiçbir şey yoktu. Kaybettiği onca yıl ağır bir yük olup omuzlarına yüklenirken, kalbi göğüs kafesini delercesine atmaya başladı. Kaybettiği her sene için bir ağıt yaktı yüreği. Yeterince zaman kaybetmişti zaten. Bir daha aynı hataya düşmek istemiyordu, İskender. Aysima'nın bir kere daha ellerinin arasından kayıp gitmesine izin vermeyeceği haykırdı yüreği zihnine.

 

Genç kadın, gözlerini genç adamın kendisinin aksine daha açık olan yeşillerine kilitlerken sabahtan beri zihnini kemirip duran soruyu sorma fırsatı bulduğunu düşünerek, "Neden gittin İskender?" diye sordu kırık bir ses tonu ile.

 

Genç adam hareket etmeyi durdurdu. Bu soruyu elbet bekliyordu ama bu kadar erken geleceğini tahmin etmemişti. Bakışlarını her santimini ezberlemek istermişçesine genç kızın suratının her zerresinde dolaştırdı ağır bir şekilde. İskender, genç kadının kendisine kırgın olduğunun farkındaydı. Suratındaki buruk tebessüm, kendisine sormak istediği ama soramadığı soruların vücut bulmuş hali gibi, açıkça ifade ediyordu içinden geçenleri.

 

'Sana en çok ihtiyaç duyduğum anlarda neden yanımda değildin? Hiç mi özlemedin beni? Hiç mi düşünmedin? Bir numara bırakacak kadar bile mi değerim yoktu gözünde?'

 

Göğsündeki dövmenin sızladığını hissederken kafasını hissettiği suçlulukla önüne eğdi.

 

"Biraz yürüyelim mi?" diye sordu köşkün arkasındaki ormana doğru uzanan küçük patikayı işaret ederek.

 

Genç kadın onaylarcasına kafasını salladı ağır ağır, ardından meraklı bakışlar altında büyük bahçenin arka kapısına doğru ilerlemeye başladılar.

 

İskender, Aysima'nın hafifçe üşüdüğünü fark edince üzerinden çıkardığı ceketi hiçbir şey söylemeden genç kadının omuzlarına bıraktı. Aysima, diğerinin bu hareketine hafifçe tebessüm etti.

 

"Teşekkür ederim."

 

Genç adam, kafasını sallamakla yetindi.

 

Patika yolun kenarı, küre şeklindeki lambalar ile aydınlatılmıştı. İkili karo döşenmiş patika ile ilerlerken İskender, cebinden bir paket sigara çıkardı. Kemikli parmaklarının yardımı ile bir dal sigarayı dudakları arasına yerleştirirken göz ucu ile genç kadına baktı. "Rahatsız olmazsın, değil mi?"

 

Aysima, olumsuz bir şekilde kafasını sallarken, diğerine şaşkınlık ile baktı.

 

"Sen sigara içmezdin?" diye mırıldandı ama tespitten çok soru yüklüydü kurduğu cümle.

 

Dudakları arasındaki dumanı gecenin karanlığına doğru üflerken güldü İskender.

 

"Hayat insana bir çok kötü alışkanlıklar kazandırabiliyor, Serçe."

 

"İskender," dedi Aysima tekrar sorusunu yenileyerek. "Neden gittin, söylemeyecek misin? Bir açıklamayı bile hak etmiyor muyum sence?"

 

Diğeri derin bir soluk vererek sonuna geldiği sigarayı yere attı, ayağı ile hâlâ dumanı üzerinde tüten izmariti ezerken bakışları genç kadını buldu.

 

"O zamanlar, aşık olan tek kişi sen değildin." diye cevap verdi bakışlarını tekrardan önüne çevirirken. Aysima, bu cevabı kesinlikle beklemiyordu.

 

"Ne?" diye sordu şaşkın bir şekilde. İskender'in birisine aşık olduğu fikri aklının ucundan dahi geçmemişti oysaki bu güne kadar.

 

"Kim?" diye sorarken hâlâ az önceki şaşkınlığın izlerini taşıyordu ses tonu.

 

Genç adam, bakışlarını yıldızlarla süslenmiş gökyüzüne kaldırırken. "Üniversitedendi." diye cevap verdi buruk bir şekilde. "Bölümün en güzel kızıydı, bir kere olsun bana baksın diye debelenip durdum yıllar boyunca."

 

"Peki baktı mı sana?" diye sordu Aysima. Sesindeki merak tınısı genç adamı gülümsetirken, gözleri genç kadının gözleri ile buluştu tekrar.

 

"Baktı," dedi kırık bir sesle. "Keşke bakmasaydı."

 

Aysima, genç adamın bakışlarında gördüğü saf acı ile birkaç saniye nefes almayı unuttu. Çektiği acı gözlerinden taşıyordu İskender'in. O acıyı bilen birisi olarak diğerine sarılmamak için zor tuttu kendisini. Dolan gözlerini kırpıştırarak önüne dönerken "Peki sonra ne oldu?" diye sordu sessizce.

 

"Başkasına aşık oldu, sonra da evlenip taşındı buralardan."

 

"Bu yüzden mi çekip gittin?"

 

İskender, soluklanmak için karşılarına çıkan ilk banka otururken, eli ile yanını patpatladı genç kadına oturması için. Aysima, sessiz bir şekilde genç adamın yanına kurulurken, yüreği suçlulukla dolup taştı. Zor zamanlarında yanında olmadığı için genç adamı suçlarken, aslında onun da en az kendisi kadar zor şeyler yaşadığını öğrenmek, kendisini suçlu hissetmesine sebep olmuştu. Hissettiği suçlulukla omuzları çöktü.

 

"O zamanlar öyle bir haldeydim ki, kendime faydam yoktu. Kendisine bile faydası olmayan birisi başkalarına nasıl faydalı olabilirdi ki? İçimde bir kıyamet ateşi yanıyordu, eğer kalsaydım, o ateş etrafımdakilere sıçrar, herşeyi yakar yıkar kül ederdi, bundandı gidişim."

 

"Özür dilerim." derken birçok duygu barındırıyordu Aysima'nın sesi. Boğazına yerleşmiş yumrudan kurtulmak adına birkaç kere yutkundu. Bakışlarını genç adama çevirirken, gözleri dolu doluydu.

 

"Özür dilerim, İskender."

 

"Dileme." diye cevap verdi genç adam. Diğerinin dolu dolu yeşillerini görünce içinden bir şeyler kopup gitti ama 'Daha değil,' diye fısıldadı kendi kendine. 'Henüz değil.'

 

Sevdiği kadını bu şekilde kandırmak, ona olan duygularını en saf hali ile genç kadına sunamamak her ne kadar içini kemirse de, ne kendisinin, ne de Aysima'nın gerçekleri duymaya hazır olmadığının bilincindeydi. Yıllarca sabretmişti, biraz daha edebilirdi.

 

"Unuttum gitti." diye mırıldandı diğerini az da olsa teselli edebilmek adına. "Bir rüzgar gibiydi ona olan duygularım, geldi, geçtiği yerlerdeki her şeyi savurdu ve gitti. Geriye sadece koca bir sessizlik kaldı."

 

Bunlar, unuttum diyen birisinin edebileceği laflar değildi, çocuk değildi Aysima. İskender'in o kadına hâlâ deliler gibi aşık olduğunu görmemek için kör olmak gerekirdi. Onun hakkında konuşurken alev alev yanıyordu hareleri. Gözler asla yalan söylemezdi. Bilirdi. Ama yine de diğerini daha fazla incitmemek adına sustu. Sustu ve söyleyeceklerini içine hapsederek sahte bir gülümseme yerleştirdi dudaklarına.

 

"Senin adına sevindim." dedi ayakkabısının ucu ile ayağının altındaki toprağı eşelerken. "Zira o yollardan ben de geçtim, nasıl zor olduğunu bilirim."

 

Ardından sol omuzu ile genç adamın omuzuna vurdu oyuncu bir şekilde.

 

"Üzülme, senin gibi bir adamın aşkını kabul etmediği için çok aptalmış."

 

İskender, bakışlarını kaldırarak yandan bir şekilde genç kadına baktı.

 

"Aptal değildi." dedi buruk bir gülümseme ile. "Sadece aşıktı." Ardından derin bir nefes alarak önüne dönerken, "Gözü etrafındaki hiçbir şeyi, hiç kimseyi görmeyecek kadar çok hem de." diyerek devam etti sözlerine.

 

Acı bir şekilde güldü Aysima. Diğerinin tarif ettiği kadın, ona kendisini hatırlatmıştı.

 

"En azından hikaye, onun açısından mutlu bitmiş." diye mırıldandı hâlâ ayağının altındaki toprağı eşelerken.

 

İskender, son duydukları ile kafasını genç kadından aksi yöne çevirerek gözlerini kapattı ve ağırca yutkundu.

 

Ortamdaki kasvetli havayı dağıtmak istercesine "Türkiye'de kalıcı mısın?" diye sordu tekrardan başına Aysima'ya taraf çevirirken.

 

Aysima, derin bir nefes alarak bakışlarını yıldızlarla süslenmiş gökyüzüne çevirirken, birkaç dakika sessiz bir şekilde düşündü.

 

"İlk zamanlar değildim." diye cevap verdi dürüst bir şekilde. "Ama anne babamı bıraktığımdan daha yaşlanmış halde bulunca bu düşüncelerim dumura uğradı. Hayat çok kısa İskender, sevdiklerimizle geçirdiğimiz her an çok kıymetli. Bu nedenle tam olarak kararımı verene kadar buralardayım, bazı sözleşmelerim var hâlâ. Ara sıra onlar için yurt dışına çıkacağım sadece. Sen peki? Sen kalıcı mısın, yoksa geri dönecek misin tekrar?"

 

"Aslında henüz tam olarak karar vermedim ama RED'in Türkiye şubesini açmak gibi düşüncelerim var, bakalım."

 

"Red?" diye sordu Aysima merakla.

 

"Las Vegas'taki gece kulübümün ismi."

 

Genç kadım anladım dercesine kafasını salladı.

 

"Bahçeye dönelim mi artık?" diye sordu yandan bir şekilde genç adama bakarken. İskender, genç kadını kafası ile onayladı. Her ikisi oturdukları banktan ayrılarak, geldikleri patika yolla geri dönerken, onları izleyen bir çift gözden habersizlerdi.

 

Bora, ellerinin altındaki direksiyonu parçalamak istercesine sıkarken, arabayı çalıştırdı. Direksiyonu sıkan elinin parmak boğumları beyazlamıştı. Koca çınar ağaçlarının gölgeleri arasına sakladığı araba, acı bir fren sesi ile yerinden harEketlendi ve saklandığı karanlığa karışarak yok oldu.

 

***

 

Aysima'dan...

 

İskender ile birlikte bahçeye döndüğümüzde, meraklı birkaç bakış bizi bulsa da, bu bakışlar sadece birkaç saniye sürmüştü. Ağır adımlarla ilerleyerek Derin ve Pamir'in olduğu masaya yaklaştık. Masada aynı zamanda Melih amca ve Nadide teyze de vardı. Melih amca, babamın eski takım arkadaşlarından birisi, aynı zamanda en yakın arkadaşıydı. Yıllara dayanan sarsılmaz bir dostlukları vardı. Çocukluk anılarımın büyük bir çoğunluğunda Melih amca da yer alıyordu. Eşi Nadide teyze ile olan aşk hikayesi, arkadaş ortamlarında dillere destandı. Melih amca, eşine çok değer verir, onu "Nadide çiçeğim." diye severdi. Çocukken, onların bu hallerini uzaktan gıpta ile izler ve uzunca iç çekerdim.

 

Biz masaya yaklaştıkça Pamir ile derin bir sohbete dalmış olan adamın bakışları beni buldu. Suratına kocaman bir gülümseme yayılırken, bu gülümseme istemsiz bir şekilde bana da bulaştı. Melih amca ve Nadide teyze, bizim masaya yanaşmamız üzerine ayağa kalkarak Pamir ve Derin ile vedalaştılar. Her ikisi bana doğru yaklaşarak, sıcak bir kucaklama verirken, "İyiki doğdun kızım," dedi Melih amca. Ardından ekledi; "Dönmene çok sevindim yavrum, baban belki sana pek yansıtmıyor üzülme diye ama her Allah'ın günü seni ne kadar özlediğinden yakınıp dururdu." Bakışları hâlâ piste bir Ankara havası oynayan babamı ve onu pisten uzaklaştırmaya çalışan annemi bulurken kocaman bir kahkaha attı. "Baksana, yanında, kollarının altındasın diye yüzünde güller açıyor artık."

 

Melih amcanın söyledikleri karşısında gülümseyerek kafamı salladım.

 

"Biz artık gidelim." dedi boşta kalan elini, koluna girmiş olan eşinin eli üzerine bırakırken. Bu hareketi ile içim istemsiz bir şekilde sıcacık oldu.

 

"Kalsaydınız biraz daha."

 

"Yok yavrum," dedi Nadide teyze. "Melih amcan uyku saatini geçirince tüm gece uyuyamıyor."

 

Melih amca, yandan sitemli bir şekilde eşine bakarken "Sanki bebeği hakkında konuşuyor." diye homurdanınca kıkırdadım.

 

"E tabii." dedi Nadide teyze eşinin bu tavrına burun kıvırırken. "Bebeğim değil misin zaten sen benim?"

 

Melih amca anında yumuşarken, "Öyleyim tabi, Nadide çiçeğim." diye yanıtladı eşini.

 

Onların bu haline tebessüm ederken, ikili tekrar bana iyi doğum günü dilekleri sunarak anne ve babama doğru ilerlemeye başladılar. İskender ve ben de onların az önce kalktıkları sandalyelere yerleştik. Bahçedeki kalabalık yavaş yavaş azalıyorken, telefonuma düşen bildirim sesi ile masanın üzerine bıraktığım telefonu aldım. Victor'dan gelen bir Facetime aramasıydı, "Bu aramayı cevaplamam lazım," diyerek ayağa kalktım ve çardağa doğru ilerlerken suratımdaki kocaman gülümseme ile aramayı cevapladım.

 

"Merhaba güzellik!" diyen Victor'un heyecanlı yüz ifadesi düştü ekrana.

"Dünyanın en güzel doğum günü kızı nasılmış bakalım?"

 

Gülümsedim.

 

"İyiyim ama mutluluğum biraz yarım," diye mırıldandım kederli bir şekilde. "Uzun zaman sonra sen olmadan bir doğum günü kutlamak garip hissettiriyor."

 

"Asma o tatlı suratını," dedi demesine ama kendi surat ifadesi de benden farksız değildi. Birkaç kere boğazını temizledi. Ardından tekrar o bilindik gülümsemesi yayıldı dudaklarına.

 

"Gökyüzüne bak."

 

Kaşlarımı çattım anlamayarak.

 

"Ne?"

 

"Kafanı kaldı ve gökyüzüne bak." diye yeniledi cümlesini. Ben hâlâ söylediklerinde bir alaka ararken etraftan gelen şaşkınlık nidaları ile bakışlarımı gökyüzüne kaldırdım.

 

Gördüğüm manzara ile bir şaşkınlık nidası döküldü dudaklarımdan.

 

Sportif bir uçağın peşinde sürüklenen ışıklı pankartta "Happy birthday dear Ice." yazıyordu.

 

"E yuh artık!"

 

Gözlerim anında dolarken bakışlarımı tekrardan telefona çevirdim.

 

"Tanrı aşkına bu ne?" diye sordum şaşkınlık karışık heyecanlı bir ses tonu ile.

 

"Bu doğum gününde yanında olamadım." dedi buruk bir şekilde. "Bu nedenle, hayatın boyunca her hatırladığında gülümseyeceğin bir hediye bırakmak istedim sana."

 

"Victor..." diye mırıldandım sızlanarak. "Çok ama çok teşekkür ederim. Sen herkesin sahip olmak isteyeceği harika bir arkadaşsın."

 

Güldü.

 

"Bana bilmediğim bir şey söyle."

 

"Aynı zamanda çokta mütevazısın." diye homurdandım suratımı ekşiterek.

 

"Onu da biliyorum." derken gülümsemesi kahkahaya dönüştü. O gülünce ben de güldüm. Birkaç saniye karşılıklı bir şekilde güldükten sonra kahkahası durgunlaşırken. "İyi ki doğdun Ays..." diye mırıldandı.

 

"Teşekkür ederim," diye cevaplarken gülümsemem hâlâ suratımdaydı.

 

Arkadan birisinin kendisine seslenmesi telefonu kapatmadan önce "Benim şimdi gitmem lazım, yarın ilk iş seni arayacağım. İyi geceler doğum günü kızı." dedi yumuşak bir şekilde.

 

"İyi geceler, Victor." diyerek aramayı sonlandırdım. Tekrardan Derin'lerin olduğu masaya doğru ilerlerken, babamların son kalan misafirleri yolcu etmek için bahçeden ayrıldığını farkettim.

 

"Benim gördüğümü sen de gördün mü?" diye sordu Derin hâlâ şaşkın bir şekilde gökyüzüne bakarken. Gülümseyerek kafamı sallarken sandalyeme kuruldum.

 

"Victor'un çılgınlıkları." dedim umursamaz bir şekilde omuz silkerken.

 

"Aysima..." dedi Derin.

 

"Hmm?"

 

"Arkadaşın arkadaşım olsun mu?"

 

Duyduğum soru üzerine kıkırdarken "Victor kim?" diye sordu İskender. Gülümseyen bakışlarla ona dönerken "Menajerim," dedim. "Ve aynı zamanda en yakın arkadaşlarımdan birisi."

 

Anlamışçasına kafasını sallarken Derin'e çevirdi düşünceli bakışlarını.

 

"Biz de kalkalım artık, geç oldu. Aysima da dinlesin biraz." diyerek ayaklanınca, Derin ve Pamir de ayaklandı. "Evet," dedi Derin, "Gerçekten geç oldu. O kadar dans ettim ki ayaklarımın dili olsa suratıma tükürür. Üstelik Pamir'in yarın erkenden şirkete gitmesi gerekiyor."

 

"Ben sizi geçireyim o zaman." diyerek onlarla birlikte ben de ayaklandım. Hep birlikte bahçenin mutfağa açılan kapısından içeri geçtik. Çalışanlar etrafı toparlamakla meşguldü. Onların yanlarından geçerek çıkış kapısına doğru ilerlerken babamlarla karşılaştık.

 

"Gidiyor musunuz?" diye soran babamı, "Evet," diyerek yanıtladı Derin. "Saat baya geç oldu, siz de dinlenin Ergun amca."

 

"Bu burada kalmamalı," dedi annem babamın yanından geçerek Derin'e sarılırken. "Sizi en kısa sürede yemeğe bekliyoruz." Derin gülümseyerek kafasını salladı.

 

"Bana tavla sözün var, unutma delikanlı." dedi babam bakışları İskender'e kayarken. Bu ikisi hangi ara tanışıp, hangi ara kaynaşıp, hangi ara birbirlerine tavla sözü vermişti?

 

"Unutmam efendim."

 

"Ben Derin'leri geçirip geliyorum baba." diyerek anne ve babamı arkada bırakarak Derin, Pamir ve İskender ile birlikte çıkış kapısına doğru ilerledim. Hepsi ile sıcak bir kucaklaşma faslının ardından Derin ve Pamir arabalarına doğru ilerlerken İskender biraz geride kaldı. Elini ceketinin sol iç cebine atarak minik bir hediye kutusu çıkardı. Kutuyu bana doğru uzatırken "Doğum günün kutlu olsun, Serçe." diye mırıldandı. Uzattığı kutuyu alırken, "Ne gerek vardı." diye homurdandım mahcup bir şekilde. "Umarım bu hediye yanında olmadığım doğum günlerinin az da olsa bir telafisi olur." diyerek gülümsedi. Gülümsemesine aynı şekilde karşılık verirken bir kez daha sarıldım ona. "Teşekkür ederim İskender. Dönüşün zaten benim için yeterli bir hediyeydi."

 

Benden uzaklaşarak ensesini kaşırken, "Ben artık gideyim." diye mırıldandı. Kafamı salladım. Arabaya doğru ilerleyip binene ve araba çalışarak bahçeden ayrılana dek peşinden baktım uzun bir şekilde, ardından elimdeki kutunun kapağını açtım. Bir kolye vardı içerisinde. Kolyeyi kutudan çıkararak avucuma aldım. Oval bir madalyonun üzerine bir serçe figürü işlenmişti kabarık bir şekilde. Dudaklarım, kocaman bir gülümseme ile yanlara doğru kıvrılırken madalyonun elime değen kısmında da bir kabartı hissederek arkasını çevirdim. Okuduğum cümle ile gülümsemem daha da büyürken bakışlarımı sessizliğin hüküm sürdüğü bahçeye çevirdim. Ardından, bakışlarım tekrar madalyonun arkasına kazınmış yazıya kaydı.

 

'Tüm serçelerden daha değerli.'

 

Loading...
0%