Yeni Üyelik
10.
Bölüm

9.Bölüm: Tehlikeli Karanlık

@varamayokgibi

Bazı hatalar, geri dönülemez yanlışlara sürükler insanı. Yaptığın zaman, en doğrusu buymuş gibi gelir sana ama tüm fedakarlıkların, koca bir kalp kırıklığı olarak geri döndüğünde, aslında her şeyin toz pembe bir peri masalından ötesi olmadığını fark edersin. Masal bu ya, istediğin gibi kandırırsın kendini ama iş gerçeklerle yüzleşmeye geldiğinde, kırılan kalbinin parçalarını toplamak o kadar da kolay olmaz.

Aysima'nın kırılan kalbinin parçalarını bir araya toplaması yıllarını almıştı. Toplamıştı toplamasına belki ama kırılan parçaları ne kadar düzgün yapıştırırsan yapıştır bir daha eski haline gelemeyeceği kaçınılmaz bir gerçekti. Daha 18'indeyken yaptığı hata, aşka olan inancını yerle bir etmiş, bir daha birileri tarafından sevilebileceği fikrini aklına bile getiremez olmuştu.

Doğum gününün ertesi gün, uzun yıllar sonra ilk defa huzurlu bir sabaha açtı gözlerini Aysima. Yeni yaşının, kendisine mutluluklar getirmesini dileyerek üflemişti mumlarını. Bu yüzden, gelecek sabahlar için daha mutlu ve daha umutluydu. Yattığı yerden ilk doğrulduğunda hissettiği şey, boynundaki kolyenin soğukluğu olmuştu, suratını anlamsız bir tebessüm kaplamıştı kendisi bile fark etmeden. Gece uyumadan önce komidinin üzerine bıraktığı telefonunu alarak saate baktı. Saat 7'yi 5 geçiyordu. İş temposunun yoğunluğu yüzünden erken uyanmaya alışkındı. Bu durum bazen aşırı sinir bozucu olabiliyordu çünkü henüz aile evindeyken, eski günlerdeki gibi öğlene kadar yatakta pineklemek istiyordu. Bıkkın bir nefes bırakarak ayaklarını yataktan sarkıttı. Yatağın ayak ucundaki buz mavisi, saten sabahlığı alarak üzerine geçirdi. Ayaklanarak pencereye doğru ilerledi ve perdeyi kenara çekerek pencereyi açtı. Yoğun bir şekilde esnerken, sabahın temiz havasını derin bir şekilde ciğerlerine soludu.

Haziranın sonları olmasına rağmen, hava hiç yaz gibi hissettirmiyordu. Rüzgar, hafif hafif çiseleyen yağmur damlalarının üzerine doğru sıçramasına neden oluyordu. Etraf yağmur karışık toprak kokusu ile sarmalanmıştı. Aysima, son bir kez derin bir soluğu ciğerlerine armağan ederek pencereyi kapattı. Şu an ona iyi gelecek tek şeyin sıcak bir duş olduğunu bildiğinden, odasının içindeki ebeveyn banyosuna ilerledi. Üzerindekilerden kurtularak kabine girdi ve suyun sıcaklığını ayarlayarak, bedenini suyun altına soktu. Sıcak suyun getirdiği hisle mayışarak kabinin duvarına yaslandı.

Dün gece, 6 yılın ardından ilk defa ailesi ile birlikte bir doğum günü kutlamıştı ve bunu gerçekten nasıl özlediğini fark etmişti. Üstelik eksik olan kim varsa oradaydı, eksik olan ne varsa tamamlanmıştı. Yıllardır sevdiklerinden ayrı bir hayat sürerek, hem onlara, hem de kendine ne kadar haksızlık yaptığının farkına bile varamamıştı. Zaman, kum gibiydi. Avuçlarınızın arasından kayıp gidiyordu ama siz bunu elinizdeki tüm kumlar bittiğinde fark ediyordunuz bazen. Türkiye'ye döndüğünde amacı, en fazla 2 ay kalıp Londra'ya geri dönmekti ama ailesi ile vakit geçirdikçe bu fikrinden gittikçe uzaklaşmıştı. Onlara, 6 yıl borçluydu. Ailesi için, kızları olmadan geçirdikleri o 6 yılı telafi etmek zorundaydı.

Kafasındaki düşüncelere dalıp, sıcak suyun altında gereğinden fazla vakit geçirdiğini fark ettiğinde parmakları buruşmaya başlamıştı artık. Suyu kapatarak kabinden çıktı ve kapının arkasında asılı olan bornozu alarak üzerine geçirdi. Odasına dönerek bedenini yatağa attı ve hâlâ komidinin üzerinde olan telefonunu eline aldı.

Uzun zamandır sosyal medya hesaplarına bakmıyordu. Türkiye'ye geldikten sonra sosyal medya detoksuna girmiş gibiydi. Telefonu eline almak aklına bile gelmiyordu. Oysaki, Londra'dayken çekimlerden arta kalan zamanının neredeyse hepsini sosyal medyada geçiriyordu.

Instagram hesabından gelen bildirimlerin bir başı ve bir sonu yoktu. Özellikle son verdiği röportajdan sonra DM kutusunda binlerce mesaj birikmişti. Bildirimleri kaydırırken gelen takiplerden biri dikkatini çekti her nasılsa.

@iskendersoyhan sizi takip etmeye başladı.

Bildirime tıklayarak hesaba girdi ama genç adam hesabını gizlide kullanıyordu. Aysima, gülümseyerek ona takip isteği atarken, hâlâ İskender'in sosyal medya hesabı kullanmasının şaşkınlığı vardı üzerinde. Onu tanıdığı ilk zamanlarda, sosyal medyaya oldukça uzak bir tipti. Hatta bir keresinde Aysima'nın zoruyla bir hesap açmış ama kullanmayı çözemeyince Aysima'ya "Çıkış yapsam silinir mi?" tarzı saçma ama genç kıza oldukça tatlı gelen bir mesaj atmıştı.

Derin her ne kadar dışa dönük bir karakterse, İskender onun tam aksi tipte bir karaktere sahipti. Biraz, ağır abi diye hitap edilen tiplerdendi işin özünde. Yurtdışındayken eskisine nazaran sosyalleşmişti demek ki.

Tam telefonu tekrardan komidine bırakacakken elindeki telefon titremeye başlamıştı. Ekrandaki tanıdık ismi görünce aramayı yanıtlayarak telefonu kulağına götürdü.

"Günaydın, Serçe." diyen adamı, "Günaydın." diyerek yanıtladı Aysima.

"Uyandırmadım değil mi?" diye sordu İskender tedirgin olduğu belli olan bir ses tonu ile.

"Hayır," diye cevap verdi Aysima. "Aslında çok daha önce uyanmıştım, sen ararken de telefona bakıyordum zaten."

Biliyordu İskender, zaten Instagram hesabından gelen bildirim üzerine aramıştı genç kadını.

"Kahvaltı için bir planın var mı?"

Aysima sırtını yatak başlığına verirken tırnaklarını incelemeye başladı.

"Yok," diye cevapladı kayıtsız bir sesle. "Neden sordun ki?"

"Tamam o zaman, kalk ve hazırlan. Deniz kenarında simit yemeye gidelim."

Aklına birkaç silik anı düşünce buruk bir şekilde gülümsedi genç kadın.

"Eski günlerdeki gibi mi?"

Hattın diğer ucunda diğerine fark ettirmeden bir iç çekti İskender.

"Eski günlerdeki gibi." diye mırıldandı telefona doğru.

Eskiden, bunu sık sık yaparlardı. Tezgahı olan bir simitçi vardı boğazda.

Akif abi.

Simitlerin yanına bir de çay koyardı ki, çayın demini onun gibi tutturan ikinci bir insan tanımamıştı Aysima.

Merakına engel olamayarak "Acaba Akif abi hâlâ eski yerinde midir?" diye sordu bakışları pencereye kayarken. Yağmur dinmiş, rengârenk bir gökkuşağı misafir olmuştu hâlâ griliğini koruyan gökyüzüne.

"Bilmem, gitmeden öğrenemeyiz." diye cevapladı İskender.

Aysima, hareketlenerek ayaklarını yataktan sarkıtırken "Ben hazırlanıyorum o zaman." diye cevapladı genç adamı. "Görüşürüz."

"Görüşürüz, Serçe."

Kapanan telefonun ardından ayaklanarak dolaba doğru ilerledi genç kadın. Dolabı açarak giyebileceği bir şeyler bulabilmek amacı ile dolabın içini taradı bakışları ile. Gözüne kestirdiği siyah, düz bir tişörtü ve krem renk, keten bir şortu eline alarak iç çamaşırlarının ardından hızlıca üzerine geçirdi. Ardından aynanın karşısına geçerek hâlâ ıslak olan saçlarını tarayarak çekmecelerden aldığı kurutma makinası ile kurutmaya başladı. Saçları hafif nemli bir hale gelene kadar bu işleme devam etti. Daha sonra daima bileğinde olan siyah toka ile ellerine topladığı saçları gelişigüzel bir şekilde topuz yaptı.

Hava şu an serin olmasına rağmen, saat ilerledikçe ortalığın cehennem sıcağına döneceğinden emindi. "İstanbul'da mı yaşıyoruz, Adana'da mı belli değil." diyerek homurdandı kendi kendine.

Makyaj yapmayı es geçerek odadan çıkmak için harekete geçti. İşi dolayısı ile o kadar ağır makyajlara ve abartılı giysilere maruz kalıyordu ki, normal hayatında elinden geldiğince sade şeyler tercih etmeye çalışıyordu kıyafetlerinde. Makyaj ise, gerekmedikçe uzak durduğu bir şeydi.

Alt kata indiğinde etrafta kimseleri bulamamıştı yine. Anne ve babasından bir iz bulmak amacı ile etrafa bakındı ama ortalık oldukça sakindi. Galiba babası bu sabah yürüyüşte kendisine eşlik etmesi için annesini de ikna etmişti.

Derin bir nefes alarak çıkış kapısına doğru ilerledi ve kapıyı açarak dışarı çıktı. İskender gelene kadar etrafta dolaşmaya karar vererek bahçeyi turlamaya karar verdi. Anne babası değişikliği çok seven insanlar değildi, bu nedenle gittiğinden beri tek bir saksı bile oynanamamıştı yerinden. Her şey hâlâ yıllar önce bıraktıkları ile aynıydı. Ön bahçede pek ilgi çekici bir şey de yoktu zaten. Sıkıldığını hissedince, Adem beyin içerisinde olduğu bekçi kulübesine doğru ilerlemeye başladı.

Kapıyı hafifçe tıklatarak beklemeye başladı, çok geçmeden Adem bey endişeli bir şekilde kapıda belirmişti. Genç kadını karşısında görünce endişesi daha da arttı.

"Bir şey mi oldu Aysima kızım?" diye sordu telaşla etrafa bakınırken.

Onun bu telaşlı hali Aysima'nın kendisini mahcup hissetmesine neden oldu.

"Yok Adem abi, ben sadece sana bir günaydın diyeyim dedim."

Adem beyin suratındaki rahatlama ifadesi görülmeye değerdi.

"Ben bu saatte sen kapıyı çalınca, bir şey oldu zannettim. Günaydın güzel kızım."

Aysima, rahatlayarak derin bir nefes verdi. Tam ağzını açıp tekrar bir şeyler söyleyecekken, kapının önüne yanaşan aracı fark etti parmaklıkların ardından.

Bu araba, Pamir'e aitti.

Bakışları tekrardan merakla kendisini izleyen adama kayarken suratına samimi bit gülümseme yerleştirdi.

"Ben çıkıyorum Adem abi, olur da annemler sorarsa öğle yemeğine kadar döneceğimi söylersin."

"Tamam kızım."

Aysima, Adem beye el sallayarak kapıya doğru ilerledi ve kapıyı açarak dışarı çıktı. Adem bey ile konuşurken İskender'in hangi ara araçtan çıktığını ve kollarını göğsünde birleştirmiş bir şekilde arabaya yaslanarak kendisini beklediğini fark etmemişti bile.

İskender'in bakışları saniyelik bir zaman diliminde genç kadının boynundan sallanan kolyeye kaydı ama Aysima bunu da fark etmedi. Ve tabii sonrasında diğerinin suratında yer edinen kocaman gülümsemeyi de.

"Tekrardan günaydın." diyerek genç adama sarıldı Aysima.

"Sana da, Serçe." diye yanıtladı onu İskender, hâlâ hediye ettiği kolyeyi Aysima'nın boynunda görmenin afallamışlığı vardı üzerinde.

Aysima, genç adamdan uzaklaşarak İskender'in kendisi için açtığı kapıdan içeriye yerleşti. Aracın içi yoğun bir şekilde sandal kokuyordu. Gülümsedi, İskender her ne kadar değişmiş olsa bile, bir o kadar da aynıydı. Mesela, hâlâ yıllar önce doğum gününde kendisine hediye ettiği parfümün aynısını kullanıyordu. Zaten İskender, alıştığı şeylerden kolay kolay vazgeçebilen birisi de değildi karakter olarak.

Genç adamın sürücü koltuğuna yerleşmesi ile bakışları onu bulunca göz göze geldiler.

"Gidelim mi?" diye sordu suratında yumuşak bir ifade ile.

"Gidelim."

***

"Uzun zaman oldu, galiba artık buralarda değil." derken oldukça üzgün çıkıyordu genç kadının sesi.

Sahili baştan sona turlamalarına rağmen, o tanıdık tezgaha bir türlü rastlayamamışlardı.

Sıkıntılı bir nefes verdi İskender. Etraftan birkaç esnafa sormuştu ama kimse Akif abiyi de, onun o meşhur tezgahını da tanımıyordu. Bakışları Aysima'nın hayal kırıklığı çöken çehresini fark ettiğinde bir küfür savurdu içinden. Ne diye sorup soruşturmadan ona böyle bir teklif yapmıştı ki.

Aklına eskilerden bir anı gelince elini Aysima'nın burnuna doğru götürerek genç kadının burnunu işaret ve orta parmağı arasına sıkıştırdı.

Genç adamın bu hareketi ile neye uğradığını şaşıran Aysima, şaşkın bir şekilde ona baktı.

"Sana inanmıyorum." diye mırıldanırken suratında hayret dolu bir ifade vardı ama gözlerinde yaramaz parıltılar onun da İskender ile aynı anıyı hatırladığını gösteriyordu.

Aysima'nın canı ne zaman sıkılsa, İskender onun kafasını dağıtmak ve gülümsetebilmek için burnunu parmaklarının arasına sıkıştırır ve diğerinin kendisini çocuk gibi hissetmesine neden olurdu.

Genç kadının bu tepkisine güldü İskender.

"Demek ki hâlâ işe yarıyormuş." derken suratında oldukça eğlendiğini belli eden bir ifade vardı.

Aysima, burnunu genç adamın parmaklarından kurtararak ovalarken, diğerine yandan ters bir bakış attı ama genç adamın suratındaki ifadeyi görünce ilk önce ifadesi yumuşadı ardından o da gülmeye başladı.

"E madem Akif abiyi bulamıyoruz, hadi bir yerlere kahvaltıya gidelim." diye öneride bulundu İskender.

Aysima, medya mensuplarının dikkatini çekmemek için siyah bir kep ve iri çerçeveli güneş gözlükleri ile kamufle etmişti kendisini.

"Boş versene," dedi gözlüğün ardından İskender'e bakarken. "Hadi birer simit alıp arabada yapalım kahvaltımızı."

İskender kafasını olumlu anlamda sallarken, "Bana uyar." diye cevapladı genç kadını. "Sen o zaman geç arabaya, ben simitleri alıp geliyorum."

Ardından Aysima'yı olduğu yerde bırakarak en yakınlarındaki simitçi tezgahına doğru ilerlemeye başladı. Aysima, birkaç saniye genç adamın peşinden baktıktan sonra arkasını dönerek yakınlarda park ettikleri araca doğru ilerlemeye başladı.

Elindeki kumanda ile arabanın kilitlerini açarak sürücü koltuğunun yanındaki koltuğa yerleşti ve kapıyı kapatarak beklemeye başladı. Tam da beklediği gibi hava saat ilerledikçe ısınmaya başlamıştı, elini uzatarak klimayı açtı ve arabanın içi serinlemeye başlarken arkasına yaslandı. Birkaç dakika geçmeden sürücü tarafın kapısı açıldı ve İskender, koca cüssesi ile arabaya yerleşti. Elindeki poşeti genç kıza doğru uzattı. Aysima, poşetin içinden bir simit ve bir ayran alırken arkasına yaslandı. Arabanın camları filmlerle kaplı olduğu için gözlüğünü ve şapkasını çıkarak arka koltuğa fırlattı. Önüne dönerek simidinden koca bir ısırık aldı. Yurt dışındayken en çok memleketinin yemeklerini özlemişti, Londra'da bir çok türk restoranları bulunuyordu ama havasından mı, suyundan mı bilinmez orada yediği yemeklerde bir türlü yemeklerin gerçek lezzetini alamıyordu. Oysa şimdi yediği bu simit bile o kadar lezzetli geliyordu ki damağına, gözlerini kapatarak memnun bir şekilde gülümserken buldu kendi. İskender, diğerinin bu halini suratında yumuşak bir gülümseme ile izliyordu. Şu an manzarası o kadar güzeldi ki, bu şekilde genç kadını saatlerce izleyebilirdi ama Aysima'nın gözlerini açtığını fark edince toparlanarak önüne döndü. Aysima'nın ortalarına koyduğu poşetten kendisi için simit ve ayran aldı. Günün birinde, diğerini korkusuzca izleyip izleyemeyeceğini merak ederken buldu kendisini. Bu şans, bir kere kayıp gitmişti ellerinin arasından, peki bu defa yakalayabilecek miydi ipin ucunu. İşin sonunda Aysima'nın gözlerine korkusuzca, hiç bir çekincesi olmadan bakmak varsa o ipin, ellerini kan içerisinde bırakmasına bile razıydı İskender.

"Ne düşünüyorsun öyle derin derin?"

Daldığı düşünceleri kafasından kovalayarak genç kadına baktı. İştahlı bir şekilde simidini yerken, meraklı gözlerle kendisine bakıyordu yandan bir şekilde.

"Yüzüm aşktan yana bir daha gülecek mi, onu düşünüyorum."

Aysima, genç adamın söyledikleri ile düşünceli bir şekilde önüne dönerken, "Hayat bu, ne gibi sürprizlere gebe olduğunu kim bilebilir ki." diye yanıtladı diğerini. "Hem durduk yere nereden aklına geldi ki bu şimdi?"

Güldü İskender, kendi simidini yemeye başlarken. "Bilmem," diye mırıldandı. "Geldi işte."

"Hadi radyoyu açalım." derken eli çoktan radyonun açma tuşunu bulmuştu genç kadının. Ortamı, Yalın - Şeytan Tüyü şarkısının melodisi doldururken, muzip bir şekilde gülümsedi Aysima. İskender'e yandan bir bakış atarken "Bak," dedi imalı bir şekilde. "Sende şeytan tüyü varmış." Güldü ardından. "Sevdirecekmişsin kendini."

İskender, yandan bir şekilde genç kadına bakarken. "Sevdirir miyim sence gerçekten?" diye sordu.

"Seni sevmeyecek kadının aklından şüphe ederim." derken elindeki simitten koca bir ısırık daha aldı Aysima.

İskender, kendi simidini bitirmenin rahatlığı ile arabayı çalıştırırken. "Nasip, kısmet." diye mırıldandı. "Bakalım."

Her ikisi de uzun süredir İstanbul'dan uzakta oldukları için amaçsız bir şekilde şehrin sokaklarında turladılar bir süre. Uzun uzun sohbet ettiler, gelmişten, geçmişten, planlarından. Her şeyden öte onlar iki yakın arkadaştı yıllar önce, birbirlerine söyleyecek çok şey birikmişti hatıralarında. Her ikisi de, bu uzun sohbetleri ne kadar özlediklerini fark ettiler. Araba tekrardan Erdemir malikanesinin önünde durduğunda saat öğlene geliyordu.

"İtiraz kabul etmiyorum." derken açtığı kapıdan inmek üzereydi Aysima. Arkasını dönerek genç adama tehditkar olduğunu düşündüğü bir bakış attı. "Bizimle öğle yemeği yiyorsun, konu kapanmıştır."

İskender, genç kadının ısrarlarına daha fazla dayanamayarak onunla birlikte arabadan indi. Her ikisi de Adem beyin onlar için otomatik olarak açtığı kapıdan içeri geçerlerken İskender "Böyle eli boş bir şekilde... Ayıp olacak." dedi mahcup bir şekilde.

"Saçmalama istersen İskender." derken gözlerini devirdi Aysima.

Ardından kolundan tuttuğu adamı evin önüne doğru sürükleyerek zile bastı. Çalışanlardan birisinin açtığı kapıdan içeri geçerek koca salona doğru ilerlediler. Ergun bey, her zamanki gibi koltuğuna kurulmuş gazetesini okurken -ki büyük ihtimalle spor haberleri olan sayfadaydı yine- annesi de, öğle yemeği için son hazırlıklarla ilgilenmek üzere mutfak kısmındaydı.

"Herkese merhaba." diyerek salona dalan ikili ilk Ergun beyin dikkatini çekmişti, gözlüklerinin üzerinden kızına ve yanındaki -kim olduğunu tabii ki biliyordu- genç adama baktı. Ardından kızının genç adamın kolundaki eline kaydı bakışları.

Aysima, babasının bakışlarını kaşları çatık bir şekilde nereye odakladığını görünce elektrik çarpmış gibi elini çekti. Elinin hâlâ genç adamın kolunda olduğunu nasıl fark etmediğini sorguladı kendi kendine.

"Hoş geldiniz." diyerek elindeki gazeteyi düzgün bir şekilde katlayarak koltuğunun yanındaki küçük sehpanın üzerine bıraktı Ergun bey. Ayağa kalkarak kızına ve isminin İskender olduğunu hatırladığı gence doğru ilerledi.

"Hoş bulduk baba."

"Hoş bulduk efendim."

İskender, saygılı bir şekilde kendisine uzatılan eli sıkarken, Aysima babasına kocaman bir sarılma vermişti. İskender, Ergun beyin sert çehresinin, kızının sarılması ile birlikte an be an nasıl yumuşadığına şahitlik etmişti.

Kızından ayrılırken, "Annen de tam öğle yemeği için son hazırlıkları kontrol ediyordu şimdi, buyurun," diyerek eli ile koca yemek masasının olduğu kısmı işaret etti Ergun bey. "Geçin hadi."

Üçlü, salonun bir köşesine konumlandırılmış geniş yemek masasının etrafına geçerken, Aslışah hanım arkasındaki yardımcılar ile birlikte salonun kapısında göründü. Aslışah hanımın suratını, sofrada tanıdık bir yüz görmesi ile kocaman bir tebessüm kapladı.

"Hoş geldin, İskender."

Genç adam, Aslışah hanıma aynı sıcak gülümseme ile karşılık verdi.

"Hoş buldum Aslışah teyze."

İkili birbirlerine sıcak bir kucaklama verdikten sonra Aslışah hanım eşinin yanındaki yerini aldı ve yardımcıların, hazır olan sofraya sıcak yemekleri servis yapmasını beklemeye başladı.

Yemekler bir bir sofraya servis edilirken, "Şahika hanım döktürmüş yine." diye mırıldandı Aysima. Sanki sofra normaldekinden daha fazla özenilmiş gibiydi. Soru dolu bakışları annesini bulunca Aslışah hanım açıklama gereği duyarak "Adem bey senin İskender ile çıktığını söyleyince, onun da bizimle öğle yemeğine kalabileceğini düşündüm." dedi.

Ardından yumuşak bakışları İskender'i buldu.

"Nasılsın İskender, kusura bakma dün misafirlerin yoğunluğundan seninle doğru düzgün iki kelime edemedik."

Aslışah hanım, tanıdığı ilk günden beri çok severdi İskender'i. Onun saygılı, ağır başlı halleri ona Ergun beyin gençliğini anımsatırdı hep. Kültürlüydü, iyi bir ailede yetişmişti, üstelik kızlarına nasıl değer verdiğini bilirdi Aslışah hanım. Aysima için İskender bir arkadaştan ötesi olmasa da, genç adamın kızını bir arkadaştan öte gördüğü bakışlarından belliydi.

Derin bir iç çekti Aslışah hanım. Damadı olarak o Bora denen çocuğu hiç istememişti Allah biliyor ama kızının gönlünü kırmaya da yüreği el vermemişti, zaten daha ilk karşı çıkmalarında Aysima onlara karşı gardını öyle bir almıştı ki, ne yaparlarsa yapsınlar bir türlü fikrini değiştirememişlerdi genç kızın.

"Nasılsın, neler yapıyorsun bunca yıldır?" diye sordu merakına yenik düşerek.

Ergun bey bir yandan yemeğini yerken bakışlarının altından genç adamı süzüyordu.

İskender suyundan bir yudum alarak boğazını temizledi ve Aslışah hanıma baktı.

"İyiyim, yurt dışındaydım bildiğiniz gibi. Sahibi olduğum bir gece kulübü var Vegas'ta, onu işletiyorum şu an. Hayatım monoton bir tempoda ilerleyip gidiyor." derken suyundan bir yudum daha almıştı.

Aslışah hanım gözlerini kısarken "Gönül işlerin nasıl gidiyor, var mı kalbine girmeyi başarabilmiş birisi?"

Ergun bey, karısının bu sorusu üzerine hafifçe sırıttı. Onun ne yapmaya çalıştığını anlamıştı pek tabii.

"Anne!" diyerek çıkıştı Aysima. "Bunlar özel sorular."

"Ne var canım." diye yükseldi Aslışah hanım. "O da benim oğlum sayılır, zaten cevap vermek istemezse cevaplamaz."

İskender anne kızın bu atışmasına gülerken. "Yok efendim," diyerek yanıtladı Aslışah hanımı. "İşten güçten pek vaktim olmuyor gönül işlerine."

Aslışah hanım memnun bir şekilde gülümserken, Aysima annesinin bu tavrına olumsuzca kafasını salladı.

Bu orta yaş kadınlarda, bu ne meraktı hiç anlamayacaktı.

Çalan bir zil sesi ortamdaki sessizliği bölerken İskender cebinde çalmaya başlayan telefonu çıkararak arayanın kim olduğuna baktı. Arayan ismi görünce hafifçe kaşları çatılırken "Özür dilerim, bunu yanıtlamam gerek." diyerek oturduğu yerden ayaklandı.

Aysima, endişeli bakışlarla salonun kendilerinden uzak bir köşesine geçen adamı izledi. Telefondaki her kimse onunla konuştukça, bir karanlık çöküyordu genç adamın çehresine.

Tehlikeli bir karanlık.

İskender, hararetli konuşmanın ardından telefonu kapatırken, az önce kendileri ile birlikte masaya oturan o adamdan çok uzaktı.

Gergin bir şekilde masaya yaklaşan adama "Bir sorun mu var?" diye sordu Aysima. İskender, sahte olduğu metrelerce öteden belli olan bir gülümseme ile "Çok özür dilerim ama ben yemeğe katılamayacağım, bu defalık beni mazur görün." diyerek konuştu masaya doğru. Ardından bakışları saniyelik bir zaman diliminde yumuşayarak Aysima'ya baktı. "Bugünü mutlaka telafi ederiz. Kusura bakma olur mu?"

Aysima sadece kafasını sallamakla yetindi. Genç adamın bakışlarında gördüğü bir şeyler konuşmasına engel olmuştu.

İskender tekrar masaya doğru döndü. Ayaklanmak üzere olan Ergun beyi görünce, "Lütfen rahatsız olmayın, ben kendim giderim. Size afiyet olsun." diyerek arkasını döndü ve salonun çıkışına doğru ilerlemeye başladı.

O anlarda Aysima'nın yüreğine bir sıkıntı çöktü, sanki kötü şeyler olacakmış hissini içinden bir türlü atamazken, kendi kendine kuruntu yaptığını telkin etti kendisine. O gün, hayatında oldukça ağır günlere gebe yeni bir sayfanın açıldığından habersizdi henüz.

Loading...
0%