@varolmayaanyazar
|
Herkese merhaba. Kuzey Yıldızı benim yazdığım ilk kurgu değil fakat yeni başlangıç yapmak istediğim bir kurgu. Şimdi size emanet, keyifli okumalar dilerim. Dağların ardında kaf dağının eteklerinde yaşamayı tercih ederdim fakat benim için seçilen hayat tam tersiydi. Kalabalık bir şehrin tam merkezinde bir apartman dairesinde kendi başıma yaşamak. Biyolojik ailemden uzakta, tek başıma. Bunu bir nevi ben istemiştim aslında, onlardan uzaklaşmak, kendimle kalmak. Bunun her şeyi halledeceğini düşünüyordum ama şu sıralar anlıyordum ki insan her şeyden kaçabiliyordu ama yalnızca kendinden kaçamıyordu. Ben de ailemden kaçmıştım fakat kendimden kaçmayı asla becerememiştim. Kendimden kaçmaya çalıştıkça her şey daha karmaşık bir hâl alıyordu. Hani dedim ya insan sadece kendinden kaçamıyor. Kaçmaya çalıştıkça bir bataklık misali dibe çekiyor kendini. Kafamın içindeki sesleri susturabilmenin yollarını aradım defalarca, müzik dinledim, oyunlar oynadım, yürüyüş yaptım, kitap okudum fakat hiçbiri ne kendimden kaçmamı sağladı ne de kafamın içindeki sesleri susturabildi. Hayatı kurcalamayı sevmezdim. Her kurcalamaya kalktığımda kendisi ne kadar büyük ve güçlü olduğunu bana acı bir şekilde gösteriyordu. En büyük darbesini de geçen hafta beni büyüten, yanımdan bir an bile ayrılmayan anneannemi elimden alarak vurmuş oldu. Anneannem her zaman "bir gün gideceğim ama sen yıldızlara baktığında daima seninle olacağım eşek sıpası'' derdi. Buna başta inanmamıştım fakat son günlerde ne zaman kendimi kötü hissetsem kendimi yıldızları izlerken buluyordum ve bu bana iyi geliyordu. Parlaklığından asla ödün vermeyen o yıldızlar bana nefes aldırıyordu. İnsan doğası garipti, yaşayabilmek için daima yanında birilerinin olmasına ihtiyaç duyuyordu fakat sanırım bu denklem benim için geçerli değildi. İnsan kendine yetebilmeyi bilmeliydi ama kimse bunu kabul etmiyor aksine sürekli yaslanacak birilerini arıyorlardı. Aslında insan en çok kendine yaslandığı zaman dik durabilirdi. Susmayan sesler, beynimin içinden çıkmayan düşünceler hepsi bir el gibi boğazımı kavramış sıkıyordu ama öldürmüyordu da. Ölüm bazen kurtuluş gibi görünse de öyle olmuyordu. Olmazdı da. Her ölüm bir hikayenin yarım kalışı demekti. Ölümü çoğu zaman düşünsem de asla cesaret edememiştim. Bir uçurumun kıyısında öylece oturuyordum ama atlayacak kadar cesaretli değildim. Belki de hikayemin yarım kalmasını istemiyordum. Her ölüm zamansızdı bana göre. Genç yaşta ölen birinin de yaşlanıp yatağında son nefesini veren birinin de aslında daha yapacak çok şeyi, görmediği çok şehri vardı. Şakaklarıma giren ağrıyla yüzümü buruşturdum. Baş ağrısı kendini hatırlatmasa olmazdı zaten değil mi? Oturduğum bankta gözlerimi kapatıp geriye yaslandığımda sol tarafımda hissettiğim hareketlilikle istemeyerek de olsa gözlerimi araladım. O kadar bank varken gerçekten burayı mı bulmuştu oturan kişi. Bir şey söylemek için dudaklarımı araladığımda gördüğüm görüntüyle birlikte hiçbir şey söylemeden aniden banktan kalktım. Kanatları olan küçük bir şey bana doğru bakıyor üstelik gülümsüyordu. Başımın ağrısı geçsin diye aldığım ilacın tarihi geçmiş olmalıydı aksi halde bu görüntünün başka hiçbir açıklaması olamazdı. Aksi halde ben kafayı yemiş olabilirdim, tamam son zamanlarda pek iyi değildim bunu kabul ediyordum ama bu kadar hayal görecek kadar kötü olduğum da söylenemezdi. ''Benden korkma Barlas, sence senden kat be kat küçük bir canlı sana zarar verebilir mi?'' Duyduğum ince ses karşısında bayılacak gibi olsam da soğukkanlı durmam gerektiğini hissediyordum. Hem söylediği şey de fazlasıyla mantıklı gibi duruyordu. Tek kaşımı kaldırıp parmağımı uçan şeye doğru uzatmamla parmağımı ısırması bir olmuştu. Hızlıca parmağımı çektiğimde güldüğünü duydum. ''Zarar vermem dedim, ısırmam demedim ki.'' Söylediği şeye göz devirirken bankta eski yerime yeniden oturdum. ''Bu bir rüya, birazdan uyanacağım ve sen kaybolacaksın.'' Dedim sakin bir ses tonuyla. Bu söylediğime daha çok kendimi inandırmak istiyor gibiydim ama şu an konumuz bu değildi. Kulağıma gelen gülme sesini duymazdan gelirken gözlerimi kapatıp içimden saymaya başladım. Hala gelen gülme sesiyle boğazımı temizleyip bu kez dışımdan saymaya başladım. ''Bir, iki, üç, dört...'' Saçımın çekilmesiyle gözlerimi aralayıp dişlerimi sıktım. ''Bana bak bücür, bak bücür bile diyemiyorum sana o kadar küçüksün. Seni sinek gibi ezmemi istemiyorsan uzaklaş benden.'' Beni ayıplar gibi cık cık yaptığında göz devirdim. ''Burası ne harikalar diyarı ne de bir fantastik evrendeyiz. Ben sadece rüyadayım, lütfen git.'' Bu kez alayla güldüğünde sabrımın son demlerine yaklaştığımı hissediyordum. ''Madem rüyadasın neden uyanmıyorsun? Hadi uyanmak için kendini zorla.'' Gözlerimi kapatıp kendimi uyanmak için zorladığımda kulağımda şiddetli bir çınlama ve şiddetli baş ağrısıyla gözlerimi açtım. Bu da neyin nesiydi böyle? Kulağımdaki çınlama şu an içinde bulunduğum durumun gerçekliğini yüzüme vurmak ister gibi şiddetini arttırıyordu. Başımı ellerimin arasına alıp iki yandan bastırsam da baş ağrısının şiddetini azaltamıyordum. ''Bu gerçekliği reddettiğin sürece baş ağrın ve kulak çınlaman geçmeyecek. Lütfen gözlerini kapatıp sakinleşmeye çalış. Korkacak hiçbir şey yok. O çok sevdiğin yıldızları temsilen buradayım ben.'' Az önceki alaycı gülüşünden eser kalmamış. Aksine benim için endişeleniyor gibi bir hali vardı. ''Bak beni hayatım yeterince zor, kendime bile tahammülüm yok. O yüzden saçma sapan şakalarınızı gidin başkasına yapın. İple mi uçuruyorlar seni?'' Sesimi sakin tutmaya çalışıyordum fakat benim de bir sabır kotam vardı ve her an bu kota zirveye ulaşıp patlamama neden olabilirdi ve tercihlerim arasında benden epeyce küçük bir canlıya zarar vermek yoktu. ''İnanmakta zorluk çekiyor olman var olduğum gerçeğini değiştirmiyor. Düne kadar yıldızlarla konuşan sendin Barlas, ben değil.'' Onun da sesini sakin tutmaya çalıştığını hissedebiliyordum, normal konuşsa da sesinin tınısında beni her an kanatlarıyla beni uzay boşluğuna gönderme isteği barındırıyordu. ''Yıldızlarla konuşuyor olmam onları yeryüzünde kanatlı bir canlı olarak istediğim anlamına gelmiyor.'' Bu sefer alaycı konuşan bendim. O ise sadece yüzüme bakıyor ve kanatlarını çırpıyordu. Kulağımdaki çınlama artarken ellerimi kulaklarıma bastırdım. Daha ne kadar dayanabilirdim bilmiyordum ama bu şey her neyse bir an önce bitmeliydi. Bitmek zorundaydı. Etrafta kimsenin olmaması benim için bir avantajdı çünkü bu halimi uzaktan gören biri direkt ruh sağlığı merkezini arayabilirdi. ''Barlas, dün geceyi hatırlamıyorsun değil mi?'' Sesinde bu kez bariz bir endişe vardı. Henüz ismini dahi bilmediğim bir varlık benim için endişeleniyor muydu yani? Kesinlikle deliriyordum. Mantık dışı bir olayın içerisinde sıkışıp kalmıştım üstelik ne olduğuna dair en ufak bir fikrim yoktu. Dün gece ne olmuştu? Dün geceyi neden hatırlamıyordum? Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldığımda zihnime dolan anılarla bir an nefesimin kesildiğini hissettim. Sağ elimi kulağımdan çekerken düşmemek adına boşta kalan elimle bankın demirini tuttum. Dün gece, her gün yaptığım gibi evimin yakınlarında olan tepeye çıkıp gökyüzünde yıldızlarla konuşmaya başlamıştım. Sonra daha fazla bu hayata katlanamayacağımı anladığımda kendimi boşluğa bırakmak istemiştim fakat gökyüzünde bir yıldız öylesine güzel parlamıştı ki sırf bu parlama için nefes almaya devam etmem gerektiğini hissetmiştim ve buradaydım işte, atlamamıştım. Kendimi o boşluğa bırakmamış nefes almaktan vazgeçmemiştim. Şimdi ise karşımda yıldızları temsilen geldiğini söyleyen bir varlık duruyordu. Ben hayattan bir mucize isterken şu an bunu yaşıyor olmam belki de hayatın bana 'işte sana bir mucize, yaşamak için bir sebep' demesiydi. Belki de şu an bu varlık bana anneannemin hediyesiydi? Bu bir deli saçması gibi görünse de benim bir mucizeye inanmaya ihtiyacım vardı. ''Hatırlıyorum, kendimi boşluğa bırakacaktım ama yıldızlar özellikle içlerinden bir tanesi yaptığı en iyi şeyi yapıp parladı. Yaşamak için bir sebep verdi bana, ölünce yıldızları izleyemezdim.'' Dedim zorlukla konuşurken. Başımdaki ağrı, kulağımdaki çınlama artık ızdırap veriyor ve geçmek bilmiyordu. Gözlerim benden bağımsız bir şekilde kapanırken açmaya çalışsam da başarılı olamıyordum sanki göz kapaklarımın üzerine tonlarca ağırlık koymuşlardı. Omzumda hissettiğim el sayesinde gözlerimi aralamayı başarmıştım fakat karşımda gördüğüm şey hayallerimin de ötesinde bir şeydi. Simsiyah uzun saçları ve koyu kahverengi gözleriyle bana bakan bir kız duruyordu karşımda. Etraftan biri halimi görüp acıyıp geldi desem gece yarısı birisinin dışarıda olma imkanı yoktu. Az önce kanat çırpan varlık da kaybolmuştu yani bu yaşadığım şey bir rüya mıydı? Sonunda uyanmayı başarmış mıydım? ''Yaşadığın şey bir rüya değildi, hayır zihnini okuyamıyorum sadece yüz ifadenden ne düşündüğünü kestirebiliyorum. Ben Lena, az önce senden kat be kat küçük olan varlığım. O boyuttayken rüya gördüğünü sandığın için bir de böyle deneyeyim dedim ve lütfen hayalet görmüş gibi bakma.'' Şu an benden istediği şeyin saçmalığının farkına varmış olmalı ki gülümsedi ve alnına düşen saç tutamını kulağının arkasına yerleştirdi. Her hareketini sakince izleyip kafamda oturtmaya çalışsam da içinde bulunduğum durumu yadırgamamak elimde değildi. Kim olsa sorgular ve bir mantık çerçevesine oturtmaya çalışırdı. Hoş, bu durumun mantıklı hiçbir yanı yoktu mantıklı şeyler beni bulmazdı zaten. *24 Ekim 2007* ''Barlas oğlum bak hadi yıldızları izlemek istemiyor musun yoksa?'' Beş yaşlarındaki bir ufaklık koşarak gelirken anneannesinin bacaklarına sarıldı. Yıldızları elbette izlemek istiyordu fakat asıl amaç anneannesi ile vakit geçirmek onun yanından bir an bile ayrılmamaktı. Işık hanım torunu bacaklarına sarıldığında sırtındaki ağrıyı umursamadan torununu kucağına alıp yanağına en sulusundan bir öpücük bıraktı. Küçük çocuğun şen kahkahaları kulaklarına dolarken o da en içten gülümsemesiyle torununa sıkıca sarıldı. Barlas, Işık hanımın tek evladından olan biricik torunuydu. Yani can parçasından bir parçaydı fakat evladı anne olmayı becerememiş ve bu küçücük çocuğa sevgisini verememişti. Bu durum Işık hanımı içten içe üzse de bu eksikliği kendi sevgisiyle kapatmaya çalışıyordu. Öz annenin yerini hiçbir şey tutmaz dense de annelik sadece doğurmakla bitmiyordu. Işık hanım torununu kucağından indirmeden terasa çıktıklarında gökyüzünde tek bir bulut dahi yoktu. Etrafta çok fazla ışık olmadığı için de yıldızlar tüm ihtişamıyla parlıyor ve geceyi aydınlatıyordu. Bu görüntü karşısında Barlas ellerini çırparken Işık hanım gülümsüyor ve küçük çocuğun saçlarını öpüyordu. Tek duası torunu büyüdüğünde ölmekti. Küçük çocuğun ortada kalmasını istemiyordu. Ölümün saati şaşmıyordu bunu bilincindeydi fakat her gece ellerini semaya açıp Allah'a yalvarıyordu, torunu büyüyüp kendi başının çaresine bakacak duruma geldiğinde ölmeyi diliyordu. ''Anneanne yıldızlay hep böyle paylak mıdıy?'' ''Evet oğlum, yıldızlar hep böyle parlaktır. Hayatımız boyunca bize ışık tutacaklar.'' Dedi Işık hanım sevecen bir ses tonuyla. Sınıf öğretmeniydi, öğrencileri pek severlerdi Işık öğretmenlerini, Işık öğretmenleri de onları çok sever ve öğrencilerinin her şeyleriyle ilgilenirdi ismi gibi ışık olurdu onlara. O gece Barlas uyuyana kadar gökyüzündeki yıldızları izlediler. Barlas uyuyakaldığında her gece yaptıkları bu küçük eğlence tamamlanmış oldu. Işık hanımın ve küçük Barlas'ın bilmediği bir şey vardı. Gökyüzündeki o parlak yıldızlar da onları izliyor ve sırf mutlu olsunlar diye tüm parlaklıklarını onlara sunuyorlardı, gökyüzünün ötesinde de bir yaşam vardı fakat bunun farkında değillerdi. Kim bilir belki de bir gün bu dünyayla aralarında bir bağlantı açılırdı. Günümüz; ''Anneannenin adı Işık, sen onunla büyüdün ve sana yıldızları sevdiren kişi o. Beş yaşından itibaren her gece terasınızda yıldızları izlediniz ve bu rutin böyle devam etti. O öldüğünde de sen her gece bu tepeye gelip yıldızları izledin. Dün gece bir mucize olsun istedin ve şimdi buradayım.'' İsminin Lena olduğunu öğrendiğim kızın söyledikleri başımdaki ağrının daha da artmasına sebep olurken hızla oturduğum bankta ayağa kalktım. Bu planlanmış bir şeydi belliydi. Kamera şakasına kurban gidiyordum ve bu hiç hoşuma gitmemişti. ''Kim anlattı sana bunları? Nereden biliyorsun? Annem mi istedi bu şakayı yapmanızı? Anneannemin günlüğünü mü okudun?'' Sesim bu kez sakinlikten oldukça uzaktı fakat Lena sesimin tonundan asla etkilenmiş gibi durmuyordu benim aksime oldukça sakin bir ifadesi vardı. ''Biraz daha sesini yükseltirsen ikizim direkt üzerine atlayacak ve inan bana bunu tavsiye etmiyorum. Kendisi benim aksime fazlasıyla asabidir ve şu an onu tutan tek şey benim.'' Dedi yüzündeki alay dolu gülümsemeyle. Harika şu an tehdit ediliyordum açık açık, tehditle korkup geri adım atacağımı düşündüyse yanılmıştı. Konuşmak için dudaklarımı araladığımda gökyüzünden yanımıza doğru süzülen sarı ışık yüzünden ağzımı tekrar kapatmak zorunda kalmıştım. Benden birkaç santim kısa, kumral saçlı, kahverengi gözlü biri karşıma dikildiğinde kendini beğenmiş bir edayla gülmüştü. Bu görüntü hatırladığım son şeydi, sonrası karanlık. ''Ya oğlum salak mısın sen? Adamı alıp buraya getirecektin yıldız tozuyla, adama yumruk atıp bayıltmak ne? Ayrıca sen 1.95 boyundaki bu çocuğu nasıl bayılttın anlatsana biraz?'' Sarışın genç karşısındaki kumral gence sinirle bakarken bir yandan da boylu boyunca uzanan gencin gözüne buz tutmakla meşguldü. Kumral genç umursamazca omuz silkerken sarışın bir kız onun omzuna vurunca göz devirip kollarını göğsünde birleştirdi. ''Sürekli soru soruyordu siz de gördünüz. Ne yapsaydım? Susmasını mı bekleseydim? Kısa yoldan hallettim işte.'' Dedi pişkin pişkin. ''Bekleseydin Arden. Çocuk ne olduğunu anlamaya çalışıyordu ama sen yine her zaman olduğu gibi aceleci davrandın, senin bu yaptığın adam kaçırmaya giriyor. Kendi rızasıyla gelmeliydi buraya.'' Sarışın kız konuştuğunda tüm bakışlar ona dönmüştü. Genelde sessiz kalmayı tercih ederdi fakat bu kez sesinde bariz bir sinir barındırıyordu. ''Alina, sence bu çocuğun kendi isteğiyle gelme gibi bir düşüncesi var mıydı? Lena önünde değişti, çocuk daha diyor ki kamera nerede? Bu çocuğu nasıl isteğiyle getirmeyi düşünüyordunuz söylesenize bana.'' Kumral genç oturduğu sandalyede iyice yayılırken homurdanarak konuşmayı ihmal etmemişti. ''Yeter. Kesin artık tartışmayı. Arden'e ne söylersek söyleyelim bir anlamı olmayacak. Her defasında kendini haklı çıkaracak bir sebep bulur o kendine.'' Siyah saçlı kız ikizini o kadar iyi tanıyordu ki bu tartışmanın ancak bu şekilde son bulacağının da farkındaydı. Kumral genç küçük bir çocuk gibi dudaklarını büzüp ikizine dil çıkarmıştı. Yıldız ülkesinden de olsa genç gençti işte. Değişmezdi. ''Arden çocuğa ne kadar sert vurduysan yıldız çarpmışa dönmüş daha uyanamadı.'' Sarışın kız gülerek konuştuğunda Arden ona göz kırpmıştı. ''Yakından daha yakışıklıymış ama.'' Dedi sarışın kız, gençlerin hepsinden homurdanmalar yükselince ellerini havaya kaldırıp şirince gülümsedi. ''Ares biz gidiyoruz en azından yatacak bir yer ayarlayalım, uyandığında sen bizim oraya getirirsin.'' Dedi kumral genç yerinden doğrulurken. Ayağa kalktığında bakışları ikizini bulurken tek kaşını kaldırdı. ''Sabaha kadar uyanmasını bekleyemem. Gidelim.'' Genç kız siyah saçlarını geriye atarken başını olumsuz anlamda salladı. ''Ares, ben bekleyeceğim başında, siz gidin. Alina, Arden'e sahip çık geldiğimde hepinizi tek parça görmek istiyorum.'' Arden itiraz etmek için dudaklarını aralamıştı ki Alina kolundan çekiştirerek oldukları yerden uzaklaştırdı. ''Sakın herhangi duygusal bir bağ kurma. Er ya da geç buradan gidecek. Eğer duygusal bir bağ kurarsan giderken senin ışığını da yanında götürür ve ne Arden ne de biz buna izin vermeyiz.'' Dedi Ares, arkadaşı zarar görsün istemiyordu. Duygusal bir bağ kuracağını hissediyordu çünkü bu genci uzun zamandır izliyordu arkadaşı. Onun acılarına şifa olmak istiyordu ama iki farklı dünyaydı onlarınki, bu yaptıkları bile çok tehlikeli bir şeydi ama girmişlerdi bir kez bu işe geri dönüşü yoktu. Arkadaşının bir şey söylemesine fırsat vermeden elindeki buz torbasını avuçları arasına bıraktı ve Alina'nın Arden'i çekiştirerek götürdüğü yöne doğru ilerledi. Gözlerimi araladığımda karşımda isminin Lena olduğunu öğrendiğim kızı görmeyi beklemiyordum. Etrafa kısa bir bakış attığımda en son hatırladığım yerde olmadığımı fark ettiğimde hızlıca ayağa kalktım. Hızlı kalktığım için gözümün önü kararınca yeniden oturdum kalktığım yere. Hayır yani şov da yapamayacaksak anlamı ne? ''İyi misin?'' Duyduğum endişe dolu sesle bakışlarımı, varlığını dahi unuttuğum kıza çevirdim. Hoş, varlığı pek unutulacak gibi değildi ama beyin hücrelerim sarsılınca istemsiz bir unutkanlık yaşamıştım. ''İyiyim. Tek bir soru soracağım ve cevabını aldıktan sonra buradan defolup gideceğim. Beni nereye getirdin?'' Göz devirmesiyle kaşlarım çatılırken kollarımı göğsümde birleştirdim. Kaçırılan bendim, hem de normal şekilde değil bildiğin yumruk atıp kaçırmışlardı beni fakat göz deviren bu hanımefendiydi. Avukatımı istiyorum burada bir adaletsizlik söz konusu. ''Kaçırdınız beni, üzerine bir de göz mü deviriyorsun gerçekten?'' Dedim sesimi sinirli tutmaya çalışıyordum fakat cümlemi bitirdiğim an kahkaha atması sesimin asla sinirli çıkmadığının göstergesiydi. Delirmiş de olabilirdi çünkü normal bir durumun içerisinde değildik. ''Öncelikle seni kaçırmadık, Arden, yani ikizim rahat dursaydı sen buraya kendi isteğinle zaten gelirdin o yüzden bir kaçırma söz konusu değil olamaz da. Ayrıca, bana karşı kibar olman konusunda seni uyarmıştım.'' Kahkahalarının arasında zorlukla konuşması benim de gülmeme sebep olsa da hemen ifademi toparlayıp kaşlarımı çattım. ''Nasıl bu kadar eminsin buraya kendi isteğimle geleceğimden?'' Çattığım kaşlarım gevşerken derin bir nefes almıştım, Lena da gülmesini bastırıp gözünün önüne gelen saç tutamını geriye attı. Saçıyla alakalı bir problem yaşıyor olmalıydı çünkü bu hareketi tepede bir kez daha yapmıştı. ''Burası Yıldız Ülkesi Barlas. Sen buraya gelmeyi asla reddetmezsin. Yıldızlar sana nefes aldırıyorken bunu yapmazsın. Hissediyorum, burası senin yaralarını saracak. Sana iyi gelecek. Nefes aldığını hissedeceksin burada. Yaşamın bir anlamı olduğunun farkına varacaksın. Hayat sadece acıdan ibaret değil, yaşamak için bir sürü neden bulacaksın kendine. Kendini tamamen iyi hissettiğinde ise kendi dünyana yeniden döneceksin. Ait olduğun yere, o zamana kadar buranın tadını çıkar.'' Dudaklarının arasından çıkan her bir kelimede sesi biraz daha alçalmış ve gözlerini benden çekmişti. Bu hareketi garip bir şekilde üşümeme sebep olurken başımı iki yana salladım. ''Yıldız mısınız siz?'' Sorduğum sorunun saçmalığı o an için umurumda değildi. Cevap ne olursa olsun mantığım dışında olacaktı ama olsundu. Yüzünde bir gülümseme belirirken küçük bir kız çocuğu gibi ellerini çırptı. Bu hareketi benim de yüzümü güldürürken hızlıca başını salladı. ''Evet, burası bizim ülkemiz. Harika değil mi? Kulağa uçarı geliyor ama asla uçarı değil. Varız ve var olacağız.'' Duyduklarım kısa çaplı bir şok geçirmeme sebep olmuştu. Bu nasıl mümkün olabilirdi, bilimsel olarak açıklanacak hiçbir yanı yoktu fakat kanlı canlı duruyordu karşımda ve o yediğim yumruk da son derece gerçekti. Hayatım boyunca hep bunu hayal etmiştim fakat şu an duyduklarıma inanmak benim için bir hayli zordu. Sonuç olarak hayat masal olmayacak kadar gerçekti. Zor olan şeyi yaptım bende, inandım. O an sadece bunu yapmak gelmişti içimden ve ben de bunu yaptım. Karşımda durup gözlerimin içine bakan kızın söylediklerini daha fazla sorgulamadan kabullendim. Bu benim zararıma da olsa yararıma da olsa artık tamamen kendi seçimim dahilindeydi her şey.
|
0% |