@vasilisaqp
|
Zehirle kaplanmış iki kişi biri yılan, diğeri ise kelebek kaderleri olmayanlar. *** Deniz çekildi, gece en kanlı zamana döndü, ölenler geri gelmedi yaşayanlar ölümlülerle dirildi zaman geri akmamaya ant içti. Ben ise bu Dünya'da en masumun içinde var olmuş elleri kanla kaplı gözleri intikamın karanlığında kaybolmuş, ruhu ölmüş kadındım.
Karmaşık hayatın içerisinde olan, içinde iyi ve kötünün savaş verdiği kişiydim ben...başlangıcın sonunda olduğum döngünden gelen kayıp ruhtum, şimdilerde İsveç'in en iyi savcısı olarak anılan Vera Lerina'ydım diğer tarafta ise İsveç'te aranan suikastçı olan Kanlı Ayın Kelebeğiyim.
Gece ve gündüz, sıcak ve soğuktum ben, bir zamanlar ruhum heykel gibi dimdik duruyordu sonra...bir şeyler oldu ve ruhumun heykeli düştü parçalara ayrıldı bunu yapanlar ise özür dileyerek düzeltmeye çalıştı ama gerçek şuydu hem ruhumda eksiklikler vardı hem de artık o pürüzsüz değildi.
Kafamı yukarı kaldırdım gökyüzünde gece mavisini süsleyen binlerce yıldız vardı, derin nefes verdim tekrar nefes aldığımda burnuma etrafın soğuğuyla karışık kan kokusu karışmıştı kafamı eğdiğimde öldürdüğüm bedenlerin cansız bir şekilde yatmasaydı, onları katletmiştim Kanlı Ayın Kelebeği cinayetini işlemişti gitmeden yerdeki kana dokundum asfaltın dondurucu yapısını kan ile birleştiğinde ılık bir hal almıştı dokunduğum kanla Kelebek çizdim bu benim simgemdi kalktım arkama dahi bakmadan bulunduğum otobanı terk ettim.
Yavaşça yürümeye başladım. Otobandan ayrıldım ve üst geçidin merdivenlerini tırmanmaya başladım. Yerde yatan cansız bedenlere uzun süre baktım. Onların gözleri hâlâ açıktı, bakışları donuktu. Kim olduklarını bilmiyordum, ama bu karanlıkta onlarla bir tuhaf bağ kurmuştum.
Rüzgar hafifçe esiyordu ve yapraklar hışırdıyordu. Arabaların uğramadığı bu sessiz köşede, zamanın durduğunu hissediyordum. Ancak bu yerde saat gece yarısını geçeli çok olmasına rağmen araba yaklaştı ve durdu, içerisinden bir adam indi ölümüş insanların yanına yürdü ve elini cebine götürdü. Telefonunu çıkarıp ekranını açtı. Birilerini arıyor olmalıydı. Parmakları titriyordu, tuşlara dokunurken. Gözleri ekrana kilitlenmişti, sanki bir sırrı çözmeye çalışıyordu.
Ben ise bu tuhaf manzarayı gülerek izliyordum. Belki de delirmiştim. Belki de bu gece, gerçeklikle rüya arasındaki ince çizgiyi aşmıştım. Ama içimde bir his vardı; bu olağanüstü anın bir anlamı vardı. Ailemin katillerine yavaş yavaş yaklaşıyordum ve ele başını bulduğumda, işte o zaman onu kimse elimden alamayacaktı.
Gecenin sessizliği içinde, gizemli bir yolculuğa çıkmıştım. Cansız bedenlerin gözleri hâlâ gözümün önündeydi. Onların sırrını çözmek için bu yolda ilerlemeliydim. Belki de bu gece, hayatımın en önemli anıydı.
Karşı taraftan indim ve ormanlık alana park ettiğim motosikletim yanına ulaştım. Hızla bindim, anahtarımı cebimden çıkarıp taktım. Anahtarı çevirdim ve anında motorum çalıştı. Ara gaz verdim, ormanlık alandan çıktım. Bugün Yeraltı Kralı'nın toplantısı vardı. Aniden telefonum çaldı. Motorun kontrolünü tek elimle sağladıktan sonra telefonumu cebimden çıkardım.
Ekranın parlak ışığı yüzüme vurdu. Kim arıyordu bu saate? Gözlerim ekrana kilitlendi. Numara tanıdık değildi. Ama içimde bir gerginlik vardı. Bu çağrı, sıradan bir telefon görüşmesi değildi. Gizemli bir şeyler oluyordu.
"Cyrus," dedim sessizce. "Toplantıya gitmeliyim." Telefonu kapatmadım. Belki de bu çağrı, kaderimin dönüm noktasıydı. Ailemin katillerine yavaş yavaş yaklaşıyordum ve bu gizemli toplantı, son adım olabilirdi.
Sessiz tonumu bir kenara iterek sert bir sesle, "Hemen geliyorum. Adamları hazırla ve çık!" dedim. Karşı taraftan hazırlanma ve hareketlilik sesleri kulağıma dolmaya başladı. "Tamam, ben sana konumu atacağım," dedi. Suikast görevlerinde her zaman kısa ve öz konuşurduk. Telefonu kapattıktan sonra hızımı daha da artırdım.
O sırada bir arabanın bana yaklaştığını fark ettim. Hızımı arttırdım, ama o da hızını arttırdı. Hatta benden daha hızlıydı. Araba yanıma yanaştı. Camlar kararmıştı, içerisi görünmüyordu. Gizemli bir figürün beni takip ettiğini hissediyordum.
Aniden arabayı bana doğru kırdı. Ne yaptığını sanıyordu? Dişlerimi sıktım ve ona döndüm. Kafamda kask vardı, ama o an camını indirdi. Gecemavisi gözleriyle karşılaştım. Bunun burada ne işi vardı? Erkeksi sesiyle konuştu, "Nereye gidiyorsun, Kanlı Ayın Kelebeği?"
Sinirli bir şekilde cevap verdim, "Yeraltı Kralı?!" Bacağımdaki silaha uzandım. Beni izliyordu, gözleri benim üzerimdeydi. "Ne o yoksa oyununumu bozdum?" dedi. Güldüm. Gizem daha da derinleşiyordu. Bu gece, sıradan bir gece değildi. İki düşmanın karşılaşmasıydı.
Giderken ona baktım ve dedim ki, "Ben sen değilim oyun oynamam ne yapacaksam direkt yaparım." Hızla U dönüşü yaptım ve gideceğim sırada durdum silahımı ona doğrulttuğumda "Dikkat et, Yeraltı Kralı. Diğeri kafana denk gelecek." Ben bunu dedikten sonra güldü. O anda her iki taraftan da arabalar gelmeye başladı. Demek planın buydu, ama unuttuğun bir şey vardı: Karşında Kanlı Ayın Kelebeği duruyordu.
Kafamı yana yatırdım, yüzüm kapalı olduğu için güldüğümü bilmiyordu. Arabadan indi. U dönüşü yaptığım yerden bana doğru yürümeye başladı. Ben ise motoru geri geri sürmeye başladım. Tam o esnada silah sesleri geldi; Cyrus gelmiş olmalıydı. Aniden onun adamları arkalarını döndü. Bende bunu fırsat bilip aradan kaçtım, ama arkamdan silah sesleri geliyordu. İki arabanın arasından geçtiğim anda motorumun aynasına mermi değdi ve paramparça oldu.
Karanlık gece, gizemli bir çatışmanın ortasında, hayatta kalmak için son bir hamle yapmalıydım. Ben kaçtığım anda Cyrus ve adamları da bindi. Ben önde, onlar arkada ilerliyorduk. Neden toplantı yapmamışlardı ki? Ya da hepsi bir oyundu... Düşüncelerimi çalan telefonun sesini bozarak açtım. Cyrus'un sesiydi, "Tanrıça, plan yapılacak yere biri haber vermiş, bu yüzden toplantıyı iptal etmişler."
Öfkeyle motorun kolunu sıktım. "Nerden öğrenmişler baskına geleceğimizi!?" Karşıdan nefes verme sesi geldi. "Bilmiyorum, içimizde köstebek olabilir." Sinirle devam ettim, "Onu bul ve işini bitir, Cyrus!" Sonra ekledim, "Bugünlük işim bitti, eve geçiyorum."
Karşıdan gelen ses, "İyi geceler, Tanrıça," dedi. Gebellikle suikasta gittiğimiz zaman telefon konuşmalarını kısa ve öz tutardık. Eve vardığımda üstümdeki kanlı kıyafetlerden kurtuldum. Artık bu duruma alışmıştım; hem Savcı olarak hem de Suikastçı kimliğimle. Bazen o kadar feci halde geliyordum ki eve, ya kan kokardım ya da kanlı bir şekilde gelirdim. Eskiden kandan korkan ben, artık kan kokuyorum...
Öldürdüğüm cesetlerin kokuları sinerdi üzerime. Kan izlerini söylemiyorum, çünkü bileklerim, ellerim ve kıyafetlerim dahi hepsi kan olurdu. Onları eskiden kazıyarak, hatta kanatarak vücudumdan çıkarmaya çalışıyordum. Zaman geçtikçe bu durum değişti. Sadece üzerime su döksem bile artık umurumda olmuyordu.
Kendimi suyun altına attım. Ne kadar banyoda kaldım, bilmiyorum. Ama ta ki ayakta duramayacak hale gelene kadar banyoda kaldım. Sonra üzerime bornozumu aldım, banyodan çıktım ve yatağıma doğru yürüdüm. Üzerine oturdum, birkaç dakika öyle kaldıktan sonra komidine uzandım. Çekmecesini açtım, uyku ilacını içerisinden aldım. Kapağını çevirip açtım. Bir tanesini peçetenin arasında kırdıktan sonra yarısını içtim. Yatağa uzandım, kısa bir süre uykuya daldım.
Beni uykumdan uyandıran ses, telefonumun çalma sebebiydi. Komidinin üzerinden aldım, açtım ve "Evet," dedim. Karşıdan, "Savcım, bir soruşturma için çağrılıyorsunuz," devam etti. "Ünlü işadamı Lev Kuznetsov evinde ölü bulmuş." Ne demişti o? Lev Kuznetsov öldürülmüştü mü? Ama neden? Kim yapmak istesin ki bunu?
Hızla yataktan kalktım. "Hemen geliyorum, evinin konumunu at ve şüphelileri orada tut," dedim. Ben bunu söyledikten sonra karşıdan şu cümle kuruldu: "Lev Kuznetsov'u öldüren kişi oğlu Emir Kuznetsov, Savcım." Nasıl ama? Dün gece biz... Bu kanıya nasıl vardılar? Ben sadece "Hemen geliyorum," dedim ve kapattım. Hızla banyoya koştum, duş aldım. Dolaba yöneldim. Üzerime koyu mavi tonlarda uzun kollu bir bluz giydim. Altına yırtmacı olan siyah deri bir etek giydim. Siyah bir çizme giydim. Son olarak ise lavanta kokusu baskın olan parfümümü sıktım. Aynaya yöneldim, saçlarımı yaptım ve ceketimi çantamı aldım.
Tam evden çıkacağım sırada telefonum çaldı ekrana baktığımda Roland'ın çaldı çaldı ama açmadım bana diyeceği soru şuydu "Akşam ki yemeğimizi unutmadın değil mi?" olacaktı bu yüzden umursamadım, Ronald beni uzun zamandır karşılıksız aşkla seven kişiydi ama ben onu hiçbir zaman arkadaştan öte görmemiştim.
Arabaya bindim ve evin bahçesinden ayrıldım hızla Lev Kuznetsov'un evine sürdüm evin yolunu biliyordum ama bilerek konumu istemiştim çünkü normal bir savcı bunu bilmezdi ama ben normal bir savcı değildim çünkü ben eskiden Lev Kuznetsov için çalışan Kelebektim... |
0% |