@vasilisaqp
|
Evet...tekrar farklı bir kitap aslında daha önce yaynladığım ancak kurgu oturmadığı uzun süre düşündüğüm kitaptı. İlk üç bölüm hazır bekliyor ama düzleme yapmam gerektiği için iki bölüm hala beklemede. Umarım bunu beğenirsiniz iyi okumlar. _______________ “Şerefe!” elimdeki içinde şarap olan kadehi kaldırarak, çenemi havaya kaldırdım gözlerimi masaya dizilmiş bir düzine insanda gezdirdim her birini belli kraterde seçtiğim insanların üzerinde gezdirdim ve kan renginde olan şarabımdan ağır bir yudum aldım. Sandalyeme geri oturduğum da sessizce “Ölümünüzün şerefine.” dedim çarpık şekilde gülümsedim bir zamanlar babam ve abim için boyun eğenler şimdilerde benim kurduğum kuruldan tek bir izin istemeden adım dahi atamıyorlardı. Güvenle arkama yaslandım, aynı şekilde bacak bacak üstüne attım sol elimde kadeh olduğu için sağ elimle oturmalarını işaret ettim hepsi korkakça geri yerlerinde oturdular yüksek sesle kahkaha attım “Rahat olun beyler ve bayanlar…” hepsi belli belirsiz ürkekçe gülmüşlerdi. Bu beni daha fazla keyiflendirmişti bakışlarım elimde ki kadehe çevirdim, ağır ağır içinde ki şarapla döndürdüm buz gibi sesle “Kurallar belli cana can.” şarabı masaya masaya bıraktığımda tok ses yankılandı tıpkı onların ağır cümleleri ile “Yaşamak ve gücü elinizde bulundurmak istiyorsanız ise canınızı bırakın bu masaya.” elimi havaya kaldırdığımda neyi istediğimi açıkça belirttim. Karşımda duran piyonları ellerimi kenetleyerek izledim her biri benim bez bebeğimdi istediğime iğnelerimi batırıyor birer kukla gibi oynuyor, canımı sıkanları ise iplerini söküyor yerine başka birini koyuyordum “Şimdi…karanlık cennetimize başlıyalı mı?” kıyamet parçasını ortaya attım yaşamaları için ve ölümleri olmak adına.
*** Kapılar, paslı menteşeleriyle birlikte arabanın içinde peş peşe sertçe örtülüyordu. Koltuğun soğuk derisi, sırtıma yapışmış gibiydi. Dışarıdaki sessizlik, içerideki gerginliği daha da belirginleştiriyordu. Arabanın içi, hafif bir benzin kokusuyla doluydu. Gözlerim camın buğusuna takıldı; dışarıda yağmur damlaları hızla iniyordu. Belki de bu arabanın içinde daha önce kim bilir kaç kişi benim gibi beklemişti? Belki de hepsi aynı umutsuzluğu hissetmişti. Belki de bu yolculuk, hayatın sonunda insanın hissettiği bir tür uyuşmaydı. Ölümün soğuk nefesi yaklaşıyordu, ama ben hala buradaydım. Ruhumun derinliklerinde bir çığlık yükseldi, ama astıkları ruhuma işlemiyor gibiydi. Belki de bu, yaşamın sonunda insanın hissettiği bir tür uyuşmaydı. Ölümün soğuk nefesi yaklaşıyordu, ama ben hala buradaydım. Belki de bu arabanın içinde bir çıkış vardı. Belki de kapıların ardında bir umut ışığı parlıyordu. Gözlerimi sıkıca kapatıp, içimdeki son umudu topladım. Yaşamak için savaşmalıydım. Belki de bu karanlık arabanın içinde, içimdeki gücü yeniden bulabilirdim. Kafamı cama çevirdim. Tekrar tekrar sıralanmış ağaçlar hızla gözden kayboluyor, ardından başka ağaçlar geliyordu. Bu sonsuz döngü, benim geri gelmeyen zamanım gibi ilerliyordu. Nefesimi verdim ve ağırca gözlerimi kapattım. “Larin!” dedi güçlü bir ses. Kapattığım gözleri açmak istemediğim halde, bu sefer daha gür çıkmıştı. Babamın gözleri, benimkilerle karşılaştığında bir an için donup kaldı. İçimdeki öfke, dişlerimin arasından sızıyordu. “Ne var?” dedim, sesimdeki titreme bile inadımdan kaynaklanıyordu. Babamın yüzündeki ifade değişti. Belki de beni daha önce hiç böyle görmemişti. Ama ben artık boyun eğmeyecektim. Korkumu hissetmemeliydi; ona baş kaldırdığım için sinirlenmeliydi. Tam da düşündüğüm gibi olmuştu, babamın gözlerinde net şekilde siyaha bürünmüştü buz kadar soğuk sesle “Senin o kalkan başını en başından ezmem gerekirdi ancak merak etme bunun dönüşü olacak.”tehditkar sesi aracın içinde yankılandı, ellerim titriyordu sırf o bunu görüp daha fazla zevk almasın diye ellerimi birbirine kenetledim gözlerinin içine baktım çenemi havaya hafifçe kaldırıp ona meydan okuyan sesle “Ezmeye çalıştığın taş, kaya olup da karşına çıkmasın.” sesim düşündüğümün aksine oldukça net çıkmıştı. Bileklerimde, ruhumda ve zihnimde ki kelepçelerden mensup kişiydi. Aniden araba yavaşladığı anda Adem aynadan bize baktığı “Patron, ileriki yolu kapatmışlar.” dediğinde babam oturduğu yerden dönüp yola baktı “Ne diyorsun lan sen!” ama gördüğü şeylerle gözlerini kocaman açmıştı bende ne olduğunu merak edip babamdan gözlerimi çektiğim de tıpkı Adem’in dediği gibi yolu kapatmışlardı ve birkaç gözlüklü kişiler arabanın önüne dizilmişerdi. Tek biri arabaya yaslanmış kollarını birbirine dolamış gelen arabamızı bekliyordu diğerleri onun önünde durmuştu. Aracımız onlara yakın bir şekilde durduğunda babam silahına uzandı bugün olanlar aklıma geldi evden çıktığımız an hiçbir şekilde koruma istememişti ancak ben her sahneye çıktığımda en az beş araba arkamızdan gelmiş olurdu içime bir kurt düştü. İstemsizce yutkundum ancak göğsümün üzerinde bir kaya oturmuş gibi hissettim onun olmamasını istedim, babam ise güvenle çıkardığı silahını tekrar beline yerleştirdi araba ileride duran kişilere yaklaşıp durduğunda aracın kapısının açılmamasını diledim içimden. Ama bazen dilekler her insana umut doğurmaz, belki de dilek dedikleri şey aslında şanslı insanların uydurduğu ibaredir. Zaman akışı durmuş zihnim bulanık bir haldeydi aracın kapısı kaydırarak açılmıştı tıpkı benim kayıp giden şansım gibi açılan kapının ardında ormanla kaplı bir yolda yağmur kokusu her yeri sarmıştı serin hava aracın içine rüzgar ile girerek bedenimi sarıp üşütüyordu. Gözlerimi açılan kapıya diktim korkumu ve endişemi ise açılan kapının arkasına gizledim zayıf duruşumun aksine dik bir duruş sergileyerek bana pür dikkat bakan kişiye puslu şeklide baktım o pusun içinde nefret ve öfke iliklerime kadar hissediyorum bunu göstermektense çekinmiyordum. Karşımda duran iri yapılı ve kirli sakallı adam ise yeryüzünde var olmuş acımasız ve kan ile doğmuş adamdı. Griye yakın bir gözü rengi vardı sanki ama gözlerinde ki renk siyahtı tek bir duygu dahi yoktu, teni kumral ve saç rengi ise açık kahverengiydi son olarak ise sol kaşının ve göz kapağının yukarısında olan bir yara izi vardı. Yüzünden gözlerimi ayırmadan izledim ancak onun göremeyeceği şekilde sol elimin tırnaklarıyla deri koltuğu sıktım ta ki tırnak diplerim acıyana dek babam onu görmesiyle aşağıya indi işte o zaman kafasını babama taraf çevirdi ve gözlerimizi ayırdı babam ona kollarını açıp omzuna babacan bir tavırla vurdu geri çekildiğinde omuzlarından sıkıca kavradı ancak ikimizde bir şeyi çok iyi biliyorduk her şey güç için yapılan bir savaştan ibaretti. Gözlerimiz ayrılmış olabilirdi ama Pusat Kılıçaslan avuçları kan ve gözlerinde koyu bir karanlık olan kişiydi beni ise… Gözlerimi kapattım endişemi saklamak için ancak bu sadece tek sebep değildi en çok istediğim şey beni görmemesidir. Pusat, babama elini uzattığında, babam ceketini düzeltti ardından sert ve güçlü bir şekilde ona uzatılan eli güvenle sıktı ama bu masada güven değil gizlice doğrultulmuş silahlar vardı ve ikisi bunu çok iyi biliyordu. Babam gülümsedi “Pusat, oğlum nasılsın?” Pusat ise babamın aksine soğuk gülümsemesiyle yağmurla ıslanan ormanda yankılanan boğuk sesi duyuldu “İyiyim Doğan Amca, sizler nasılsınız?” Kurduğu cümle ile bana dönüp baktı. Baştan aşağı titredim öfke içimde kaynamaya başlamıştı, babam bana dönüp sadece benim ve kendisinin anlayacağı o bakışı takındı çenemi yukarı kaldırdım Pusat'ın gözlerinin içine baktığımda “Sizi görmeden önce nasılsam şimdi de öyleyim.” Kısaca ikinizde birbirinize benziyorsunuz benim için fark etmiyor demiştim. Sanki komik bir cümle kurmuşum gibi sırıttı bu durum sol kaşımın havaya kalkmasına engel olamadım ellerini kumaş pantolonun ceplerine yerleştirdi aracın içine dönüp bana baktı “Durum ve duygular değişir Larin hatta konumlar dahil.” Çenemi sıktım, dişlerimin acıdığını hissettim ama şu an da karşımda duran adamı ise her şekilde ölümünü izlemek istiyordum. Onu kendi kanının içinde olduğu bir havuzun içinde öldüğünü görmek ve elimde olan kan renginde bir kadeh şarapla onu tıpkı günahları gibi üzerine dökmek… Derin nefes aldım öfkemi kendi içimde tuttum çünkü bu ona zevk veriyordu ben ise ona buna yaşatmayacaktım içimde olan alevle karşı sesim tezat şekilde buz kadar dondu “Konumları ise elinde bulunan asıl piyonlar ile değiştirirsin, zarlar masada durur ama şah ve mat ne zaman son bulur bunu belirleyemezsin.” O an gri rengine sahip gözlerinin siyah çöktüğüne emindim o bakışlar bir insana ait olamazdı ancak Pusat ise bunu saliselik olarak göstermişti. Tekrar aynı rahat tavırla “Sevgili nişanlımın her zaman zeki ve kurnaz olduğunu biliyordum.” Bu kez o benim damarıma basmıştı babama dönüp “Nişanlımı bana getirdiniz için teşekkür ederim Doğan amca.” Çünkü biliyordu eğer o benim ayağıma gelse ben gitmezdim ama bilmediği bir şey var ben onun ayağına gitsem ne yapacağımı bilmiyordu. İnfazın benim elimde Pusat Kılıçaslan, kan dolu ellerinle seni kanınla dolu yerde boğacağım dilekler var olmaz, çünkü dilekler şanslı insanlar için vardır kaderi hep siyahlar dolu olanlar için değil ben dilek dilemeyip infaz yazacaktım bu kadere. Düşüncelerimi zihnimin içinde olan sandığa koydum ismi ya var olacak ya da yok olacaktı ve ben birçok kez iki yoldan birini seçtim ortası yoktu Pusat Kılıçaslan ise ilk günden beri yok olacak kısmında yerini almıştı. Yağmurla ıslanan bu ormanlık yolda bana uzatılan kanlı elini tutmadan araçtan indim babam ve onun ortasında duruyordum soğuk rüzgar saç diplerimde hissediyor tenimi yakıyordu, topuklu ayakkabılarımla Pusat’a döndüm mavi gözlerimin kan bürüdüğüne emindim. Etrafı saran ayakkabılarımı tok sesi tıpkı silah çekilmiş gibiydi sis etrafı kaplamıştı nefesler kesik kesik duyuluyor rüzgar ara sıra kendini belli ediyordu duygudan yoksun bir sesle “İstemediğim bir ot parçasına ne yaparım biliyor musun?” Pusat'ın yüzünde tek bir mimik dahi oynamadı ona doğru bir adım attım “Ya atarım ya da yakarım.” Pusat beni tepeden izlemeye devam etti kafasını yana eğdi göz kapakları düştüğünde gözleri farklı bakıyordu. Dikeldiği an yüzüme eğildi “Yakıp kül edersin ancak tek bir kül parçası bir topluluğun sonu olur.” Yüzümden uzaklaştığı an arkasından sert ve düzenli adım sesleri duyuldu Pusat'dan fazla uzun olan sadık koruması Hızır arkasında belirdiği an gözlerime bakıp “Larin hanıma arabaya kadar eşlik et.” Hızır yanımda belirdiği an kolumdan kavrayacağını anladığımda elini sertçe ittirdim. Ona bakıp “Çek elini!” İkisi de aynıydı avuçlarında kan, gözlerinde ölüm izi vardı ruhları ise hiç olmamıştı. Benim ise ellerimde keman olan, gözlerimde umutsuzluk taşıyan ruhumda ise asla silinmeyecek izler vardı.
*** Rahatça koltuğa yerleştim karşımda mavi gözlerinde sakladığı öfke ile bana bakan Sone Larin Karasoy vardı Türkiye'nin ve Dünya'nın en iyi kemanisti sahneleri için milyon dolarlık fiyatlar verilir ve anında tükenirdi. Tabi onunla böyle karşılaşmadım bende herkes gibi onun adını duymuş, sahnelerin nasıl olduğunu ordan burdan konuşan insanlardan işitmiştim ta ki bir gece yarısı yapılan davete kadar onun Doğan Karasoy'un kızı olduğunu işitmiştim. Kızını on üç yıl saklamış ve aniden sahnede belirlmesine neden olmuştu herkesin dilinde farklı dedikodular dolaşıyordu ‘Hasta diyorlar…’ bir başkası ise ‘Gerçek kızı değilmiş eşi başka bir adamdan peydahlamış…zaten pek Karasoy ailesine benzemiyor…’ başka bir diğeri ‘Güzelliği için almış diyorlar…kızı altında metresiymiş…hatta oğlu ile…’ bunlar yalnızca söylenen şeylerden sadece birkaçıydı. Onunla asıl tanışma şeklimiz ise oldukça farklıydı, herkesin gıpta ederek baktı Sone Larin Karasoy bir gece yarısı üzerinde oldukça iddialı olan zümrüt yeşili iki tarafında bulunan deri yırtmaçlı elbisesi ile bulunmaması gereken yerde gözüme takılmıştı. Derin sırt detayı olan elbisesinde sağ omzunda bulunan Anka kuşuna saplanan bir kılıçla dövmesi ile oldukça çekiciydi ama asıl mesele ise gözleriydi. Şu anda farklı bir yerde bulunan Larin yine gözleri kendine çekmişti söylenen şeylere kulak asmıyor akine eline aldığı içikiyle söylenen şeylere çarpık bir sırtışla karşılk veriyordu.Babası Doğan Karasoy beni görmesiyle ağır adımlarla bana yaklaştığı an, babasını takip edip güçlü ayak sesleri bana yöneldi gözleri gözlerime değmiyor inatla karşıya bakıyordu ancak bilmediği bir şey vardı onun neden on üç yıl boyunca saklandığını tek ben biliyordum. Bunu kullanmaktan ise çekinmeyecektim “Zayıf zaaflar gücü elinde bulundurmanı sağlar.” bunu babam bana böyle öğretmişti elimi ona uzattığım an ilk elime ardından bana baktı siyah saten eldiveni ile elimi kavradığı an onu kendime seçmiştim benim sayemde yaşama şansını elde etmişti. İkimizin arasında sadece tek bir ses ile bölünmüştü “Yukarıda her şey hazır efendim.” Elini çekmeye çalıştığında sıkıca kavradım sol kaşını havaya kaldırıp ellerimize baktı ardına gözlerime “Tanışmak bir şereftir Bayan Larin.” elinin üzerine öpücük bıraktığımda dudaklarından “Olmayan şerefini kendine sakla Pusat Kılıçaslan.” hızla elini çekip herkesin gözü önünde eldiveni çıkarıp yere fırlattı. Bu daha fazla eğlenmeye sebep veriyordu ellerimi kumaş pantolonun ceplerine yerleştirip onun yanından geçtiğim esnada sadece onun duyabileceği şekilde “Pırlantalar değerli olabilir ama ben tercihimi her zaman zümrütten yana kullanırım.” Yüzünü bana çevirdiği an öfkeden gözleri titriyordu ne demek istediğimi anlamıştı onu gördüğüm ilk geceyi belirmiştim yüzümü ondan çektiğim an düz surat ifademle yoluma devam ettim. |
0% |