Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. Bölüm

@vasoniacmp

BÖLÜM 1 - DURGUN SULAR

______________________⚜️______________________

    

Abim Andrew Vasonia hakkında ipuçları olup olmadığını aramak için Amwis okuluna daha yeni gelmiştim. Geleli 1 ay falan olmuştu. Herkesle tanışmış, kaynaşmıştım. Ancak abimin kaybolması üzerinden tam 9 ay geçmişti. Onu özlemiştim. Ve, kaybolacağını biliyormuş gibi bir de bana bu okula başlamadan, “Bana bir şey olursa Amwis Okulu’na git.” Demişti.

Saat 7 sularıydı. Ortalıkta dolanıyordum.Kafeteryadan bütün prensesler kısa bir süre önce çıkmıştık. Yediğim fıstık ezmeli ekmeğin tadı vardı ağzımda. Gülümsüyordum. Yanımda Jessica vardı. Birlikte arka bahçeye doğru ilerliyorduk. Leydi Agatha’nın Alison’un ölü bedenini bulması üzerinden tam 1 hafta geçmişti. Alison’un kardeşi Levi bu 1 hafta boyunca odasından çıkmamıştı.. Eh, çıkmaması normaldi, 20 sene boyunca yaşadığı ikizi ölünce, herkes böyle hissederdi. Bir an arkamızdan biri, “SCARLETT VASONIA!” diye bağırdı. Arkamı döndüğümde içimden benim de ölmeye yakın olduğumu hissettim. Arkamdaki kişi müdür, Profesör Johnson’du. “Bugün neden okul kıyafeti giymedin? Jessica Rumani, aynı soru senin için de geçerli. Ayrıca 3 dakika sonra ortak salonda buluşma var, neden orada değilsiniz!?”

Profesör Johnson, her zaman çok disiplinliydi. Hemen gideceğimizi söyledim. Jessıca ile 17 dakikadır dolaştığımızı fark etmemiştim. Her neyse, Jessica ile ortak salona vardığımızda, herkesin yüzü düşüktü.

“Ne oldu?” diye sordum. Gölgelerin Kraliçesi nin kızı olan Milou Samira, “Denizlerin Kralının oğlunu biliyor muydun? Hani Damian Swom var ya.” Dedi. “Eee?” Dedim. Milou, “O ölmüş”. Dedi. İşte tam o sırada, yüzüm düştü. “Nası ya? Ölmüş mü yoksa Alison gibi onda da bıçak izi mi vardı?”

İşte şimdi Bulutların Kraliçesinin oğlu olan Sebastian Bruno’nun konuşma vakti gelmişti. Ayağa kalkıp, “Görmek istemezdin. Tam kalbine kılıç saplanmıştı.”

Milou, “Sebastian! Herkese herşeyi bu kadar açıkça söyleyemezsin! Biraz terbiyeli ol!”dedi. Sebastian bunları duyduktan sonra, oflaya puflaya oradan çıktı. Milou ise onun peşinden gitti. Onlar çıktığı gibi Cehennem Kraliçesinin kızı Xia Northface odaya girdi.

“PRENSESLER KILIÇ DERSİ ALACAKMIŞ NE REZİLLİK!” diye bağırdı.

Sanırım şu ana kadar 2 kişi öldüğü içindi bu. Hemen o anda Xia’nın kardeşi olan Bona Northface, odaya girdi. Dudakları hafiften kıvrılmıştı. Demek ki o da sevinmişti kılıç derslerine. Bona genelde gülmezdi. Xia’nın tam aksine bir kızdı. Xia, anne ve babasının tahtı ona bahşetmesi için çok heyecanlıydı. Ancak Bona savaşmak istiyordu. Xia elbise ve taç giymeyi severken, Bona beline kemer takıp kılıçla dolaşmayı seviyordu. Xia ve Bona, ying ve yang gibiydi. Beyaz ve siyah gibi. Birbirlerinin tam tersilerdi yani. Onların ailesinde bir de Felix vardı. Felix Northface. O da aynı Xia gibiydi. Pek farkları yoktu. Ancak bu okulda soylu tarafa en düşkün olan kişi Toprak Kralının kızı Yuria Nesoc’tu. Her zaman taç ve elbiseyle gezerdi. Hep politika hakkında konuşur, tahta geçmekte sabırsızlanırdı. Bir tek oda arkadaşı Luna biliyordu herhalde onun gecelikli ve sade halini. Luna Lıght, Ay kraliçesinin kızıydı, isminden de az çok belli olduğu gibi. Lunaya en yakın olan kişi Ateş Kralının kızı Amber Unıop’tu. Amber’ın nişanlısı vardı. Xenon. Xenon pek yakışıklı değildi. Işık Kraliçesinin oğluydu Xenon Murtagh. Xenon’un en yakın arkadaşı da Alison’un eski oda arkadaşı Estelle Lively’nin sevgilisiydi. John Dean. Estelle, gökyüzü kraliçesinin kızıydı, yani bulutların kralının ya da güneşlerin kralını yöneten kişi olarak algılayabilirsiniz bunu. John ise Güneş kralının oğluydu, Estelle ve John ailelerinin yakınlığı sayesinde tanışmıştı zaten. Benim en yakın arkadaşım ise Noah Avnaoı’ydı. Noah benim çocukluk arkadaşım. Noah, Quamia isimli bir krallıktan geliyordu. Yani anne ve babası Quamia krallığı yöneticileriydi. Quamia, bütün kral ve kraliçeleri yöneten saraydı. Yani, Noah’ın babası imparator, annesi imparatoriçeydi. Noah, bu sebeple aramızdaki en güçlü kişi sayılabilirdi. Bazı kişiler sırf onu imparatorun oğlu olduğu için en yakın arkadaşım olduğunu düşünüyor ancak hayır. Benim ailem de kral veya kraliçe değildi. Benim ailem, Senõr ve senõra’ydı. Yani imparator ve imparatoriçenin de üstü. Onlar Vivion Krallığını yönetiyordu. Ancak kimse bunu bilmiyordu. Sanırım herkes yeşillik kralı’nın (!) kızı olduğumu düşünüyordu. Her neyse, Noah’ın da beni sevdiğini düşünüyorum (arkadaş olarak, yanlış algılamayın).Saat yaklaşık 8’e gelmişti. Odaya Nixie girdi, Nixie Miller (Annesi kristal kraliçesiydi). Nixie, adeta bir melek gibiydi. Sapsarı saçları, mor gözleri, kırmızı dudakları ve beyaz bir ten rengi vardı. Güzel olmaya çalışmasa bile Nixie, her zaman güzel oluyordu. Nixie’den sonra en güzel olan prenses, bence Bona’ydı. Bona’nın beyaz saçları, mavi gözleri, açık bir teni, soluk olsa da ona yakışan dudakları vardı. Her elbisenin içine yakışıyordu, o giymek istemese bile. Benim siyah saçlarım, kan kırmızısı gözlerim ve aynı gözlerim gibi kan kırmızısı dudaklarım vardı. Tenim beyazdı. Ölü birinin bedeni gibi. Gören beni vampir sanardı. Prenseslerin ve prenslerin çoğu bana vampirlere çok benzediğimi söyler. Özellikle Noah, beni her gördüğünde söylemeden duramaz (ama bana en çok söylediği şey marmelatım ). Nixie içeri girdiğinde herkes hemen ayaklandı. Nixie içeri koşarak girmişti. Ve soluk soluğa kalmıştı, ağzından tek bir şey çıktı;

“Koşun.”

O koşmaya başlamıştı. Bizde onun peşinden gittik. Nixie yemekhaneye doğru koşuyordu. Yemekhaneye girdiğimizde, bütün hocalar bizi bekliyordu. Duvarda bir yazı vardı.

“Herkes odalarına gitsin. Ve kimse yarına kadar odasından çıkmasın.”

Yazı, kırmızı bir şeyle yazılmıştı. Bona ne olduğunu anlamış olmalı ki, yanına gidip parmağını duvara sürttü. Ve yaladı. Şöyle söyledi;

“Kan.”

LÜTFEN OKUMAYA DEVAM EDİN VE HATALARIMI YORUMLARA YAZARSANIZ SEVİNİRİM

Loading...
0%