@vaviis
|
Barlas, kasabanın sokaklarını adımlarken, içindeki huzursuzluk bir türlü dinmek bilmiyordu. Her adımda, zamanın durduğuna dair daha fazla iz hissediyordu. Evlerin içleri görünür kadar tertemizdi, ancak dışarıdaki hava, kasvetli ve soğuktu. Her şey, bir an önce kaybolmaya, bir arayışa sürüklenmeye meyilliydi. Mila’nın söyledikleri kafasında yankılanıyordu: "Burada zaman yerinde duruyor." Ama zamanın durması ne demekti? Gerçekten de, kasabanın sokaklarında her şey donmuş gibiydi. İnsanlar vardı, fakat hiçbir şey yapmıyorlardı; sadece evlerinin içlerinde, görünmeyen bir duvarla çevrili gibi bekliyorlardı. Barlas, onlara baktıkça, sanki tüm kasaba bir rüyanın içinde hapsolmuş gibi hissetti. Bir zamanlar buradaydılar, ama artık varlıkları silinmişti. Birden, gözleri eski bir çeşmeye takıldı. Taşları zamanla aşındırılmış, üzerindeki yosunlar her yeri sarmıştı. Ama su, hala berrak ve canlıydı. Şaşkınlıkla çeşmeye yaklaştı. Su, bir parıltı gibi her şeyin ötesinde bir şeyler vaat ediyordu. Barlas, elini suya doğru uzatırken, suyun içinde siluetler görmeye başladı. Bir figür, bir gölge gibi yavaşça suyun derinliklerinden yükseldi. Barlas bir adım geri çekildi. Siluet, son derece belirginleşmişti. Kendi yansıması değildi ama suyun içinde bir kadın figürü vardı. Sadece siyah giysiler giymiş, uzun dalgalı siyah saçları suyun yüzeyinde dalgalanıyordu. Gözleri, Barlas’a doğru bakıyordu ama gözleri bulanık ve boştu. Siluet, sanki ona sesleniyordu. Barlas, daha fazla geri adım atamadan suyun kenarına yerleşti. "Kim var orada?" diye fısıldadı. Ama ses, sadece çeşmenin uğultusunda kayboldu. Bir anda suyun yüzeyi hareket etmeye başladı. Ve sonra, suyun derinliklerinden bir el uzandı. Barlas’ın kalbi hızla çarpmaya başladı. El, suyun üzerinden ona doğru uzanıyordu. Bir anda cesaretini toplayarak, elini suya daldırdı. Ama suyun sıcaklığı, kasabanın soğuk havasına ters düşen bir sıcaklıkta, ona bir ani şok verdi. Ve o anda, suyun altındaki yansıma kayboldu. Siluet yok olmuştu. Barlas, suyu gözleriyle izlerken, bir daha hiç kimseyi göremedi. Ancak çeşmeden uzaklaştığı an, kasabanın her bir sokağında yankılanan bir ses duydu. Bir hırıltı gibi, bir adım daha atarken ses gittikçe büyüdü. Kalbinin hızlı atışları arasında, kulaklarında bir fısıldama duydu: "Gitmek istiyorsan, git. Ama unutma, burada kaybolan hiçbir şey bir daha bulunmaz." Barlas, irkildi. O ses Mila'ya aitti. Zaman gerçekten de burada durmuş muydu? Bu kasaba, bir yerden başka bir yere gitmekten çok, bir kayboluş gibi mi işliyordu? Bir yandan kasabanın havası ağırlaşıyor, diğer yandan içindeki gerilim giderek büyüyordu. "Kimse buradan gitmek istemez," Mila'nın sözü bir kez daha kulaklarında çınladı. Barlas, yavaşça kasabanın meydanına doğru ilerlerken, bir şeyin farkına vardı: Kasaba, bir hapsi andırıyordu. Ama içinde bulunduğu bu durumun bir parçasıydı. Burada kalmanın, bu tuhaf atmosfere tutunmanın, bir tür çekim olduğunu fark etti. Kasabanın her köşesinde bir şeyler kayboluyor, her adımda yeni bir gizem açılıyordu. Mila'nın sözleriyle kafasında yankılanan sorular arasında kaybolmuşken, aniden bir şey fark etti. Kadın, kasabanın ve onun ruhunun merkeziydi. Buradaki her şey, Mila'nın varlığıyla bağlantılıydı. Her şey Mila'dan bir iz taşıyor gibiydi. Kasabaya geldiği ilk günden itibaren bir tür büyünün içine çekilmiş gibiydi. Peki ya burada olmak, bu kasabaya gelmek bir tesadüf müydü? Yoksa burada gerçekten de bir şey vardı.Kasaba ona bir mesaj gönderiyordu. Kasaba onu istiyordu. Barlas, içindeki karışıklığı bir kenara iterek, Mila'nın bulunduğu yeri bulmaya karar verdi. Her adımı, kasabanın içindeki derin karanlıkla bir yarışa dönüşüyordu. Gözleri, her sokağı, her evin içine bakarak ona doğru gitmeye devam etti. Ve o an, kasabanın derinliklerinden bir ses daha duydu. Bir çağrıydı bu. Barlas’ın adı, sanki rüzgarla kaybolmuş gibi bir fısıldama olarak yankılandı: "Barlas..." Barlas kasabanın meydanına geldiğinde, karşısında eski bir kilise görünüyordu. Binanın taşları, yıllar boyunca aşındığından, pek çok yerinde çatlaklar ve yosunlar oluşmuştu. Ancak kilisenin içinden sızan bir ışık vardı sanki o ışık, kasabanın içindeki tüm karanlıkları aydınlatacak bir kaynağa sahipti. Barlas, bir an duraksadı. İçeriye girmek, bilinçli bir tercihten çok, içindeki güçlü bir dürtünün itişiydi. O ışığa doğru yürüdü, adımlarını ne kadar hızlı atarsa atsın, bir türlü sonuca ulaşamıyormuş gibi hissediyordu. Kilisenin kapısını iterek içeri girdi. Hava, içerideki eski taş duvarlardan yoğun bir nem kokusu yayıyordu. Işık, kilisenin bir köşesinden geliyordu ve bu ışığın kaynağını görmek için Barlas daha da derinlere adım attı. O kadar büyük bir sessizlik hakimdi ki, adımlarının yankıları bile neredeyse kayboluyordu. Birden, ışığın kaynağına yaklaştığında, Barlas gözlerine inanamadı. Orada, kilisenin ortasında, siyah elbiseler giymiş uzun saçlı bir kadın duruyordu. Gözleri, önceki siluetin gözlerine benzer şekilde boş ve donuktu. Kadın, Barlas’a bakarak gülümsedi. “Mila...” diye fısıldadı Barlas, sesindeki titremeyi fark etti. Kadın, başını hafifçe eğerek Barlas’a doğru adım attı. “Sen geldin,” dedi, sesi bir yankı gibi yayıldı kilisenin soğuk duvarlarında. Barlas, kadınla göz göze geldiğinde, bir anlığına zamanın gerçekten de durmuş olduğunu hissetti. Kasabanın garip havası, ışıklar ve siluetler arasında, Mila'nın varlığına dair ne varsa, hepsi o an bir bütün olmuştu. İçindeki huzursuzluk bir anda kaybolmuş gibi görünse de, şimdi başka bir his vardı: Sanki her şeyin başlangıcıydı, ama ne olacağı belli değildi. Mila, adımlarını yaklaşırken yavaşça konuştu: “Burası, herkesin kaybolduğu yerdir. Zamanın durduğu, ruhların kaybolduğu yerdir. Senin burada ne aradığını biliyorum, Barlas. Ama bazı şeyler sadece buraya gelince anlaşılır."Barlas, ona doğru bir adım attı Barlas, Mila'nın gözlerinde kaybolan bir hüzün ve derin bir anlam arayarak, bir adım daha attı. Havanın içinde yoğun bir gerilim vardı, her şey sanki daha yavaş, daha ağır bir hale gelmişti. Mila, Barlas’a doğru ilerlerken, elleri neredeyse birbirine değecek kadar yakındı. Barlas, bir an için duraksadı; kalbinin hızlı atışları kulaklarında yankılanırken, bir adım daha atmaya cesaret edemedi. Ancak Mila, adımlarını yavaşça onun içine doğru atarak, aralarındaki mesafeyi iyice daralttı. İçindeki çekim, kasabanın mistik havasına karışarak her geçen saniye daha da yoğunlaşıyordu. Sonunda, Mila’nın soğuk ama bir o kadar da çekici bakışlarıyla, Barlas aralarındaki mesafeyi yok sayarak, istemsizce ona yaklaştı. Mila, yavaşça başını kaldırarak Barlas’a doğru eğildi. Aralarındaki mesafe sıfıra indiğinde, Barlas, Mila’nın gözlerinden bir tür derinlik, bir anlam bulduğunu düşündü. Mila’nın soğuk, ama aynı zamanda sıcak bir dokunuşla, elleri Barlas’ın omzuna yerleşti. O an, her şeyin zamanın dışında olduğunu hissetti. Kasaba, onun etrafında dönerken, aralarındaki temas, bir an için evrende sadece ikisinin var olduğu bir hissiyat yaratıyordu. Sanki her şeyin nedeni bu temas, bu an, bu his olabilir gibiydi. Mila’nın dudakları, Barlas’ın kulaklarına doğru yaklaştı. "Burada kaybolan hiçbir şey bir daha bulunmaz," dedi, sesi onun cildinde bir titreşim gibi yayıldı. Barlas, kendini kaybediyor, Mila’nın her dokunuşunda başka bir gerçekliğe doğru çekiliyordu. O an, kasaba ve tüm zaman kavramları bir kenara itilmiş gibi hissediyordu. Barlas, derin bir nefes alırken, aralarındaki temasın anlamını çözmeye çalıştı; ama çözmeye çalıştıkça, kayboluyor, daha da derinleşiyordu. Ve o dokunuş Barlas’ı kasabanın derinliklerine doğru çekiyordu. İnsan daha yeni tanıdığı birine böyle bir çekim hisseder miydi? Barlas, bir an duraksadı kalbinin hızlı atışları kulaklarında yankılanırken, bir adım daha atmaya cesaret edemedi. Ancak Mila, yavaşça ona doğru adım attı, aralarındaki mesafe giderek küçüldü. Mila, başını hafifçe kaldırarak Barlas’a doğru yükseldi. O an, tüm kasaba ve zaman kavramları bir kenara itilmiş gibi hissediyordu. Mila, son bir kez daha ona bakarak, hiç çekinmeden, yavaşça Barlas’ın dudaklarına doğru yöneldi. Ve o an, Barlas’ın tüm dünyası, Mila’nın sıcak ve karanlık dudaklarının dokunuşuyla silindi. Zaman bir kez daha durmuş gibi hissettirdi, ama bu kez içinde yoğun bir akış vardı, her şey birbirine karışıyordu. Mila’nın öpücüğü, kasabanın derinliklerinden gelen çağrıyla birleşmişti, adeta ona bir yön, bir anlam veriyordu. Barlas, Mila’nın öpücüğüyle derin bir dünyaya çekildi. O an, sadece bu anın gerçeği vardı; kasaba, zaman, ve her şey yok olmuştu. Sadece Mila vardı, sadece onun dokunuşu ve Barlas’ın içinde kaybolduğu derinlik. İnsan daha yeni tanıdığı bireni böyle arzular mı? "Şeytanı arzuluyorsun Barlas" dedi Mila dudaklarını Barlas'tan uzaklaştırıp. Barlas aklından geçenleri Mila'nın anlamasıyla ağzı şok ile aralandı ama yine de Mila'yı dinlemedi. Barlas'ın elleri Mila'nın beline dolandı. Mila, gözleriyle derin bir anlam taşıyan bir bakış attı. “Seninle burada olmak… bir seçim değil." dedi, sesi hışırtılı ve düşük bir fısıldama gibi. “Zaman kendini tekerrür ediyor.” "Ne demek istiyorsun Mila?" "Zaman bir döngüdür," dedi Mila, Barlas’ın bakışlarını derinlemesine izlerken. "Ve sen, Barlas, bir gün kaybolduğunda, bir başka zaman diliminde yeniden bu kasabaya geleceksin.Bir önceki hayatında yaptığın gibi çünkü evcil hayvanlar her zaman evlerine geri dönerler." Barlas,Mila ile ilk tanıştığı andan beri hep felsefi,gizemli sözcükler duymaktan bıkmış olacakki;Mila'nın bu sözlerini düşünmeden tekrar Mila'yı öpmeye başladı.Mila'nın dudakları, soğuk ve sıcak arasındaki bir sınır gibi Barlas’ın dudaklarında hissediliyordu. İlk başta her şey yavaş ve tereddütlüydü. Ama sonra, bu çekim, tüm kasabayı sararcasına derinleşti. Birbirlerinin nefeslerini hissettiler, sanki her soluk bir başka gerçekliğin içine doğru adım atmak gibiydi. Barlas, Mila’yı kucakladığında, her şeyin sınırları silindi. Kasaba, zaman, hatta kendi kimliği, bir anda anlamını yitiriyordu. O an, tüm evrenin sadece bu anın etrafında döndüğünü hissetti. Mila’nın dudakları, onun her düşüncesini, her tereddüdünü sildi. İçinde kaybolduğu bir derinlik vardı, her öpücükle biraz daha içeri çekiliyordu. Mila, Barlas’ı sıkıca sararken, elleri onun bedeninde bir iz bırakıyordu. O soğuk ama aynı zamanda bir o kadar da sıcak dokunuş, Barlas’ı adeta derin bir transa sokuyordu. Kendi iradesini kaybetmiş gibi hissetti. Artık düşüncelerini sorgulamıyor, sadece hissettiklerine teslim oluyordu. Mila, sanki onu içindeki boşluklara doğru çekiyor, kasabanın derinliklerinde kaybolmaya zorluyordu. Gözlerinde bir tür hüzün ve gizem vardı, ama Barlas o an sadece onun dokunuşuna odaklanmıştı. Kasaba, bütün karmaşasıyla etrafında dönmeye devam ederken, her şeyin gerçekliği giderek bulanıklaşıyordu. Kasvetli hava, evlerin donmuş içleri, her şey bir parça daha uzaklaşıyor gibiydi. Barlas, Mila’nın ellerini hissettiği her an, kasabanın büyüsüne biraz daha yaklaşıyordu. Bir yandan Mila’nın soğuk, keskin bakışları içinde kayboluyordu ama Barlas, o an, sadece ona dokunmaya ve kaybolmaya kararlıydı. Her öpücük, her an, başka bir gerçekliğe, başka bir zaman dilimine adım atmak gibiydi. Barlas, ne kadar direnmeye çalışsa da, bir süre sonra tüm iradesini kaybetti. Mila’nın gözlerinde, kasabanın, zamanın ve kaybolmuş her şeyin yansıması vardı. O an, her şey kayboldu. Zamanın bittiği, her şeyin bir döngüye girdiği bir yerde, Barlas ve Mila birbirlerine doğru çekildiler. Kasaba, bir rüya gibi arkasında kaldı, her şey bir anlığına durdu. O an, bir başka döngü başlamıştı. Barlas ve Mila'nın vucutları tek bedene dönüşünce. Tarih gerçektende kendini tekerrür etmişti
|
0% |