@venamorisa
|
Alternatif bir evrende geçmektedir. Hoş geldin, İyi okumalar. ⚜️ ❝ Mısır, Nil Nehri'nin akış yönü hesaba katılarak Yukarı Mısır ve Aşağı Mısır olarak ikiye ayrılmıştır: Nil'in Akdeniz'e döküldüğü bölge Aşağı Mısır, deltaya göre yukarıda kalan kısım ise Yukarı Mısır'dır. Aşağı Mısır'ın başkenti Memfis'tir. 〟Mısır Tarihçesi, Aşağı ve Yukarı Mısır〝 ⚜️ ❝ Nil taştığında kimse onun azabından kaçamaz. En güçlü büyücüler bile onu durduramaz. Tek bir şey dışında; İsis'in ninnisi. Yüce İsis der ki: Sevgi, öfkeyi yenen yegâne şeydir. Ve ben diyorum ki: Bırak Nil taşsın, vardır bir bildiği. ❞ 〟Neferuru'nun Günlüğü〝 ⚜️ Babamın kopardığı kıyametten bana ağzımı açma fırsatı verilmemişti. Açsam bile diyecek bir şey yoktu. Önümdeki manzara ömrüm boyunca ağzımı mıhlamıştı. "Nefertiti!" diye feryât etti babam. "Kızım!" Donup kaldığımı hissettim. Ne bir adım atabiliyor ne de nefes alabiliyordum. Öylece önümde yatan kanlar içindeki bedene baktım. Kanlar içindeki. Kan. Her yerde. Yine. Gözlerimi onun kan içindeki bedeninden çektim ve tam önüme düştüğü yüksekliğe bakmak için kafamı kaldırdım, bu bir hissiyattı aslında. Sarayın balkonundan dehşetle bakan onu gördüm. Gözleri ve ağzı olabildiğince açıktı ve korkmuş bir ifadeyle bakıyordu. Olanlara -hayır, yaptığına- inanamıyormuş gibi bir hâli vardı. Çok şaşkındı. Sonra bakışlarımı tekrar önümdeki bedene indirdim. Ablamın hareketsiz bedeni önümde, kanlar içerisinde yatıyordu. ⚜️ Bir Hafta Önce "İşte bitti!" Nefertiti ellerini yüzümden çektiğinde heyecanla satıcı kadının önümde tuttuğu aynaya baktım. "Bu renk size çok yakıştı hanımım. Siyah, yeşil gözlerinizi ortaya çıkardı." Nefertiti de satıcı kadına katıldı. "Bu renk bende böyle durmuyor. Enfes oldun." Aynaya baktığımda haklı olduklarını görebiliyordum ama yine de Nefertiti'ye, "Saçmalama," dedim. "Hiçbir şey bana, sana yakıştığı kadar yakışamaz." O da bana, "Senin kendinden haberin yok," diye cevap verdiğinde göz devirdim. Zira onunla karşılaştırıldığımda adım hatırlanmazdı. Nefertiti, Memfis'in en güzel kızıydı ve bunun herkes farkındaydı. Dillere destan bir güzelliği vardı. Büyük kahve-mavi gözleri Nil ile Sahra'nın birleştiği yer gibiydi. Teninin rengini de Sahra'dan almıştı, ayrıca yumuşak ve pürüzsüzdü. Saçları beline kadar uzanıyor ve en tatlı kahvenin rengini taşıyordu. Dudağının hemen üstündeki ben, tanrının öpücüğü gibi orada duruyordu. Kıvrımlı ve uzun vücuduyla herkesin ama herkesin hayallerini süslüyordu. Sadece güzelliğinden ibaret değildi o. Bülbüllerden hâllice bir sesi vardı, hem şarkı söyler hem de dans ederdi. Yılan gibi kıvrılırdı. Çölün en güzel yılanı gibi. Doğrusu yaşamayı çok severdi, bu yüzdendi belki de bütün bu ışıltısı. "Aynen Titi," diyerek uzatmadım. Onunla tartışmaya girecek günümde değildim bugün. Nedense içimde sıkıntılı bir his vardı. O da beni umursamadan, "Bunları alıyoruz," dedi ve satıcı kadınla beraber ödemeyi halletmeye koyuldu. Ben de makyaj için oturduğum sandalyeden kalktım ve topladığım saçlarımı saldım. Sarı saçlarım sırtıma bukle bukle düştüğünde Nefertiti de çoktan koluma girmişti. "Şimdi de elbise bakalım," dedi neşeyle. "Ne için?" dedim hevessizce. Yorulmuştum biraz. "Elbise almanın veya güzel olmanın bir nedeni olmaz. Bir hanımefendinin bir oda dolusu güzel kıyafeti, ayakkabısı, makyaj malzemesi olmalı." "Dolap yetmiyor muymuş da odayı almış bunlar?" diye sordum alayla. Bana yandan bir bakış attığında almam gereken mesajı almıştım. Boş konuşma. Beni kolumdan sürükleyerek başka bir satıcı tezgâhına götürdüğünde de gıkımı çıkarmadım. "Yeşili istiyorum, kahverengiyi de şurdaki pembe ve siyahı da alalım," diyerek talimat vermeye başladığında gözlerim kocaman açıldı. "Hepsini burada denemeyeceğiz, değil mi?" "Sus," diyerek beni susturdu ve işine devam etti. "Yok, eflatun olanı geri koyalım, yerine şurdaki turuncuyu ve hemen yanındaki sarıyı istiyorum." İşinin uzayacağını anladığımda dikkatimi ondan çektim ve pazarın içerisine göz gezdirmeye başladım. Oldukça kalabalıktı ve cıvıl cıvıldı. Memfis bugün neşeli kuşlar gibi şakıyordu. Gözlerim meyve tezgâhına kaydığında hemen yanındaki uzun ve esmer adamı fark ettim. Eliyle bana gel işareti yaptığında ne kadardır orada olduğunu sorguladım. Göz ucuyla Nefertiti'ye baktığımda kendini işine fazlasıyla kaptırmış gibi gözüküyordu. Bunu fırsat bilerek Sekhemus'a doğru ilerledim ve tezgâhtaki meyvelerle ilgileniyormuş gibi yaptım. Satıcısı ortalıkta gözükmüyordu. "Ne oldu?" diye sordum elmalara bakarken. "Babi'nin yanından geliyorum," dediğinde gözlerimi kıstım. "Ve?" O da kahverengi gözlerini elmalara indirdi. "Birkaç gün içerisinde çok önemli misafirlerin geleceğini söyledi bana." "Kimmiş o misafirler?" Kalbim hızla atmaya başlamıştı. Bu sefer çaprazıma geçti ve bana sırıtarak baktı. "Salak salak sırıtma, dikkat çekiyorsun," diye tısladım. "Kimsenin umrunda değiliz, Tari," dedi o da bana. "Tedbiri elden böyle fütursuzca bırakanların sonunun ne olduğunu hatırlatmama gerek var mı?" "Tamam tamam," dedi en sonunda. "Çok önemli kişilermiş. Babi oldukça telaşlıydı." "Teb'dekiler olabilir mi?" diye sordum sesimi kısarak. Detaya girmedim zira duyulduğu anda başım çok fena yanabilirdi. "Hayır, bunlar çok daha başka kişiler." "Teb'dekilerden daha önemli kim olabilir ki?" diye sordum kaşlarımı çatarak. Ülkenin en tehlikeli kişileriydi onlar. "Siz ikiniz," diye bir ses duyduğumda olduğum yerde donakaldım. "Ne kaynatıyorsunuz elmaların başında? Böyle salak salak fısıldaşırken ne kadar dikkat çektiğinizden haberiniz var mı?" Yavaş hareketlerle arkamı döndüğümde Nefertiti elleri belinde bizi süzüyordu. Sekhemus, "Anlaşılan yine bütün pazarı almışsın Titi. Onları nasıl saraya götürmeyi planlıyorsunuz?" diye sorduğunda Nefertiti tehlikeli bir gülümseme bahşetti. "Ben de tam bu noktada bize centilmence yardım edersin diye düşünüyordum Sekhemus. Hem şu gelenleri bir de bana anlatırsın." Çarpıkça gülümseyerek Sekhemus'a baktığımda ağzı açık kalmış bir şekilde alışveriş torbalarına bakıyordu. "Yüce Ra..." "Gelsin de sana torba taşımanda yardım etsin, değil mi Sekh," diyerek ona takıldım. "İki torbada hemen tanrıları başına toplamaya başladın." Sırtını dikleştirerek bana baktı. "Ne alakası var? Tek elimle bile rahatça taşırım onları." Nefertiti'yle bakışlarımız kesiştiğinde tek kaşımızı kaldırıp gülümsedik. "Bir torba da elma mı alsak Tari?" diye sordu bana. "Evet evet, alalım," dedim. "Sekhemus diğer eliyle de onu taşır." Bakışlarımı Sekhemus'a kaydırdığımda dehşetle bize bakıyordu ama kendini hemen toparladı ve koltuklarını kabarttı. "Hanımlar siz beni iyice Babi bellediniz, taşırım tabii ki. Hem de iki torba." Dudağımı ısırdığımda Nefertiti de sessizce kıkırdıyordu. "Buna şüphem yok ama canım elma çekmedi şu an. Neyse hadi bakalım," dedikten sonra Sekhemus'u eliyle torbalara kovaladı. Pazardan çıkana kadar tek kelime etmedik. Sekhemus bize yardım eden bir vatandaş gibi davranarak arkamızdan geliyordu. Nefertiti ile ben ise önünde kol kola girmiş bir şekilde gülüşüyorduk. Yeterince tenha yollara girdiğimizde hızımızı yavaşlattık. "Söyle şimdi Sekhemus. Kimmiş o misafirler?" diye sordu Nefertiti. "Büyü ustaları denebilir," dedi Sekhemus kısık sesle. Kısa bir an Nefertiti ile duraksasak da dikkat çekmemek için yürümeye devam ettik. "Tebliler değil demiştin," dedim. "Onlardan da mı ustalar?" "En ustaları." "Babi mi söyledi bunu da?" diye sordu Nefertiti. "Evet." "Teblilerden ustası mı varmış?" diye sordum ama bu daha çok kendime sorulan bir soruydu. "Onlardan usta insan yok bu dünyada." "E bunlar kim o zaman? Başına güneş mi geçti Sekh? Bir dediğin bir dediğini tutmuyor." "İnsan olduklarını söylemedim ki." Bu sefer bir öncekinden daha uzun süre durakladık ve ona doğru şaşkınca baktık. "Ne?" "Nasıl?" Sırıtma sırası Sekhemus'taydı. "Daha fazla detay veremem. Babi de bu kadarını söyledi." "İnsan değilse ne bunlar?" diye sordu Nefertiti. "Dünyaya düşmüş melekler denebilir demişti Babi." "Şeytan da dünyaya düşen bir melek," dedim tek kaşımı kaldırarak. Sekhemus omuz silkti. "Yürüyün artık. Kollarım uyuşmaya başladı." Tekrar önümüze döndüğümüzde kimseden ses çıkmıyordu. Bütün yol aynı sessizlikle geçtikten sonra saraya vardık. Sekhemus'la vedalaşırken bana, "İki gün içerisinde burada olurlar," demişti. Kafamı sallayıp saraya girdiğimde telaşla koşuşturan hizmetçileri beklemiyordum. "Ne kaçırdık?" diye sordum gözlerimi onlardan çekmeden. "Oldukça önemli bir şey olmalı," diye cevapladı Nefertiti. "Onları en son Mihas'ın uğurlama töreninde böyle görmüştüm." Mihas, Firavun'un yeğeniydi ve iki yıl önce Roma İmparatorluğu'na elçi olarak gönderilmişti. Hâlâ oradaydı ve orada yaşıyordu, bu nedenle uğurlama töreni fazlasıyla ihtişamlıydı. Firavun konu ailesi olunca hiçbir şeyden kısmazdı. "Büyük iti evlenecektir belki de ona hazırlık yapıyordur," diye takıldım. Firavun'dan da çocuklarından da haz etmezdim. Nefertiti kolumu cimciklediğinde ciyaklayarak ondan kaçtım ve cimciklediği yeri ovalamaya başladım. "Niye böyle bir şey yaptın?" "Ulu orta onlar hakkında böyle konuşma diye. Patavatsızlığına bir çeki düzen ver." Göz devirsem de çenemi kapalı tuttum. Torbaları saray görevlileri odamıza taşırken biz de bir yandan hizmetçilere bakıyor bir yandan da bu hazırlığın ne için olduğunu anlamaya çalışıyorduk. Koştura koştura yanımıza gelen babamın özel hizmetçisi Zahra'yı gördüğümde Nefertiti'yi dürttüm. "Geldi bizim oynak ceylan," diye fısıldadığımda güldü. Zahra tam önümüzde durduğunda ağzını açacak oldu ama kesilen nefesi buna izin vermedi. Nefertiti elini omzuna koyarak, "Soluklan önce Zahra," dediğinde ben de başka bir hizmetçinin tepsisinden su testisi ve bardağını almıştım. "Al bakalım," diyerek Zahra'ya su uzattığımda bana minnetle baktı ve suyu içti. "Teşekkürler hanımım," dedi. Sonra da Nefertiti'ye de döndü. "Size de teşekkürler hanımım." "Afiyet olsun," dedim. "Nedir böyle seni acele ettiren şey?" diye sordu Nefertiti. Zahra, nefesi normale döndüğünde önümüze hafifçe eğilerek bakışlarını yere sabitledi. "Babanız, yani Başdanışman sizi odasında bekliyor efendim. İkinizi de." Pazar yerinden beri içimde olan sıkıntı hissiyatı daha güçlendiğinde vücudumun verdiği tek tepki dümdüz bakmak olmuştu. Nefertiti başını sallayarak gitmeye yeltendiğinde ben yerimden kıpırmadım. "Neden?" diye sorduğumda ise arkasını dönüp bana kaşlarını çatarak bakmıştı. Zahra kafasını kaldırmadan, "Babanız size her şeyi izah edecek hanımım," dedi. Gözlerimi yumup tekrar açtım. Gerçekten söyleyeceğini düşünmemiştim ama cevabına göre durumun ne derece önemli olduğunu anlamıştım. Kesinlikle hoşuma gitmeyecekti. Nefertiti'nin yanına ulaşıp sarayın Firavun ve en yakınlarına ayrılan bölümüne ilerlediğimizde Nefertiti, "Emri sorgulamamayı kaç yaşına geldin hâlâ öğrenemedin," diye söyleniyordu. "Kaç yaşına geldin hâlâ gece kaçmamayı öğrenemedin," dedim ben de kısık sesle. "Sanki birbirimizden çok farklıyız da Titi." "Ben en azından toplum içerisinde mâkul hareket ediyorum Tari." "Ben de isyan çıkartmıyorum ya!" Bana yandan yandan baktı. "Bu asi davranışların küçük isyanların değil yani?" "Emin ol Titi, bir isyan çıkarttığımda bunu Yukarı Mısır da Aşağı Mısır da duyar. Ben hiçbir şey yapmıyorum." Sessiz kalsa da kendi kendine, "Bazen bu asabiyetinle başını yakmandan çok korkuyorum," diye fısıldadığını duymuştum. Babamın kapısının önüne geldiğimizde muhafızlar kapıyı açtılar ve babamın, "Gelin kızlar," dediğini duyduk. Saygıdan dolayı önce Nefertiti içeriye girdi çünkü büyük olan oydu. O on dokuz yaşındaydı, ben ise ondan yalnızca üç yaş küçüktüm. Hemen ardından içeri girdiğimde babam masasının üzerine dizilmiş papirüsleri inceliyordu. Kafasını kaldırıp bize baktığında yaşlanmış çehresinde derin bir gülümseme belirdi. "Güzel çiçeklerim!" diyerek ayağa kalktığında resmiyeti kenara bıraktık ve ona doğru koştuk. Bizi kollarıyla sarmaladığında çoktan kıkırtıları koyuvermiştik. "Güzel Sahra'm," diyerek önce Nefertiti'nin saçlarını öptü. Ardından, "Asi Nil'im," diyerek benim saçlarımı öptü. "Babam!" diyerek ona daha sıkı sarıldığımızda güldü. "Bu ihtiyarın en kıymetli iki hazinesisiniz, güzellerim. Bunu biliyorsunuz, değil mi?" Nefertiti'yle birbirimize baktığımızda gülümsüyorduk. "Herhalde ihtiyar," dedim gülerek. "Bizden başka güzel tanıyor musun sen bu diyarda?" O da kahkaha atarak, "Tanımam mı?" dediğinde gülüşüm yüzümde dondu. "Ne?" Bu sefer daha şen bir kahkaha attı. "Şakaydı," dediğinde ona göz devirerek baktım. "Bir an Nefertari'nin kalbine indiriyordun baba," diye güldü Nefertiti. Babam da ona katılarak, "Dokunma az korkuyla terbiye edilsin asi kalbi," dediğinde kaşlarımı çatarak onlara baktım. "Ha ha! Baba kız ne komiksiniz siz öyle," dediğimde daha çok güldüler. En sonunda Nefertiti gözlerini silerek, "Bizi çağırmışsın, önemli bir şey mi var? Hizmetçiler telaşlıydı," diye sorduğunda babamın yüzü solar gibi oldu ama hemen toparladı. "Oldu ya," dedi. "Çok güzel bir şey oldu." "Ne oldu?" diye sordum sakince. Oysa içimdeki Nil taşıyordu. Gözlerini benden çekti ve iki elini Nefertiti'nin kollarına koydu. "Minik güzel tanrıçam," dediğinde içimdeki Nil daha da taşkınlaştı ve beni boğmaya başladı. Hayır, İsis, lütfen olmasın. "Yüce Firavun'umuz seni gelini olarak istedi." Nefertiti'nin yüzü taş kesilmişti, benimse ellerim sıkıca yumruk hâline gelmişti. Tırnaklarım avcumu kesiyordu. "Büyük oğlu Anthur'u buraya Firavun olarak çıkartacak ve sen de onun gelini olacaksın." Nefertiti'den hâlâ bir tepki gelmediğinde duruma el attım. "Kendisi tacından feragât mı edecek?" diye sordum. "Hayır," dedi babam. "Teb'e gidecek Seth ile. Onun eğitimine orada devam edip Seth'i de oraya Firavun atayacak." "Baba," diyecek oldu Nefertiti. "Evet, bu harika bir haber," diyerek lafı ağzına tıktı babam. "Sonunda bir Firavun karısı olacaksın benim güzel çiçeğim. Hak ettiğini alacaksın." Nefertiti onun bu heyecanın üzerine sadece gülümsedi ve başını salladı. "Sen nasıl uygun gördüysen." Ona dehşetle baktığımda bakışlarını benden özellikle kaçırmıştı. Daha da öfkeyle doldum ve onun yerine sesimi çıkardım. "Hak ettiği zalim bir adamın karısı olmak mı?" diye sordum nefretle. "Kızına bunu mu reva görüyorsun baba?" Asi olduğum doğruydu ama asla babamla bu tonda konuşmazdım. Bugüne kadar... "O adam bir katil." "Nefertari!" diye bağırdı. Bu ona göre yeterli bir uyarıydı ama durmadım. "Annemin katilinin oğlu ve annemin celladı. Bu mudur senin uygun gördüğün?" Oldukça uzun zamandır annemden bahsetmiyorlardı ki bir anda ondan bahsetmem yüzlerine tokat gibi çarpmıştı. Ve benim de sesimi kesen suratıma yediğim tokat olmuştu. Yüzüm yana doğru savrulduğunda ağzımda biriken kanı tükürdüm. Yeşil gözlerimi diktiğim gözler babamın kahveleri değildi. Ablamın mavi-kahveleriydi. O da şok içerisinde önce bana sonra bana vurduğu eline baktı. O an anılar bir kuş oldu ve aramızda uçtu. Kanatları kırıktı, kemikleri bana battı. "Sakın birbirinize vurmayın. Terbiye tokatla değil, sevgi dolu bir örnekle yapılır. Özellikle sen Nefertari, ablana bir daha vurma. Bak, kızarmış vurduğun yer." "Özür dilerim Titi. Çok acıyor mu?" Küçük Titi burnunu çekti. "Öpersen geçer Tari." Öptüm. Annemi dinledim ve öfkemi avuç içime değil, dilime akıttım. "Ben..." diyecek oldu Nefertiti ama elimi kaldırıp onu susturdum. "Hangimize ihanet ettin şimdi Nefertiti?" diye sordum doğrudan gözlerine baktığımda. "Bana mı yoksa annemize mi?" Dudakları titredi, umursamadım. Gözlerimi bu sefer babama çevirdim. "Bu evlilik varsa ben yokum." "O ne demek?" diye öne atıldı babam. "Defolup giderim demek," dedim ve odadan hışımla çıktım. Gözyaşlarım sicimle yanaklarımdan aktığında gözüm önünü görmüyordu. Hatta birkaç hizmetçiye çarpıp özür dilemiştim. "Affetmedim Iteru." Duyduğum cümleyle durdum ve arkamı döndüm. Kızıl saçlarını arkadan düşük topuz yapsa da birkaç isyankar tel alnına dökülmüştü. Kedi gibi çekik gözleri bu sefer şaşkınca bana bakıyordu. "Sen ağlıyor musun?" "İşine bak çöl eşeği," diyerek önüme döneceğim sırada eli koluma yapıştı ve beni tekrar kendine döndürdü. Kızıl-kahve gözleri dikkatlice beni süzüyordu. Çöl eşeği dememe takılmamış gibi gözüküyordu. "Neden ağlıyorsun? Seni hiç ağlarken görmemiştim. Şeyde bile..." Annemin idamında bile. Kaşlarımı çatarak burnumu ona doğru diktim, o da bunu fark ederek kısa bir an burnumun ucuna baktı ama sonra tekrar gözlerime baktı. Muhtemelen şu an burnum da gözlerim de deli dehşet kızarmıştı. "Söylesene," dedim keyiften uzak bir gülüşle. "Seni anneni katlederlerken bile ağlarken görmedim desene." Kaşlarını çattı. Sonra etrafa göz ucuyla baktı ve bir şeyden emin olmuş gibi tekrar bana baktı. "Ortalık yerde böyle konuşma Nefertari," dediğinde cinlerin iyice tepeme çıktığını hissettim. "Eğer düğün meselesi ise daha olgun davranmalısın." "NASIL KONUŞMAM GEREKTİĞİNİ YALNIZCA BEN BİLİRİM! ŞİMDİ ÇEKİL YOLUMDAN KATİLİN OĞLU!" Aklımı kaybetmiş gibi bağırsam da etrafta kimselerin olmaması şansımaydı zira gerçekten böyle konuştuğum için başım -kellem- tehlikeye girebilirdi. Seth en sonunda kolumu bıraktığında hışımla kolumu kendime çektim ve onun yanından da defolup gittim. Saraydan çıkmak istesem de bu saatte saraydan çıkıp gitmem göze batabilirdi. Hem de Han'a gitmem daha çok sıkıntı yaratırdı. Bu yüzden doğruca sarayın arka bahçesine gittim ve Nil Nehri'nin hemen dibine oturdum. Kalbim öyle kuvvetli atıyordu ki bir an duracak sanmıştım. Hoş, durması işime gelirdi, ablamın ve babamın ihanetini görmek zorunda kalmazdım o zaman. Nil'deki yansımama bakarken annemle tek benzeyen yanımız olan yeşil gözlerime sabitledim bakışlarımı. Nil bugün gözlerim gibi yeşildi, bu beni burukça gülümsetmişti. Annem de bana bakıyordu belki de tam şu an. Anne... Nasıl da arıyordum kokusunu şu sıralar. Unutmana yüz tutan kokusunu mu, Nefertari? Firavun'un adamları annemi alıp götürdüğünde on yaşındaydım. Firavun anneme idam emrini verdiğinde on yaşındaydım. Anthur, annemin boğazını gözlerimin önünde acımadan kestiğinde on yaşındaydım. Ölümle tanıştığımda, annemin kanlar içerisinde kalan bedenine sarılıp çığlık çığlığa ağladığımda on yaşındaydım. Beni o gün tutamadılar ve o günden sonra hiç tutamayacaklardı. Tüm bu yeminleri ettiğimde on yaşındaydım. Bugünse Anthur'un annemi öldürdüğü yaşındayım. "Baba," demiştim durmak bilmeyen hıçkırıklarımın arasından. Hıçkırıklar atıyor. nefesim kesiliyordu ama ağlayamıyordum. "Annemi neden öldürdüler?" "Annen büyük günah işledi kızım, Firavun günahkarlara yapılması gerekeni yaptı." "Annem; seni, ben, ablamı sevmekten başka ne yapmış olabilir ki baba? O bizi çok seviyordu." "Ama tanrıyı sevmiyordu kızım. Bu en büyük günahtır." Yalandı. Büyüdükçe anlamıştım annemin aslında tanrıyı çok sevdiğini. Tanrıyı asıl sevmeyen, şirk koşan onlardı. Firavun'u tanrı ilan edip ona tapan, yalnız onun izin verdiği nimetleri kullanan yine onlardı. Benim gözümde en büyük günahkar Firavun'un ta kendisiydi. Büyüyü yasaklamıştı ama büyü tanrının belli insanlara verdiği özel bir armağandı. İyilik için kullanılması gereken bir güçtü. Ama Firavun ondan korkmuş ve yasaklamıştı. Asıl korktuğu tahtının ta kendisiydi. Annemi bu yüzden çekmişti yolundan. Ondan ve gücünden korkmuştu. Annem gelmiş geçmiş en iyi büyücülerdendi ve daima fakirlere yardım eder, yetimlere sahip çıkardı. Halk onu çok severdi, öyle ki Firavun'dan çok severlerdi biricik Neferuru'larını. Firavun'la görüşlerinin pek örtüştüğü de söylenemezdi. Firavun onu önce şeytan ilan etti sonra nefesini kesti. Böylece yolundaki güçlü rakibini çekmiş oldu. Bizi annesiz bırakarak. Bilmediği bir şey vardı ama o da Nefertiti ve benim de büyü gücüne sahip olmamızdı. Elimi nazikçe suya sokup içerisinde küçük çemberler çizmeye başladım ve etrafta kimsenin olmamasına güvenerek gözlerimi kapattım. Elime değen sular hafifçe havaya yükselip birbirilerine sarıldılar ve nilüfer şeklinde açtılar. Gözlerimi açıp sanatıma baktığımda diğer elimi de yüzüme yerleştirip gözyaşlarımı da nilüfere kattım. Yemyeşil nilüfere artık kızıllar sıçramıştı. "Kanadığın yerden kanayacaklar anne," diye fısıldadım. "Ağladığım her gece için taşkına uğracak bu Nil, susuz kalacaklar ama boğulacaklar. Seni nefessiz bıraktıkları her dakika için Sahra'ya yemin ederim onun kumları katında nefese muhtaç olacaklar." Arkamda hışırtı duyduğumda büyüyü geri çektim ve iki elimi de nehre soktum. Serap etkisi yaratması için yapmıştım bunu. "Benim, merak etme," dediğini duyduğumda yüzümü ona dönmeden ellerimi sudan çektim ve boynumu ıslattım. Nefertiti yanıma oturduğunda bile ona dönmedim. O da bir süre konuşmadı zaten. "Ağır bir yemin değil miydi sence de?" dedi en sonunda sessizliği bozduğunda. Gözlerimi yeşil-mavi sulardan çekmedim. Gözlerimi kapatarak derin bir nefes aldığımda, "Daha ağırlarını yaşamamış gibi konuşuyorsun," dedim. "Daha ağırlarını yaşadım diye yaşatma hakkını kendimde bulmuyorum." "Evlen o zaman," dedim sakince. "Bir de çöle ihanet et." "Ben kimseye ihanet etmedim." Bu sefer gözlerimi açtım ve doğrudan ona baktım. Benim aksime onun ifadesi yumuşaktı. Her şeyi net hatırlayan biri için fazla yumuşaktı. "Sen bu evliliği kabul ettiğinde önce anneme sonra da çöle ihanet ettin, abla." Anneme ihanet ettin çünkü onun katilinin koynuna girmeyi kabul ettin. Çöle ihanet ettin çünkü babama karşı çıkmamak için özgürlüğünden vazgeçtin. "Bana tokat attığında yine anneme ihanet ettin." Bana ihanet etmen önemli değil. Gözlerini yumup yutkunma sırası ondaydı. "Görmüyorsun Nefertari." "Özür bile dileyemiyorsun ama evleneceksin. Yazık sana," dedim. "Özür dilemeyi bile bilmeyenden aile mi olurmuş?" "Olur ya," dedi en sonunda. "Nehirden çölden bile aile oluyorsa ondan da olur." Yüzümü buruşturdum. O da devam etti. "Babamızı düşünmek zorundayım, Tari," dediğinde ona kaşlarımı çatarak baktım. "Ona kendi kızı karşı çıkarsa diğerlerinin gözünde hali ne olur? Firavun ona ne yapar, hiç düşündün mü?" "Kaçarız," dedim bu sefer daha bi' heyecanla. "Gideriz buralardan. Bulamazlar bizi." "Annem kaçabildi mi Tari? Kıskıvrak yakaladılar onu." "Annem kaçmayı denemedi bile Titi," dedim acıyla yüzleşerek. Nedenini bilince daha da canım yanıyordu. "Biz vardık. Bizi ardında bırakamazdı. Keşke bırakıp kaçsaydı da nefes alsaydı." Son cümleyi kısıkça söyledim, tıpkı her gece düşündüğüm gibi sessizceydi. Nefertiti'nin bakışları donuklaştığında onun da aynı fikirde olduğunu düşündüm. Bomboş şekilde nehre bakıyordu. "Keşke kaçsaydı," diye fısıldadı o da. Belki de duymayacağımı umarak. "Bizi geride bırakıp kendini seçseydi." Daldığı yerden silkelenerek uyandı ve bana baktı. Ellerimi tuttuğunda elimi çekmedim. "Özür dilerim küçük isyankârım. Sana vurmamalıydım. Pamuk tenine elimi dahi sürmemeliydim." Bu inadımı kıran yegane darbeydi. Esasında kimse bilmezdi ama benim inadımı yalnızca sevgi kırardı. Tek annem bilirdi, eh, o da artık yoktu. Dayanamayıp Nefertiti'nin avcumda olan ellerini öptüm. "Çoktan unuttum Sahra." "Seni çok sevdiğimi sakın unutma, Nefertari. Sakın ama sakın." "Çok erken bir veda oldu Titi, hayırdır yarın mı evleniyorsun?" Sırıtarak söylediğime karşılık sahte kızgınlık ifadesine büründü. "Eşek gibi sırıtma." Anında yüzüm düştü. Bu sefer sırıtma sırası ondaydı çünkü yumuşak karnıma bastığını o da biliyordu. Ve Seth'ten ne kadar nefret ettiğimi de. "Benzetme beni o çölün eşek kralına." Daha da keyifle güldüğünde elimi suya soktum ve onu ıslattım. "Hey! Yapma!" Hâlâ kıkır kıkır gülüyordu. "Ne yapabilirsin?" dedim keyifle. "Seni cadı," diyerek bana atıldı ve beni gıdıklamaya başladı. Karşı atağa geçerek ben de onu gıdıklamaya çalıştığımda arka bahçe sadece bizim kıkırtılarımızla dolmuştu. Bir de Nil'in dalgaları ve kuş cıvıltılarıyla. Özgürlüğe âşık bir insanı mahkûmiyete yollarken yine de gülüyordum işte. Bunun beni kötü hissettirmesine izin vermedim o an. Lâkin gece olduğunda hemen yan odamdaki sessiz ağlayışları duymuyor değildim, ben de uyumadım onla beraber. Yanına gitmeye cesaretim yoktu. Yalnız kalmaya ihtiyacı vardı, farkındaydım. Bu yüzden kendi odamda ayı izlerken aramızda ince bir duvar olan ablamı dinledim. Belli bir yerde sustu ve bir daha hiç ağlamadı. Belki de en sonunda uyuyakalmıştı, bilmiyordum. Ama ben uyuyamadım, şafak söktüğünde bile kılımı kıpırdatmadan gökyüzüne bakıyordum. Bu da benim kendime verdiğim sessiz bir cezaydı işte. ⚜️ Sabah "Horus'un gözü şeklinde yaptım," dedim aynayı Nefertiti'ye tutarken. Gülünseyerek aynaya baktığında ben de onu izledim. Kahverengi çikolata gibi saçlarının arasında ince örgüler vardı ve altın sarıyı iple süslenmişlerdi. Ben süslemiştim. Yüzünde yanaklarına renk gelsin diye yer yer kahverengi belirsiz boyalar vardı, onu daha da güzelleştirmişti. Ben boyamıştım. Dudaklarında gül pembesi bir ruj vardı, dolgun dudaklarını daha da dolgun gösteriyordu. Oldukça da yakışmıştı. Ben sürmüştüm. Üzerindeki beyaz elbise, göbeğini açıkta bırakıyordu ve iki yandan olan derin yırtmaçları sayesinde uzun bacakları da belli oluyordu. Sahra gibi olan teni beyazla mükemmel bir uyum içerisinde gözüküyordu. Ben giydirmiştim. Boynunda altından ince bir gerdanlık vardı, ucundan da minik bir güneş sarkıyordu. Onun kadar parlamıyordu ama olsundu. Ben takmıştım. En sonunda gözlerine baktığımda rengarenk makyajı onu tam bir gelin yapmıştı. Sarı, turuncu, mavi renk cümbüşü teker teker Sahra'yı, piramitleri ve Nil'i sembolize ediyordu. Onu korusun diye önce Horus'un gözü şeklinde yapmış sonra da bu renklere boyamıştım. Onu özenle ben hazırlamıştım. "Çok güzel olmuş Tari," dedi zarafetle. İnce uzun parmaklarıyla perçemlerini düzeltti ve bana gülümseyerek baktı. O kadar güzel gülümsüyordu ki karşımda sanki bir melek vardı. Bir an onu gördüm. Yumuşacık bakan yüzünü, kahverengi saçlarını, bir melek gibi bakan gözlerini. Annemle tek farkları gözleriydi, bu yüzden uyanabildim anlık dalgınlığımdan. İnsanın uyanmak istemediği rüyalar oluyordu. Ucunda delirmek dahi olsa da. "Gözlerin doldu," dedi bana. Fark etmemiştim bile. Ne çok ağlar olmuştum son zamanlarda. "Bir çift göze on saat bakmak zorunda kalırsan senin de gözün yorulur ve dolar. Hayır, sakın ağlama," dedim uyarırcasına. "O makyaj gece sonuna kadar kalacak." Kalacak ve seni koruyacak. Sadece bir makyaj değildi, bir tılsımdı. Koruması için. Annemin sakladığı kitaplarından kalan bir büyüydü ve şu an için tek güvencemdi. "Tamam," dedi gülerek. "Yoksa beni parçalarsın, biliyorum." "Ya ne demezsin. Kesin bundan dolayı gazabıma tanıklık edersin." İğnelemelerimi umursamadı ve mutlu bir kuğu gibi odada süzüldü. Öyle mutluydu ki sanki âşık olduğu adamla evleniyordu. En azından bana rol yapmasın istedim. Odanın kapısı çaldığında hızlıca gözlerimi sildim, Nefertiti ise "Gel," diyerek üzerinde son dokunuşları yapmaya devam ediyordu. "Ne kadar güzel olmuşsun," dedi Sekhmet hafifçe gülümseyerek. Seth'inkiyle alakası olmayan açık kahve saçlarını toplamış, beyaz taşlarla süslemişti. Simsiyah giyinmişti ama bir yastan ziyade asilliğini gösteriyordu bu. Belindeki altın kemerin tam ortasındaki aslan kafası ismine atıfta bulunuyordu. Savaş tanrıçası Sekhmet'e. Aslan kafasına sahip öfkeli tanrıça. Doğruyu söylemek gerekirse sevdiğim tek kraliyet mensubuydu. Seth'in ikiz kız kardeşiydi ama ne ikizi gibi egoist ne de abisi gibi zalimdi. Vurdumduymaz, kafasına göre takılan, eğlenceli birisiydi. Çocukluğumuz beraber geçmişti ve annemi özleyip Nil'e ne zaman kaçsam beni bulan ya o ya da Nefertiti oluyordu. Bazen de eşek kafalı Seth. "Sular seni kaçırmamış, tüh." "Kes sesini Seth." "Ben senden büyüğüm Iteru, düzgün konuş abinle." "Sen benim abim falan değilsin. Eşekten abi olmaz." "Sekhmet'e söyleyeceğim bunu." "Sekhmet senin küçük kardeşin değil, Seth. Sen de onun abisi değilsin. İkiz kardeş ne, haberin yok mu?" "Tamam tamam," diyerek ellerini kaldırmıştı. Yüksek sesimden dolayı biçimli yüzünü buruşturdu ve kızıl-kahve gözlerini anlık yumdu. "Carlama kuyruğuna basılmış kedi gibi. Çokbilmiş velet seni." "Defol git," diyerek önüme döndüğümde güldüğünü işittim. "Ham yapmasın sular seni sonra bak?" "Sen mi kurtaracaksın beni eşek Seth?" diye sormuştum alayla. "Ne kurtaracağım kızım seni? Alsınlar da kafam dinlensin biraz." Yine de yanıma oturup benle beraber taş sektirmeye başlamıştı. "Keşke alsalar," diye fısıldamıştım çok sessizce. Ben bile zor duymuştum. "O zaman anneme giderdim." Taşı atmak üzere olan kolu havada donakaldığında duyduğunu fark ettim. Umursamadan başımı yere eğip yüzümü sarı saçlarımın arasına saklayacaktım ki eli kolumu kavradı ve beni hızlıca ayağa kaldırdı. "Bırak beni!" diye çığlık atsam da dinlemedi. "Ne yapıyorsun geri zekâlı, salak?" Beni zorla saraya doğru sürüklediğinde yüzünü yandan görebiliyordum sadece. Bana bakmamaya özen gösteriyor gibiydi. "Sabaha kadar senin keyfini bekleyemem. Baban da ablan da perişan oldu senin yüzünden. Yürü şimdi." "Sana ne be? Sana ne?" "Kes artık!" diye gürlediğinde refleksif olarak geri çekilmeye çalıştım ama izin vermedi. Burnundan soluyordu resmen. Onun öfkeli bir çocuk olduğunu biliyordum ama bana hiç öyle bağırmamıştı. Kalbim katilin kardeşine ilk o gün kırılmıştı. Bile bile. "Gerçekten mi?" diye sordu Nefertiti heyecanla. "Soruyor musun bir de?" diye cevapladı Sekhmet gülümseyerek. "Aşağı ve Yukarı Mısır'ın en güzel kadınısın sen." "Şımartmayın beni," diye cilvelendi Nefertiti. Bu hâllerine katlanamadığımı fark ettim. Hiçbir sorun yokmuş gibi neşe saçmasına, sanki geceleri sessiz sessiz saatlerce ağlamamış gibi gülmesine... Abla benmişim de kız kardeşime merhem olamıyormuş gibi hissettim. İçimdeki Nil yükseldi, yükseldi ve beni boğmaya başladı. "Stresten kaynaklı panik atak geçiriyorsun," dedi Babi. "O ne be?" diye sorduğumda gözünde duran mercekli zımbırtıyı düzeltti ve elinin tersini tekrar alnıma koydu. "Annen öldükten sonra hiç ağladın mı?" diye sordu. Bu gerçeği acımasızca yüzüme çarpabilen tek kişiydi. Bu soruyu sorduğunda on dört yaşındaydım. "Hayır," dedim dürüstçe. Kafasını sallayıp masaya doğru ilerledi ve oradaki otları yolup ezmeye başladı. "Panik atak kavramı çağımızın ötesinde bir kavram, sen de kullanma kimseye zaten. Ruh tıbbındaki bir terim." Sırıtarak, "Beni büyücü mü zannederler yoksa?" diye sordum. Bana şuh bir bakış attı. "Her şeyle alay ederek diğerlerinden saklanabilirsin Nefertari ama benden kaçmaz." Omuzlarım çöktü. "Biliyorum biliyorum." Sonra tekrar dikleştim. "Ee söyle bakalım, neymiş bu panik atak?" "Bu boğulma hâllerinin, elin ayağının tutmamasının, başının dönmesinin bir adı. Stresten ve öfkeden kaynaklanıyor seninki." "Bilmediğim bir şey değilmiş." "Annene olan özlemini o kadar bastırmışsın ki vücudun en sonunda isyan etmeye başlamış, Nefertari." "Niye şaşırıyorsun ki? İsyancı bir ruhun isyancı bir bedeni olacak tabii ki." Tek kaşını kaldırıp bana baktı. "Seninkinin isyanı sana ama." "Ben ne yaptım?" diye sordum şaşkın bir şekilde. Ciddiydim. "Hiçbir şey," dedi. "Senin hiçbir suçun yok ama her suçlayan da doğru kişiyi suçlayacak diye bir şey yok." "Bunun bir çözümü yok mu? Bir tılsımı büyüsü falan?" "Bu bir lanet değil. Terapiyle çözülecek bir durum." "Beni dövecek misin?" "O anlamda terapi değil. Konuşarak çözeceğiz. Birkaç da karışım hazırlayacağım sana." "Konuşarak nasıl bayılmalarımı, boğulmalarımı çözeceksin Babi?" Kafam karışmıştı. "Konuşturulmadığın için içindeki Nil seni boğmaya başlamış zaten. İnsana verilebilecek en iyi tedavi anlaşılmaktır." "Sen beni anlayabilir misin?" diye sordum gözledim yerdeyken. Annemi tek kaybeden ben değildim. Babi, Sekhemus ve Akila da kaybetmişti. Onların hocasıydı neticesinde. Sıcak avuç içlerini kollarıma koyduğumda kafamı kaldırdım ve ona baktım. "Canım," dedi şefkatle. "Seni en iyi ben anlayamam ama seni anlarım. Acını, kaybını, taşkınlıklarını anlarım." Annemin ölümüne ilk o gün ağlamıştım. Dört yıl sonrasında. Acele bir şekilde odadan çıktığımda arkamdan seslenmelerini umursamadım ve koşar adım odama gittim. Terapi iyiye gidiyordu aslında. Panik ataklarım yok denecek kadar azalmıştı ama şu son bir haftada hiç yol katetmemişim gibi nüks etmişti. Öyle bir boğuluyordum ki gözlerim kararıyordu. Yatağın yanındaki dolapların altını üstünü getirmeye başladım. Önümü göremiyordum zira. Dokunarak anlamaya çalışıyordum. Aradığım şişeyi bulduğumda yere yığılırcasına oturdum ve elimden geldiğince hızlı bir şekilde şişeyi ağzıma dayadım ve içtim. Acı sıvı boğazımı yaktığında Nil'in de en az bu kadar yandığını hissettim. Nil öyle bir yanıyordu ki başta kendisini boğuyordu. "Nefertari?" Önümde iki beden çöktüğün görüşüm hâlâ bulanıktı. Sıcak olan bir avuç, elimi tuttuğunda tepki dahi veremedim. "Büyü kullanılmazsa tehlikeli olur asıl, Nefertari." "Niçin?" "Çünkü içten içe seni zehirler." "Ama böyle güzel bir şey insanı nasıl zehirleyebilir ki?" "Su da güzeldir ve ihtiyaçtır güzel kızım. Ama fazlası vücutta bulunduğunda insanı zehirler. Büyü de öyledir. Anladın mı?" "Anladım anne." Önümdeki iki bedenin de yüzü aynıydı. Yeşil gözlü, açık kahverengi tenli, kahve saçlıydı. Dudağının hemen kenarında noktacık şeklinde ben vardı. Güzel Neferuru... Teb'in de Memfis'in de en güzel kadını. Anne. "Nefertari! Nefertari iyi misin?" "Benbeyaz kesilmiş, su getir Nefertiti!" Bir el bileklerime masaj yapmaya başladığında ben hâlâ annemin yeşil gözlerine bakıyordum. Üçüncü başka bir bedende olan yeşil gözlerine. Tam karşımda olan boy aynasında kendime her baktığımda onu görüyordum. Yalnız gözlerimiz aynıydı ama bu bile yetiyordu bana. Ondan bir parçanın bende olmasını seviyordum. Başka bir el çenemi tutup beni kendisine bakmaya zorladığında bakışlarımı bu sefer Sekhmet'in mavilerine çevirdim. Bana endişeyle bakıyordu, ben ona nasıl bakıyordum, bir fikrim yoktu. Bana su içirmeye çalıştılar boğulduğumu fark etmeden. Yine de onları kırmadım ve içtim. Belki yangın söner diye. Az da olsa söndüğünde artık net bir şekilde görebiliyordum. "İyi misin?" diye sordu Sekhmet dikkatlice. Başımı belli belirsiz salladığımda Nefertiti beni kendisine çekti ve sıkıca sarıldı. Boğulmaktan yeni kurtulmuş birini boğmak da ne zekice hamleydi ama. Gıkımı çıkarmadım ve gözlerimi kapattım. "Çok korktum," dedi titreyen sesiyle. "Çok, çok, çok korktum..." Güçsüzce ona sarıldığımda bana daha sıkı sarıldı. "Ben, seni bırakıp nasıl gideceğim?" Kendi kendine demişti bunu. Sana gitme demiştim abla. Dinlemedin ki. "Nereye gidiyorsun hemen?" diye sordum sesimi bulduğumda. "Burdaki sarayda kalacaksın işte." "Evlilikten kastediyor, Iteru. Ödümüzü kopardın." Iteru... Seth ve Sekhmet bana böyle seslenirdi. Nil Nehri demekti. Taşkınlıklarıma, asiliklerime böyle bir ismi layık bulmuşlardı. Gururla taşırdım. "Dikkatleri üzerime çekmek istedim. Kıskandım biraz," dedim sesimin eğleniyor gibi çıkmasına dikkat ederek. "Çektin!" dedi isyan ederek Nefertiti. "Öyle bir çektin ki bütün gece gözlerim sende olacak." "Aman Titi," dedim geri çekilerek. "Abartma sen de." "Ablayım ben!" diyerek beni tekrar kendine çektiğinde, "Saçım bozulacak!" diye ciyakladım. O da "Zaten bozuldu," diyerek beni daha da sıkı sardı. Gözlerimi kapatarak ben de ona sarıldım, bu sefer sıkıca. Veda eder gibi. İçimdeki bu hissi, aklımdaki bu düşünceyi sevmeden, sıkı sıkı sarıldım. Bir daha hiç bırakmamak için. ⚜️ Şimdi "Abla!" diye çığlık attım bir tepki verebildiğimde. "Abla!" Ona doğru koşmaya çalıştığımda dengemi kaybettim ve kaydım ama umursamadım. Ona doğru ilerledim, dizlerimin yerde sürtünmeden soyulmasını umursamadan. "Ablam!" Nazik olmaya dikkat ederek başını tuttuğumda elimin ıslandığını hissettim. Anubis, hayır! Lütfen! Hayır. "Başını vurmuş!" dedim etraftakilere. "Hekimleri çağırın!" Kimsenin kıpırdamadığını, donakaldıklarını gördüğümde daha da öfkeyle bağırdım. "HEKİM ÇAĞIRIN DEDİM!" Askerlerin harekete geçtiğini gördüğümde tekrar önüme döndüm ve ablamın alnına düşen saçlarını geri ittim. "Titi lütfen," diye yalvardım. "Bana bunu yapma, lütfen." Sesim ağlamaklı çıkıyordu ama yaşlar düşmüyordu. Yine. Ağla Nefertari, dedim kendi kendime. Ağla ki annene benzemesin. Ağla ki ablan yaşasın. "Kızım! Canım!" Babam da diğer tarafına çöktüğünde ona baktım. "Baba bir şey yap!" dedim yalvarırcasına. Bu sefer bir şey yap. Hekimler geldiğinde istemeye istemeye geri çekildim ama kanlar oradaydı. Her yerdeydi. Tek bir hareketlerini kaçırmamak için onları izlerken birbirilerine umutsuz bakışlar attıklarını fark ettim. Panik dalgası içimi sardığında bu sefer ona izin vermedim ve etrafa bakındım. Sekhemus da bir hekimlere bir de bana bakıyordu. Ama aradığım o değildi. Hemen yanında, yüzünü eşarpla saklamış Babi'ydi. Ona baktığımı hissedince bana döndü. Gözlerimle yalvardım o an. Bir şey yap. Birkaç saniye duraksasa da en sonunda kafasını salladı ve Nefertiti'ye ilerlemeye başladı. O hengamede kimse onu umursamasa da hekimler sorgularcasına baktıklarında "O da hekim, çekilin," dedim. Normal bir ton değildi. Sertti, baskındı. Ablasını kaybetmek üzere olan bir kız çocuğunun öfkesini barındırıyordu. Babi önce elini boynuna koydu ve bana şah damar diye öğrettiği yeri kontrol etti. Sonra iki elini göğsüne koydu ve kalp masajı yapmaya başladı. Ama asıl yaptığı bu değildi. Büyüsünü masaja saklayıp onu kurtarmaya çalışıyordu. Alnı boncuk boncuk terlediğinde yüzünü buruşturdu ama denemeye devam etti. Ayaklarımın beni tutmayacağını hissettiğimde geri geri gittim ve en sonunda sert bir bedene çarptım. Yere yığılacağım esnada güçlü kollar beni tuttu ve düşmeme izin vermediler. Babi gözlerini sıkıca yumduğunda elleri de masajı bırakmıştı. "DURMA!" diye çığlık attığımda gözlerini açtı ve bana hiç bakmasını istemeyeceğim şekilde baktı. Özür dilercesine. "Hayır!" dedim. "Hayır..." Bu sefer gerçekten yıkılacaktım ama kollarımı tutan eller düşmeme izin vermiyordu. Güçsüz şekilde arkamı döndüğümde kedi gözlerini gördüm. Çölü de ateşi de içinde barındıran kızıl-kahve gözlerini. Bu da içimdeki ateşi yakmaya yetti ve Nil'i uyandırdı. Öfkeyle kollarımı ondan kurtardım. "Bırak." Öfkeli adımlarla düğünün yapılacağı bahçeyi terk ettim ve sarayın içine girdim. Gideceğim tek bir istikamet vardı. Merdivenlere koşmaya başladığımda koridordaki vazolardan birini kaptım ve balkona ilerledim. Kapı eşiğinde durup ona baktığımda hâlâ orada olduğunu gördüm. Kıpırdayamadan aşağı bakıyordu. Vazoyu duvara vurul ucunu parçaladığımda hızla bana döndü ve korkmuş yeşilleri, benim acılı yeşillerimle çakıştı. Ağzını açacak oldu ama daha ne söyleyecekti? "Anubis bu gece tek bir ruhla gitmeyecek, Firavun'un iti," dedim ruhsuzca. "Bırak onu Nefertari," dedi ama kırık vazoyu ona doğru kaldırdığımda adımı tam söyleyemedi. "Ne cüretle konuşursun hâlâ?" diye soludum öfkeyle. "Ne cüretle sonsuza kadar susturduklarından sonra konuşursun?" Önce annemi sonra da ablamı benden aldıktan sonra ne diye nefes alırsın? "Ben bir şey yapmadım," dedi dikkatlice. İki elini havaya kaldırıp beni sakinleştirmeye çalışıyordu. "Ona dokunmadım bile." "Anneme de mi dokunmadın?" diye bağırdım. Yavaş adımlarla ona doğru ilerliyordum. "Yemin ederim, ablana dokunmadım." "KES SESİNİ KATİL KÖPEK!" diye bağırdım en sonunda ve ona doğru hamle yaptım. Refleksleri oldukça iyiydi çünkü Firavun'un en iyi askerleri kendi oğullarıydı. Daha on altı yaşında ilk cinayetini işlemişti karşımdaki kişi. Ve ben de aynısını yapacaktım. "Yapma," dedi. Dinlemedim. Ataklarımı hızlandırdım ama hep kaçmanın yolunu buluyordu. Merdivenlerden ses gelmeye başladığında gözümü iyice karatmıştım. Bu işi şimdi bitirecektim. Vazoyu tutmayan elimi kapıya doğru savurdum ve kapıyı kapatıp kilitledim. Şok içerisinde önce kapıya sonra elime baktığımda gülümsüyordum Ne bir neşe ne bir ruh vardı. Öylesine bir mimikti bu. Ardından elimi ona doğrulttuğumda yutkundu. "Neferuru geride ruhundan bir parçayı bırakmaz mı sandın öldürürken Anthur?" diye sordum. "Gözlerinin önünde annesini katlettiğin o çocuk senin celladın olmaz mı sandın?" "Ben-" diyecek oldu ama elimi ona doğru savurduğumda geriye doğru, korkuluklara çarptı. "Ablamı iterken benim de seni iteceğimi düşünmedin mi Firavun'un piçi!" "BEN YAPMADIM!" diye bağırdı bu sefer. Kaburgalarını kırsam da diyafram hâlâ sağlamdı. Aşağıdakiler onu duymuş olmalıydı. Kapının kırılırcasına yumruklanması ve Firavun'un "KIRIN ŞU KAPIYI!" diye bağırması da haklı olduğumun bir göstergesiydi. "ÇOK GEÇ!" diye bağırdım ben de. "NEFERTİTİ ÖLDÜ!" Gözleri donuklaştı, hareketleri donuklaştı. Göğsünü tutamadı bile. "Ne?" "Ve ben de seni öldüreceğim." Bunlar son sözlerimdi. Hızlı bir hamleyle kırık cam parçalarını göğsüne sapladım. Tam da Babi'inin gösterdiği yere. Kalbinin üzerine. Yeşil gözleri acıyla açıldı ama umursamadım, daha da derine sapladım. Annemin yeşil gözlerindeki acının mislini yaşamasını izlerken cam parçasını acımasızca çevirdim. "Gittiğin yerde anneme selam söyle, Anthur," dedim kulağına. Kapı çoktan kırılmıştı. "Ona de ki asıl katili için de döneceğim." Ayağa kalkıp askerleri karşıladığımda en önlerinde duran, korku ve şaşkınlıkla bir bana bir de kanlar içerisinde bıraktığım abisine bakan Seth'i gördüm. Hemen yanında da çatılı kaşlarıyla duran Firavun'u. "Yakalayın!" diye gürledi. Gözlerimi askerlerden çektim ve Seth'te sabitledim. Kızıl-kahve gözlerde bir şey aradım. Ne aradığımı bilmeden. Var mıydı, yok muydu anlamadım da zaten. Yutkundu sadece. Kıpırdamadı. Bu sefer gözlerimi Firavun'a sabitledim ve Seth'e baktığımdan çok farklı bir ifadeyle baktım. Saf nefretle. Önünde eğildim, geri kalktım. "Majesteleri." İki elimi iki yana savurdum, Firavun ile Seth dışındaki bütün askerleri de balkonun diğer köşelerine çarptım. "Ra'nın ışığı üzerinize olmasın." Sonra kendimi balkonun arkasından aşağı, karanlığa gömülmüş Nil'e attım. ⚜️ insan yine de wattpadi özlüyor... |
0% |