Yeni Üyelik
19.
Bölüm

|19.Bölüm| “Pembe Bulutların Üstünde”

@venus.77


Çok çok çok üzgünüm beklettiğim herkesten içten bir özür diliyorum. Bazı özel ve haklı sebeplerim dolayısıyla buraya giremedim maalesef. Bundan sonra daha düzenli bölüm atmaya çalışacağım. Hikayemize sadık kalan herkese tekrar tekrar teşekkür ediyorum iyiki burdasınız❤️‍🩹🫠

Öte yandan ülkemizde yaşanan son olaylardan sonra bölüm yazmak içimden gelmedi açıkçası. Böylesi bir vahşetin yaşanması tüm herkes gibi beni de sarstı. Tüm kadınların, çocukların, hayvanların huzurla yaşayabileceği bir Türkiye'ye ulaşmak dileğiyle...

#İkbalUzuner #AyşenurHalil


 

 

 

 

 

Dershaneden çıktıktan sonra eve doğru yürürken zihnimdeki düşünceler birbirine çarpıyordu. Çınar'a mesaj atmalı mıydım? İçimden bir ses bunu yapmam gerektiğini söylüyordu, ama bir başka ses, sanki tüm bu meselelerin üzerini kapatıp unutmamı öğütlüyordu. Ne yaparsam yapayım, bir karar vermeliydim. Bu belirsizlikle daha fazla yaşayamazdım.

Telefonumu elime aldım. Çınar’ın instagram hesabına uzun süre baktım. Mesaj atsam ne yazacaktım? İçimde bir fırtına kopuyordu, ama bunu nasıl dile getirebilirdim ki? Bir an için Eda’nın sesini hatırladım: "Yap kanka, ben arkandayım."

Derin bir nefes aldım ve titreyen ellerimle mesajı yazmaya başladım:

"Çınar, konuşmamız gerek. İkimiz hakkında. Bu arada gerçekten barıştınız mı Peri’yle? Bugünkü tesadüf kafamı karıştırdı."

Mesajı yazıp telefonumu kapattım. Göndermeye cesaretim yoktu. Eğer bu mesajı gönderirsem, her şey değişecekti. Belki de düşündüğüm gibi Çınar barışmıştı Peri'yle ve beni eskisi gibi görüyordu. Ama ya öyle değilse? Bu belirsizlikle daha fazla yaşamak istemiyordum. Ne olursa olsun, en azından cevapları bilmeliydim.

Bir süre bekledim. Mesajı göndermekle göndermemek arasında gidip geldim. Sonunda, gözlerimi kapatıp telefonumu açtım ve parmağım tereddüt etmeden gönder tuşuna bastı. Kalbim yerinden fırlayacak gibiydi. Artık geri dönüş yoktu.

Telefonu cebime fırlatıp yüzümü ellerimin arasına aldım. Beklemekten başka yapabileceğim bir şey yoktu. Çınar ne diyecekti? Cevap verecek miydi, yoksa mesajımı görmezden mi gelecekti? Kafamda bin bir senaryo dönüp duruyordu.

Bir süre sonra telefonum titredi. Kalbim hızla atmaya başladı. Ekrana baktım; Çınar'dan bir mesaj gelmişti.

"Nazlı, seninle konuşmayı ben de çok istiyorum. Bugün kafede olanlar seni yanlış düşüncelere sürüklemiş olabilir. Buluşalım, her şeyi yüz yüze konuşalım. Ama şunu bil, Peri'yle barışmadık."

Mesajı okuduğumda içimde bir rahatlama dalgası hissettim. En azından barışmamışlardı. Ama bu, her şeyin çözüldüğü anlamına gelmiyordu. Çınar’la gerçekten hislerimden emin olmak için konuşmam gerekiyordu.

Mesajı yazdıktan sonra saat ve yer belirledik. Bugün, eve geçmeden hemen önce, Eda ile piknik yaptığımız parktaki eski bankta buluşacaktık.

İçimde git gide büyüyen bir heyecan fırtınası vardı. Yıllardır abi dediğim adama, Çınar abi'ye.. belki de artık "sevgilim" diyecektim..

Aklımda hep buluşma vardı. Ne söyleyecektim, nasıl davranacaktım? Çınar’ın gözlerine baktığımda ne hissedecektim?

Otobüsle eve dönerken zaman geçmek bilmedi. Eda’ya bile anlatmadım durumu, çünkü daha ne yapacağımı bilmiyordum. Sadece düşüncelerimle baş başa kalmak istiyordum. Nihayet o tanıdık durağı gördüğümde bir hışımla indim. Eda'ya hızlı bir hoşçakal diyip koşar adım parka doğru ilerledim. Arkamdan bir şeyler söyledi ancak şu an duyamayacak kadar heyecanlıydım. Nasılsa sonra her şeyi anlatırdım.

Parkta yürürken içimde hafif bir ürperti hissettim. O eski bankı gördüğümde kalbim hızlandı. Çınar oradaydı, beni bekliyordu. Ellerini ceplerine sokmuş, yere bakıyordu. Yaklaştığımı fark ettiğinde başını kaldırdı ve gülümsedi. O an, içimdeki tüm gerginlik yerini garip bir huzura bıraktı.

Yanına oturdum. Bir süre ikimiz de konuşmadık. Sadece parkın sessizliğini dinledik, kuşların cıvıltısı ve hafif rüzgarın ağaçları sallayışı arasında kaybolduk. Sonunda Çınar, sessizliği bozdu.

"Benimle ilgili kafanda bir sürü soru olduğunu biliyorum," dedi yavaşça. "Ama seni bu kadar karışık düşüncelerle bırakmak istemem. O yüzden buradayım. Sor ne soracaksan, her şeyi açıklığa kavuşturalım."

Gözlerimi yere diktim. Nasıl başlayacaktım? Sonunda, içimde biriken sorular dökülmeye başladı.

"Peri'yle gerçekten ne oldu? O kafedeki buluşmanız... Neden bana o şekilde baktın? Ve niye Eda sorduğunda barıştık dedin?."

Çınar derin bir nefes aldı. "Peri ile ayrılalı çok oldu. Dünkü buluşma da onun isteği üzerineydi. Dostane bir şekildeydi yani. Onunla olan ilişkimiz çoktan bitti, Nazlı. Sana öyle bakma nedenim de yanlış anlamandan korktuğum içindi."

"Niye barıştık dedin o zaman?" Kırgınlığım sesime yansımıştı. Yalan söylemiş olmasına bozulmuştum, her ne kadar barışmamış olmasına sevinsem de.

Belli belirsiz bi kıkırtı kaçırdı ağzından. "Biliyorum çok çocukça ama..kıskandırmak istedim işte. Hesap sor istedim. Özür dilerim yalan söylediğim için."

Kafamı usulca salladım.
Sözleri içimde bir şeylerin kırılmasını engelledi. Rahatlamıştım ama bu, asıl sorunları çözmüyordu.

"Peki ya biz?" diye sordum fısıldayarak. "Seninle ne olacağız? Abim, aileler... Sen de biliyorsun ki durumumuz çok karışık."

Çınar bana dönüp gözlerimin içine baktı. "Nazlı, bunu çok düşündüm. Evet, durum zor. Ama benim için sen her şeyden daha önemlisin. Eğer sen de benimle olmak istersen, tüm bu engelleri aşabiliriz. Ama önce ne hissettiğini bilmek istiyorum. Benimle olmak istiyor musun?"

O an kalbim hızlandı. Ne yapacağımı bilmiyordum. Ama Çınar’ın gözlerindeki samimiyeti ve kararlılığı gördüğümde, içimdeki tereddütler yavaş yavaş silinmeye başladı. Bir adım atmam gerekiyordu.

"Ben de senden hoşlanıyorum, Çınar," dedim yavaşça. "Ama bu adımı atmak çok zor geliyor. Abimden, ailemden.. verecekleri tepkilerden korkuyorum. Ama ne olursa olsun denemek istiyorum."

Çınar’ın yüzü aydınlandı. "O zaman deneyeceğiz," dedi gülümseyerek. "Ne olursa olsun, bu ilişkiyi deneyeceğiz. Eğer bir engelle karşılaşırsak, birlikte aşacağız."

O an, sanki dünyadaki tüm karmaşa yerini bir huzura bırakmıştı. Çınar'la göz göze geldiğimizde, içimdeki tüm belirsizlikler silindi. Huzurlu bir şekilde ona baktım uzun uzun. Korkmadan, çekinmeden, yüzünün her santimini inceledim.

"Bu kadar uzun bakma..alışık değilim."dedi utanıp kafasını yere eğerken. Bir anlığına yüzünü avuçlarımın arasına alıp yanaklarını mıncırmak istedim.

"Hiç bakmayayım o zaman?"

Söylediklerimle birlikte aniden gözlerime dikti kahvelerini. Ciddi olup olmadığımı tartıyor gibiydi. Kaşları çatıldı.

"Yanlış anladın, o anlamda dememiştim."

İstemsizce gülümsedim. Koskoca adam karşımda kediye dönmüştü resmen. Yanlış anlaşılmasın ben de ölesiye utanıyordum ama onunla uğraşmak heyecanımı yenmeme yardımcı oluyordu.

"Notların hepsini okudum, sen mi yazdın gerçekten?"

"Hı hı."diyerek yüzünü diğer tarafa çevirdi. Etrafa bakınarak çenesini kaşıdı. "Yazdık işte bir şeyler."

"Teşekkür ederim..benim için çok anlamlı bir hediye oldu."

Ellerimi ceplerime soktum, hava iyiden iyiye soğumuştu. Üşüdüğümü fark ettiğini gördüğümde ceketini verir sanmıştım ancak öyle yapmadı.

"Saat geç oldu, hava da buz gibi hadi seni eve bırakayım."

Aramızda garip bir mesafe vardı. Resmi olarak sevgiliydik artık, neydi bu sebepsiz uzaklık?

"Olur."

Banktan kalkıp bizim evin olduğu sokağa doğru adımladık. Arabası parkta kalmıştı. Niye yürüyerek gelmiştik ki? Offf her şey kafamı kurcalıyor, her şeyi sorguluyordum istemsizce.

"Yarın görüşebilir miyiz?"diye sordu apartmana yaklaşırken. Etrafı gözlerimle tarayıp ailemden biri olup olmadığını kontrol ettim. Neyse ki güvendeydim.

"Bilmiyorum ki.. yarın pazar. Dershane de yok. Herkes evde olacak."

Sözlerimle birlikte düşünmeye başladı. Bir süre sonra kabullenmiş bir ses tonuyla konuştu. "Haklısın..neyse ben bir çaresini bulacağım, güven bana."

Gülümseyip kafamı sallamakla yetindim.

"Görüşürüz Nazlı, kendine iyi bak"

"Görüşürüz Çınar. Sen de."

Apartmana girip kapıyı kapadıktan sonra yaslanıp soluklandım.

BEN, ABİMİN EN YAKIN ARKADAŞI İLE SEVGİLİ OLMUŞTUM SEVGİLİ!

 

***

Üzerime binen ağırlıkla bağırarak yatakta doğruldum.


"Uykucu abla uyannnn annem sana sesleniyor hiç duymuyorsun!"

Yiğit, beni uyandırmak için odama gelmiş yatağımda zıplayarak kendini üzerime atmıştı. "Yiğit! Durrr Ahhh, karnımı acıttın eşşekkk!" Beni duymazlıktan gelip zıplamaya devam edince minik vücudunu gıdıklayıp onu durdurdum.

Komodinimde duran telefonumdan saate ilişti gözüm, 11 olmuştu. Nasıl bu kadar geç uyanmıştım? Günün yarısı bitmişti resmen. Tabi ya, dün gece heyecandan uyuyamamıştım bu yüzden ne alarmı ne de annemin sesini duyabilmiştim.

"Gel buraya yaramaz dinozor!"

Hırlayıp ellerimi yırtıcı bir kedi gibi pençe şekline getirerek Yiğit'i kovaladım. Gürültülü kahkahası tüm evi doldururken annemin sitemli sesi doldu kulaklarımıza.

"Hiç yardım etmeyin zaten ananız hizmetçi nasılsa. Anca kudurup boğuşun evde. Eşşek kadar oldunuz hala dur durak bilmiyorsunuz Allah'ım ne günahım vardı ya Rabbim?"

Yiğit'le birbirimize bakıp kıkırdadıktan sonra elimi yüzümü yıkamak için lavaboya geçtim. Mutfağa girdiğimde babam sabah kahvesiyle birlikte gazetesine dalmıştı. Annem hararetli bir halde sofrayı kuruyordu. Kapının açılma sesiyle bakışlarım hole döndü. Abim elindeki poşetle birlikte beliriverdi. Simit ve ekmeğin tazecik kokusu burnuma geldiğinde bir anlığına kendimden geçtiğimi hissettim.

"Sonunda uyanabildin mi kız cimcime seni:))))?"

Yüzümü buruşturdum. "İğrençsin abi."
Saçlarımı karıştırıp, kafamı kolunun altına sıkıştırdı.

"Şımarma şımarma"

Kendimi ondan zor kurtarırken bir yandan laf yetiştirmeye devam ettim. "Keşke bir kere de şımartsan. Anca Gökçe'yi el üstünde tut zaten."

"Seni de ilerideki eşin el üstünde tutsun"dedi gülerek yerine geçerken.

O an boğazımda büyük bir yumru hissettim. Belki de bahsettiği kişi Çınar olacaktı fakat bundan haberi yoktu abimin... Üzerime çöken utanç ve vicdan azabını savuşturmak için harekete geçtim. Elindeki poşeti alıp ekmeği ve simitleri dilimledim. Zaten hazır olan sofraya geçerken annem her zamanki "Çok ayıp" adlı şiirini okuyordu. Neymiş yenge kıskanılmazmış!

"Abla bugün parka gidelim mi?"

Yiğit'in hevesli hevesli sorduğu soru karşısında ne yapacağımı şaşırdım. Tam ona cevap verecektim ki annem konuya dahil oldu.

"Dün götürmedin ablası, bugün dersin yoksa biraz gezdir kuzumu sıkılıyor evde."

Offf! Köşeye sıkışmıştım şu an. Sırtımdan bir kaç ter damlasının usul usul süzüldüğünü hissettim.

"Tamam madem götüreyim."dedim omuzlarımı düşürüp. Anlaşılan Çınar'la görüşemeyecektik bugün.
Kahvaltıdan sonra abim Gökçe ile buluşmak üzere dışarı çıktı. Babam ise dinlenmek için odasına çekilirken Yiğit'le benim çıkmamı fırsat bilen annem temizliğe girişti.

Telefona sabahtan beri bakamadığını fark edince cebimden çıkarıp kilidi açtım. Çınar'dan hiçbir bildirim yoktu.
İçimi saran garip duyguyla birlikte telefonu tekrar cebime attım.

"Parka gitmeden dondurma da yiyelim mi ablacığım?"

Zeytin gözlerini gözlerime dikmiş, sevimli sevimli bakıyordu bana. Gülümsedim ve kafamı salladım usulca. Sevinçle ellerini çırpıp asansöre koştu. Ben de arkasından yetişip elini tuttum.

Park evimize yakın olduğundan yürüyerek gittik. Ekim ayında olmamıza rağmen hava sıcak ve güneşliydi. Gülümseyip etrafa baka baka parka vardık. Yiğit hemen salıncaklara koştu, ve sallamam için var gücüyle bağırdı.

"Geliyoruuum." gülerek bir kaç adımda yanına vardım. Onu sallarken bir yandan da Çınar'a yazıp yazmama konusunu düşünüyordum. Derken pantolonum titreyince heyecanla kavradım hemen. Mesaj Çınar'dandı.

"Günaydın güzeller güzeli Nazlı'm, kusura bakma hemen yazamadım hastanedeydik."

Yazdıklarını okurken istemsizce sırıttım. İçimi yumuşacık etmişti..ancak cümlenin sonundaki hastane kelimesi aklıma bir sürü korkunç şeyi getirdi.

"Hiç yazmayacaksın sandım bir an. Günaydın 😒 Hastane mi???"

Mesajı yazıp gönderdim ve anında görüldü oldu.

"Abla sallasanaaa!"

Mesaj yazmaktan Yiğit'i unutmuştum. Onu hızlı hızlı bir kaç kez sallayıp tekrar telefona döndüm.

"Telefonda anlatayım müsaitsen, numaranı verir misin?"

Acaba kötü bir şey mi olmuştu? Kalbim panikle çarparken titreyen ellerimle numaramı yazdım. Birkaç dakika içinde ekranda numara belirdi. Hemen yanıtlayıp kulağıma götürdüm.

"Efendim kanka?"

"Kanka mı? Haa müsait değilsin." Sesi oldukça sakin ama bir o kadar da yorgun geliyordu.

"Evet, Yiğit'i parka çıkardım, sen napıyorsun?" Bir elimle salıncağı itmeye devam ediyordum.

"Merve rahatsızlandı gece, ateşlendi. Annemle birlikte hastaneye götürdük, sabahladık. Daha şimdi gelebildik eve."

Küçük kız kardeşinden bahsediyordu.
"Çok geçmiş olsun, iyi mi şimdi? Nesi var neden ateşlenmiş?"

"Geçen hafta halamlar götürmüştü yanlarında, havası değişsin diye. Gelir gelmez hastalandı. Grip olmuş ama, iyi şimdi."

Rahatlamış bir şekilde nefes verip "Ohh çok şükür, geçmiş olsun tekrardan."dedim.

"Teşekkür ederiz yengesi."

Kalbimdeki tüm kan yanaklarımda toplanmış gibi alevler içindeydim sanki. Yengesi mi demişti o?

"Biraz uyusam senin için sorun olur mu?"

"Olmaz tabii, dinlen güzelce. Görüşürüz sonra."

"Trip değildir umarım bu?" İmalı sesi sinirimi bozsa da hiç bozuntuya vermedim. "Değil tabi ki, hadi uyu bakalım." Ve telefonu kapattık.

Bencillik ettiğimin farkındaydım ancak bugün buluşamayacak olmak canımı sıkmıştı. Gerçi onun elinde değildi tabi bu durum ama, yine de üzülmüştüm işte.

"Abla sıkıldım, duralım."

Salıncağı durdurup Yiğit'in inmesini bekledim. O diğer oyuncaklara yönelirken ben de bir banka oturup onu seyrettim.

"Yiğiiiiiiiiiit!"

Arkamızdan yükselen cıvıl cıvıl sesle birlikte şok içinde sesin geldiği yöne döndüm. Merve, koşarak Yiğit'in yanına ulaştı. Kafam karışmıştı, tek başına nasıl gelebilmişti buraya?

"Birine mi baktınız hanımefendi?"

"Çınaaar...." Yiğit'in bizi izlediğini bildiğimden "abi."diye ekledim hemen. "Hani uyuyacaktın sen?" Yanıma gelip banka oturdu.

"Merve Yiğit'i çok özlemiş, parka gelelim dedik."

Adını duyunca Çınar'a el salladı Yiğit. Gülümseyip Merve ile birlikte oyuna daldılar. Birazcık tehlikeli de olsa buluşma buluşmaydı sonuçta!

Çınar'a baktığımda göz altlarının morardığını fark ettim. Saçları dağılmış, gözlerinden uyku akıyordu. İçimden oluk oluk akan merhametle gülümsedim kocaman.

"Sen bu güzel bakma işini biraz fazla abarttın sanki?"

Utanıp kafamı çevirdim hemen. Yorgunluğu sesine de işlemişti. Banka doğru uzattığı elinin serçe parmağı elime değince irkilsem de heyecanımı dizginleyip elimi ona doğru yaklaştırdım. Parmaklarımız birbirine değiyordu şu an. Parmağından yayılan sıcaklık tüm vücudumu etkisi altına almıştı.

"Seni özledim."

Fısıltılı sesi kulaklarımda dolaşırken ne diyeceğimi bilemedim. Gözüm bir anlığına Merve ve Yiğit'e takıldığında salıncağa ayakları üzerine çıkıp dik bir şekilde sallandıklarını fark ettim. Bir hışımla kalkıp yanlarına koştum hemen.

"Yiğiiiit! Merveee! Ne yapıyorsunuz!"

Beni duyunca ikisi de korkup oturdular hemen. Düşebilecekleri ihtimali beni çok korkutmuştu, bu çocuklar nereden öğreniyordu böyle şeyleri?

"Nazlı ablanız haklı, çok tehlikeli bu yaptığınız!" Çınar da arkamdan yetişip onları paylayınca ikisi de mahçup mahçup özür dilediler.

"Bu kadar park yeter, yürü bakalım Yiğit efendi doğru eve!"

Yiğit, yüzünü asıp oflayarak salıncaktan indi. Merve de ona katılıp üzgün gözlerini gözlerime dikti.

"Nazlı abla, biraz daha oynayalım lütfen? Bir daha yapmayacağız söz."

Kaşlarımı çatıp düşünmeye başlamıştım ki Çınar konuştu.

"Evet Nazlı ablası, biraz daha oynasınlar çok özlemişler birbirlerini."

Muzip gülüşünün altında yatan imayı anladığımda çaktırmadan bir çimdik attım koluna. Aklı sıra çocuklardan örnek verip kendinden bahsediyordu.

"İyi madem oynayın biraz daha. Gözüm üstünüzde ama!"dedim işaret parmağımı onlara doğru sallarken.

Oyunlarına geri döndüklerini görünce banka geri döndük. Yerimize oturduğumuzda canımın sıkıldığını fark ettim. Rahat rahat konuşamıyor, birbirimize bakamıyorduk bile. Hep böyle mi olacaktı?

 

 

 

 

 

Loading...
0%