Yeni Üyelik
20.
Bölüm

|20.Bölüm|”Kutsal Cumartesi”

@venus.77

Çınar, yüzümün düştüğünü fark ettiğinde çocukları kontrol ettikten hemen sonra kolunu oturduğum bankın sırtına yasladı. Uzun parmaklarına saçlarımın uçlarını dolarken fısıltıya yakın sesiyle "Sıkma canını lütfen, bizim için güzel planlarım var güven bana."dedi.

Derin bir nefes alıp verdim. Ona güvenmek istiyordum ve sözünün eri birisi olduğunu bilmek iyi hissettiriyordu.

"Hep böyle mi olacağız? Gizli saklı, kıyıda köşelerde... Rahatça göz göze bile gelemiyoruz.. Ne kadar zor olacak farkında mısın?"

Yerinde doğrulurken kolunu çekip cebine attı elini. Sigaraya yönelirken onu durdurup kolunu tuttum. "Çok fazla içiyorsun, yapma."dedim utana sıkıla.

"Bırakacağım zaten." diyerek geri cebine tıktı paketini. "Her şeyi bilerek ve göze alarak çıktım bu yola Nazlı. Bu dünyada senin için yapamayacağım hiçbir şey yok anla artık bunu."

Sesinde hem öfke hem de savunma vardı sanki. Kızmış gibiydi. Onu vazgeçirmeye çalıştığımı sanıyordu ancak benim niyetim gerçekçi olmaktı sadece.

"Abinle konuştum."

Kafamı aniden ona çevirip şaşkınlıkla yüzüne baktım. "Ne? Ne dedin abime?" Oldukça rahat görünüyordu anlaşılan bizle ilgili konuşmamıştı.

"2 hafta sonra bizim okulun sonbahar festivali olacak. Kampüste bunun için alan kuruldu. Gökçe'yle seni de alarak o festivale katılmayı teklif ettim."

"Eeee ne dedi abim?"meraklı gözlerle ona bakmaya devam ettim. Tebessümü tüm yüzüne yayıldı.

"Kabul etti tabiki. Sadece tek sıkıntı annenlerden izin almanız gerekecek çünkü bu festival iki gün sürüyor yatılı olacak yani."

Hevesim kursak denilen o meşhur yerde kalmıştı işte. Annemler hayatta izin vermezdi. Daha en yakın arkadaşımın evine bir kaç saatliğine gitmeme bile zorluk çıkarmışlardı. Yüzümü astım istemsizce.

"Sınav senendesin, dershanen var.. aileni de tanıyorsun.. elimden gelen bu kadar.. keşke seni çekip çıkarabilsem, özgürce istediğin gibi yaşasan benim yanımda.."

Yanaklarımın ısındığını hissettim. Yutkunup kafamı çocuklara doğru çevirdim. Kendi dünyalarındaydılar sanki, etraftaki herkesten ve her şeyden soyutlanmış oyun oynuyorlardı sadece.

"Üzüldüğünü görmeye dayanamıyorum."

Elinin sıcaklığını sırtımda hissettim. Saçlarımı okşuyordu. Gevşemiş ve bu anın tadını doyasıya çıkarmak istercesine hiç kıpırdamadan duruyordum öylece.

"Aslında benim aklıma bir fikir geldi."dedim yüzümü ona çevirip. Gür kirpiklerinin arasından ışıldayan kahvelerini incelerken ne diyeceğimi unutmamak için hemen devam ettim söyleyeceklerime.

"Cumartesileri öğleden sonra dershaneye gitmeyeceğim artık. Nasılsa tüm hafta gidiyorum, notları da Eda'dan alırım. Tüm gün bizim olur."

Sevinçli sevinçli ona bakmaya devam ederken birden suratı asıldı.

"Sevinmedin sen? Ama niye?"

Derin bir nefes alıp "Benim için dershaneyi, sınavını ikinci plana atma Nazlı. Önce okulun, sonra ben. Bunu yapmana izin veremem."dedi kararlı bir ses tonuyla.

"Abartma istersen okulu bırakıp sana kaçayım demedim Çınar. Sadece yarım gün dershanem var onu iptal edeceğim. Her türlü telafi ederim."

Beni hiç duymamış gibiydi. Çok sinirlenmiştim bu haline. Madem beni seviyordu, neden görüşebilmek için bulduğum çözümü beğenmiyordu? Ne istiyordu ki, görmeden görüşmeden sevgili olmayı mı?

Batuhan'layken okulda görüşüyorduk o mezun olana kadar. Daha sonrasında azalmıştı yüz yüze buluşmalarımız, haliyle telefondan iletişim kurabilir hale gelmiştik. Çınar'la farklı olacağını düşünmüştüm oysa...

Kıyaslama yaptığım için kendi kendime kızarak bu konuyu kafamdan savuşturdum. Çınar da sigarasını yakmış, tabiri caizse kara kara düşünüyordu.

"Sen beni sevmiyorsun ya.. anladım ben. Görüşmek istemiyorsun da. Derdin ne senin?" Sonunda dayanamayıp patlamıştım.

"Nazlı, anlamıyorsun.. Bak ben seni her şeyden ve herkesten çok seviyorum. Senin için çocukluk arkadaşımı kaybetmeyi göze aldım ben. Tek derdim ileride pişmanlık duyup keşke dememen."

"Bence çok saçma. Ben ayarlayacağım diyorum, derslerime çalışacağım. Yarım gün ya, Allahın bir yarım günü. Ne olacak sanki? Planların mı bozuldu hayırdır, randevun mu vardı?"

Suçlamam hiç hoşuna gitmemişti. Kaşlarını çatıp yanımdan kalktı. İlerideki ağaçlara doğru yürümeye başladı.

Çınar birkaç adım attıktan sonra durdu, ellerini cebine sokup yere baktı. Hafifçe başını iki yana salladı, kendi içinde bir şeyleri tartışıyor gibiydi. Yanına gidip omzuna dokundum, ama bana bakmadı. Bir an ikimiz de sessiz kaldık. Sonra derin bir nefes alıp gözlerime döndü, bakışlarında derin bir kırgınlık vardı.

“Bak Nazlı, senin beni anlamanı istiyorum. Senin iyiliğini istiyorum. İkimizin iyiliğini. Hayat sadece bugünden ibaret değil. Ben seni düşündüğüm için böyleyim, inat ediyorum. Eğer her şeyden vazgeçip, sadece birbirimize odaklanırsak ileride çok daha zor olacak.”

Sesinde bir şeylerin değiştiğini fark ettim. Bu defa ne bir savunma ne de öfke vardı, sadece yorgunluk. Yavaşça başımı sallayıp onun söylediklerini anlamaya çalışıyordum, ama kafam karışıktı. Her şeyi göze alarak ilerleyeceğimize inanıyordum, şimdi ise sanki bir duvar örüyormuş gibi hissediyordum.

“Seninle vakit geçirmek istiyorum, bunu anlamıyor musun? Beni önemsemediğini düşünüyorum artık,” dedim, sesimdeki hayal kırıklığını saklayamadan. O an gözlerinde bir şey kırıldı. Gözlerini kapattı, derin bir nefes aldı ve sonra sessizce konuşmaya başladı.

“Ben seni her şeyden çok önemsiyorum. Ama biz bu şekilde devam edersek ne olacak biliyor musun? Birbirimizi daha çok yıpratacağız. Sen derslerini bırakacaksın, ben sürekli vicdan azabı çekeceğim. Bu işin sonunda kimse kazanmayacak. Gelecekte senin için en iyisi neyse onu yapmaya çalışıyorum, sadece aşkın büyüsüne kapılıp hayatımızı mahvetmek istemiyorum.”

Sözleri ağırdı, bir tokat gibi çarptı bana. Sessizce gözlerimi yere diktim. Haklı mıydı? Bir yandan doğruyu söylediğini biliyordum, ama diğer yandan neden her şey bu kadar zor olmak zorundaydı ki? Gözlerim dolmaya başladı ama ağlamak istemiyordum, güçsüz görünmek istemiyordum.

“Peki ne yapacağız o zaman? Sürekli böyle mi kalacağız? İkimiz de mutsuzken nasıl devam edeceğiz?” dedim kısık bir sesle.

Çınar, sessizce yanıma gelip elimi tuttu. Elini sımsıkı kavradım, ama bu temas bizi birbirimize daha da yakınlaştırmak yerine sanki içimizdeki mesafeyi daha da belirgin hale getirdi. Yüzüme baktı, gözlerinde kararlılık vardı.

“Bir yolunu bulacağız Nazlı, ama bu şekilde değil. Hem senin için hem benim için doğru olanı yapacağız. Sadece sabırlı olalım. Biz güçlü bir şey kuruyoruz, acele etmeden…”

Bir anlığına kelimeler boğazımda düğümlendi, ne diyeceğimi bilemedim. Hem korkuyordum hem de güvenmek istiyordum ona.

Çınar’ın söyledikleri beynimde yankılanırken, kalbimde bir sıkışma hissettim. Sabır… Sabretmek… Hayatımda sabretmek zorunda olduğum o kadar çok şey vardı ki. Beni anlayan biri olduğunu bilmek içimi rahatlatsa da, bu belirsizlikle nasıl başa çıkacağımı bilmiyordum.

“Sabretmek kolay mı sanıyorsun?” dedim sonunda, biraz da sitemle. “Ne kadar süre daha böyle devam edecek? Nereye kadar sabretmemiz gerekecek? Ben sadece seninle olmak istiyorum. Bu kadar zor mu yani?”

Çınar, gözlerini benden ayırmadan derin bir nefes aldı. “Biliyorum, zor,” dedi. “Ama her güzel şeyin bir bedeli vardır. Eğer hemen her istediğimizi alırsak, ona gerçekten değer verir miyiz? Şu an sabretmek zorundayız ki ileride gerçekten huzurlu olabilelim.”

Sözleri mantıklıydı ama kalbimle mantığım arasında sıkışıp kalmıştım. Onunla daha fazla vakit geçirmek istiyordum, ama onun her defasında mantık sınırları içinde kalması beni yıpratıyordu. Çınar’ı kaybetmekten korkuyordum, ama bu mesafeyle başa çıkacak gücü de bulamıyordum.

“Belki de…” dedim duraksayarak, “Belki de seninle görüşmek istememin sebebi, senin bana yeterince güvenmediğini hissetmemdir. Beni hep böyle geri itiyorsun. Sanki ben senin sorumluluğunmuşum gibi hissediyorum. Ben bir çocuk değilim, Çınar. Senin yanında olmak istiyorum, bu kadar.”

Çınar bir an sessiz kaldı. Söylediklerim onu etkilemiş gibiydi. Kaşlarını hafifçe çatıp yere baktı, derin düşüncelere daldı. Sonra başını kaldırıp gözlerime baktı, gözlerinde bir tür mahcubiyet vardı.

“Haklısın,” dedi sonunda, sesi alçalmıştı. “Belki de sana fazla korumacı yaklaşıyorum. Seni kaybetmekten korktuğum için böyle yapıyorum. Ama anlıyorum ki seni bu şekilde daha çok uzaklaştırıyorum.”

 

Bir anlığına sanki bir şeyler çözülüyormuş gibi geldi. Sanki ikimizin de içindeki duvarlar çatlamaya başlamıştı. Onun da benim kadar korktuğunu görmek bir parça içimi rahatlattı. Ama yine de kafamın bir köşesinde bu ilişkinin ne kadar süreceği sorusu dönüp duruyordu.

“Peki, ne yapacağız?” diye sordum. “Sen böyle devam etmemizi istiyorsun ama bu beni yıpratıyor. Bir çözüm bulmalıyız.”

Çınar hafifçe gülümsedi, elimi bıraktı ve omzuma hafifçe dokundu. "Tamam,” dedi. “Her şey senin dediğin gibi olsun bakalım. Ama eğer ders notların düşerse, başarın sekteye uğrarsa bozuşuruz ona göre hanımefendi"

“Merak etme,” dedim sonunda. “Hem derslerime yetişeceğim hem de bize. Sen yeterki beni daha fazla itme. Bunu kaldıramam.”

Başını salladı, “Sana söz veriyorum,” dedi yumuşak bir sesle.

 

Bir süre sessizce oturduk, her ikimiz de düşüncelerimizle meşguldük. Güneş yavaş yavaş ufka yaklaşırken, çocukların neşeli sesleri havada yankılanıyordu. İçimdeki karmaşa yerini hafif bir huzura bırakırken, bu anın sonsuza kadar sürmesini istedim.

“İstersen çocuklara bakmaya devam edelim,” dedim yavaşça. “Onlar mutlu en azından.”

Çınar da başını sallayıp hafifçe gülümsedi. “Evet, en azından onlar mutlu…”

 

***
 

Akşamüzeri, yemekten sonra hepimiz salonda otururken Yiğit farkında olmadan pot kırmıştı. Çınar ve Merve ile parkta olduğumuzu, onlar oynarken bizim de bankta oturup konuştuğumuzdan bahsetmişti. Neyseki kimse şüphelenmemişti bu durumdan. Çınar'a ve bana o kadar güveniyorlardı ki.. akıllarının ucundan bile geçmiyordu kimsenin. Bu durum vicdanen beni mahvetse de kalbime karşı koyamıyordum işte.

Duygularımın büyüklüğü ne boyuttaydı emin değilim ama ona karşı gerçek bir şeyler hissediyordum. Güven, huzur, heyecan..hepsini aynı anda tattırıyordu bana.

Küçükken çocuksu bir hayranlıkla peşinden koştuğum o adam, şu an elimi tutuyor bana güzel sözler söylüyor gözlerimin içine anlamlı anlamı bakıyordu. Ne garipti hayat.

***
 

Günler birbirini kovalamış, tüm hafta göz açıp kapayıncaya kadar geçmişti nihayet. Hayattaki tek gayem cumartesi günlerini beklemek olmuştu. Eda'ya durumu anlatmış onun da desteğini alarak planımı hayata geçirmiştim. Ailem dershanede olacağım diye bilecekti. Bu benim için büyük riskti aslında,yine de başka bir çözümüm olmadığı için mecburen bunu yapmak zorundaydım.

Sabah erkenden uyanıp hazırlandıktan sonra kimseyi uyandırmadan evden çıktım. Aşağı indiğimde Çınar'ı aradım, bir kaç çalışın ardından açtı. Sesi boğuk geliyordu anlaşılan yeni uyanmıştı.

"Uyanamadın mı hala uykucu? Ben çoktan hazırlandım apartmanın önünde bekliyorum."

"Sana da günaydın güzelim, saat sabahın sekizi daha."

Yerimde duramadığımdan yakınlardaki parka doğru yürümeye başladım bir yandan da ne cevap vereceğimi düşündüm. Böyle de çok hevesli gibi görünmüştüm galiba.

"Gün ne kadar erken başlarsa o kadar çok vaktimiz olur diye düşünmüştüm kusura bakma."

Sesim sonlara doğru çatallaşmıştı. Kırgınlığımı yansıtmıştım yine. Of! Hiçbir duygumu kamufle edemiyordum artık.

"Gün erken de başlasa geç de başlasa senin yanındayken hıphızlı geçecek güzelim o yüzden çok kasma."

Ne? Dalga mı geçiyordu benimle?

"Tam güzel bir söz söylüyorsun ardından yine sinir ediyorsun insanı. Gıcıksın ya! Gelmiyorum ben dönüyorum eve!"

"Tamam tamam kızma, geldim hemen."

"İstemez. Hadi bay."

Telefonu kapatıp kollarımı göğsümde kavuşturdum. Cumartesi sabahı, karga b**unu yemeden uyanıp hazırlanmış, Prenses Çınar hazretlerini bekliyordum bankta. Aman ne güzel!

Soğuk hava yüzümü hafif hafif keserken, montuma iyice sokulmaya çalıştım. Telefonum çaldı o sırada. Ekranda Çınar'ın adını gördüğümde geçmeyen öfkem nedeniyle aramayı reddettim.

Israrla aramaya devam etti ancak sessize alıp telefonu cebime attım. Yaptığı belki basit bir hata gibi görülebilirdi ancak buradaki mevzu benim için, bizim için göze alabildikleriydi. Aileme rağmen, sınav senem olmasına rağmen, sıcacık yatağımda uyuyabilecekken...

Gözlerimin önüne gelen soğuk parmaklar yüzünden korkuya kapıldım. Bu samimi hareketi umarım tanıdığım biri yapıyordur diye dua ederken Çınar'ın sesi doldu kulaklarıma.

"İnatçı keçi seni! Niye bakmıyorsun telefona az daha evinize çıkacaktım. Neyse ki son anda aklıma bu park geldi."

Parmaklarını itip banktan kalktım. Sinirli sinirli ona bakıyordum. "Zahmet olmuş."dedim hala yargılayan bakışlar atarken.

O güzel gözleriyle o şekilde bakmaya devam ederse tam şu anda, şuracıkta, bir kar tanesi misali eriyiverecektim. Kendine gel Nazlı! İndirme yelkenleri! Dik dur kızım.

"Özür dilerim bitanem, annemler şüphelenmesin diye erkenden çıkmak istemedim. Sorgulayacak çünkü normalde geç uyanıyorum."

Açıklaması mantıklı gelse de gardımı indirmedim. Kafamı sallamakla yetindim sadece.

"Gerçekten özür dilerim eşşeğim ben. Bu soğukta beklettim seni. Söz veriyorum bir daha olmayacak güzelim."

Yanıma yaklaşıp ellerimi avuçlarına aldı. "Üşümüşsün."dedi ısıtmaya çalışırken. Banktan kalkıp üzerindeki ceketi çıkarttı ve omuzlarıma astı. Onu durdurmaya yeltendim ancak güçlü kollarına direnmem imkansızdı.

"Arabaya geçmezsen hastalanana kadar böyle beklerim burda."

"Sen gerçekten delisin Çınar!"

"Aksi mümkün değil zaten."

Gülerek, arkamdan itmesine izin verdim ve kaldırımın kenarında duran arabasına doğru adımladık. Kapıyı açıp binmem için beklediği sırada ceketi çıkarıp ona verdim. Arabanın içi sıcacıktı. İçimdeki titreme yavaş yavaş yerini mayışma hissine bırakırken Çınar çoktan yerine kurulup sürmeye başlamıştı bile.

Yine nereye gideceğimizi bilmediğimden yolu izlemek yerine onu izlemeye karar verdim. Arada bir benden tarafa dönüp göz kırpıyor, ufak ufak gülümsüyordu. Neşeli bir şekilde yabancı şarkılardan mırıldanmaya başladığında hayranlıkla dinledim onu. Sesi gerçekten güzeldi ve paleti o kadar genişti ki, her türden şarkıyı sığdırabilirdi rahatlıkla. Pop, yabancı, rap hatta Türk sanat müziği bile..

Allah'ım sen aklıma mukayyet ol. Adamı tanıdıkça yeni ve harika bir özelliği daha çıkıyor ortaya..

Sen şaka mısın Çınar Demirer?

"Son derece gerçeğim küçük röntgenci."

Ne? Düşünceleri de mi okuyabiliyordu? Lan? Euzu-

"Hahaha..kızım güldürme beni. Kendi kendine mi konuşuyordun sen..hahaha."

Hay ağzımı...! Bunu da mı duymuştu Allah kahretsin ya!!!!

***
 

Keyifli bir yolculuğun ardından, ilanı aşk ettiği o tepeye varmıştık. Hiç sorgulamadım ve konuşması için ona baktım.

"Geçen geldiğimizde birimiz üzgün ayrılmıştık buradan.."dedi etrafına bakınırken. "aklımızda böyle yer edinsin istemedim."

"Çınar yaa."kafamı önüme eğip saklandım kendimce. "Bile isteye yapmadım ki.."

Elini uzatıp boşta olan elimi kavradı. Uzun parmakları, küçük parmaklarımın arasına kenetlenirken diğer eliyle çenemi nazikçe tutup kendine doğru çevirdi.

"Biliyorum güzelim. Açıklama yapmana gerek yok."

Yutkunup koyulaşan göz bebeklerine baktım. Gözlerini her kırpışında kalbime bir ok saplıyordu sanki. Delici bakış dedikleri bu olsa gerekti. Yıllarca öylesine baktığım o gözler şu an bana aşkla bakıyordu inanılır gibi değil.

Oturduğu yerde kıpırdanıp bana doğru biraz daha yaklaştığında kalbim yerinden çıkacak gibiydi. Tüm vücudum titriyordu adeta. İstemsizce geri geri kaçmaya çalıştım ancak boşta olan elini belime yerleştirip beni durdurdu.

"O kadar güzel, o kadar narinsin ki.. bakmaya bile kıyamıyorum ancak sana dokunmak istiyorum, sürekli temas halinde olmak.. bana aklımı kaçırtacaksın be kızım.."

"B-ben susadım. Su var mıydı Çınar ab-ay Çınar yani Çınar demek istedim özür dilerim."

Heyecandan saçmalamam hoşuna gitmiş olmalı ki, küçük bir kıkırtı kaçırdı ağzından. Ardından torpidoya eğilip içinden pet şişe çıkardı. Kapağını da açıp bana uzattı içmem için.

Suyu alıp içsem mi yoksa başımdan aşağı döksem mi bilemedim. Ateşler içinde yanıyordum yahu! Batuhan'la yaptığımız max yakınlaşma el ele tutuşup yürümek bazen sarılmak en fazla yanak yanağa öpüşmekti. Ama Çınar.. öyle bir bakıyordu ki, üzerine atlamak istiyordum.

Birkaç yudum alıp torpidoya geri bıraktım. Elimi nereye koyacağımı bilemediğimden kucağımda birleştirdim.

"Nazlı, rahatla lütfen. Senin istemediğin hiçbir şey yapmam sana. Sen nasıl istersen öyle ilerleriz ama hiç tanışmıyormuşuz gibi durma öyle."

"Seni tanımıyorum ki.."dedim bakışlarımı ona çevirip. "Çınar abiyi tanıyorum sadece. Abimin en yakın arkadaşı, Merve'nin abisi, Fenerbahçeli ve üniversiteli olan Çınar abiyi. Çınar'ı tanımıyorum."

Gözleri gözlerimi bulduğunda "Tanışalım o zaman, ben Çınar."diyerek elini uzattı. Gülerek tokalaştım. "Bunu kastetmediğimi biliyorsun."diyerek işaret parmağımı ona doğru salladım.

"Tanıyacaksın zamanla. Neyse sen şimdi biraz otur dışarısı soğuk, ben hemen geliyorum."diyerek kıpırdandı yine.

"Nereye? Ben de geleyim dur-"

"Sakın inme soğuk dedim."

Ofladım ve sıkıntıyla onu beklemeye başladım. Zaman geçmek bilmiyordu sanki. Telefonumu alıp kurcalamaya başladım. Reels izleyerek vakit öldürdüm biraz. Nihayet dayanamadım ve arabadan inmeye karar verdim tam o anda Çınar kapıyı açtı.

Dışarı çıkıp ne yaptığını anlamaya çalıştım ancak görünürde bir şey yoktu. Uzattığı elini sıkıca tuttum ve yürümeye başladık.

Biraz ilerlediğimizde bir çadır ve hemen önünde yanan küçük bir soba görüş alanımıza girdi. Hmm çadır fantezisi ha? İçimdeki küçük kalt*ğı susturup etrafı incelemeye devam ettim. Çınar çadıra doğru geçip elimi bıraktı. Fermuarını açıp eliyle içeriyi işaret etti. 5-6 kişinin rahatça sığabileceği genişlikte kamp çadırı gibiydi. Kafamı eğip içeri geçtiğimde güllerle bezeli olduğunu fark ettim. Battaniye, küçük peluş oyuncaklar, güller ve marşmelov vardı karşımda. İçim yumuşacık olmuştu bu jest karşısında.

"Çınaaaar."dedim dolmaya yer arayan gözlerimi ona dikip. "Hangi ara hazırladın burayı..Ateş bile yakmışsın.."

"Şşşş sadece keyfini çıkar."diyerek eğildi ve yanıma geldi. Sobaya yakın olacak şekilde oturup battaniyeyi üzerimize aldık. Kolunu uzatıp bana yer açtığında hiç tereddüt etmeden sokuldum. İçim huzurla doluydu..

Saçlarımı kokladı ve ardından uzunca öptü. Elimi beline dolayıp iyice yaklaştım ona doğru.

"Ne güzel kokuyor saçların..utanmasam yiyeceğim."

"Şampuan kokusudur."diyerek kafamı göğsüne yasladım. Asıl güzel kokan oydu ve biraz daha böyle kalırsak ben yiyecektim onu.

"İnsan mutluluktan delirir mi?"

Sorduğu sorunun ardından bir süre sessiz kaldık. Nihayet söyleyeceklerimi toparladım ve tam gözlerinin içine bakarak şunları söyledim.

"Delirmek için güzel sebep."

Bana doğru yaklaşıp aramızdaki mesafeyi kapattı. Yanaklarıma burnunu sürterek tüm yüzümde dolandı. Hızla inip kalkan göğsüm beni ele veriyordu. Çok heyecanlanmıştım yine!

Yanaklarımda gezinen dolgun dudakları yavaşça dudak kenarıma doğru gelirken fısıltıya yakın sesiyle konuşmaya başladı.

"Güzel olan sensin."

Dudakları, nihayet dudaklarıma değdiğinde ne yapacağımı bilemez bir halde dondum kaldım. İstiyor muydum? Evet. Ancak şu an istesem de hareket edemiyordum. Küçük ve sık öpücükleri hala devam ederken duraksadı ve kafamı göğsüne bastırdı. Kollarının arasında sıkıca ona sarılırken buldum kendimi.

"Düzeltiyorum, güzel olan sensin ve sana dair her şey."

Merhaba sevgili okuyucularım. Nasılsınız, umarım keyifleriniz yerindedir çünkü benimki uzun zamandır yerinde değil 🥲

İşim, ev işlerim ve sağlık sorunlarım yetmezmiş gibi bir de kitappad uygulaması sorun çıkarttı. Günlerdir bölüm atamıyorum. Nihayet uygulamayı silip geri yükleyip bir şeyler denerken bölümü yayınlayabildim.

Şu ana kadar burda olan herkese tek tek teşekkür ediyorum iyiki varsınız😍 sizi çok seviyorum diğer bölümde görüşmek üzere 👋

Güzel yorumlarınızı eksik etmeyin lütfen🌸


 

 

Loading...
0%