Yeni Üyelik
13.
Bölüm

Delalamın

@verahare

Banyodaki aynanın karşısına geçmiş saçlarını yana doğru kıvırıyor, dudaklarının arasına sıkıştırdığı tel tokalarıyla saçlarını sabitliyordu Fidan. Aynaya bir adım daha yaklaşıp yüzünü inceledi. Morluklardan eser kalmamıştı. Taze yüzünde pembemsi yanakları ışıl ışıldı. Makyaj yapmasına gerek kalmamıştı artık. Üzerinde saç telleri bulanan tarağı temizleyip, çöpe attı. Banyodan çıkıp odasındaki boy aynanısının karşısında dikildi. Gülümseyen gözleriyle aynadaki aksine baktı. Beyaz fırfırlı kayık yaka tişörtü sarı renkli bileklerinin biraz üstünde olan pileli eteğiyle uyum içindeydi. Neşe'yle birlikte mağazadan aldıkları açık kahverengi, bileklerinde rengarenk püskülleri olan sandaleti kutusundan çıkarıp giydi ayaklarına. Dönüp bir kez daha baktı kendisine. Karnına dokundu. Aniden midesi kıpırdadı. Bu sefer kusmadı. Mide bulantıları hayatının bir parçası olup çıkmıştı. Bacakları ayrılmış hasta yatağında uzanmış gördü kendini bir an. Yüreği ağzına geldi. Kahredici bir şey bu. Bebeği doğup kucağına aldığında bile bu kötü anı hatırlayacak. Şimdi olduğu gibi kahrolacak. Yüreği zalim birinin yumruğu arasında ezilir gibi ezilecek. Bebeğiyle birlikte iyileşeceğine dair inançları, tıpkı ağaçların toprağa karışıp kuvvetle sarılıp büyüdükleri gibi büyüyordu içinde. "Garip bir duygu bu."diye geçirdi içinden. İçinde bir insan büyümekteydi. Kime benzeyecek acaba. Kendisine benzemesini her şeyden çok istedi. Sonra yalvarır gibi,

 

"Lütfen ona benzemesin." diye üzgünce mırıldanıp, komodinin üstündeki siyah kol çantasını alıp odasından çıktı. Bugün dikiş kursunun ilk günüydü. Geç kalmak istemiyordu.

 

Neşe'nin evine geldiğinde Fidan'ı kapıdan çıkarken görüp,

 

"Neşe evde mi?" diye sordu Cihan.

 

"Evde." deyip merdivenleri inmeye başladı Fidan. Birden dönüp, "Şimdi uyuyor. Gece geç uyudu galiba. Yoksa şimdiye kadar çoktan uyanmış olurdu." başını eğip çantasını açtı. Anahtarı çıkarıp, "Al." deyip Cihan'a uzattı.

 

Cihan birkaç adımda basamakları inip anahtarı aldı. "Çok sağol." dedi.

 

"Önemli değil."

 

Fidan gittikten sonra dönüp, anahtarı kapının gözüne sokup çevirdi. Salonun ortasında durdu. Sonra kapalı kapılara göz gezdirmeye başladı. Hepsini açtı. En sonki kapının önünde durup derin bir soluk aldı. Kapının kulpunu yavaşça indirdi. Adımlarını odanın içine attığı anda geniş bir yatak gözünün önünde belirdi. Neşe sırtı dönük bir şekilde uyuyordu. Siyah geceliği bacaklarının üstüne sıyrılmıştı. Üstündeki çarşaf dağılmış bir kısmı yataktan sarkmış vaziyetteydi. Çarşaf sadece belini örtmekteydi. Sırtının ortasında hafif bir çukur, ince bir çizgi halinde aşağılara kadar uzanıyordu.

 

Yanına gitti. Çarşafı tamamen üstüne getirip, sarıp sarmaladı onu. Pencerenin yanındaki sandalyeyi alıp, başucuna oturup yüzünü seyre daldı. Eğilip alnını öptü. Elindeki papatya demetinden bir papatyayı alıp, Neşe'nin yüzünde hafifçe dolaştırmaya koyuldu. Yüzünü öbür yana çevirince Cihan gülümsedi. Yatağın kıyısına oturup yüzüne eğildi. Yine dolaştırdı papatyayı yüzünde. Neşe'nin yüzü tatlı bir halle şekilden şekile girdi. Dayanamayıp öptü yüzünü. Şaşkın siyah gözlerle karşılaşınca,

 

"Bu ne derin uykudur Neşe hanım!" dedi papatyaları uzatırken.

 

Neşe doğruldu. Çarşaf, omuzlarından düşünce dolgun göğüslerinin üst kısımları göründü. Zarif köprücük kemikleri ince bir nakış gibi omuzlarını süslüyordu. İçinde onları öpme isteği duyuyordu Cihan.

 

Burnunu papatyalara değdirip kokladı uzun uzun. "Hoşgeldin." deyip adamın ellerini kavrayıp dizlerinin üstünde doğrulup, yanaklarını öptü Neşe.

 

"Günaydın delalamın. (Güzelim)"

 

Neşe merakla gülümseyip, "Ne dedin?" deyip Cihan'a baktı.

 

Yine öptü köprücük kemiklerini. Onun sıcaklığıyla sarhoş oldu adeta. Nefesinin sıcaklığı Neşe'nin omuzlarını yaktı. Başını kaldırıp gözlerine baktı. Bakışları Neşe'nin içini titretti. "Güzelim dedim sana." dedi. Boynundan akıp gitti öpücükleri. İncecik ellerin belini kuvvetle sardığını hissetti.

 

"Delalamın kulağa hoş geliyor." diye mırıldandı Neşe.

 

"Sen... sen sarhoş ediyorsun beni." dedi Cihan inler gibi bir sesle. Neşe'yi bırakıp ayaklandı.Kızıllaşmış tatlı yüzüne bakıp, "Sen giyin. Ben çıkıyorum." deyip çıktı odadan.

 

Birden gülümsedi. Gidip yüzünü yıkadı. Üzerini değiştirmeye koyuldu. Gardıroptan keten buz mavisi pantolonunu çıkarıp giydi. Üstüne beyaz straplez atlet ve gömleğini giymeye başladı. Gömleğin düğmelerini iliklemedi. Saçlarını istemeye istemeye taradı. Papatya demetinin saplarını ipe dolayıp bağladı odasındaki duvara. Yatağın karşısına astı onları.

 

"Fidan nerede?"

 

"Merdivende karşılaştık onunla." dedi Cihan balkonda otururlarken.

 

"Bugün dikiş kursunun ilk günüydü. Unutmuşum. Keşke yanında olsaydım."

 

"Fidan çocuk mu, genç bir kadın o."

 

"Yine de yanında olsaydım daha iyi olurdu."

 

"O kim. Yani anne babası falan yok mu?"

 

Fidan'ın hayatı hakkında kısa bir özet geçti Neşe. Hamile olduğunu söylediğinde Cihan'ın yüzünün değiştiğini fark etti.

 

"Kendi ayakları üzerinde durmak, hiç kimseye muhtaç olmadan bebeğiyle birlikte sakin bir hayat yaşamak istiyor."

 

"Senin gibi bir dostu olduktan sonra istediği her şeyi yapabilir."

 

Neşe'nin yanakları yukarı kalktı."Benim biraz işlerim var. Gitmem lazım."

 

"Ben biliyorum nereye gideceğini. Hadi gel birlikte gidelim." deyip kalkıp, Neşe'nin elinden tutup yürüdü Cihan.

 

Neşe telaşlı bir sesle, "Seninle gitmem bir yere." dedi Cihan'ın elini bırakırken. "Kendini kontrol edemiyorsun."

 

"Biri bana zarar verse sen oturup izler misin? Yapmayın, durun mu dersin yoksa kalıp mücadele mi edersin?"

 

Cihan'ın ona yönelttiği soru Neşe'yi köşeye sıkıştırdı. "Bi kere ikisi aynı şey değil." diye ciyakladı birden.

 

"İkimizde aynı şey olduğunu iyi biliyoruz." dedi Cihan yeniden Neşe'nin elini tutup, evden çıkardı onu. Neşe gitmemek için diretince sırtına aldı onu. Kapının önündeki terlikleri eğilip aldı.

 

"Delirdin mi sen?"

 

"Evet delirdim."

 

"Seninle oraya gitmem ben." sokağa çıktıklarında herkesin onları izlediğini görüp utandı Neşe. İlk defa el alem ne der kaygısını yaşadı. "Herkes bize bakıyor." dedi kısık bir sesle.

 

"Baksınlar. Bizene." dedi Cihan Neşe'yi arabasına bindirirken.

 

"Bak anlamıyorsun. Benim yalnız gitmem lazım oraya. Sen konuşsan bile Kadir dinlemez ki seni."

 

Yol boyunca Neşe'yi dinledi Cihan. Onu hastaneye götürüp Kadir'le karşılaştırdı. Cemre oradaydı. Hastanenin bulunduğu mahalledeki en yakın apartmanlardan birini kiralamıştı Kadir'e daha yakın olabilmek için.

 

Cihan'ı görüp, ayaklandı Cemre.

 

"Yaptığınız büyük bir iyilik. Kadir'i bana getirmeseydiniz çok geç kalacaktık her şeye." dedi. "Size hep minnettar kalacağım."

 

Cihan başı yerde, "Estağfurullah." dedi.

 

Neşe bir anda Kadir'i unuttu. Gözleri büyüdü. Cihan'a dönüp, "Sen çok güzel bir adamsın." dedi boynuna sıkıca sarılırken. Gözleri dolu dolu oldu.

 

Kadir'le görüştüler. Üstünde yeni siyah bir tişört ve koyu mavi kot pantolon vardı. Cemre almıştı ona. Neşe Kadir'i olması gereken yerde görünce anlatılmaz bir mutluluk yaşamıştı. "Temizlendiğimde..." diyordu Kadir Cemre'nin elini tutarken. "İstediğim gibi bir insan olacam." ne dediğini bir tek Cemre anlamıştı. Üniversiteyi biterecek, onunla evlenip başlarını aynı yastığa koyarken istedikleri hayalleri kurmaktan çekinmeyeceklerdi. Bunları yapabilmek belki yıllarını alacaktı onların. Bunun farkındaydı ikiside. "Çok çabalayacam." biliyordu Kadir'in ikisi için çabalayacağını. Onu hiç böyle görmemişti. Bu sefer başaracağına inanıyordu.

 

"Hep yanındayım sevgilim." dedi Cemre Kadir'in yüzünü öperken.

 

~~~~

 

Arabadayken Cihan'ı izliyordu Neşe. Kadir'i nasıl birden bulup onu sevgilisine götürmüştü. Onun için yaptığını biliyordu. O adamdan küfrü kendisi işitmişti ama en çok Cihan'ın canı yanmıştı. "Sen çok güzel bir adamsın. Ve benimsin. Bunun şerefine içelim bence."

 

Cihan şaka mı yapıyor diye Neşe'nin yüzünü inceledi.

 

"İçmeyi biliyor musun?"

 

"Hayır."

 

"Ben ayıkken seninle baş edemiyorum. Sarhoş halini düşünmek bile istemiyorum."

 

"Usandırıyorum yani seni."

 

"Aksine. Daha da bağlıyorsun kendine. Ama yalan söylemeyeyim şimdi. Keşke bazı konularda direnmesen. Keşke..."

 

"Aman canım. Bunlar hayatın tuzu biberi." deyip kıkırdadı Neşe.

 

"Senin gülümseyişini yerim ben." deyip Neşe'yi göğsüne çekip, başının tepesini öptü Cihan.

 

"İyi ki varsın." dedi Neşe. Elini Cihan'ın sol göğsünün üstüne koydu. Kalbi avucunun içinde atıyordu sanki. Bütün bedenini huzur kapladı. Bir erkeğin yanında ne kadar mutlu olunursa, o kadar mutluydu.

 

"Acıktım ben."

 

"Fransız yemekleri yapan bir restoran biliyorum."

 

"Yaw bırak Fransız yemeklerini. Ben seni tantuniciye götüreyim. Yanında da acılı şalgam içelim. Kendimize gelelim."

 

Sahilde seyyar dolmuşta satılan tantuniciye gittiler. Taburede otururlarken ayaklarındaki terliklere bakıp güldü Neşe. Kıyafetleri ne kadar güzelse terlikleri de o kadar kötüydü.

 

"Terliklerim yerine ayakkabılarımı alsaydın keşke."

 

"Sen kara lastik giysen bile yakışır." diye yanıtladı Cihan.

 

"Çöpten çıksam, 'güllerin içinden mi çıktın sen' dersin bana."

 

Başını kaldırdı. Yüzü gülümsedi. "Seven sevdiğini güzel görür." dedi.

 

Genç bir kızın getirdiği lavaş tantuniyi yemeğe başladılar. Cam bardaktaki şalgama bol acı döküp, diğer bardağı alıp Neşe'ye bakıp, "Biraz acı döküyorum."

 

"Tamam."

 

"Sokak yemeklerinden hiçbir zaman şaşmayacaksın." dedi Cihan takviye yaptığı tantuniyi iştahla ısırırken.

 

"Acıyı seviyorsun."

 

"Urfalılar acı sever." dedi Cihan közlenmiş yeşil acı süsbiberini ısırırken.

 

Önündeki süsbiberini alıp, ucundan ısırdı. Dilinde ateş yanıyor gibi geldi ona. Hızlı hızlı suyunu içti. "Bu acıyı yersem kesin acillik olurum." dedi Neşe.

 

"Alışmamışsın o yüzden. Mesela küçüklükten yemeğe başlasaydın şimdi acıyı seviyor olurdun."

 

Neşe şaka yollu, "Tahmin edemeyeceğin kadar çok acı yedim ben." dedi. Kemoterapi görüp, eve geldiğinde o dayanılmaz şidetli acı kelimelerle anlatılmaz, kalemle yazılmazdı.

 

"Bir tane takviye yap. Benimle beraber ye."

 

"Doydum sağol." Cihan'ı izlerken, "Urfa güzel mi, yani televizyonda gösterdikleri gibi mi?" diye sordu Neşe.

 

Cihan peçeteyle ağzının kenarlarını sildi. "Bi kere televizyonda gösterildiği gibi değil. Aptal salak töreler yok. Herkes konakta yaşamıyor. Daha doğrusu oralarda konaklar sayılıdır. Televizyon insanı aptallaştırıyor bence. Çoğu şeyleri yanlış lanse ediyorlar. Yetmiyor, saçma salak töre dizileri çekiyorlar. Böylelikle Doğu'ya hiç adımını atmamış insan bile, Doğu hakkında bilgi sahibi olduğuna inanıyor televizyon sayesinde. Hangi kadın üstüne kuma getirilmesine göz yumar ki. Hangi kadın şerefiyle, bir oyuncakmış gibi oynayan erkeğe aşık olur ki?" suyundan bir yudum içip, "Televizyon büyük bir cehalet. Ve maalesef kitlesi de baya büyük." dedi. "İnsan merak ettiği yerleri, gidip görmedikten sonra ora hakkında yorum yapmamalı bence." diye ekledi.

 

"Urfaya götürür müsün beni?" diye sordu Neşe. "Balıklı göle gideriz. Balıklara yem atar, Fırat'ta beraber yüzeriz."

 

"İşler biraz dursun. İlk işim seni Urfa'ya götürmek olacak." dedi Cihan. Telefonu çalınca kaldırıp konuştu.

İşçilerin parasını, bugün vermesi gerektiğini söylüyordu Zeynep.

 

"Geliyorum." deyip ayaklandı Cihan. "Neşe akşam gezsek olur mu, benim şimdi işçilerin parasını dağıtmam gerek."

 

"Bende senin yanında dursam olur mu? Şimdi eve gitmek istemiyorum da."

 

"Olur. Benim için daha iyi. Sen yanımda olacaksın."

 

Birlikte birkaç mahalleye gittiler. Cihan inip, kapılarının önünde bekleyen işçilere paralarını veriyor, Neşe arabada oturmuş onu izliyordu. Kendi mahallesine geldiklerinde gecekondu bir evin önünde durdular. Neşe arabanın içinde, oturmaktan bunalınca indi. Başında siyah yazması olan beyaz tenli, yuvarlak yüzlü otuzlu yaşlarda genç bir kadın ona içten gülümseyip,

 

"Buyrun. Bir çay içelim beraber." dedi tatlı bir sesle. Avlunun tahta kapısından on üç yaşlarında uzun boylu, çelimsiz bir kız çocuğu kucağında bebekle çıktı. Kucağındaki bebeği annesine verip eve geri döndü. Kadın ağlayan bebeğini kucağında hafifçe sallayarak,

 

"Buyrun eve gelin." dedi evini işaret edip.

 

Neşe küçük bir adım atınca Cihan araya girip,

 

"Sağol abla. İşim var." deyip kadının parasını avucuna koyup, Neşe'yi de alıp, arabasına geçti. Geri geri giderken,

 

"Neden gitmedik ki evine." diye sordu Neşe kapının önünde durmuş, onları izleyen kadına bakarken.

 

"Bir kadının evinde kocası yoksa, o eve başka bir erkeğin girmesi yakışık almaz."

 

Neşe dudak büküp,"Hiçbir şey anlamadım." dedi.

 

"Kocası hapiste. Şimdi benim o kadının evine gitmem doğru olmaz." diye açıkladı Cihan.

 

Kaderinin karşısına doğru bir adamı çıkardığı için şükretti Neşe.

Elinin üstünü okşadı. Sonra avucunun içinde parmağını gezdirmeye başladı. Cihan'ın huylandığını fark edip, bu sefer daha çok okşadı.

 

"Parmakların kuş tüyü gibi." dedi Cihan. Dayanılmaz bir gıdıklanma sancısıyla elini çekti.

 

Neşe kahkahayla gülmeye başladı. "Çok mu gıdıklandın sen?" diye takıldı.

 

Cihan kısık sesle, "Göbek çukurunu öptüğüm günler olacak. O zaman esas gıdıklanmayı göreceksin." dedi. Neşe'nin kızıllaşan yanaklarını öpme isteği duydu. Öptüde. Ne güzeldi. Onu görünce bütün iyi duyguları kabarıp dalgalanıyordu.

 

Onun böyle konuşması içindeki isteklerin uyanmasına sebep oluyordu. Zihnine olur olmaz şeyler üşüşmeye başlayınca daha da kızardı. Kadınlığını keşfetmeye başlamıştı. Ve daha birçok şeyleri yaşayıp keşfedeceğini biliyordu.

 

Eve geldiklerinde genç bir kızla avludaki masada oturan Zeynep'i gördüler. Cihan selam verip, içeri geçerken Neşe onların yanına gidip oturdu. Kızın adının Zeliha olduğunu öğrendi Zeynep'ten.

 

"Hepinizi düğünüme bekliyorum." dedi Zeliha davetiyeleri Zeynep'le Neşe'ye uzatırken.

 

Zeynep, "Hadi içeri geçelim." deyip kızları kollarından tutup odasına götürdü. Eski bir sandıktan beyaz bir kutuyu çıkarıp, yatağın üstüne koydu. Kutunun içinden kar gibi bembeyaz bir gelinliği çıkarıp, Zeliha'ya uzattı. "Senin olsun." dedi ağzı açık kalan kıza.

 

İki yıl önce gelinlik provası yaparken üstünde görüp adeta aşık olduğu gelinlikti bu. Zeynep şimdi gelinliğini cömertçe ona veriyordu.

 

"Olmaz. Ben alamam bunu." dedi Zeliha geriye doğru bir adım atarken.

 

"Neden olmazmış. Sana çok yakışacağından eminim ben. Eğer beğenmediysen..."

 

"Beğenmemek olur mu hiç!" diye atıldı Zeliha. "Ben sadece sen üzülürsün belki, diye istemiyorum."

 

Zeyneo dudaklarını içine çekip gülümsedi kıza. Başını hafifçe sallayıp, "Neden üzüleyim ki? Dünyanın sonu değil ya. Hem bak. Söylüyorum sana. Eğer almazsan bu gelinliği, çöpe atacam. Senin için sakladım bu gelinliği ben. Yoksa şimdiye dek çoktan çöpte olurdu. Benim için bu gelinliğin hiçbir anlamı yok. Çekinme. Lütfen al."

 

Zeliha kararsız bir biçimde Zeynep'e baktı. Sonra da uzattığı gelinliğe. Başını kaldırdığında Zeyneo'in içten gülümseyişi onun yüzüne de yansıdı. Minnet dolu gözleriyle gelinliği aldı.

 

"Sen evli miydin?" diye sordu Neşe meraklanarak.

 

"Az kalsın evleniyordum. Direkten döndüm." deyip, kahkasını bastı Zeynep. Sonra Zeliha'ya döndü. " Şimdi dene üstünde gelinliğini. Neşe giyinmene yardım etsin." deyip odasından çıktı.

 

Neşe Zeliha'ya döndü. "Sen neden evlenmediğini biliyor musun?"

 

"Mahalledeki herkes biliyor." dedi Zeliha. "Evleneceği zaman Elif'in annesi öldürüldü. Zeynep'te, Elif'i yanına aldı. Nişanlısı ve ailesi buna karşı çıktı tabii. Zeynep'te resti çekti adama. Elif'i tercih etti."

 

Bahçede Elif'i kucağına almış, pervane gibi dönmekte olan Zeynep'i pencereden izliyordu Neşe. İçinden, "Ne yüce bir kadın!" diye geçirdi. Onun yaptığı insanlığı bazı anne babalar çocuklarına yapmıyordu. O ise dostunun emanetine kendi çocuğuymuş gibi bakıyordu. Dost olmak bunu gerektiriyordu belkide.

 

Bölüm sonu...

 

 

Loading...
0%