@verahare
|
Plajdaki kabinde mağazadan aldıklarını giyiyordu Neşe. Elçin'in can alıcı sözleri kulaklarından gitmiyordu bir türlü. "Ölünce hepsi geçecek nasılsa. Hissetmeceğim" diye geçirdi içinden. Kapıyı açtığında Batu'yu karşısında gördü.
"Hazırım."
Gözleri sonsuz maviyle buluştuğunda göğsünün derinliğindeki huzuru hissetti. Burun kanatları titredi. Kirpiklerini yumdu. Akciğerleri denizin kokusuyla dolup taştı. Hastane kokusunu o kadar çok solumuştu ki dışarının havasını unutmuştu neredeyse. Çocukların cıvıltıları, köpüklü dalgaların sesleriyle dolup taştı kulakları. Dönüp dostuna baktı.
"Bir iki üç..." diyerek denize doğru koştu. Suyun soğukluğu vücudunu ürpertiyordu. Kapalı dudaklarından ufak bir çığlık koptu. Dişleri birbirlerine çarptı. Buna rağmen ilerledi. "Su harika!" diye sevinçle çığırdı. Su göğsüne kadar yükselince birden ters dönüp sırtüstü yüzmeye başladı. Ağzı kulaklarındaydı. Eşsiz ince kahkahası dalgaların sesine karışıyordu. "Çok güzel." Hastanede yattığı günlerin acısını çıkarıyor gibiydi. Kah doğrulup denizin içine dalıyor, kah gülüp ellerini suya daldırıp Batu'ya fırlatıyordu. Hiç bu kadar özgür olmamıştı. Sanki balıktı sudan çıkmak nedir bilmeden yüzüyordu. Daha yapmak istediği birçok şey vardı. Zamanı kısıtlıydı.
"Acıkmadın mı sen?"
"Acıktığımı unuttum desem inanır mısın?" diye gülümsedi Neşe sular yüzünde süzülürken.
"Hadi gel bir şeyler yiyelim."
Denizden beraber çıktılar. Şemsiye altındaki masada midye dolması, makarna salatası, bol ketçaplı patates kızartması, buzlu badem, kısır, naneli ayran, buz gibi kola, meyveler ve daha birçok yiyecekle donatılmıştı masa.
Neşe'nin gözleri büyüdü. Beyaz dişlerini göstererek "Hepsini nasıl yiyecem?" dedi.
"Hepsini tat istedim. Hem merak etme ben bitirmene yardım ederim." diye göz kırptı Batu.
Sandalyeye hızla oturup çatala gerek duymadan patates kızartmasını alıp bir kase dolusu ketçapa bandırıp ağzına götürdü Neşe. "Özlemişim vallahi." dedi iştahla yemeğini yerken. Karnı ağrıyıp midesi şişine kadar yedi.
Mahalleye geldiklerinde, "Her şey için teşekkür ederim." dedi Neşe emniyet kemerini açarken.
"Neye teşekkür ediyorsun beraber eğlendik işte."
Neşe güldü "Olsun ben yine de teşekkür ederim. Her kızın senin gibi bir erkek dosta ihtiyacı vardır Batu. İyi ki varsın." deyip ayva tüylü yanağa küçük bir öpücük kondurup geri çekildi.
"O kızı hiç gözüm tutmadı."
"Hadi canım görüşürüz." deyip arabadan indi Neşe. "Arabayı benim için hızlı sürmediğini biliyorum. Benden sonra da hızlı sürme olur mu?"
Batu dudaklarını büzerek "Söz vermemem." dedi arabayı çalıştırırken.
"Delisin." dedi Neşe arabanın arkasında kalırken. Batu el salladı.
Neşe evine girdi. Genç kız banyodan yeni çıkmıştı. Neşe kızın siyah yanağını, kızarık izleriyle dolu boynunu görünce. Birden korktu.
"Bu halin ne?"
"Ne varmış ki halimde?" diye sordu kız koyu sarı saçlarını kurularken.
"Yüzünü görmüyor musun?"
"İki haftadan beri var onlar."
"Ama evime geldiğinde yoktu bunlar."
"Makyaj denilen şeyden haberin yok mu senin?"
Kızın kollarındaki morarmaları görünce daha da çıldırdı Neşe.
"Bunu o mu yaptı sana?"
Kız donuk bakışlarıyla başını hafifçe salladı.
"Polise gitmedin mi?"
"Hayır."
"Neden?" diye sinirlendi Neşe.
"Şimdiye kadar şiddet görüp şikayetçi olan kadınların birçoğu öldürüldü erkekler tarafından. Yaşatmıyorlar kadınları. Şimdi anladın mı neden şikayetçi olmadığımı? Ben eğer gidip onu şikayet etsem yarını göremem ki. Oysa ben yaşamak istiyorum. Bir erkek tarafından değil ecelimle ölmek istiyorum."
Kadınların bu kadar çaresiz olması Neşe'yi çıldırtıyordu.
"Sana hiçbir şey yapamaz. Lütfen git şikayetçi ol. Korkma. Sen inanmıyorsun ama ben çok zenginim. Sana avukat tutarım desteklerim seni. Yeter ki şikayetçi ol."
Kızın gözleri korkuyla büyüdü. "Hayır, hayır." diye ağladı birden. Adamın yüzü gözleri önünde belirince hızla yumdu gözlerini. Boğazı tıkandı.
"Tamam lütfen sakin ol." dedi Neşe sakin bir sesle. Kızın hali içini param parça ediyordu. "Özür dilerim." kızın elinden tutup salona geçtiler. "Otur." deyip kızı koltuğa oturttu. Hızlı adımlarla mutfağa girdi dolaptan soğuk suyu çıkarıp bardağa doldurdu. Koşar gibi yürüyüp salona girdi. "İç." deyip bardağı kızın ağzına dayayıp suyu içmesine yardım etti. Kızın sakinleşmesini bekledi. 'Öyle bir adamı nasıl sever insan?' diye geçirdi içinden. Ama sonra kızın annesi tarafından sokağa atıldığı aklına gelince 'Belki de hiç sevmemiş sadece sevmeye mecbur kalmıştır. Kim bilir.' dedi içinden.
"Üç gündür evimde kalıyorsun. Ama daha adını bile söylemedin bana."
"Fidan."
"Neşe."
"Adın gibi neşelisin. Ve güzel."
Neşe Fidan'ın bronz tenine, mavi gözlerine dolgun pembe dudaklarına baktı. Çıkık elmacık kemikleri ve göğüslerinin altına kadar uzanan bukleli sarı saçları vardı. Yüzü masumdu.
"Yok canım senin kadar güzel değilim ben." diye güldü. Sonra ayaklandı. Tuzlu sudan yapış yapış olmuş saçlarını elledi. "Ben banyoya giriyorum." Fidan'ın üzerindeki renkleri solmuş elbiselere baktı. "Üzerindekileri çıkarıp at üstünden. Benim gardıroptan üstüne bir şeyler giy." deyip banyoya girdi Neşe.
"Zenginmiş o kadar zenginsen bu kenar mahallede ne işin var." diye kendi kendine konuştu Fidan gardıroptan siyah keten pantolon alıp giydi. Üzerine de kırmızı tişört giydi. Nemli saçlarını taramaya koyulurken midesi bulandı boğazı tıkanır gibi oldu. Tarağı odanın bir köşesine fırlatıp eli ağzında tuvalete koştu. Midesinde ne varsa çıkardı. Nefes nefese kalmış bir halde yüzünü yıkadı. Ağzını defalarca su doldurup çalkaladı. Ellerini lavabonun kenarına dayayıp aynadan kendine bakarken "Durduk yere niye kusuyorum ben?" dedi. Neşe'nin sesi banyodan taşınca kulak kabarttı.
"Ben bir martı olsam uçsam denizlere Rüzgarlara açsam giderim sehere Her kanadımı çarpışla, Gülüm ninna ni na nay."
"Sesi de güzel olsa bari." diye istemsizce güldü Fidan. İçi Neşe'ye karşı minnet duygusuyla doldu. Eğer o olmasaydı sokaklara ne kadar direne bilirdi ki. Erkeklerin tek gecelik ilişki tekliflerini hatırlayınca kulaklarına kadar kızardı. Boğazı düğüm düğüm oldu. Annesine lanet etti. Ona inanmadığı için kızıyordu. Küçüklüğünden beri sevgi görmemişti ailesinden. Sadece şiddet görmüştü.
Akşam olunca demlediği çayı bahçedeki masaya taşıdı Neşe. Üzerinde dizlerinin biraz üstünde olan beyaz bir elbise vardı. Babası almıştı. Bardakları da alıp çıktı evden. Hanım miyavlayınca tekrardan eve girdi. "Gel bakalım." deyip Hanımı kucakladı. "Hadi gel beraber çay içelim." dedi Fidan'a bakarken. "Hava serin."
Fidan ses etmeden ayaklandı. Kapının önündeki terliklerini ayaklarına giydi. Asma çardağının altında oturmuş çayları dolduran Neşe'nin yanına gitti.
"Bu kedinin ayaklarına ne oldu?" dedi Fidan dikkatli ve yavaş yürüyen Hanıma baktı.
"İnsanoğlunun vahşeti desem." dedi Neşe üzgünce.
Fidan konuyu değiştirerek "Sesinde baya güzelmiş." diye güldü imalı sesiyle.
"O kadar kötü mü ya?"
"Evet."
"Ne yapalım yani sesim güzel değil diye şarkı söylemeyeyim mi?" diye kıkırdadı Neşe.
Çaylarını içerlerken Fidan parmağının boğumunu bardağın ağzında gezdirip "Her şey için teşekkür ederim. Sen olmasaydın şimdi ne halde olurdum bilmiyorum." dedi düşünceli bir sesle. "Seni rahatsız ettim ama en kısa zamanda gidicem."
"Nereye?"
Fidan gözlerini kaçırdı. "Bir iş bulurum. Sonra...'
"Sonra."
"Sonra kalacak bir yer bulurum kendime."
"Bu dediklerini benimle karşılaşmadan öncede yapabilirdin değil mi?" dedi Neşe. "Amacım seni kırmak değil ama bunlar gerçek. Eğer bir kadının başında ailesi ya da kocası yoksa o kadın için hayat iki kat daha zordur. Bak mesela ben buraya yeni taşındım. Yalnız olduğumu bilen bazı erkeklerin aç köpek gibi bakan gözleriyle karşılaştım. Gülüyor muyum naz mı ediyorum. Kaş göz işareti mi yapıyorum onlara. Hayır. Ama işte insanı rahat bırakmıyorlar." derin bir nefesle göğsünü şişirdi. Fidan'ın ellerini tuttu "Hiçbir yere gitmeyeceksin. Göz göre göre cehenneme gitmene izin vermem Fidan."
"Ölünceye kadar yanında kalamam ya."
"Bu kadar çok konuşunca çenen ağrımıyor mu senin?" dedi Neşe başını olumsuzca sallarken. Gurur yapmanın zamanımıydı. Masadan kalkıp Hanımı kucağına aldı. "Ben yürüşe çıkıyorum." diyerek tahta kapıyı açıp avludan çıktı. Fidan'ın yüzüne bakmadan "istersen git uyu. Beni bekleme yanımda yedek anahtar var."
Mahallenin kaldırımında yürürken çatılı bir evin dikenli çitlerine sarılmış kırmızı siyah karışımlı böğürtlenleri görünce ağzı sulandı. Etrafına bakındı. Kimsecikler yoktu. Bir avuç dolusu böğürtlen toplayıp yedi. Başını kaldırdığında incir ağacını gördü. Çatlamış simsiyah incirlerden gözlerini alamadı bir türlü. Elini uzatmayı denedi ama yetişmeyeceğini anladı. Eve çekinerek baktı. Boyası dökülmüş demir kapıyı itip avluya girdi. Meyve dolu bir bahçenin ortasındaki eve çekinerek baktı. Ev karanlıktı ama incir ağacına bağlanmış seyyar lambanın ışığı aydınlatıyordu etrafı. Hanımı yere indirip incir ağacına baktı. Ağaç iki katlı bir ev yüksekliğindeydi. Bir an korktu ama o incirleri yeme isteği daha ağır bastı. Terliklerini çıkartıp ağaca tırmanmaya koyuldu. Ağacın en tepesine yaklaşırken kalın bir dala oturup incirleri koparıp yemeye başladı. "Bal bal" diye kendi kendine konuştu. Elini uzak bir incire uzattı. Parmaklarıyla kavramaya çalışırken incirin dalından kopup başını ona doğru kaldırmış çatık kaşlarıyla onu izleyen adamın omzuna düştüğünü gördü.
Bölüm sonu.
|
0% |