@verahare
|
Sabah bebek ağlamasıyla uyandı Zeynep. Başını göğsüne indirmiş, ağzı hafif aralık olan Elif'e tebessüm etti. Ilık elini alıp dudaklarına götürüp şefkatle öptü. Onu yavaşça kendinden ayırıp yataktan çıktı. Salona gittiğinde Fidan'ı oturmuş, bebeğini emzirirken gördü. Odanın ortasına kahvaltı kurulmuştu.
Başını kaldırınca Zeynep'in odada olduğunu görüp, "Günaydın." dedi Fidan. "Geçsene kahvaltıya."
"Ben söylemekten yoruldum Fidan. Sen her sabah kahvaltıyı hazırlamaktan yorulmadın mı? Git uyu rahatına bak."
"Zorla hazırlamıyorum ki. Bebeğimi emzirdikten sonra uyku tutmuyor. E boş boş oturunca da canım sıkılıyor."
"Sana bi dikiş makinesi alalım. Bebeğin biraz büyüdü mü dükkanı o zaman açarsın."
"Bende öyle düşünüyorum. Ama mahallede elbise diktirirler mi?"
"Niye diktirmesinler? Okul çıkışı bakarım dikiş makinelerine sonra da boya alırım bizim sokak kapısına 'Terzi Fidan' yazdım mı gör o zaman bizim evi. Müşterilerden geçilmez valla." diye güldü Zeyne sofraya oturduğunda.
"Ne umut dolu bir kadınsın. İnsan senin yanında yaşlanmaz. Eşin olacak adam çok şanslı."
"Eşimin olacağını nereden biliyorsun? Belki ben hiç evlenmeyeceğim." dedi Zeynep. Gece gördüğü rüyayı anımsadı. Kalabalıktı evleri. Uzaktan çalan bir müzik, bembeyaz bir gelinliğin içinde oturmuş. Bir adam var. Siyah takım giymiş tam önünde duruyor. Adamın yüzü sislenmiş bir ayna gibi. Bir türlü çıkaramıyor yüzünü Zeynep.
Kızını emzirdikten sonra atletini çekip tişörtünü düzeltti Fidan. Zeynep'in dalıp gülümsediğini gördü. "Gülümsüyorsun."
"Dün gece bir rüya gördüm. Gelinlik giymiştim."
"Allah hayırlara çıkarsın."
"Evde kalabalıktı, müzik de çalıyordu. Sonra karşımda siyah takım giymiş bir adam gördüm. Ama yüzünü göremedim. Sisliydi."
"Ne güzel bir rüya!" deyip kızını beşiğe koyup Zeynep'in yanına oturdu Fidan.
"Sadece bir rüya işte. İçimden geldi anlattım."
"Eski nişanlından sonra başka bir erkeğe aşık olmadın mı?"
Zeynep açık yüreklilikle, "Hiçbir erkeğe aşık olmadım." dedi.
Fidan şaşırdı. "Ama eski nişanlın..."
"Yanıldım." dedi Zeynep. "Hemde büyük yanıldım." sessizce kahvaltısına başladı.
Yarım saat sonra siyah dizlerinin hizasında olan, yarım kollu bisiklet yakası elbisesini giydi Zeynep. Elbisenin kuşağını yandan bağladı. Saçlarını tarayıp atkuyuruğu yaptı. Makyaj masasının çekmecesini açıp içinden metal üzeri kırlangıç kuşu olan yuvarlak kutuyu çıkarıp kapağını açtı. Lisede, erkeğin hediye ettiği gümüş üçlü kırlangıç kuşu kolyeyi eline aldı. Hiç takmamıştı. Parmağının boğumuyla kuşları okşadı. Erkeğin hoş sesi kulaklarında çınladı. "Beni seversen mutlu olurum." dedi okul çıkışında kırlangıç kuşlu metal kutuyu ona uzatırken. Zeynep dudaklarını büküp, "Ne sevmesi ya!" deyip metal kutuyu itmiş, arkasına bile bakmadan evine gitmişti. Sonraki gün okula gitmiş, erkeğe yokmuş gibi davranmıştı. Eve gelip okul çantasını açtığında kutuyu çantasında görmüştü. Diğer gün, "Kutuyu açtın mı?" diye sormuştu erkek hevesle. İlk defa doğrudan erkeğin gözlerinin içine bakıp, "Kutunun içine falan bakmadım. Direk çöpe attım." diye çemkirmişti. İlk yalanını o gün söylemişti. Kutuyu açmış,m kolyeyi şimdi olduğu gibi eline almış, not kağıdını açıp garip ama hoş bir duyguyla okumuştu. Ama sonra mahallenin terzisi olan Müjgan'ın erkekler hakkında bilgin gibi konuştuğu gün aklına gelmişti. "Erkekler kadınlardan istediğini aldıktan sonra onlara birer çöpmüş gibi davranır ve başlarından def eder. Siz siz olun kızlar erkeklere hiçbir zaman güvenmeyin. Hiçbir erkeğe inanmayın. Hele seviyorum aşığım diyene hiç inanmayın. Sizden alacağını aldıktan sonra tüyerler o hınzırlar." Zeynep bütün erkeklerin öyle olmadığını bilmiyordu ki. Henüz taze ve savunmasız zihni terzi Müjgan'ın erkekler hakkındaki olumsuz söylemleriyle dolmuştu. O gün gidip Müjgan'a elbise diktirmekle hayatının en büyük hatasını yaptığını nereden bilebilirdi ki. Müjgan'ın hayırsız sevgilileri yüzünden diğer erkekleri de kötü gösterdiğini nereden bilebilirdi.
Şimdi düşünüyordu da çok mu umursamazdı. Asi, başına buyruk, burnunun dikine gitmekten geri kalmayan bir kızdı. Ve birazda kendini beğenmiş. Kutunun içinden sararmış bir not kağıdını açtı. "Bir ihtimalken bile güzelsin." içinde kocaman bir boşluk oluştu. Kalbini ezen burukluk. O zaman aşk nedir bilmiyordu ki.
Kağıdı katladı, kutuya koyup kapağını kapattı. Aynadan aksine bakıp, "Kaldın mı kendinle başbaşa Zeynep Hanım." diye mırıldandı. Ve kolyeyi ilk defa taktı. Bir an erkeğin en sevdiği hayvanın kırlangıç kuş olduğunu nereden bildiğini merak etti.
"Gidiyor musun?" diye sordu Elif uykulu gözlerle.
Zeynep "Evet canım." deyip yanına gitti, başının tepesini öptü. "Dışardan istediğin bir şey var mı?"
"Resim defterim bitti. Bi de sulu boya."
"Dönüşte alırım. Gelirken sevdiğin çilekli pastadan da alırım. Derya'yla Leman'da gelir hep birlikte yeriz."
"Peki limonata?"
"Limonatasız pasta yenir mi kız." diye konuşup güldü Zeynep. Yatağın kıyısına oturup Elif'i kucaklayıp yanaklarından öptü. "İyi ki varsın Elif."
Evden çıktığında derin bir nefes verdi. Yağmur havası vardı. Gökyüzü gri ve bulutluydu. Dönüp şemsiyesini almak istedi sonra vazgeçti. Hafif adımlarla otobüs durağına doğru yürüdü. Kendini hiç bu kadar boşlukta hissetmemişti.
Okul koridorunda sınıf değiştiren yeni öğrencisiyle konuşuyordu Zeynep. Öğrencisinin siyah gözlerine bakıp,
"Kavga istemiyorum. Eski sınıfında ne olduysa aynısını kendi sınıfımda istemiyorum Güney. Burası okul. Dövüş ringi değil." öğrencisinin mahcup haline karşılık sesinin tonunu birazda daha düşürüp, "Pırıl pırıl çocuksun. Derslerinde iyi. Öfkene yenilip hayatını mahvetme."
"Sizde oradaydınız. Cahit'in bana sınıfta nasıl küfrettiğini herkes duydu. İlk saldıran da kendisiydi. Ben sadece kendimi korudum." dedi Güney. "Ve yine korurum."
Zeynep sıkıntıyla nefesini verdi.
Sınıfa birlikte girdiler. Zeynep Güney'e dönüp, "Emel'in yanı boş. Yanına oturabilirsin." dedi.
Selvi, "Emel erkek sineği bile sırasına oturtmaz." dedi alayla. Sınıfta hunharca kahkahalar yükseldi.
Emel kendisinden beklenmeyecek bir tavırla, "Ne alakası var!" diye sesini ilk defa yükseltti. Sınıfın kahkahası kesildi birden. Onlara aldırmadan çantasını masanın altına koydu. Ortasına oturduğu sıranın köşesine kaydı. Güney'in yüzüne doğrudan bakıp, "Oturabilirsin." dedi Emel cesurca, kendinden emin. Önüne döndüğünde Zeynep'in tebessüm ettiğini görünce onunda dudakları hafifçe kıvrıldı. Sınıftakiler ne zaman onla dalga geçse, laf soksa sanki onlar haklıymış gibi susuyor, içine gömülüyordu. Kabuğundan dışarı çıkmaya korkuyordu. Ama artık buna izin vermeyecekti. Hakkını koruyacaktı.
Yanına oturduğunda, "Ağızlarının payını iyi verdin." dedi Güney Emel'e.
Emel ses etmedi. Az önceki olay kalbini yerinden çıkaracakmış gibi çarpmasına yol açmıştı. Bundan sonra artık kimseye kendini ezdirmeyecekti. Gereksiz yere üzülmeyecekti.
"Gençler buraya odaklanın." deyip genzini temizledi Zeynep. "Ünlü bir edebiyatçı olan Orhan Kemal hakkında kaçınız bilgi sahibi?" diye sordu. Emel, Güney ve Nebi ellerini havaya kaldırdılar. Zeynep ilk Emel'e söz verdi.
"Seni dinliyoruz Emel."
Emel ayağa kalkıp anlatmaya başladı. "Hocam asıl ismi Mehmet Raşit Öğütçü olan Orhan Kemal edebiyata şiirle başlamıştır, Nazım Hikmet'in etkisiyle romana yönelmiştir." deyip sırasına oturdu.
Ardından Güney elini kaldırdı.
"Sen devam et Güney." dedi Zeynep.
Güney ayağa kalkıp, "Orhan Kemal eserlerindeki kahramanları çoğunlukla sömürülen, yoksul insanlardan seçmiştir. Bu insanların yaşam sıkıntılarını, iç dünyalarını yansıtırken kinsiz, sevecen ve umutlu bir yaklaşım benimsemiştir."
Zeynep Nebi'ye dönüp, "Nebi sende bize Orhan Kemal'in eserlerinden birkaçını tanıt."
Nebi sırasıyla tanıtmaya başladı. "Bereketli Toprak Üzerinde, Hanımın Çiftliği, Cemile, Eskici ve oğulları, Kırmızı Küpeler, Murtaza..."
"Arkadaşlar verdiğiniz güzel bilgiler için teşekkürler. Orhan Kemal'den güzel bir alıntı yaparak kapatalım." dedi Zeynep. Öğrencilerinin gözlerine baktı.
-Öyle mi? hiç bitmeyecek mi senin bu okuman?
-Bitmeyecek... Hiç bitmeyecek!
-Niyetin katip olmak mı yani?
-Hayır.
-Ya?
-İnsan olmak...
Öğrenciler Zeynep'in ses tonuna, ahengine, kelimeleri vurgulamalarına hayrandılar.
Bir alkış sesi duyuldu. Zeynep açık kapının ağzında el ele tutuşmuş çifte baktı. Orta boylu, tatlı, sevecen genç bir kız ve ondan bir baş uzun ince yapılı genç bir adam.
"Şiir gibi okuyorsun valla hocam." dedi Ela. Nişanlısının elini bırakıp eski öğretmeninin yanına gidip kollarını açıp, sıkı sıkı sarıldı ona.
"Eski okulunuzu mu özlediniz yoksa?"
"Bizzat seni özledik."
Zil çaldı. Öğrenciler sınıfı boşaltmaya başladılar.
"Kantine gidelim çay içeriz." dedi Zeynep çantasını toplayıp.
Okul bahçesinde çaylarını içerlerken genç çiftleri tebessümle izliyordu Zeynep. Lisenin ilk gününden beri birbirlerine aşıklardı. Her ikisininde aileleri karşı çıkmış, çocuklarını başka okullara göndermeye bile çalışmışlardı. Ama onların birbirilerine olan sarsılmaz inançları ve bağlılıkları her şeyin üstesinden gelmişti.
"Ee anlatın bakalım. Nasıl gidiyor hayatınız?" diye sordu Zeynep.
"Biliyorsunuz iki yıllık üniversiteyi bitirdik." dedi Tarık Ela'nın elini öpüp.
"Ve evleniyoruz." diye güldü Ela.
Zeynep gönülden, "Tebrik ederim çocuklar." dedi. "İnşallah mutluluğunuz hep daim olur."
"Benim nikah şahidim olur musun?" diye sordu Ela.
"Olurum tabi."
"Bizim için yaptıklarınızı asla unutmayacağız." dedi Tarık minnetle.
"Ben ne yaptım ki?"
"Bu kadar mütevazı olmayın hocam. Siz arkamızda durmasaydınız biz şimdi bırakın nişanlı olmayı aynı şehirde bile olmazdık Ela'yla."
"Ben hiçbir şey yapmadım. Siz birbirinizi sevdiniz ve inandınız. Aşk insanın ayağına bir defa geliyor çocuklar. Kimisi sahip çıkıyor aşkına, kimisi de elinin tersiyle itiyor. Siz ne güzel sahip çıktınız aşkınıza!"
Ela'yla Tarık gidince Zeynep düşünceli gözleriyle önüne baktı. Yarım hissediyordu kendini. Bir parçası eksik. Zamanın ne kadar da acımasız olduğunu ayrımsadı. Kıskanıyor muydu. Yoksa kendine mi kızıyordu. Hayır! o sadece zamanında yapmadıklarına içerliyordu. Zaman geçer ve elinizde tebessüm edeceğiniz ufacık bir anınız bile olmaz.
Bölüm sonu...
|
0% |