@verahare
|
İçim ona nehirlerin denize aktığı gibi akıyordu.
Sait Faik Abasıyanık
Yoldayken bir eli Cihan'ın elinde, başını göğsüne yaslamış uykuya dalmıştı Neşe. Bunaltıcı sıcaktan dolayı üstündeki tişörtü çıkarıp arka koltuğa atmıştı. Şimdi boynunda, üzerindeki atletin açıkta bıraktığı yerlerde ter tomurcukları oluşuyordu. 'Hasta olacak' diye içinden geçirdi Cihan arabayı yolun kenarına çekip durdururken. Havluyla terini kuruladı. Dudaklarından küçük bir öpücük aldı. Güneşten de sıcaktılar. "Benim güzel karım." diye fısıldadı kulağına.
Dili damağı kurumuş bir halde uyandı Neşe. Göğsü ateş gibi yanıyordu. "Çok sıcak." dedi gözlerini ovuşturup.
"Sıcak evet. Sen çok sıcaksın." deyip kucağına çekti onu. "Çok özledim seni." Elini arka koltuğa uzatıp tişörtü aldı. "Uzat kollarını."
"Yazları Urfa hep böyle sıcak mı olur? Eminim yerde yumurta bile kızarır." dedi Neşe kollarını uzatıp. "Sanki kemiğim eriyor. Bu ne sıcak böyle!"
Cihan güldü. Tişörtü Neşe'nin başından geçirip, "Akşamları serin oluyor ama." diye yanıtladı. "Şimdi bizim köye gideceğiz. Evimizde dinlenip biraz uyuyacağız. Sonra isteğin kadar gezeceğiz.
Yarım saat sonra Fırat nehrinin yakınlarında bulunan bir köye geldiler. Bir yanı salçalık biber, diğer yanı domates tarlası olan yolun ortasından geçtiler. Kerpiç bir evin önünde durdular. Ev köyün biraz dışındaydı. Büyük, topraklı avlunun ortasında küçük havuzu olan bir tulumba vardı. Avlunun etrafını ören duvarlarının dibinde kavak ağaçları sıralanmıştı. Tulumbanın üç beş adım ötesinde ise fıstık ağacı bulunuyordu.
Cebinden anahtarı çıkarıp demir mavi kapının önünde durdu Cihan. Anahtarı kapının kilit gözüne soktu. Anahtarı çevirirken sanki annesinin sesini duyacakmış gibi geldi ona. Birazdan kapıyı açacak ve babasını sedirin üstünde oturmuş, tabakasındaki tütünü sararken görecekti. Kapıyı açıp içeri geçtiler. Dört kapının açıldığı sofada durdu Cihan.
Neşe merakla odalara baktı. İlk olarak salona geçti. Kırmızı ve sarı renkli olan şark köşesi, onlara uyum sağlayan yerdeki halı, iki tane pencereyi süsleyen güpürlü krem perdeler, duvarlar beyaza boyanmış, tavanda ağaç kütükleri sıralanmıştı. Salondan çıkıp diğer odalara göz gezdirdi. En son mutfağa baktı.
"İçeri havasız. Camları açalım." deyip mutfağın camını açtı Neşe. Cihan'a döndü. "Evin çok güzel!"
Neşe'nin yanına gelip, "Evimiz." diye düzeltti Cihan. "Senin benim yok." Güçlü ellerini beline sarıp, onu kendine çekip sıcak dudaklarını karısının güzel alnına kondurdu. Ayrılmadan, "Bizim var. Tamam mı benim güzel karım?"
"Peki kocacığım." deyip Cihan ayrıldı Neşe. "Evimiz kirli değil ama sadece biraz tozlu. En son ne zaman geldin?"
"İki yıl önce yaz tatilinde Zeynep'le beraber geldik."
"Anladım."
"Acıktın mı?"
"Açım. Ama ne yiyeceğiz?"
"Arabanın bagajı sebze ve erzakla dolu."
"Yemekten önce evi temizlesek."
"Boşver. Otur rahatına bak."
"Böyle yemek yiyem ama." dedi Neşe. "Ne oturabilirim ne de uzanıp yatabilirim." diye konuşup, tavana kadar yatak olan odaya gitti. "Elektrikli süpürgeyi aldım. Başlıyorum süpürmeye." Fişi pirize taktı. Gardıropların altlarını, duvarların köşelerini aldı. Tavandan sarkan örümcek ağlarını, tek tek dikkatli bir şekilde temizledi. Temizliğe dalıp gitti. Bir ara başını kaldırıp baktığında Cihan'ı arabanın bagajından poşetleri çıkarırken gördü. Az sonra Cihan'da ona yardımda bulundu. Yastık ve minderler avluya taşınıp tozları oklavayla vurularak alındı. Kapılar silindi. Pencerelerin mermerleri yıkandı. Temizlik devam ederken Cihan bir türkü tutturdu. Neşe'ye de katılmasını söyledi. "Sesim kargalarınkinden bile kötü." diye yanıtladı Neşe.
İki buçuk saatin sonunda temizlik bitmişti. Neşe yorgunluktan bitap düşmüş bir halde banyoya girdi. Ilık suyla yıkanmaya koyulurken, Cihan temizlediği mermer tezgaha poşetleri indirdi. Neşe'nin sevdiği kekikli tavuk ve zerdeçallı makarnayı yapmak için tencereyi sıcak suyla doldurup ocağı yaktı. Tavuk göğsünü doğrayıp fırın poşetine koydu. İçine yağ ve baharatları ekleyip iyice karıştırdıktan sonra fırına koydu. Salata malzemelerini yıkarken Neşe'nin kapıda durup tatlı tatlı ona gülümsediğini fark etti. Başında kırmızı havlu vardı. Kendi gömleğini onun üstünde gördü. Bir ayağını hafifçe bükmüştü. Çıplak, pürüzsüz bacaklarında sicim sicim sular süzülüyordu.
"İyi kurulanmamışsın."
Neşe omuzlarını silkip yanına geldi. "Hava o kadar sıcak ki kurulanmaya ihtiyaç duymadım." dedi. Sonra çapkınca gülümsedi. "Ama sen kurulasaydın beni. İtiraz etmezdim." diye ekledi. Kocasının arkasına geçip, durdu. Ellerini kollarının altından geçirip, sımsıkı sarıldı. Sırtını öpüp, "Ne yemeği yapıyorsun karına?"
"Kekikli tavuk ve zerdeçallı makarna. Şimdi salataya başlayacam."
"Gel masada yapalım salatayı." deyip Cihan'dan ayrılıp, tepside yıkanmış olan salata malzemelerini masaya taşıdı. "Bana da bıçak versene."
"Çok yoruldun. Git dinlen biraz."
"Taş taşımadım ya."
Beraber masaya geçtiler. Su kaynayınca Cihan kalkıp bir paket makarnayı tencereye boşalttı. Yeniden masaya geçtiğinde Neşe ayaklarını onun dizlerine indirdi. Uzanıp dudaklarını öptü. Ona karşı kendini dizginleyemiyordu. Bedeni onunkine dolansın istiyordu. Geçen geceki gibi bir sürü gece geçirmek istiyordu.
Sofrayı salona kurdular. Cihan ara ara kendi elleriyle Neşe'ye yediriyordu. "Kilo almışsın. Farkında mısın?"
Dudaklarını büzüp, "Bilmem. Farkında değilim." dedi Neşe.
"Daha bi güzelleşmişsin. Yüzüne hafif bir pembelik yayılmış. Gözlerinin içi yıldız gibi parlıyor. Sesin çocuklar gibi cıvıl cıvıl." dedi Cihan. Elini uzatıp Neşe'nin yanağını avucunun içine alıp okşadı. "Yanımda olman o kadar güzel ki."
Yanağındaki eli alıp dudaklarına götürdü kadın. "Seviyorum seni. Hemde nasıl seviyorum bi bilsen. İçimde çiçekler açıyor sanki."
Sofrayı kaldırdıktan sonra Cihan Neşe'nin saçlarını taramak istedi. Saçları kuvvetli ve yumuşaktılar. Tarağı saçlarının arasından geçirirken eskisine göre daha gür olduklarını fark etti. "İncitmiyorum değil mi?"
"Hiçbir zaman incitmedinki. Sanki okşuyorsun saçlarımı. Laptopu getirdin değil mi?"
"Getirdim."
"Film izleyelim mi?"
"Olur izleriz. Ama önce bir banyoya gireyim." deyip ayaklandı Cihan. "Hangi filmi izleyeceğiz?" diye sordu Neşe'ye.
"Kara gözlüm. Türkan Şoray'la Kadir İnanır'ın filmi. Çok sevdiğim bir filmdir. Sende sever misin?"
"Severim." kapının eşiğinde durup, "Patlamış mısır da almıştım canın çekiyorsa..."
"Sen çıktığın zaman yaparım. Taze taze yeriz." dedi Neşe. Aklına makinedeki perdeler gelince hızla ayaklanıp, "Dur banyoya girmeden şu perdeleri takalım. Yoksa kırış kırış olacaklar."
Makineden perdeleri çıkarıp salona geldi. "E hani merdiveni getirmemişsin."
"Merdivene gerek yok. Çık omuzlarıma tak perdeleri."
"Yok ben ağırım.Sonra bir yerin incinir."
Cihan güldü birdenbire. Neşe'yi kucağına alıp, omuzlarına yerleştirdi. Düşmemesi için bacaklarını sıkıca kavradı.
"İndir beni. Bir yerin incinecek sonra."
"Kuş kadar hafifsin kız. Ben seni neden daha önce böyle taşımadım ki?" diye güldü Cihan.
"Delisin sen."
"Senin delinim ama."
Perdeler asıldıktan sonra Cihan banyoya girdi. Neşe mutfakta bulaşıkları yıkamaya koyuldu. Cihan'ın sesini duyunca pürdikkat kesildi. Güzel sesiyle, "Leyla Leyla." diyordu. Bulaşık süngerini tezgaha indirdi. Köpüklü ellerini yıkamadan mutfaktan çıktı. Cihan hala, "Leyla Leyla" deyip duruyordu. Kıskançlığın verdiği kızgınlıkla banyoya daldı. Cihan ona şaşkınca baktı.
"Tutturmuşsun Leyla Leyla diye. Kim o Leyla?"
"Hiç. Öylesine bir türkü."
"Banyoda türkü söylenmez."
"Ya."
Neşe öfkeyle dönerken, Cihan onu bileğinden yakaladı. "Birlikte yıkanalım."
"Sen türküdeki Leyla'yla yıkan." diye çemkirdi Neşe.
"E tamam işte. Bende onu diyorum. Beraber yıkanalım."
Neşe sertçe elini çekti. "Bi de dalga geçmez mi!" kapıyı açtı. Cihan onu omuzlarından tutup kendine çevirdi. Omuzlarına öpücüklerini kondurdu.
"Sen Leyla ne demektir bilmez misin ha?" diye tebessüm etti Cihan.
"Bilmek istemiyorum." diye kızdı Neşe. Banyodan çıkıp kapıyı kırar gibi çarptı. Cihan'ın güldüğünü duyunca daha da öfkelendi. "Gülmesene be adam!"
Havanın kararmaya başladığı bir vakitte banyodan çıktı Cihan. Salona geçtiğinde Neşe'yi uzanırken gördü.
"Mısır patlatmamışsın, filmi de açmamışsın."
Neşe ona bakmadan, "Uykum var.Uyuyucam." diye somurttu. "Filmi sen izle."
Karısının yanına oturup, onu ellerinden tutup yavaşça doğrulttu. Gözlerinin içine kadar kırılmıştı. Kırgın bakıyordu. Dayanamayıp gözlerinden öptü onu. Yüzünü avuçlarının içine aldı. "Leyla şu demek..." dedi. Karısının güzel köprücük kemiklerine hayranlıkla baktı bir süre. Sonra gece gibi gözlerine, "Sen benim gecemsin. Güzel kadınımsım. Güzel simsiyah saçları gür olanımsın."
Leyla'nın anlamını şimdi anlıyordu Neşe. Kıskançlık aklını başından alıp götürmüştü. Mahcup bir şekilde kocasına baktı. "Kıskandım işte ne yapayım." elini tutup kalbinin attığı yere götürdü. "Nasıl çarpıyor, nasıl yanıyor görüyor musun?" bu sefer ellerini kocasının göğüslerinin üstüne bastırdı. Açlıkla boynunu öptü. Soluğu kesilir gibi olunca ayrıldı. "Kalbim yerinden çıkacakmış gibi çarpıyor Cihan. Heyecanlandırıyorsun beni. Bütün bedenim ateş gibi tutuşuyor." dedi kesik kesik. Kocasının güçlü ama yumuşak elleri gömleğinin altından sırtını okşadı. Neşe sımsıkı sarıldı boynuna. Cihan'ın üstündeki tişörtü sıyırıp attı. Sırtüstü uzanınca Cihan üzerine eğilip, gömleğin düğmelerini sabırsızca açmaya koyuldu. Neşe onun sert çıplak göğüslerine avuçlarını dayadı. Karısına arzu dolu gözlerle bakıp, "Bilerek mi giydin gömleği ha?" diye sordu Cihan. Az sonra dudakları buluştu. Teninin her bir noktasını ezberlemek ister gibi öptü Cihan. Ona hayat veren bir kadını olmasını seviyordu. Neşe gerçek bir kadındı. Hem aşık hem de sevgi doluydu. Bu ikisi dibi hiç kurumayan birer kuyuydular.
Bölüm sonu...
|
0% |