@verahare
|
Sabahın dördünde uyanıp, üçüncü kez okuyup bitirdiği romanı eline almış tekrar okuyordu Zeynep. Öyle çok okumaya dalmıştı ki günün ne zaman aydınlandığını bile fark etmedi. Telefonun alarmı çalınca irkildi birden. Kitap elinden düştü. Telefonu asabi bir şekilde komodinin üzerinden aldı. Saatin yedi olduğunu gördü. Sinirle gözlerini yumup, "Lanet şey!" deyip alarmı kapattı. Ağrıyan gözlerini ovuştururken yataktan çıktı. Sağ bileğindeki lastikli tokayla açık saçlarını toplarken gözleri Elif'e takıldı. Derin bir uykudaydı. Yüzü hafifçe gülümsüyordu. Sol yanağına küçük bir öpücük kondurup geri çekildi Zeynep. "Canımın içi." yüzünü okşadı. Her gün biraz daha büyüyor, annesine olan benzerliğiyle onu mutlu ediyordu Elif.
Odasından çıkıp lavaboya geçerken Fidan'ı kucağında bebeğini pış pışlarken gördü.
"Günaydın."
"Kız gözlerinin hali ne öyle?" deyip Zeynep'in yanına gitti Fidan.
"Ne varmış ki gözlerimde?"
"Gözlerin şiş ve kızarık. Hiç uyumadın mı sen bu gece?"
"Sabah dörtten beri uyanığım. Kitap okuyordum." deyip lavoboya geçti Zeynep. Aynadan kendisine baktı. Gözleri berbat görünüyordu. Soğuk suyla yüzünü yıkadı. Çıktığında,
"Bugün Zeliha, ben ve Elif alışveriş yapacağız. Zeliha doğacak oğlu için elbiseler almak istiyor." dedi Fidan.
"Hem bebeğine hem Elif'e bakmakta zorlanabilirsin."
"Zorlanmam. Niye zorlanayım ki? Neşe arabasında olacak Elif'te yanımda." dedi Fidan. Zeynep'in kararsız kaldığını görünce, "Kızıma nasıl dikkat ediyorsam Elif'e de ederim. Bir an olsun gözümün önünden ayırmam onu, Zeynep."
"Peki nasıl istersen." deyip Neşe bebeği kucağına aldı Zeynep. Kokusunu içine çekti. Tatlı huzurlu bir kokuydu. Bebeğin havaya kalkan sıkı yumruğunu tutup, hafifçe sallayıp sevdi "Balım, mavişim." minik yumuşacık ellerini öptü. Alnındaki sarı saçları yana yatırdı. Gözlerini Fidan'a kaldırıp, "Zeliha geçen gün olanları telefonda anlattı... Seni rahatsız etmemesini söylerim Narin teyzeye."
Fidan'ın yüzü nefretle buruştu. "Adı batsın o kadının." dedi tükürür gibi. "Bi de demez mi oğlum seni görmüş beğenmiş. Resmen çıldırdım. Eşya mıyım ben? Benim bir erkeğe ihtiyacım yok ki. Hayatımı bekar bir anne olarak geçireceğim. Biz kızımla gayet mutluyuz. Güzel bir hayatımız var. Şimdiye kadar tatmadığım huzuru kızım sayesinde tattım. Anneyim ben ve kızım benim canım. Kızımı üvey babayla büyütecek kadar salak değilim."
"O kadar haklısın ki.."
"Ben emeğimle paramı kazanmak istiyorum. Koca parasını istemiyorum. Var olmak için bir erkeğe ihtiyacım yok. Bazı insanlar niye bunu anlamıyor hiç anlamıyorum. Sürekli kadını erkeğe muhtaç olduğuna inandırmaya çalışıyorlar. Kadın evinde otursun, çocuk doğursun, çocuk baksın, evini temizlesin, yemek yapsın, kocasının gönlünü hoş tutsun... Eş diye kendilerine köle arıyorlar." diye sinirli bir şekilde konuştu Fidan. "Buna itiraz eden kadına da tahammül edemiyorlar. Hep kadını küçümseyip, erkeği yüceltiyorlar. Öyle midemi bulandırıyorlar ki bunlar. İğreniyorum artık!"
"Kızın senin gibi bir annesi olduğu için çok şanslı."
Fidan içi titreyerek kızına baktı. "Kızım olduğu için ben şanslı bir anneyim." dedi.
"Keşke her anne senin gibi yürekli olsa. Kendinden önce kızını düşünüyorsun. Onun daha iyi bir hayata sahip olması için çabalıyorsun. Sen ne güzel annesin Fidan."
Beraber kahvaltı sofrasına oturdular.
"Şu gördüğün rüyanın devamı yok mu daha?" diye Zeynep'e takıldı Fidan.
"Sadece bir rüya işte." dedi Zeynep. "Niye anlattım sana bilmiyorum. Normalde gördüğüm hiçbir rüyayı önemsemem."
"Boynundaki kolye harika görünüyor! Nereden aldın?"
"Almadım. Hediye." dedi Zeynep kolyesini ellerken.
"Kim aldı?"
Zeynep kızardı. "Lise zamanında sınıftan bir çocuk hediye etmişti."
"Ay sevgilin miydi?" diye heyecanla konuştu Fidan.
"Değildi. Yani arkadaşlığını kabul etmedim."
"Öyleyse kolyenin sende ne işi var?"
"Haberim olmadan çantama koymuştu. Bende yıllar sonra taktım işte."
"Çocuk çirkin miydi?"
Zeynep kaşlarını çattı. İnce, uzun boylu, omuzları hafif geniş, güzel gülümsemesi olan erkeği anımsadı. "Okulun en yakışıklı erkeğiydi." diye itirafta bulundu. "Okulda ben dahil bütün öğrencilerin yüzü sivilcelerden geçilmezken onun yüzü tertemizdi."
"Ee sonra?"
"Sonrası yok."
"Arkadaşı olmadın mı yani?"
"Yoo olmadım."
"Neden?"
Zeynep'in canı sıkıldı. "Korktum işte. Bide bizim okulda iki tane genç kızın sınıf arkadaşlarından hamile kaldığı haberini duyunca korkum daha da arttı. Birde mahalledeki terzi Müjgan vardı tabii. Ona elbise diktirmeye gittiğimde Müjgan'ı üçüncü sevgilisi de terk ediyordu. Müjgan ağlayan gözlerle bana bütün erkeklerin niyetinin kötü olduğunu söylemişti. Zihnim o zamanlar savunmasızdı. Ben ne bilirim sevgili olmayı. Hem okuldaki vaka hem Müjgan beni erkeklerden uzak durmaya itmişti."
"Üzüldüm vallahi senin adına. Peki çocuğa ne oldu,uzak durdu mu senden?
"Bir iki defa konuşmaya çalıştı benimle ama ben buz gibiydim. Sonra birgün okula gelmez oldu. Daha sonraki günde gelmedi. Öbür günde... Bir daha hiç gelmedi. Görmedim. Kimi taşındığını söyledi, kimi okulu bıraktığını, kimi de hapise girdiğini söyledi."
"Belki de çocuk iyi biriydi Zeynep."
"Belki de."
"Bir şeyi fark ettim. Sen baya pişmansın Zeynep."
"Ben doydum. Gidip giyineyim." deyip hızla odasına gitti Zeynep. Gardıroptan kayık yaka volanlı siyah salopetini aldı. Perdeleri çekip giyindi. Saçlarını tarayıp düzleştiriciyle düzleştirdi. Beyaz inci küpelerini taktı. Yeni aldığı sivri uçlu kısa kalın topuklu ayakkabısını giyip makyaj masasının karşısına oturup yüzüne çok hafif bir makyaj yaptı. Ayağa kalktığında Elif'in yanağına küçük bir öpücük kondurup odadan çıktı.
"Harika görünüyorsun!" dedi Fidan.
Zeynep gülümsedi. Çantasını koluna takarken, "Sağ ol." deyip evden çıktı. Bir an annesini deli gibi özledi. Kız kardeş gibi her şeyini paylaşabileceği bir annesinin olmaması kahrediyordu onu. Başka kadınlar yerine annesinin öğütlerini dinlemeyi o kadar çok isterdi ki...
Okula gittiğinde öğretmen arkadaşlarının sıra sıra dizilmiş arabalarının yanından geçmeye başlayınca,
"Zeynep Hoca! sana bir tane araba lazım. Ee olmuyor böyle. Dikkat ediyorum; ya otobüsle geliyorsunuz okula, ya da yürüyerek."
İç gıcıklayıcı sesin sahibine dönüp baktı Zeynep. Fırlak göbekli, saçları kırlaşmaya başlamış, ellerini arkada birleştirmiş müdür Oktay'a,
"Araba alıp yıllar boyu kredi ödemeye hiç niyetim yok Oktay Bey. Ben halimden memnunum. Benim için tasalanmayın." deyip merdivenleri çıkmaya başladı Zeynep. Kendi kendine, "Deli midir nedir benim okula nasıl geldiğimden sanane be herif!" koridoru aşıp sınıfına geçtiğinde masasının üzerinde mor reyhan çiçeğini gördü. Ellerini yapraklara değdirdi. Reyhan çiçeğinin hoş kokusu burnuna kadar geldi.
Çardakta oturmuş, kendi yaptığı tostu ve taze sıkılmış portakal suyunu çantasından çıkarıyordu Emel.
"Organik besleniyorsun kuzum."
Gözlerini kaldırıp Ceylan'a kısa bir bakış fırlattı. "Ben senin kuzun değilim!"
"Bir özgüven gelmiş sana."
"Git başımdan Ceylan."
Emel'i kanatmak ister gibi. "Annen yine gecenin bir yarısı mı dönüyor eve?"
Emel ayaklanıp Ceylan'ın karşısına dikildi. Cesurca gözlerini onunkilere dikti. "Bak ne yaptığın beni ilgilendirmez. Ama o gece seni gördüm. Ailenin düğüne gittiği geceyi diyorum... Seni bir erkeğin arabasına binerken gördüm." tehditkarca konuştu. Ceylan'ın korktuğunu görebiliyordu. Gidip çardağa oturdu. Arkasına yaslanıp muzip bir tavırla, "Korkma ailene söylemem. Ama benimle daha fazla uğraşma. Çünkü benimde sınırlarım var. İyilik meleği değilim ya. Bende her an gözümü karartabilirim. Neticede insanım değil mi?"
"Sen... Sen çok tehlikelisin. Göründüğün gibi sessiz, sakin, kendi halinde, uysal bir kız değilsin."
"Aksine öyleyim. Peki ya sen. Sen tam bir şeytansın. Bana mahallede, okulda etmediğin kalmadı. Sürekli annemin durumunu yüzüme vurmaktan çekinmedin. Kaç gecemi senin tehditlerin yüzünden uykusuz geçirdiğimi biliyorsun musun? Şimdi defol git başımdan Ceylan. Kıymetli zamanımı senin için harcamak istemiyorum." dedi Emel sakin bir sesle. Ceylan'ın yıkılmış bir halde gidişini keyifle izledi.
Güney ellerinde iki tane karton bardakla yanına gelip, "Oturabilir miyim?" diye sordu.
Emel ona döndü. Kıvırcık saçları, tüysüz kumral yüzü, kendisinden uzun, ince bedenine ilk kez bu kadar uzun baktı. "Tabii." dedi kuru bir sesle.
"Yersin diye sana da aldım. Süt mısır seversin değil mi?" deyip bardağın birini Emel'e uzattı Güney.
"Severim."
"Verdiğin ders notları için çok sağol Emel."
"Bu süt mısırlar da teşekkür için oluyor."
Güney gülümsedi. "Hayır içimden geldiği için aldım. Ama tabii inanıp inanmamak sana kalmış bir şey."
Emel ses çıkarmadan kaşığı süt mısırına daldırdı. Güney'in bardağına bakıp, "Sen ketçap mayonez sevmiyor musun?" diye sordu.
"Spor yapıyorum. Onun için yasak olan şeyleri yemiyorum."
"Spor?"
"Boks." diye açıkladı Güney. "Ablamın spor salonu var. O öğretiyor. İstersen sana da öğretir."
"Ben mi? Ben yapamam ki."
"Ablam en çok ta kadınların boks yapmasını savunuyor. Eğer bir gün boks yapmak istersen sana öğretir."
"Teşekkür ederim sağol." deyip ayaklandı Emel. "Derste görüşürüz."
Sınıfa geçtiğinde Zeynep'i reyhan çiçeğini sularken gördü.
"Kendi bahçemden." dedi Emel Zeynep'in yanına gelirken. "Seveceğinizi düşündüm."
"Teşekkür ederim. Toprakla uğraşmayı seviyorsun ne güzel!" diye gülümsedi Zeynep elini Emel'in omzuna koyarken.
"Stres atmama yardımcı oluyor."
"En iyisini yapıyorsun. Hele bahçede çıplak ayakla dolaşmak gibisi yok. 'Yeşilin Kızı Anne' romanını okudun mu?"
"Şu meşhur roman. Adını çok duydum ama okumak daha nasip olmadı. 'İnce Memed' serisini bitirdikten sonra alıp okurum."
Zeynep çantasına yöneldi. 'Yeşilin Kızı Anne' romanını çıkarıp, "Ben okudum sende oku. Serisi evde yarın onları da getiririm sana."
Emel çekinip, "Ama olur mu ki?" dedi.
"Aa neden olmasın. Benden küçük bir hatıra. Al bakayım." deyip kitabı Emel'in eline tutuşturdu. "Sınıfta en çok kitap okuyan öğrencim sensin. Bu beni mutlu ediyor."
"Ezik diyorlar. Ama anlamıyorum kitap okumanın nesi eziklik."
"Aman boşver sen o kültürsüzleri. Sen kitap okumaya bak. Sana ezik diyenlere acıyorum. Birçoğu sosyal medya bağımlısı. Ellerinden telefonlarını alsalar hayatları durur. Ne yapacaklarını bilmez bir halde olurlar."
Zil çalınca öğrenciler sınıfa akın etti. Yan sınıftan bir öğrenci kapının eşiğinde durup, "Hocam müdür sizi çağırıyor." dedi.
Sınıftan çıkıp müdür odasına doğru yürüdü Zeynep. Müdür odasının kapısına geldiğinde kapıyı bir defa vurdu.
"Gel."
Zeynep kapıyı açıp içeri geçti. İki tane genç kız ve yanlarında duran bir adam vardı. Hiçbirinin yüzüne bakmadı.
"Beni çağırmışsınız."
"Gelin Zeynep hocam gelin. Okulumuza iki tane yeni öğrenci daha geldi. Ve bu iki kız kardeş sizin sınıfınızda okuyacaklar."
Zeynep dönüp kızlara baktı. Kızların yanındaki adamla göz göze gelince yüzü çarpılmış gibi oldu birden. Boğazına çözülmez bir düğüm oturdu. Göğsü hızlı hızlı inip kalktı. Ciğerleri nefes almak için çırpındı.
Adamın dudaklarının kıvrılışıp yanına gelişini izledi.
"Zeynep... Gerçek misin sen?" onu yeniden görmek tarif edilemez bir mutluluktu.
"Zeynep hocam iyi misiniz?" dedi Oktay Bey.
Zeynep heyecanlı titreyen sesiyle "İyiyim." diye yalan söyledi. Gözleri ateş gibi tutuştu. Orada daha fazla durursa dizlerinin üstüne düşeceğini biliyordu. Şimşek hızıyla odadan çıktı. Kalbi ağzından fırlayacaktı sanki. Sınıfa girdiğinde ardından kızlarında geldiğini gördü. Onun gelmemesini diledi.
"Boş olan sıralara oturun. Bu arada isimleriniz?"
Balık etli, orta boylu, mavi gözlü kız "Lavin." dedi. Cam tarafında en arkada boş olan sıraya yöneldi.
Esmer, sevecen yüzlü kız, "Dicle." deyip Lavin'in yanına gitti. Kardeşinin kulağına eğilip, "Dayım nereden tanıyor bu hocayı?" diye sordu.
"Ne bilim, akşam kendin sorarsın."
"Sendeki bu meraksızlık beni öldürecek valla." dedi Dicle gözlerini devirip.
"Derse kulak verin!" diye sesini yükseltti Zeynep. Bu halde nasıl ders işleyeceğini de bilmiyordu. Aklı, kalbi adamın görüntüsüyle dolup taşmıştı. Eskiden ona o kadar kötü laflar etmesine rağmen adamın yine gülümseyerek konuşmasına şaştı.
Okul çıkışında öğrenci kalabalığında yürürken,
"Zeynep!"
Adını erkeğin ağzından duyunca dondu kaldı. Arkasını dönmeye cesaret edemedi bir türlü.
"Niye kaçıyorsun benden?"
Zeynep dönüp ona baktı. "Ne kaçıcam burdayım işte!" diye terslendi. Adam gülümseyerek yanına geldi. Zeynep ona dikkatli bakmamak için çırpınıyordu. Bıyıklı, kirli sakallı, esmer bir yüzü,çıkık alnında iki tane ince çizgi vardı. Konuşurken bembeyaz dişleri göze çarpıyordu.
"Hiç değişmemişsin. Aynı hırçın Zeynep." dedi Sidar siyah gözlerinin içi gülerken. Zeynep'i çok özlemişti. Hele iri koyu kestane gözlerine, bıkıp usanmadan saatlerce bakabilirdi. Eskiden olduğu gibi.
"Hakaret mi ediyorsun?" dedi Zeynep. O sırada yanlarından geçen süratli bir araba, su birikintisinin üstünden geçti. Bütün kirli su Zeynep'in elbisesine bulaştı. "Pislik herif, üstüm başım mahvoldu!" diye öfkelendi Zeynep. "Şuna bak! her tarafım çamurlu su oldu..." öğrencilerden birkaçı sırıtınca, "Ne var, çok mu komik?" sinirlenip sesini yükseltti Zeynep.
"Gel eve bırakayım seni. Bu halde yürüme."
Ses çıkarmadan arabaya bindi. Evinin yolunu tarif etti.
"Nerede oturduğunu biliyorum." dedi Sidar.
"Nerden biliyorsun?"
"Hani birgün ayağını burkmuştun hatırlıyor musun?hoca benim seni eve bırakmamı istemişti."
"Şimdi hatırladım."
"Seni görmek güzel şey!" dedi Sidar umutla konuşup.
Zeynep, 'Bende.' demek istedi ama susmayı tercih etti.
Evin önüne geldiğinde arabayı durdurdu Sidar.
"Çok sağol." deyip kapıyı açtı Zeynep.
"Yıllar önce ret etmiştin.Ama yine soracağım... Benimle bir kahve içmek ister misin?"
Bölüm sonu...
|
0% |