@verahare
|
Bende her kadın gibi alış veriş fikrini seviyordum. İnsan bazen kendini şımartmalıydı değil mi? Adana'nın en büyük alış veriş merkezinin önünde durduğumuzda içim kıpır kıpırdı. El ele tutuşup yürüdük. Birlikte dönen kapıdan içeri adımımızı attığımızda yüzümüze serin hava çarptı. Ünlü mağazalar birbiri ardınca sıralanmışlardı. Ufak bir gerginlik yaşadım. Daha öncedende avmlere gitmiştim tabii. Ama o zaman indirime giren elbiseleri alabiliyordum o da ablalarımdan aldığım borç parayla. Çünkü Orhan benim müsrif bir eş olduğumu söyler avucumun içine az para tutuştururdu. Bende ya mahalledeki giyim dükkanlarından ya da pazardan alırdım elbiselerimi. Şimdi eskisi gibi beğendiğim elbiselerin ilk önce fiyatına bakmayacaktım. Artık ilk önce elbisenin beden ölçüsüne bakacaktım. Fiyatı ne kadar tutmuş dert etmeyecektim. Dengeler artık değişmişti.
"İlk önce nereden başlamak istersin?"
Arslan'ın sesi beni kendime getirdi. "Kozmetikten" deyip genişçe gülümsedim.
"Gel öyleyse"
Yürüyen merdivene bindiğimizde Arslan yanağını saçlarıma sürttü birden. "Ayıp ulu orta yerde böyle yapma" dedim ona.
"Saçlarının ıslak bir halde yanağıma değmesinin nasıl bir his olacağını düşündümde"
Gözlerim irice açıldı. Bizim önümüzde olan kadının başını arkaya çevirip Arslan'a ve bana ters ters baktığını görünce utancım ikiye katlanmıştı. Arslan haylazlıklarına devam ediyordu. Şimdi de evlendiğimizde yatak odamızda bir küvetimizin olmasını isteyip istemediğimi soruyordu bana. Yemin ederim bu adam delirmişti. Boğazımdan uyarıcı sesler çıkardım oysa küvetin hangi model olacağını sormaya başlamıştı. Ve en son elini belime sarıp yanağımı öptü. "Karım olacağın günü iple çekiyorum" Dedi. Kıkırdadım. Yaşlı kadın dönüp tekrardan bize baktı. Gözleri kınarayarak bakıyordu şimdi. 'Terbiyesizler' diye tısladı. Aldırmadık tabii. Arslan sanki inadına bir kez daha öptü yanağımı.
Ben kozmetik ürünlerine bakarken Arslan yanıbaşımda elinde alış veriş sepetimizi tutuyordu. Üstünde beyaz tişört ve buz mavisi kot pantolon vardı. Başının üstündeki siyah güneş gözlüğü onu dahada gözalıcı yapmıştı. Boynum sıcacık olup nabzım hızlandı birden. Bu adam aklımı yavaşlatıyordu. Yüzümü ondan çevirip rafa döndüm. Ondan biraz uzaklaştım. İlk önce kendime ruj koleksiyonu yapmaya karar verdim. Bu sefer çakma marka değil orjinal marka kullanacaktım. Yeni çıkan pembe tonlarında olan bir ruju alıp "Sence bu yakışırmı dudaklarıma?" Diye sorup Arslan'a döndüm. Birde ne göreyim bizimki elinde ped öylece duruyor. Beni asıl kızdıran şey Arslan'ın birkaç metre ötesinde olan kızların ona hayranlıkla bakıp 'Gördünüz mü ne kadar da düşünceli romantik bir erkek. Sevgilisi için ped alıyor.' Diye konuşup gülüştüler. Kıskançlık damarıma basmışlardı. Elimdeki ruju rafa koyup hışımla yanına gidip pedi elinden tutup çektim. "Bununla ne yapıyorsun sen?" Diye terslendim.
Arslan dudaklarını büküp "Daha yeni anladım ne olduğunu." Dedi.
Pedi rafa koyup Arslan'ın koluna girdim. Bizi izleyen kadınların yüzleri şimdi asıktı. Sahipsiz olmadığını görmeleri neşelerini kaçırmıştı. Kaslarım Arslan'ı koruma içgüdüsüyle gerilmişti. "Hay Yarabbim." Diye soluyup onu çekiştirdim.
"Aslında ne olduğunu anlayınca sana birkaç tane almayı düşündüm doğumdan sonrası için"
Bu kadar düşünceli olmasına karşılık geniş bir tebessüm yayıldı yüzüme. Bende ona bir şeyler almak istedim. Evden kaçtığım zaman yanıma aldığım para hâlâ bendeydi. Arslan'a okyanus esintili tıraş losyonu almak istiyordum. Raflardaki tıraş losyonunun fiyatına dikkatlice bakınca hevesim kırıldı. Bırakın tıraş losyonunu o birkaç kuruşla tıraş bıçağı bile alamazdım ben. Arslan'ın benim hediyeme ihtiyacı yoktu tabii. Ama değerli hissetmeye hepimizin ihtiyacı vardı. Bende onu değerli hissetirmek istemiştim sadece. İç çekip kendime alacağım şeylere ilgilenmeye başladım. Kozmetik ve kişisel bakım ürünlerine dair ne varsa aldım. Mağazadan ellerimizde alış veriş çantalarıyla çıktık. Sadece kadınlar için olan iç giyim mağazasının önünden geçtiğimiz zaman Arslan beni durdurup "Hiç gümüş rengi gecelik sabahlık takım giydin mi?" Diye sordu.
"Hayır" dedim.
Düşünceli sesiyle "Gümüş renk sana çok yakışır. Saten, kolları İspanyol, omuzları dantelli bir takımı almalısın ve giymelisin" dedi.
Kulağımdaki kanın fokurdadığını duydum. "Bakarız" diye geçiştirdim onu.
"Tüylü terlik falan giyersin odamızda. Terliklerinin şıpırtısı şimdiden yankılanıyor kulaklarımda."
Bugün beni utandıracak hiçbir fırsatı kaçırmıyordu Arslan Bey. "Ama ben yalın ayakla gezmeyi tercih ederim" dedim göz kırpıp. "Bak bugün uygunluğun sınırını aşıyorsun. Yürüyen merdivendeki yaşlı teyzeden sonra şimdi de buradaki genç hanımlar ikimizi haşlayacaklar gibi geliyor. O yüzden canım lütfen dilini tut" dedim ona.
Arslan'ın yüzü asılıp "Ama bende içeri girip sana bir şeyler almak istiyorum" dedi.
Gözlerim kahve fincanı gibi açılırken "Ay olmaz ayıp bir kere canım." Dedim.
"Niye ayıp olsunki"
"Ama ben utanırım sanki herkes bizi izliyormuş gibi hissederim Arslan"
"Mağazayı kapatayım o zaman"
Aslında ben utanıyordum. "Hiçbir yeri kapatma sadece kapıda bekle beni canım" deyip cevap vermesine fırsat vermeden uçar gibi mağazaya girdim. Eğer bir saniye daha orada dursaydım verdiğim karar zaafa uğrayabilirdi. Çeşit çeşit içgiyimler aldım. En çok saten kumaşı seviyordum. Tenimi gıdıklıyordu çünkü. Her renkten aldım. Gümüş renkten ise iki tane almıştım. Kasaya yaklaştığımda Arslan'ı aradım. O ödemeyi yapıp çantalarımı taşıyınca en parlak gülümsememi takınarak "Bodyguardım benim" diye takıldım ona. Bastıramadığım gülüşlerim onu keyiflendirmişti. Daha sonra ayakkabıcıya uğradık.. Hamile olduğum için düz tabanları tercih ettim. En son beyaz deri bağcıklı babeti aldım puf sandalyeye oturduğum zaman Arslan önümde diz çöküp babetlerimi alıp ayağıma giydirmeye başladı. Kalbim göğsümün dışında atıyormuş gibi oldu. Bağcıkları bileklerime dolarken nemli dudaklarını dizime yapıştırdı birden. Parmak uçlarıyla şefkatle okşadı. "Burada dikiş izi var. Kim bilir nasıl yandı canın" diye burukça fısıldayınca o an anladım Arslan dikiş izi olan dizimi öpmüştü. Gözlerini bana kaldırdı. "Nasıl oldu" İlgili sesi yutkunmama sebep oldu. "Küçükken balkondan düşmüşüm." Bir kez daha öpüp "Allah korumuş" dedi. Onun ellerini avuçlarıma alıp sımsıkı tuttum. "Beni hiç bırakma olur mu? Herkessiz yapabilirim ama sensiz olmaz." Dedim yorgunca.
Mahru'nun sesi kalbini ısıtırken "Ama sen bırakılmayacak kadar güzelsin canım" dedi Arslan.
Ayakkabıcıdan sonra giyim mağazasına uğradık. Askıdaki elbiselere göz atınca bu akşam için ne giyeceğime karar vermeliyim diye düşündüm. Siyah bir elbise dikkatimi çekince askıdan alıp baktım. Kare yaka, ince askılı, dizi yırtmaçlıydı. Tam bir romantik akşam yemeği kıyafetiydi. Daha sonra çiçekli etekler aldım. Gece rahat uyuyabileyim diye pamuklu pijamalar ve üstüme birkaç tane tişört aldım.
Mağazadan çıktıklarında "Bir şeyler atıştırmak ister misin?" Dedi Arslan.
"Bütün iştahımı akşam yemeğine saklıyorum" dedim.
Arabamızın bagajı ve arka koltuğu tıka basa dolmuştu. Ömrümde hiç bu kadar yoğun bir alış veriş yapmamıştım. "Eve gittiğimiz gibi banyoya koşacağım" dedim yorgunlukla "Her şey için teşekkür ederim."
"Zaten senin olanlar için bana teşekkür etmene gerek yok"
Arslan aramızda resmiyet olmasını istemiyordu. Ama ben zamanı geldiğinde onun karısı olsam bile onun sahip olduklarını hemen benimseyemezdim. Benimle sadece kalbini değil malını mülkünü de bölüşüyordu. Sanki ne düşündüğümü anlamış gibi elini elimin üstüne götürüp yumuşak hareketlerle okşayıp
"Bak eşler birbirlerinin her şeylerine ortak olurlar. Yastığımız bile ortak olacak Mahru Hanım. Ama sen böyle her dakka başı teşekkür edersen aramıza mesafe koyarsan olmazki ay yüzlüm"
Başımı olur anlamında hafifçe salladım. Arslan ilk defa adımın anlamıyla seslenmişti bana.
"Adını kim koydu senin?"
"Nüfus müdürü" dedim.
"Öyle değil"
Kendimi tutamayıp güldüm "Tamda öyle canım" dedim.
"Nasıl yani?"
"Ben doğduktan bir hafta sonra annemle babam beni alıp nüfus müdürlüğüne götürmüşler. O zamanlar tabii uzun kuyruklar oluyormuş. Babam sabırsızlanıp başkalarının önüne geçmeye çalışınca ön sıradakiler doğal olarak karşı çıkmışlar. Ağız dalaşına girmişler. Bana ismimi veren memur babamı azarlamış. Babamda nefretle kadına dönüp çok çirkin olduğunu ona dokunacak erkeğin ilk önce eldiven giymesi gerektiğini söylemiş. Kadın çok kırılmış tabii buna. Ama kısa bir sürede kendini toparlayıp babamı herkesin içinde rezil etmiş. Sıra bize geldiğinde babam surat ekşiterek 'Kızımın adı Fidan olsun demiş' memur hiç sesini çıkarmamış annemin kucağında kundağa sarılmış uyuyan bebeğe bakıp 'ay gibi yüzü var' demiş benim için. Ve önündeki kağıta bana verdiği ismi yazmış. Günler sonra bizimkiler kimliğimi aldıklarında adımın Fidan yerine Mahru olduğunu gördüklerinde babam öfkelenmiş. Memurun intikamı daha ağır olmuş." Dedim keyifle gülüp.
"İyi ki Mahru olmuş adın"
Arkama yaslandım "İyi ki" deyip onu destekledim.
Bir değişiklik olsun Mahru kendini iyi hissetsin diye onu lunaparka getirdi Arslan.
Arslan beni lunaparka getirmişti. İçim kasılmıştı. Çocukların ve müziğin sesi birbirlerine karışmıştı. Pamuk şekerciler, baloncular, süt mısır ve sütlaç satanların müşteri çekmek isterken döktükleri dilleri kulaklarımı tırmalamıştı. Nabzım hızlanmış göğsüm sıkışmıştı. Hiç mutlu olmamıştım buraya geldiğimize. Halbuki çiftler buraya geldimi mutlu olurlardı. Arslan'ın yanımda olmadığını fark edince terdirgin olup etrafıma bakındım. Başımı sağ tarafıma çevirince Arslan'ın elindeki pamuk şekeri bana uzattığını gördüm.
"Pamuk şeker seviyor musun?"
Eskiden seviyordum. Her şeyden habersiz bir çocukken seviyordum.
"Mahru iyi misin?"
"Çok susadım bana soğuk su alır mısın?"
"Rengin değişti birden. Geç otur şuraya bekle beni"
"Korkma iyiyim sadece susadım midem ekşiyince biraz kötü oldum. Su içsem yeterli olacak" diye yalan söyledim. Arslan bana su almak için yanımdan uzaklaştı.
Çocukluğun yarası geçmiyormuş. Elimdeki pamuk şekere bakınca zihnim beni çocukluğuma götürdü. Babamın komuşumuzun kızı olan Peri'yle beni lunaparka götürdüğü günü hatırladım. Babamın Peri'yi kucağına alıp oyuncakçının tezgahına yaklaştırıp 'hangisini istersen alabilirsin' demişti. Peri taç ve oyuncak bebek almıştı kendine. Babam bana tepeden şöyle bir bakıp 'Sende bir şey al' deyince çekinmiştim. Sözlerini üstüne basa basa tekrarlayınca çekinerek kar küresini istediğimi söyledim. Ve küreyi tezgahtan aldım. Babam satıcıyla sıkı bir pazarlığa girişti. Satıcı fiyatın az olduğunu söyleyince babam sanki ben al diye tutturmuşum gibi bana kızgın bir bakış fırlatıp 'koy onu yerine almaktan vazgeçtim' deyip beni omuzlarımdan itirek yürütmüştü. Peri'den uzaklaştığımızda elini cebine atıp 'Ben gelene kadar Peri'yle birlikte burada oynayın. Canınız ne çekiyorsa yiyin' deyip parayı elime tutuşturup yanımdan hızla uzaklaşmıştı. Sonra uzun, ince yapılı, gözlüklü bir kadın belirmişti yanında. İkisi kol kola girip ateşten kaçar gibi uzaklaşmışlardı. Kadını Peri'nin annesine benzetmiştim. Olamazdı değil mi? Merakım alevlenmişti. Ama Peri birden bana seslenince onun yanına gitmek zorunda kaldım. Ona babamın ikimiz için verdiği parayı gösterdim. Çocuk aklımızla el ele tutuşup satıcıların yanına koştuk. Balon, elma şekeri, kağıt helva ve daha bir sürü şeyler aldık. Paramız bitince yorgun düşmüş bir halde güneşin altında oturduk. Peri bana babamla annesinin birbirlerine sarıldıklarını söyledi. Babamın onların evine arka bahçeden gizlice girdiğini onun babasının gelmesine yakın saatte yine arka bahçeden gittiğini söyledi. Hiçbir şey anlamamıştım. Babam niye onların evine arka bahçeden giriyordu. Hemde Talat amca evde yokken. Annemin komşu erkeklerle konuşmasına kızan babam neden Peri'nin annesine sarılıyordu? Aklım bir salyangoz gibi ağır ağır ilerliyordu. Peri bana alayla bakıp 'Bir keresinde babanın annemi öpülmemesi gereken bir yerinden öptüğünü gördüm. Dudağından' ona bir yalancı olduğunu söyledim. Oysa küstahça gülüp 'yalan borcum mu var sana? Parkın arka tarafında restoran var annemle baban hep orada buluşuyorlar. Git kendin gör' yerimden fırladım tabii. Peri'nin dediği gibi parkın arkasında restoran vardı. Kalbim gümbürdüyordu. İçeri girdim. Gözlerim masaları tarıyordu. Onlar yoklardı. Rahatlamıştım. Ama tanıdık bir kahkahayı duyunca hızla etrafıma bakındım. Ses lavabonun olduğu taraftan geliyordu. Gidip baktığımda Gülsüm teyzeyi duvara yaslanmış onu boynundan öpen adamın başını okşarken gördüm. Adam yüzünü geri çekince onun babam olduğunu gördüm. Bu hissi nasıl tarif ederim bilmiyorum. Donup kalmıştım orada. Onlar beni fark edemeyecek kadar kendilerinden geçmişlerdi. Babam 'Hiç korkmuyor musun Talat bizi böyle görse ne olur diye' dedi. Gülsüm 'O korkak hiçbir şey yapamaz bana. Hem bu olanların tek suçlusu Talat zaten. Memur maaşıyla ev mi geçindirilir? Her şeyi gramla alıyoruz valla. Üstümde üç yıllık mantoyla geziyordum hep. Talat karısına ve kızına bakamayacak kadar aciz biri. Anca roman okur. Roman okumak karın mı doyurur? Ama sen öyle değilsin Yahya. Bana can verdin. Etin ne olduğunu unutmuştuk. Sayende kızımında benimde karnımız doyuyor. Yemin ederim Peri'de en çok senin hakkın var.' Gülsüm biraz daha şımarttı babamı. Ve babam cebinden bir tomar para çıkarıp Gülsüm'e uzattı 'Yarın ayarladığım otele gel. Sabah Talat evden çıktımı sende çık gel otele' Gülsüm 'Peri'yi ne yapacağız onu evde bırakamam' deyince Babam 'Bizim Meryem'e bırak. Anam ya da başka biri hastaneye kaldırılmış de bir bahane uydur işte.' Dedi. Gülsüm 'Meryem abla çok iyi bir kadın. Bazen onun yüzüne bakınca yaptığımız şeyler gözlerimin önünden geçiyor yüzüm kızarıyor' dedi. Babam buna karşılık 'Ben Talat'ın yüzüne bakınca boynuzdan başka bir şey görmüyorum. Ama evi çekip çevirecek gücü olmadığı halde evlenip çocuk yapmasına kızıyorum' demişti.
Çocukluğumu o lunaparkta bırakmıştım. Artık dünyadan bir haber yaşayan çocuk değildim. Babama onları gördüğümü mırıldandım. Sessiz kaldı. Bana pamuk şeker aldı. Tehditle anneme anlatacağımı söyledim. Babam oralı bile olmadı. Talat amcaya söylemekle tehdit ettim bu sefer. O zaman bana döndü beni omuzlarımdan tutup sarstı. Bana bir tokat atıp 'Eğer söylersen birbirimize zarar veririz. Sence bıçak tutan elle kalem tutan el bir midir? Talat'ın karşımda duracak gücü var mı sence. Daha çocuğuna bakacak gücü olmayan bir adamla korkutuyorsun beni. Eminim bizi duyduğunda kalpten gider.' Diye tıslamıştı yüzüme. Sonra bana vurduğu için pişman olmuştu. Yanağımdan öpüp 'Uslu bir çocuk ol ve bu olanlardan kimseye söz etme' demişti. Ve o günden sonra eve her gelişinde bana pamuk şeker getirmişti. Beni de Peri gibi pamuk şekerle ya da oyuncaklarla susturduğunu düşünüyordu. Ama işin aslı öyle değildi. Annemin babama güzel görünmek için mahallemizdeki kuaförü evimize getirip saçlarını kestirip boyatmasıydı. Hiç kullanmadığı adlarını dahi tam bilmediği makyaj malzemelerinin nasıl kullanacağını öğrenmek istemesiydi. Kocasına güzel görünmek için hevesle çaba göstermesiydi. Kuaför Belkıs'ın annemin tırnaklarını törpülerken 'Kız sen zaten güzelsin. Asıl kocanın sana güzel görünmek için çaba göstermesi lazım' dediğini hiç unutmuyorum. Sonra tabii Talat amca vardı. Çalıştığı işyerinde veznedardı. Namuslu onurlu bir adamdı. Avluda kızını dizlerine oturtur ona roman okurdu. Karısına hayatım diye seslenirdi. Beni sokakta gördü mü 'Küs müyüz niye bize uğramıyorsun artık? Gülsüm teyzen limonata yapmış bende gelirken kurabiye aldım gel de Peri'yle beraber yeyin.' Deyince gırtlağımdan bir feryat kopacakmış gibi hissederdim. Vicdanım kanıyordu. Hem annemin hemde Talat amcanın düştükleri durumdan bir haber olmaları beni üzmüştü. Babam hangi yüzle Talat amcanın evine gidip onunla karşılıklı tavla oynuyordu. Peki ya Gülsüm teyze bir kadın olarak annemin yüzüne nasıl bakabiliyordu? Neyseki Talat amca aldatıldığından habersiz bir şekilde bir gün işi yarıda bırakıp başının çatladığını söyleyip uzanırsam geçer diyerek uzandığı yatağında beyin kanamasından ölmüştü. Karısının ve babamın pisliğini öğrenmeden göçmüştü bu dünyadan. Gülsüm teyzede babamdan daha zengin bir herifi bulup gecenin bir yarısı babamın uyuduğundan emin olup kızıyla beraber kaçmıştı.
"Mahru hastaneye götüreyim mi seni canım?"
Arslan'ın sesiyle irkildim. Elindeki suyu alıp kafama diktim. Ona yalvarır gibi bakıp "Beni hemen eve götür ne olur" dedim.
Arslan huzursuzca "Bana ne olduğunu anlat. Lunaparkla ilgili kötü bir anın mı var yoksa?"
Devam edecek.
|
0% |