Yeni Üyelik
4.
Bölüm

Bebeğimin annesi

@verahare

Gökyüzünde tek bir bulut yoktu. Rüzgar efil efil esiyordu. Yaban kır çiçekleri rüzgarın etkisiyle dans ediyormuş gibi oluyorlardı. Kızının bundan mahrum kalmasını istemediği için işlerini yarıda kesip çiftliğe gitti Arslan. Sürgülü kapı açılıp arabayı avluya sürdüğü sırada hemşirelerin sağa sola seğirttiklerini görünce geç kaldığını anladı.

 

Perihan hemşire "Arslan Bey mutfağa yemek için indiğimiz sırada kaçmış Serçe." Diye üzgünce mırıldandı.

 

Kızının bitip tükenmez bir enerjisi vardı. Evin dışında her yeri seviyordu Serçe. Arslan evde kalmasını tembihlediği sırada Serçe mini mini ellerini beline koyar küçük çenesini havaya dikip 'Bana Serçe ismini verip beni eve tıkıyamazsın baba' diye karşı gelirdi Arslan'a.

 

"Sorun değil Serçe'nin nereye gittiğini biliyorum rahatlayın biraz. Gidin dinlenin Perihan Hanım" deyip çiftliği gezintiye çıkıp "Serçe!" Diye seslendi. Çiftlik o kadar büyüktüki Arslan'ın kızını araması epey sürdü. Yemyeşil yoncalar ve kır çiçekleri içinde uzanmış yeni doğan kömür karası kuzuyu da küçük göğsüne yatırmıştı Serçe. Başında mavi kelebekler olan saç bonesi vardı. Kızının teni solgun ve yorgun görünüyordu. Gözlerinde tek bir kirpik kalmamıştı Serçe'nin. Uzun, kıvrımlı, gür kirpiklerinden en sonuncusu da dün uyurken yanağına düşmüştü. Arslan kızının düşen kirpiklerinin gördüğü kadarını toplamış küçük cam tıpada saklamıştı. Kemoterapinin etkisiyle bazen çok bitkin düşüyordu Serçe.

 

Mikrop kapacak korkusuyla cebinde yedek bulundurduğu maskeyi çıkarıp "Hemşirelerin seni aramaktan harap olmuşlar" dedi Arslan. Kızının kömür karası gözleriyle karşılaşınca yüreği kabardı. Yanına uzandı maskeyi takmaya koyulunca Serçe elini tutup,

 

"Hava tertemiz baba. Maske takmak istemiyorum." Diye karşı çıktı. Sürekli maske takmaktan nefret ediyordu. İzole edilmiş olmaktan nefret ediyordu.

 

"Kuzuyu annesinden ayıramazsın Serçe. Yavru o daha annesinin korumasına ihtiyacı var. Yaylaya göndermemiz gerek"

 

"Öyleyse bizde yaylaya gidelim baba"

 

Kızının hevesini kırmaktan nefret ediyordu. "Orası sağlığın için güvenli değil biliyorsun." Diye mırıldandı. Bir an önce bebeğinin doğup ablasını yaşatmasını istedi. Dokuz ay vardı. Koskoca dokuz ay.. Arslan'ın korktuğu aklından geçirdiği için kendinden nefret ettiği şey ise. Serçe'nin dokuz ay boyunca dayanıp dayanmayacağıydı. Evet inatçı kızı lösemiyi bir kez yenmişti. Hastalık nüksedince tekrardan başa dönmüşlerdi. Bu sefer kök hücre bağışlanması gerekti. Arslan'ın kök hücresi maalesef kızıyla uyuşmamıştı. Adana'nın sevilen Beyi olduğu için birçok insan Serçe için kök hücre vermeye razı olmuşlardı. Arslan kızına kök hücre verecek olanlara para verileceğini duyurmuş haberi kim duysa hastaneye koşmuştu. Sonuç hüsrandı. Hiçbirinin dokusu Serçe'ninkiyle uyuşmamıştı. Yalnız bir seçenek kalmıştı. Bebek. Evlenip çocuk yapmak gibi bir niyeti yoktu Arslan'ın. Bir kez ağzı yanmıştı. Onunla evlenmek isteyen birçok bey kızları vardı. Arslan'ın evlenmeden bebek sahibi olmasını duyan herkes onu kınamıştı. İlayda'dan başka kimse ona çocuk vermek istemiyordu. Çünkü evlenmek şartını öne sürmeyen tek kişi oydu.

Arslan'ın bebeği doğduktan hemen sonra kordon kanı alınıcak eğer dokuları uyuşursa ablasını yaşatacaktı. Kordon kanında da kök hücre bulunuyordu. Bu mucizevi bir şeydi. Arslan'ın tek istediği şey iki kardeşin dokularının uyuşmasıydı.

 

Kızının başının yanını öpüp "Sana tay aldım. Hadi gidelim" deyip doğruldu. Yaban çiçeğini koparıp kızının bonesinin kenarına sıkıştırdı.

 

"Saçlarım yeşerince papatyadan taç yapacaksın değil mi baba?"

 

Arslan'ın soluğu kesilir gibi oldu. Yutkunup "İstersen şimdi yaparım"

 

"Hayır ben saçlarım olduğu zaman yapmanı istiyorum."

 

Kızını koltuk atlarından tutup omuzlarına oturturken "Hemde düzinelerce yapacağım Serçem. Gün ışığım"

 

Babasının omuzlarındayken kuşlar kadar özgür oluyordu Serçe. Küçük yüreği mutlulukla kabarıyordu.

 

Kızı yaban böğürtlerini seviyor diye yanıbaşlarındaki böğürtlenlere yaklaşıp "Başıma tutun Serçe. Senin için böğürtlen toplayacağım." Deyince kızı başına tutundu. Her iki ceplerini dolduracak kadar böğürtlen topladı Arslan. "Eve gittiğimizde yıkarım öyle yiyersin"

 

"Babam kahramanım" deyip babasının parlak bakımlı saçlarını öptü Serçe.

 

Kızının varlığı Arslan'ı mutluluğun en tepesine ulaştırıyordu. Serçe'nin sesi , varlığı kalbini uyarıyordu. Yeryüzünde sevdiği ve korumak istediği tek kişi kızıydı. Onu saçları uzamış olarak görmeyi istiyordu yine.

 

Eve vardıklarında halasının ateş saçan gözleriyle karşılaştı Arslan.

 

"Emine Hala gelmiş" diye çığırdı Serçe. Babasının omuzlarından inip yaşlı kadına doğru koştu.

 

Kollarını açıp ona koşan Serçe'yi kucakladı "Oy kurban olurum sana." Deyip kokladı Emine. Ayrıldıklarında Serçe'nin elini tutup şöyle bir bakıp "Üstün başın toz toprak olmuş git eve Peyker ilgilensin seninle"

 

Arslan cebindeki böğürtlenleri çıkarıp kızının avuçlarına koyarken "Yıkayıp öyle ye" dedi.

 

Kızı uzaklaşınca "Bir şey mi oldu hala?" Diye sordu Arslan.

 

Emine Hanımın öfkesi yükselirken yeğeninin elini tutup çekiştirdi "Olan bu işte" dedi havuz başında güneşlenen İlayda'yı gösterip. "Ne hakla buraya geliyor? Hangi cesaretle bu tavrı takınıyor ha?"

 

"Sen buraya nasıl geldin?"

 

Çapkınca gülüp "Su çok güzel beraber yüzelim mi Arslan Bey?"dedi İlayda. "Adana'nın sıcak olduğunu biliyordum ama bu kadarını beklemiyordum doğrusu"

 

"Yetti artık bu kepazelik. Hanımlığını bilsene kızım biraz. Buralarda hoş karşılanmaz el alemin evinin havuzunda çıplak yüzülür mü?"

 

İlayda dudaklarını büzüp "Sadece yüzdüm biraz."

 

Şezlongdaki havluyu kapıp İlayda'yı kapatmaya çalışırken öfkeden tir tir titriyordu Arslan. Sorun havuza girmesi değildi. İlayda'yı buraya hiçbir zaman gelmemesi konusunda uyarmıştı.

 

"Lanet olsun sana kadın. Buraya nasıl geldin?"

 

"Bana tahsis ettiğin arabayla." Dedi İlayda. "Kızın nerede onu görmek istiyorum"

 

Arslan İlayda'yı bileğinden tutup zorla yürütürken "Sakın bir daha adımını atma buraya"

 

"Evde yalnız başıma sıkıldım çatladım. Ee kimsede yok burada tanıdığım."

 

"Sana baştan söyledim sende kabul ettin. İstanbul'dan Adana'ya gelirken bunların olacağını biliyordun."

 

"Arslan Bey bakar mısınız?" Defne son anda mektup yazmaktan vazgeçip Arslan'la yüz yüze konuşmak için Adana'ya gelmişti.

 

İlayda'yı başından def edemeyince "Giyin hemen ve sonra defol buradan" diye çıkıştı Arslan.

 

Yabancı kadına dönüp "Kusura bakmayın lütfen." Kapının önünden çekilip "Buyrun geçin" dedi Arslan.

 

"Teşekkür ederim" deyip avluya adımını attı Defne.

 

Palmiye ağacının altında oturdular. Arslan hizmetçilerden soğuk içecek servis etmelerini istedi.

 

İlayda ne konuşacaklarını merak ettiği için onlara yakın bir yerde olan ağacın arkasına saklanıp onları dinledi.

 

Hararetle "Çok vaktim yok" dedi Defne. "Siz beni tanımıyorsunuz ama ben sizi tüp bebek merkezinde az önce giden kadınla birlikte gördüm. Arslan Bey size şu kadarını söyleyim sizin bebeğiniz başka bir kadının rahminde can buldu" dedi bir çırpıda.

 

Arslan'ın kaşları çatıldı. Yüzü seğirdi birden "Anlamadım siz ne demek istiyorsunuz?"

 

"Rahmi denilen o herif, tüpleri karıştırmış. Bunu karısına itiraf ederken şahit oldum bizzat. Sizden ve Mahru Hanımdan bahsediyordu"

 

"Mahru?"

 

"Bebeğinizin annesi" diye açıkladı Defne. "Dün Mahru Hanımda öğrendi ve doğal olarak korktu tabii. Kocası çıldırmış gibiydi. Mahru Hanımı kürtaj olması için zorluyordu."

 

Arslan'ın kalbi ağırlaştı birden. Ayağa fırlayıp "Bebeğime ne oldu?"

 

"Mahru Hanımın kaçmasına yardım ettim. Şimdi ne haldedir bilmiyorum. Ama bebeğini doğurmak istiyordu. Fakat kocası onunla aynı fikirde değildi." Deyip çantasından Mahru'nun ev adresini ve telefonunun yazılı notu çıkardı "Mahru Hanıma buradan ulaşabilirsiniz"

 

"Yani gerçekten bebeğimi o kadın taşıyor değil mi belki bir karışıklık olnuştur yine?"

 

"Anne karnında da babalık testi yapılıyor. Eğer bir şüpheniz varsa test yaptırabilirsiniz." Deyip vicdan azabından kurtuldu Defne.

 

"Peki İlayda'nın bebeğinin babası kim oluyor? Mahru'nun kocası mı yoksa babası?"

 

"Aynen öyle"

 

İlayda bütün öfkesiyle saklandığı yerden fırlayıp Defne'nin yüzüne sert tokat atıp "Yalancı kaltak!" Dedi çığlık çığlığa "Bebeğimin babası Arslan o kadar"

 

"Kendine gelsene manyak" diye bağırdı Arslan İlayda'yı Defne'den uzaklaştırırken.

 

Defne "Ben görevimi yerine getirdim. Her bebek ait olduğu yerde olmalı değil mi?" Deyip evden ayrıldı.

 

Arslan kadının arkasından gidip utançla "Onun adına çok özür dilerim sizden" dedi.

 

"Boş verin. Siz bebeğinizi kurtarmaya bakın. Mahru Hanımın kocası hiç tekin biri değil çünkü"

 

İlayda "Yalan yalan işte" dedi sinirden ağlarken. "Bu bebek senin Arslan"

 

"İlayda eve git ve bekle beni" deyip evden uzaklaştı Arslan.

 

Acilen helikopterin pilotunu aradı.

 

"İzmir'e gitmem lazım hemen" dedi.

 

Gerçekten bebeği hiç görmediği kadının rahminde mi can bulmuştu. Belkide o kadının kocası zorla kürtaj yaptırmış umudunu öldürmüştü bile. Bu düşünceler Arslan'ın nefesini kesiyordu. Yüreğine kara dikenler batıyor kanlar süzülüyordu. Şakakları zonkluyor göğsü çatlayacakmış gibi çarpıyordu. Ellerini direksiyona vurup "Sakın ölme bebeğim Serçemin tek umudu sensin"

~~~~~~~~

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Köyümüz fırat nehri yakınlarındaydı. Yarısı terk edilmiş bir köydü. Zamanında yani ben daha doğmadan burayı terk etmişti babam. Ben İzmir'de doğmuştum. Acaba bebeğim nerede doğacaktı? Burada kalıcı değildim. Çünkü beni bulacaklarını biliyordum. Sadece biraz daha zaman kazanmak istiyordum. Acaba bebeğimin babasına gitsem her şey daha mı iyi olacaktı? Ya o Arslan denilen adam doğumdan sonra bebeğimi benden alırsa ne olacaktı. İşte korkumun asıl nedeni buydu. Bu da yetmiyormuş gibi köydeki bazı erkeklerin sapık gözlerine maruz kalıyordum. Arkamdan Arapça laf atıyor kıs kıs gülüşüyorlardı. Bende onlara Arapça bir küfür savurup yoluna devam ediyordum. Benimde onlar gibi Arap olduğumu öğrendikleri zaman yalandan özür dilemişlerdi. İki yüzlü olmaları midemi bulandırıyorlardı. Yeryüzündeki hiçbir erkeğe katlanamıyordum artık. Komşuzu arayıp çaktırmadan annemi çağırmasını istiyordum. Annemle saatlerce konuşup ağlaşıyorduk. Orhan'ın ve babamın beni buldukları yerde öldüreceklerini öğrendiğim zaman 'Belki öteki taraf bebeğim ve benim için daha güvenlidir' diyordum anneme. Annemse azarlıyordu beni. 'Umudunu yitirme sakın' diyordu bana. 'Sen bebeğini öldürmesinler diye kaçtıysan yaşamanın da bir yolunu bulacaksın' demişti. Annem haklıydı ben bebeğimi yaşatmak için kaçmıştım. Öyleyse yaşamalıydık.

 

~~~~~~~~

 

 

 

 

 

 

 

Meryem Hanım kızlarıyla birlikte Mahru'nun evine gitmiş çeyizinde aldığı eşyaları topluyorlardı. Mahru'nun kaynanası 'kızınızın eşyalarını alın bu evden yoksa yakarım' deyince Meryem Hanım el mecbur kızlarıyla birlikte kızının eski evine gitmişti.

 

"Anne ne işimiz var burada Allah aşkına? Kardeşimiz gitmiş ortada yok biz çeyizi ne yapacağız?" Dedi Nihan bıkınca eşyaları kartonlara koyarken.

 

Meryem Hanım terlemiş alnını silip "Her şerde bir hayır vardır. Karşı komşumuzun oğlu kız kaçırmıştı. Yazık kızın hiç çeyizi yoktu. Kaynanası bir yandan görümceleri öbür yandan çeyizi yok diye iğneliyorlardı kızcağızı. Şurama oturdu valla. Ne bileyim Ferhunde arayıp gel kızının çeyizini al deyince aklıma o kız geldi. Hem Mahru eşyalarının çoğunu kullanmamış bile."

 

"Anne iyi tamam tamamda yani Mahru ortalarda yokken biz böyle ne bilim ayıp değil mi yaa" diye sızlandı Gülay.

 

Meryem Hanım kızları belki ağızlarından kaçırırlar diye Mahru'nun yerini söylemiyordu.

 

Saat gecenin yarısı olmuştu. Kapı çalınınca

 

"Ay belki Orhan'la annesidir" dedi Nihan "Ay valla ben onun ucubeye dönmüş yüzüne bir kez daha bakamam. Mahru kimbilir nasıl delirdi de yüzünü yaktı?"

 

"İyi etmiş" diye kardeşini destekledi Gülay.

 

"Orhanlar değildir ne zaman evden çıkarsanız öyle haber edin yüz yüze gelmek istemiyorum sizinle demişti" deyip kapıyı açmaya gitti Meryem Hanım.

 

Karşısında yaşlıca, sevimli bir yüzü olan kadını görünce "Burası Mahru Hanımın evi mi?" Dedi Arslan.

 

"Mahru'yu ne yapacaksın kimsin sen"

 

"Korkmayın bu kadar lütfen. Hastanede bir karışıklık olmuş" Arslan utandı birden.

 

"Sen nereden biliyorsun bunları?"

 

Gülay ve Nihan'da gelmişlerdi kapıya.

 

"Kızınızın bebeğinin babası benim" bir çırpıda konuştu Arslan. "Mahru nerde?"

 

Orhan ve annesi gelince Meryem Hanım susmak zorunda kaldı.

 

"Kim bu herif yoksa evime erkek mi atmaya başladınız ha? Sizden her şey beklenir kahpeler" diye bağırdı Orhan sarhoş bir halde.

 

Gülay fırlayıp Orhan'ın yakasına yapışıp yüzüne tükürdü "Kahpe diye sana derler erkek orospusu. Sen bizim namusumuza hangi cüretle dil uzatırsın köpek?!"

 

"Orospu değil misiniz yani? Bak Mahru'nun nerede olduğunu bile bilmiyorsunuz" dedi Ferhunde Hanım.

 

Meryem Hanım dayanamayıp tokatladı Ferhunde Hanımı.

 

"Sen kimsin adam ne işin var burada?"

 

Arslan "Tüp bebek merkezinde yaşanan karışıklık için buradayım. Senin bebeğinin annesi benim yanımdaki kadın. Peki benim bebeğimin annesi nerede?" Dedi.

 

Orhan başka bir kadından çocuğu olacağı için şaşkındı.

 

Sabırsızca soluyup "Mahru nerde söyleyin artık" diye kızdı Arslan.

 

Tükürür gibi "O lanet kadın kaçtı." Dedi Orhan

 

"Kızımı zorla kürtaj yaptıracaktınız. Dayanamadı kaçtı buralardan kızım" diye bağırdı Meryem Hanım.

 

"Bir piçi doğurmasını isteyecek değilim heralde?"

 

"Bebeğimin babası benim" deyip hınçla yumruğunu Orhan'ın çenesine indirdi Arslan. "Sakın bir daha bebeğime dil uzatayım deme."

 

Meryem Hanım adamın bebeğini sahiplendiğini görünce yüreği ferahladı birden. Koluna yapışıp onu evden çıkardı. Aceleyle "Kızım Urfa'da firat nehrine yakın bir köyde saklanıyor. Köyün adı güzeller. Kızımı hiç görmedin değil mi?"

 

"Görmedim"

 

Elbisesinin cebinden kızının vesikalık fotoğrafını çıkarıp "Kaybolduğunu düşünüp belki görmüşlerdir diye insanlara gösteriyordum. Ama sen bulacaksın kızımı değil mi?"

 

"Bulacağım"

 

"Allah aşkına kızımı koru. Senin bebeğini taşıyor diye hepsi öldürmek istiyor kızımı. O senin bebeğini korumak için kaçtı. Seninde kızımı koruman boynunun borcu"

 

 

Arslan'ın bu kadına içi acıdı. Sözler ağzından yemin gibi çıkıp "Kızını koruyacağım" dedi.

 

 

Urfa'ya gitmek için helikoptere bindiği sırada hâlâ elinde tuttuğu vesikalık fotoğrafı çevirip baktı. Bakışları sıcaktı Mahru'nun. Anlamdıramadığı bir hisle bakarken "Bebeğimin annesi" diye mırıldandı.

 

Bölüm sonu.

 

Loading...
0%