Yeni Üyelik
50.
Bölüm

Evine hoş geldin karım

@verahare

Elektrik çoğu mahallede olduğu gibi, Baran'ın yaşadığı mahallede de kesilmişti. Zifiri karanlık bir otobüsün içinde evlerine dönerken, "Nazardan." demişti Zozan teyze sigarasını tüttürürken. Karaca en arkalarda kucağında oğluyla otururken annesinin bu sözlerine kahkahalarla gülmüştü. Yanında oturan kocası eğilip iğne oyası beyaz tülbentini yavaşça başından çekip kulağına herkesin içinde fakat kimse duymadan görmeden ona nefes almayı unutturacak şeyler fısıldayınca, Karaca'nın kahkahası yüzünde donmuş, kocasının nefesi hala kulağında geziniyormuş gibi vücudu tatlı bir hazzın içinde kavrulup seyirmişti. Kocasının sessiz öpücükleri beyaz dolgun yüzünde yol katederken, o ağzından bir ses firar etmesin diye dudaklarını mengene gibi sıkmış, o an hiç olmadığı kadar evinde olmayı istemişti.

 

"Bizde kalın bu gece." dedi Baran sokağa giriş yaparken "Elektrikin ne zaman geleceği belirsiz." deyip Turna'ya döndürdü başını.

 

"Ben geleceğime kızlar gelsin bana. Hem bir değişiklik olur." dedi Turna ortalarında oturduğu Xezal ve Melek'i yavaşça dürtükleyip, "Kalırsınız demi?"

 

"Kalırız niye kalmayalım ki?" dedi Melek saçlarını ağrıtan tel tokaları avucunda biriktirirken.

 

Turna tüm gün boyunca sessiz, dalgın olan Xezal'e, "Sen kalmak istemiyor musun Xezal?" diye sordu yumuşak bir sesle.

 

"En çok benim kalmak istediğime inan yenge." dedi Xezal tırnaklarıyla camı şakırdatırken. Elinde sessize aldığı telefonu çalınca iç sıkıntısı yeniden boy gösterdi. Gözlerini avucunun içinde titreyen yabancı ama kimin aradığını bildiği numaraya dikti. Yüzü taş gibi olurken sinirden tirtir titreyen parmaklarıyla numarayı engelledi. Hatta telefondan midesi bulandı. Arabayı Baran değilde yabancı bir erkek sürmüş olsaydı, telefon şu an sokakta paramparça bir halde olurdu.

 

"Lan oğlum ne yaptın?" dedi Sirac kucağında mışıl mışıl uyurken işeyen Fırat'a. "Bu da benim hakkım mı yani şimdi?" deyip yüzünü ekşitti.

 

"Alla alla hiç de yapmazdı." dedi Zeynep sessizce gülerken. "Ver istersen bana." kollarını açarak "Takımda berbat oldu." dedi hayıflanırken.

 

Sirac tahta kapıdan geçerken, "Bir de sen çiş olma abla." dedi.

 

"İpek kızım dayına şöyle bol köpüklü bir Türk kahvesi yapar mısın?"

 

İpek koluna girdiği dayısına sevgiyle gülümsedi, "Bir değil iki tane yaparım hem de." deyiverdi. Arkalardan kızların manalı gülüşleri kulaklarını doldurunca ne yapacağını bilemedi.

 

"Dayı hayırlısıyla ne zaman isteyeceksin İpek'i Sidar'a?" dedi Karaca. "Hazır hepimiz buradayken söz taksak ne güzel olurdu."

 

İpek'in yüzü yanıp karıncalandı. Şimdi gidip Karaca'nın saçlarına yapışmak istedi. Karanlıktı ama yanında yürüyen adamın Sidar olduğunu parfümünden tanımıştı. Onun aklından geçenlere yabancı değildi. Birden,

 

"O nasıl bir parfüm kokusudur öyle burnumun direği kırıldı." diye çıkıştı Sidar'a. "Şişenin kapağını açıp öyle mi döktün parfümü üzerine?"

 

"Öğlen çok güzel kokuyor diyen sendin ama." dedi Sidar.

 

Kızlar yanaklarını şişirerek hunharca güldüler. Her birinin gözleri fırıldak gibi dönüyordu yuvalarında.

 

"Karışma kızıma." dedi Bayram dayı oğlunu uyarır gibi.

 

~~

 

Evinin çatısında oturmuş gecenin soğuğu kemiklerine işlerken gözleri kapalı sayısız yıldızların altında şehrin kalabalığını dinliyordu Garip. Hayatında ilk defa herşey şaşırtıcı bir derecede yolunda gidiyordu. Belki de kızının masum, saf oluşundandı yaşanılan tüm bu güzel şeyler. Allah'a kızını bir daha sınamaması için dua etti. Yaşadıklarını şahit olduklarını hiçbir zaman unutmayacaktı. En mutlu olduğu anlarda birdenbire en acı görüntüler gelecekti gözlerinin önüne, bu kaçınılmazdı. Kucağındaki bebeğini sevip ninni söylerken ansızın sesi buz gibi donacaktı boğazında. Kollarındaki bebeği unutacaktı belkide. Kocasının en ufak bir yaklaşımı kapana kısılmış gibi hissettirecekti ona. Bazen eksildiğini hissedecekti. Sınanmak iyi insanların kaderinde vardı. Onlar mutsuzluğu bir nişan gibi taşırlardı göğüslerinde. Zülüf onlardan bir tanesiydi sadece. Ama hep karanlık olmayacaktı. Sonunda sislerin dağıldığı güneşin en tepede göz kırpar gibi tüm ihtişamıyla parladığı günler olacaktı. Unutmayacaktı ama bununla yaşamayı öğrenecekti. Acı... gelip gitmeyen acılar insana neler öğretmiyordu ki?

~~

 

Banyodan çıkan Zülüf'e baktı Seyran. Islak saçlarını çocukluğunda olduğu gibi kurulamamıştı. Oturduğu koltuktan gergince kalktı. Yarın için konuşmak istedi ama bunu nasıl yapacağını bilmiyordu. Alnında terler beliriyor, nefes almasını zorlaştıracak düşünceler zihnini talan ediyordu. Kendisi böyleyse Zülüf nasıldı kim bilir?

 

"Sen uyumadın mı daha?" dedi Zülüf attığı her adımda saçlarındaki su damlacıkları yere düşüp onu takip ederken.

 

Seyran sonsuz bir sevgiyle yüreği kabararak baktı Zülüf'e. "Seni bekledim saçlarını kurulamak için." dedi yünlü beyaz havluyu gösterirken. "Hadi gel saçlarını kurulayım. Yoksa sümüklü gelin olacaksın." diye gülümsedi gözleri kısılırken.

 

Zülüf kıkırdadı. Koltuğun dibine neşeyle otururken, "Sümüklü gelin olmak istemem." dedi.

 

"Senin yüzün niye böyle kızarmış." dedi Gülsüm kapıdan geçen Yasemin'e kaşlarını kuşkuyla çatarken.

 

"Kim benim mi?" dedi Yasemin saf saf Gülsüm'e bakarken. "Şey..."

 

"Ney?" dedi Gülsüm elleri kalçalarında kaşları yukarı kalkarken.

 

"Köpek kovaladı." dedi Yasemin heyecanla.

 

Gülsüm inanmıştı. Hatta bunu duyan Seyran ve Zülüf'de inanmıştı. Seyran telaşla

 

"Isırmadı ya?" dedi

 

Yasemin'in kahkaha atası geldi birden "Yok yok ısırmadı." dedi koltuğa otururken.

 

"Anne biz gidiyoruz." dedi Gülsüm Mert'e gocukunu giydirirken.

 

"Yarın erken gelin ama."

 

"Tamam anne."

 

Zülüf birden, "Anneannem nasıl?" dedi.

 

"Kötü. Gelip görmek istiyor seni ama nasıl bir tepki vereceğini kestiremediğinden buna cesaret edemiyor." dedi Gülsüm.

 

"O konuşmasa bile bakışlarıyla delip geçiyor sevmediği insanları. Kendini herkesten üstün tutuyor ama bilmiyor ki onunda nefesi herkesin aldığı kadar. Ben istemez miydim böyle günde yanımda olmasını? İsterdim. O kadar kibirli ki neredeyse kibirinden boğulacak farkında değil. Hem benim için hem kendi için buraya gelmemesi iyi oldu."

 

Yasemin uyuduktan sonra, Seyran ayağa kalkıp,

 

"Odaya gidelim konuşmamız gereken şeyler var." dedi kararlı bir sesle Zülüf'ün ellerinden tutarak.

 

"Burada niye konuşmuyoruz?" dedi Zülüf.

 

Seyran Zülüf'ü yatağa oturttu. Odada gezinen gözlerini kızın gözlerine sabitledi. "Bana sormak istediğin bir şey var mı kızım?" dedi.

 

Zülüf odaya girmeden, Seyran'ın saçlarını kurulamak bahanesiyle elinde havluyla gördüğü zaman niyetini anlamıştı. Kendisiyle kıyaslanmayacak bir derecede olsada Seyran'da çok yıpranmıştı. Elinde olsaydı onun acılarını hepsini kendine alırdı. Fakat bazı acılar yalnız yaşanırdı.

 

"Bedensel olarak değil başka çeşit seviyorum onu. Benimle konuşurken sesinin yüzüme değmesini seviyorum. Hastanede beraber uyuduğumuzda o doktorun yazdığı ilaçları almaya giderken onun uyuduğu tarafta vücudundan yayılan sıcaklıkta uyumayı sevdim. Kokusunu sevdim. Su ve toprak gibiyiz onunla. Benim onsuz, onsuz benim hiçbir değeri, anlamı yok. Sevmek için illa dokunmak mı gerek? Bende böyle seviyorum işte." rahat bir nefes alıp verdi."Onu severken her şey yolunda gidiyor. Artık eskisi gibi sıklıkla kabuslar dadanmıyor."

~~

 

Turna kızları uyandırmamak için parmaklarının uçlarına basarak merdivenleri iniyordu yarıya kadar indiği merdivenden Xezal'in nefret dolu bir küfür savurduğunu işitti.

 

"Arama bir daha beni Şerefsiz köpek. İstediğin kadar havla. Nasılsa benden daha güzeli buldunmu susacaksın."

 

Turna geri dönmek istedi fakat adımları onu geriye değil ileriye attı. Xezal'in nişanı attığını İpek söylemişti ona. Herhalde arayan eski nişanlısıydı.

 

"Ben mi uyandırdım seni?" dedi Xezal Turna'ya mahçupca bakarken.

 

"Hayır ben lavaboya gidecektim." dedi. Turna lavaboya yönelirken.

 

"Evin küçük ve tatlı." dedi Xezal lavabodan çıkan Turna'ya. Sobanın yanında yatağın içinde doğrulmuşken. "Bizim kerpiç evimize benziyor." diye gülümsedi gece lambasının sarı ışığı gülen yüzüne vururken.

 

"Küçük evler bana her zaman sıcak gelmiştir." dedi Turna yüzünde yorgunluğunu belli eden bir ifadeyle uyuyan Melek'i uyandırmamak için kısık sesle konuştu. Birden bire, "Biraz kahveyle çikolatam var. İkimizinde uykusu yok. Sen yukarı odaya çık ben kahveleri hazırlayıp geliyorum."

 

Turna'nın getirdiği sıcak kahveyi yudumluyordu Xezal. Turna'ya bakmadan, "Arayan eski nişanlımdı." dedi.

 

"Arabadayken arayan oydu değil mi?"

 

"Hı hı."

 

"Nişanı neden attın?"

 

Xezal elindeki fincanı yavaşça yere bıraktı.

 

"Gözümün önünde yerli turist bir kıza yüz kızartıcı laflar söyledi. Taciz etti."

 

"Gözünün önünde yaptı yani?"

 

"Evet gözümün önünde. O benim beş on metre önümdeydi. Benim arkasında olduğumdan haberi yoktu. Turist kafilesindeki şortlu bir genç kıza kulaklarımın hiç işitmediği lafları yüksek sesle coşarak söylemişti."

 

"Evlenmeden kurtulmuşsun."

 

Xezal gözlerini kapayıp açtı. "Evet ama ben buna seviniyorum bile." dedi.

 

"Neden?" dedi Turna şaşırarak.

 

"Ben ailemi çiğneyerek nişanlandım onunla. Ailem beni vermek istemiyordu ona. Zaten liseyi yeni bitirmiştim. Üniversite sınavına hazırlanırken tanıştım onunla. O hayatıma girdiğinden beri ailem gözüme farklı görünmeye başladı. Aklım beni terk etmişti sanki. Gözüm hiçbir şeyi görmüyordu. Annem herhalde kaçacağımdan korkup babamı beni istemelerine müsaade etmesi için ikna etmişti. O zaman Ciwan abim askerdeydi. Çınar abim ise yeni mezun olmuştu üniversiteden. O karşı gelmişti evlenmeme. Okumamı istiyordu." takırdayan dişlerini sıkıp bıraktı. Çınar'a sarf ettiği nefret kızgınlık dolu sözleri kulaklarında çınlayıp duruyordu. Zaten bu değil miydi geceler boyu onu uyutmayan. "Sonunda nişanlandım. Bizim oralarda zengin olan aileler gelinlerine kilolarca altın takarlar. Bana da taktılar. Kayın babam biz şöyle aşiretiz biz böyle aşiretiz diye göğsünü kabartırdı babamın karşısında oturup altın tesbihini çekerken. O zaman Çınar abim onun bu lafına karşılık "Aşiretiniz olmazsa demek ki siz bir hiçsiniz o zaman." diye yapıştırırdı cevabı. Kaynanam ise köye her geldiğinde tozun toprağın kokusundan yakınıp durur neden onlar gibi şehirde yaşadığımızı sorup dururdu, geçimimizi topraktan sağladığımızı bilmezmiş gibi. O zaman annem kibarca kaynanama uygun bil dille cevabını verirdi. Kaynanam her geldiğinde bana bir altın takardı. En pahalı elbiseleri getirirdi. Ama bunu büyük bir kibirle annemin gözüne soka soka yapardı. Ve ben tüm bunları görüp duyduğum halde taş gibi hareketsiz kalırdım. Onların ailemi ezmelerine müsaade etmiştim."

 

"Şşş ağlama."

 

"Ancak böyle rahatlıyorum." dedi Xezal kirpiklerinde oynaşan gözyaşı gerdanına akarken.

 

"Yanlışların var ama, inan bana Xezal bir doğrun yaptığın tüm yanlışları gölgede bırakmış."

 

"Öyle mi sence?"

 

"Öyle tabi ya. Hangimizin hatası yok ki? Kusursuz olmak insana özgü bir şey değildir."

 

"Konuşmak iyi geldi." dedi Xezal burnunu çekerken. "Yanlışlarım çok benim aslında. Onun yani eski nişanlımın bir kız kardeşi vardı. Açık bir kızdı. Nişanlım sürekli kapanması için ona baskı yapar, namus namus diye ağzı köpürünceye kadar konuşurdu. Ben ise sadece izlemekle yetinmiştim. Kendi isteğiyle kapanmadıktan sonra kapanmanın hiçbir anlamı olmadığını söylemedim. Namus kavramının sadece kadına ait bir şey olmadığını söylemedim. Tepkimi göstermedim ta ki o gün turist kıza sözlü tacizde bulununcaya kadar. İlk başta taciz edenin o olduğuna inanmadım. Kendi kız kardeşine namustan bahsederek zorla kapatıp, başkalarının onuruna namusuna köpek dilini uzatması şoka girmeme sebep olmuştu. O kız ölünceye kadar unutmayacak böylesine çirkin bir şeyi. Ben hiç tacize uğramadım ama o kızın gözlerindeki korkuyu ürkekliği görünce tacizin insanlık suçu olduğuna şahit oldum."

 

"Kimse bir şey yapmadı mı?"

 

Xezal sırıttı "Kızın arkadaşlarından genç bir erkek kartal gibi saldırdı ona. Dişlerinin bir kısmını da avucuna koydu. Esnaflar olmasaydı zavallı adam katil olacaktı."

 

"Peki şimdi ne istiyor senden bu?"

 

"Affetmemi istiyor. Numarasını engelliyorum bu seferde başka numaradan arayıp duruyor sapık. Numaramı değiştiririm ama bu sefer abimler onun beni rahatsız ettiğini anlar" başları belaya girer diye korkuyorum."

 

"Kayıtlı olmayan hiçbir numaraya bakma."

 

"Bakmıyorum ki artık o da bunu bildiğinden Melek'i arayıp duruyor. Ama eskisi kadar değil zaten. Benden daha güzelini buldu mu adımı bile unutur o benim."

 

"Şimdi biraz daha iyi oldun." dedi Turna gülümserken.

 

"Çınar beni affedene kadar iyi olmayacağım."

 

"Küs mü sana?"

 

"Aslında konuşuyoruz. Ama eskisi gibi değil. Mesela Melek'le gülerken benimle kuru bir sesle kısa konuşuyor. Fakat yine de nasıl yapıyor bilmiyorum bana beni çok sevdiğini bir şekilde hissettiriyor."

 

Turna, "Zamanla her şey düzelir." dedi.

~~

 

Yarı açık kapıdan kar beyazı gelinliğe sarınmış kızına baktı Garip. Kuğu gibi naif, savunmasızdı kızı. Şimdiye kadar giydiği en güzel elbiseydi gelinlik. İri örgülü salık saçları sol omzuna dökülmüştü. Dudakları gül yaprakları gibi sarılmıştı birbirlerine. Ay vurmuştu sanki yüzüne. Kara kirpiklerinin arasında misketi andıran mavi gözleri belirsiz, bomboştu. Bedenine rüzgar değmiş gibi kollarını göğsünde kavuşturmuş hafifçe sallanıyordu ayakta.

 

"Zülüfüm." diye seslendi kızına.

 

Zülüf başını çevirdi. Babasının yüzü çökmüş, kararmıştı. Gözlerinde hüzün vardı. Onu ilk defa böyle tükenmiş , bitmiş görüyordu.

 

"Ağlamayacaksın değil mi?" dedi Zülüf kaygıyla.

 

Garip pos bıyıklarının altından dudaklarını kıvırdı. Başını iki yanına sallayıp, "Gülünecek günde ağlanmaz." dedi. Bir demet lavantalı, içinde kurutulmuş buğday başağı, solucan otu bitkisi ve dağ püskülleri olan etrafı saman ipiyle sarılmış çiçeği kızına uzattı.

 

Zülüf'ün gözlerinin içi gülüyordu çiçeği alırken. Gözlerini yumup çiçeğini burnuna yaklaştırdı. Bebek kucaklar gibi kucakladı çiçeğini. "Gelinlik yakışmış mı?" dedi.

 

"Bir kızın en güzel elbisesi gelinliğidir kızım. Şimdi babaların kızlarına nasihati tarih oldu. Bana babalığı en güzel yaşatan sen oldun. Şimdi en değerli varlığımı gözümün nurunu kendi ellerimle veriyorum bir başkasına. Sirac'ın karısı ailesi olacaksın. Ama nereye gidersen git hangi ortama girersen gir sen hep benim kızım olarak kalacaksın."

 

Zülüf dayanamayıp, "Kokunu özleyeceğim baba." diye atıldı babasının boynuna. "Kokunu özleyeceğim." sözlerini yinelerken babasının kokusunu ciğerlerine çekiyordu.

 

İşlemeli altın kemeri kutusundan çıkardı Garip. Kızının ince beline bağlarken, "Abinin hediyesi." dedi.

 

Zülüf ağlar gibi, "Ondan gelen hiçbir şeyi istemiyorum. Lütfen takma o kemeri belime." diye sızlandı.

 

"O senin abin ve sen onun kardeşisin. Bunu değiştiremezsin. Hem ona neden bu kadar çok kızgınsın?"

 

"Çünkü bana beynim yokmuş gibi davranıyor." dedi Zülüf kızarak. "Baba lütfen gülme." dediği anda Azrak girdi odaya. Zülüf'ün asabiliği uçup gitti bir anda. "Beni görmeyeceksin sandım." Azrak işaret diliyle onu çok sevdiği söylemeye başladı. Zülüf hem işaret diliyle hemde sesli olarak "Bende seni seviyorum." dedi iğrenmeden yüzünün yanık tarafına içtenlikle öpücüğünü kondurdu.

 

Fotoğraf çekimi için denize gitmişlerdi. Zülüf Dolunay'ın sırtına çıkmış Sirac atın yularını tutarken fotoğrafları çekilmişti. Kimi zamanda elinde kırmızı balonlarla Sirac'a sarılarak poz vermişti Zülüf. Son olarak fotoğrafçı dudaktan öpüşüp poz vermelerini isteyince Zülüf'ün kanı beynine sıçramış erkek fotoğrafçıya ayakkabısını fırlatmadığı kalmıştı. "Senin ne haddine bizden böyle poz vermemizi istemen." demişti Zülüf Sirac kollarıyla onu belinden tutarken. "Benim aklım yok mu da nasıl poz vereceğimi sen bana söylüyorsun." ettiği hakaretlerle genç fotoğrafçıyı mesleğinden soğutmuştu. Ama fotoğrafçı hak ettiğinden daha fazla para alacağını bildiğinden dili kuruyuncaya kadar özür dilemiş, "O zaman eşinizi duvağınızın altına alın ve eşiniz sizi alnından öperken çekeyim fotoğrafınızı." demişti. Zülüf ses çıkarmadan dantelli, kısa duvağını kaldırıp Sirac'ı duvağın altına almıştı. Sirac onu alnından öperken fotoğrafları çekilmişti.

 

Düğün konvoyu mahalleye girmişti. Ellerini ilk tuttukları gibi sımsıkı tutmuş bırakmıyorlardı. Zülüf'ün başında Zeynep'in örttüğü kırmızı duvak vardı. Araba evin önünde durunca Zülüf yüzünü örten duvağın arkasından içinde sonsuza dek yaşayacağı konağa baktı.

 

Sirac arabadan inip Zülüf'e kapıyı açıp "Evine hoşgeldin karım." dedi elini karısına uzatırken.

 

Uzatılan eli sıkıca kavradı Zülüf. Etrafını bir anda coşkun bir kalabalık sardı. Merdiven basamaklarını çıkarken Karaca elindeki aynayı onlara çevirmişti. Tahta kapıdan içeri adımlarını atmadan ağızlarının tadı bozulmasın diye bal dolu kaseyi onlara uzatmıştı Zeynep. Önce Sirac sonra Zülüf parmaklarını bala daldırıp kapının üstündeki duvara sürmüşlerdi ellerini. Kapıdan geçerlerkende Buke'nin uzattığı Kuran-ı kerimi öpmüşlerdi. Koltukta el ele otururlarken genç kızlar başlarında şarkı söyleyip zılgıt atıyorlardı. Mustafa'yı Zülüf'ün kucağına vermişti Zozan teyze ilk çocukları erkek olsun diye. Baran nikahlarını kıysın diye imamı getirmişti. Zülüf'ün şahidi Seyran Sirac'ın şahidi ise Mirza dayı olmuştu.

 

Nikah memuru gelmişti. Orta yaşlı bir kadındı. Yüzü hiç gülmemiş gibi ciddi ve gergindi. Yasemin'le Ciwan nikah şahitleri olmuştu. Beyaz dantelli masa örtüsü Sirac'la Zülüf'ün dizlerine kadar uzanıyordu. Sirac masanın altından Zülüf'ün elini yavaşça tutup sıkarken Zülüf'ün yüzüne sıcak bir gülüş yerleşmişti. El ele iken nikah memurunun ifadesiz sesiyle sorduğu soruya ikiletmeden "Evet." diye yanıt vermişti Zülüf gözlerini Sirac'ın gözlerinden çekmeden. Bu öyle unutulan evetlerden değildi. Acıya, mutluluğa, kedere, sevince, hüzne "Evet." demişti Zülüf. Bu sefer aynı soruyu Sirac'a yönlendirdi nikah memuru. Sirac evet diyeceği anda Zülüf'e söylediği yalanı hatırlayıverdi. Görünmeyen kuvvetli bir güç boğazına sarılmıştı. Bir ilişkide istediği kadar sevgi olsun, sevgiden boğulsan bile eğer o ilişkide yalan varsa hayatın acemi bir cambazın ipin üstünde yürümesine benzer. Yolu biteremeden yere çakılırsın. Sirac yere çakılacağı günün uzak olmadığını biliyordu. Kimse olmadı demişti. Zülüf'ü kandırmıştı. Ama doğru olan bir şey vardı. Zülüf'ü değil Hülya'dan, annesinden bile çok sevmişti.

 

"Beyefendi beni duyuyor musunuz?" dedi nikah memuru gözleri uzaklara dalmış Sirac'a.

 

"Bence pişman oldu." dedi Canan en arkalarda annesiyle oturmuş kıkırdarken.

 

"O ne biçim laf öyle terbiyesiz." dedi Funda kızının dirseğini sertçe dürterken. "Sus biri duyacak şimdi."

 

Canan umursamadı sırıtmaya devam etti.

 

"Pişman olsaydı o masaya oturmazdı abim." dedi Xezal sert bir sesle kafasını çevirmiş Canan'a ters ters bakarken.

 

"Evet." dedi Sirac Zülüf'ün elini

yavaşça öperken.

 

Düğün geceye kadar devam ediyordu.

 

"Hadi gel oynayalım." dedi Sirac Zülüf'ü kaldırırken.

 

"Yok ben bilmem oynamayı." dedi Zülüf heyecanla.

 

"Ben öğretirim sana." dedi Sirac Zülüf'ü halaya sokarken.

 

Sultan Mahir'le düğüne gelmişti. Birbirlerini yakından tanısınlar diye Nergis hanım oğlunu alıp onlara gelmişti. Düğünün olduğunu görünce Nergis hanım Yaşar'dan izin istemişti Sultan'la Mahir'in düğüne gitmeleri için.

 

Sultan Ciwan'ın dağıttığı çayı Mahir'le içiyordu. Mahir'in telefonu çalınca,

 

"Birazdan gelirim." dedi uzaklaşırken.

 

Sultan oynayanları izlerken dalmıştı. Arkasından kaba bir sesle yüksek kahkaha sesleri gelince istemeden arkaya çevirdi başını. Alaz haricinde üç tane erkek birbirlerine bir şeyler anlatıp gülüyorlardı. Alaz'ın arkadaşlarıydılar. İçlerinde uzun kıvırcık saçları, insana güven vermeyen bir suratı olan adam Sultan'a manalı manalı gülerek yeşil gözünü kırptı. Sultan çevik bir hareketle önüne döndü. Korkmuştu. Midesine yumruk yemiş gibi oldu bir an. Adamı ilk kez ona göz kırparken görmüyordu. Ne zaman Alaz'ın dükkanın önünden geçse onu görür gülümser, adamda bu gülüşten cesaret alır kimseye çaktırmadan ona göz kırpardı. Sultan'da gülüp geçerdi. Neden böyle yaptığını kendi bile bilmezdi. Fakat şimdi çıplakmış gibi hiç utanmadığı kadar utanmıştı. Pişmanlık sarmıştı benliğini. Saç telleri diken olup batıyordu başına. Mahir'e layık olup olmadığı düşüncesi onu kalbinden vurmuştu. Mahir iyiydi, Mahir saftı, Mahir şimdiye kadar ona en güzel bakan erkekti bir kere. Bunları düşünürken elini kalbine vurası geldi. Gözyaşları yüzünü talan ederken ayağı kalktı. Ağladığını kimse görmesin diye başını önüne eğip evine gitmeye başladı. Her adımında yaptığı cahillikleri hatırlıyor sonra birdenbire Mahir'in tebessümle bakan yüzü canlanıyordu gözlerinin önünde. O zaman yara gibi sızlıyordu içi. Vicdanı kan gibi taze ve sıcaktı.

Karanlık bir sokakta sebepsizce yürürken Mahir ona seslenmiş, yanına yaklaşınca neden düğünden ayrıldığını sormuştu. O zaman Sultan ilk kez Mahir'in elini tutup, "Sıkıldım." deyip başını Mahir'in koluna yaslamıştı yorgunca.

~~

 

Gece herkes bir yerlere dağılmıştı. Aysel kadınları kendi evinde misafir etmişti. Erkeklerin hepsi Turna'nın evindeydi. Çiğdem Kadir'i evden gönderip kızları evine getirmişti. Leyla yine Turna'nın kollarının altına yavru kuş gibi sığınıp uyumuştu.

 

Yatağın üstünde oturmuş, binbir türlü duyguları aynı anda yaşıyordu Zülüf. Tırnakları avucunu kanatırken "Keşke su gibi duygularımızı da dondurabilsek." diye geçirdi içinden. Karaca'nın yüz kızartıcı imalı sözlerini hatırlayınca soluğu kesilip boyun damarlarının hepsi belirginleşti. Kalbinin atışları o kadar hızlıydı ki Zülüf bir ara kalp krizi geçireceğinden korkmaya bile başladı. Nefes alamadığını hissedince şimşek hızıyla kalkıp bahçeye bakan camı açtı. Kapının sesini duyunca istifini bozmadı.

 

"Uyu artık." dedi Sirac okşayıcı bir sesle.

 

Zülüf önüne döndü. Sakin gözlerle kocasına baktı.

 

"Neredeydin?" dedi usulca.

 

"Bahçede sigara içiyordum."

 

Gelinliğini işaret ederek, "Bunu çıkarmadan uyuyamam ki." Sirac'ın yanına geldi. "Çıkarmama yardım eder misin?" dedi arkasını dönerken.

 

Ensesini örten saçlarını bir omzunun üstünden salıp, yavaşça açtı fermuarı. Bahar gibi tazeydi vücudu. Gül kokuyordu saçları. Güneşte parıldayan çiğ damlası gibiydi karısı.

 

Sirac fermuarı açıp odadan çıktıktan sonra Zülüf üzerine pijama takımını giydi. Yorgun olduğu için banyo yapmadı. "Dünya varmış be." dedi rahat bir nefes verirken. Salona gidip koltuğa uzanan Sirac'ın elinden tutup kaldırırken" "Hadi gel uyuyalım." dedi.

 

Yatakta yüz yüzeyken mavi gözleri hasretle öpesi geliyordu Sirac'ın. Zülüf'ün hazır olmadığını görüyordu. O yüzden ne bir imada ne de bir sözde bulunmuyordu. Zülüf'ün yanında olması bile mucize değil miydi?

 

"İnşallah yüzünü hep güldürürüm." dediği anda, karısı yavaşça gülümsedi ona. O da alnından öptü.

 

Gecenin dördünde su içmek için mutfağa gitti Zülüf. Odaya girdiğinde kocası sırtüstü yatıyordu. Zifaf gecesi konusuna değinmeyip onu sıkmadığı için çok mutlu olmuştu Zülüf. Yanına oturup yüzünü okşadı. Alnı terden nemlenmişti. Eliyle kuruladı onları. Üzerindeki yorgan ve battaniyeyi göğsüne indirdi. Sıcağı sevmediğini kışın üzerinde sadece battaniyele uyuduğunu söylemişti bir keresinde. Karısı üşümesin diye yorgan ve battaniyele uyumuştu. Usulca yanına uzanıp yüzünü ona yaklaştırdı. Onun nefesiyle besledi ruhunu.

 

BÖLÜM SONU.

 

 

Loading...
0%