@verahare
|
Sabahın gün ışığı örtülü perdenin arkasından loş bir görüntü katıyordu basık tavanlı odaya. Asiye dolgun saçlarını tarıyordu aynanın karşısında. Üzerinde en çok sevdiği v yaka, uzun siyah elbisesi vardı. Saçlarını salaş topuz yapıp ayaklandı. Bir an Leyla'yla Turna takıldı gözlerine. Anne kız gibi birbirlerine sarılmış uyuyorlardı yorganın altında. Leyla hareket edip dönünce bir ayağı yataktan sarkıp hafifçe sallandı. Asiye yavaşça onu Turna'ya doğru çekti. Birden içinden gelerek Turna'nın başını okşadı. Leke değmemiş bir yüreği vardı onun. An geldi mi çocuk gibi oluyordu. Bazende yaşından beklenmeyecek bir olgunluk sergiliyordu. Herhalde babasız doğup büyüyen kız çocuklarına özgü bir şeydi bu. Bir yanı hiç büyümeyecekti. Başlarda neden Leyla'yı yanına aldığına akıl sır erdirememişti. İnsanın böyle bir şey yapabilmesi için deli olması gerekti. Ama şimdi anlıyordu. Leyla'da onun gibi babasını hiç görmemiş elini tutmamıştı. Belki de bu yüzden seviyordu Leyla'yı aynı olmasa da birbirlerine benzeyen kaderlerinden dolayı bağlanmıştı ona.
"Canım arkadaşım." diye fısıldadı Asiye yumuşak bir şekilde Turna'nın başını öpüp odadan çıkarken. Evden çıktığında Baran'ın da tahta kapıdan çıktığını gördü.
"Günaydın." dedi Baran arabasına yönelirken.
"Günaydın. Öğretmenini mi getireceksin?"
Baran kapının soğuk kulpunu tutup açarken "Evet" dedi.
Asiye yavaşça güldü. "Valla ben öğretmenlerimin adlarını bile hatırlamıyorum. Sen maşallah hiç unutmuyorsun."
"Öyle."
Asiye ilk önce Çiğdem'in pastanesine uğradı. Çiğdem tek başına kahvaltı ediyordu.
"Çatalla bardak getir mutfaktan." dedi Çiğdem ağzındaki zeytinin çekirdeğini çıkartırken.
"Sen bu aralar ha bire tıka basa yiyorsun ha." dedi Asiye mutfaktan çıkarken. "Yoksa hamile misin?" dedi beklenti dolu gözlerini Çiğdem'e dikerken.
"Biliyorsun, doktora gittim bunun için." dedi Çiğdem sırtını sandalyeye yaslarken.
"Ee yani?" dedi Asiye merakı bir ateş gibi onu tutuştururken. "Çatlatma beni e hadi canım konuş artık."
Çiğdem kollarını iki yanına sarkıttı. "Yanisi hamile kalmam için hiç bir engel yok." dedi yeşil gözlerini Asiye'ye kaldırıp sırıtırken. "Başta doktor kötü bir şey söyleyecek diye öyle korktum ki nefesimi tutunca kalbimin sesini duyar gibi oldum yeminle."
"Bir sorun yok yani?"
"Yok, yok."
"Sen zaten delisin. Evliliğin ilk ayında hamile kalamadım diye doktora gidilirmiymiş?"
"Ne bilim ben ya. Hem zaten hatırlatma. Hastanede sıra beklerken sohbet ettiğim kadınlarda senin gibi bana sırıtıp durdular. Hele bir tanesi at gibi kişneyip gülerek "Annen sana bir şey öğretmedi mi?" deyince o an kendimi unuttum. Bıçak değse kanım akmazdı herhalde. Böyle tüm kuvvetimi elimde toplamış pasaklı saçlara yapışıyordumki Kadir elimi havada yakaladı. İçimin yağlarını eritemedim. Sinirden nasıl titriyorum görüyor musun?" gerçektende Çiğdem başından aşağı soğuk su dökülmüş gibi tepeden tırnağa titriyordu. Sesi gırtlağında kısılıp boğuluyordu.
Asiye Çiğdem'in ellerine uzanarak, "Bu kadar sinir iyi değil ama. Anlatma sende her şeyini herkese. Hem biz varken adını bile bilmediğin kadınlarla ne diye konuşuyorsun ki?" dedi hafif azarlar gibi.
Çiğdem ağır ağır başını sallayıp, "Bu da ders olsun bana." dedi alt dudağının içini adeta kemirirken. Gözleri yuvalarında dönüyordu. "Kadir olmayacaktı ki o zaman gününü gösterirdim ben o sincap suratlıya." deyip yüzünü nefretle buruşturdu.
"Sen bu sinirle saçları erkenden ağartacaksın ha. Yüzün de vaktinden önce kırış kırış olacak bu gidişle. Biraz gevşe insanların her söylediklerini kafana takarsan Kadir yakında dul kalacak valla. Dövecekmiş gibi bakma bana öyle. Haksız mıyım yani?" dedi Asiye. Sonra candan bir şekilde Çiğdem'in ellerini avuçlarının içinde sıktı. "İnsanları takmamayı öğren artık. Hiç kimseye sana kötü şeyler hissettirecekleri kadar fırsat verme tamam mı? " dedi. Tıpkı bir annenin küçük çocuğuna öğütler verir gibi.
"Tamam, tamam." dedi Çiğdem somurturken.
Asiye ses etmeden ayağa kalktı.
"Nereye, kahvaltı etmeyecek misin?"
"Gerisini Kenan'da yaparım."
"Kurabiye götür."
"Tamam." dedi Asiye kurabiyelere yönelirken. Irmak'ı bir şeye geç kalmış gibi yürüdüğünü görünce hızlı adımlarla kapıya çıkıp arkasında kaldığı kardeşine seslendi.
"Ne oldu Irmak?" dedi yürümeye başlarken. Irmak'ın yeşil sırt çantası kalçasından sarkıyordu. Bacaklarının arkasına çamur sıçramıştı. Okuldan buraya kadar koştuğu belli oluyordu.
Irmak Asiye'nin sesini duyunca yürek çarpıntısı hafifledi. Arkasını dönüp, "Abla!" diye haykırıp koşmaya başladı. Yüzünün hali Asiye'yi korkutmuştu.
"Bir şey mi oldu?" dedi Asiye sesini kontrol etmeye çalışarak.
"Kulağını yaklaştır."
Asiye kulağını Irmak'ın ağzına yaklaştırdı. Irmak'ın heyecandan titreyen nefesi içini ürpertti. Bir süre sonra çatılan kaşları yumuşadı. Tüm yüzüyle tebessüm etti. Irmak kadınlığa ilk adımını atmıştı.
"Orada ne yapıyorsunuz?" dedi Çiğdem dükkanın kapısında merakla onları süzerken.
Asiye dudaklarını kıpırdatınca, Irmak telaşlanıp onu kolundan sertçe sarstı. "Söyleme bir şey abla, hemen eve gidelim." dedi çarpık dişlerini sıkarken.
Asiye şefkatli bir tavırla gülümsedi. "Sonra görüşürüz." dedi Çiğdem'e. Irmak'ın koluna girip yürümeye başladılar. Eve geldiklerinde anneleri evde yoktu. Irmak sırtındaki çantayı indirip ayakkabılarını çıkarmak için eğildiginde arkasındaki adet sızıntısı Asiye'nin gözüne takıldı.
"Çok soğuk." dedi Irmak iki büklüm olmuşken.
"Sen geç soba odasına kendini sıcak tut ben şimdi geliyorum."
"Ne iğrenç bir şey bu." dedi Irmak soluk yüzü lağım görmüş gibi buruş buruş olurken.
"İğrenç bir şey değil. Kaç defa anlattım sana bunu. Eğer biraz düşünürsen bunun büyük bir nimet olduğunu anlarsın."
Irmak ses çıkarmadan soba odasına gitti. Asiye kendi odasına geçip gardropun çekmecesinden pedi aldı. Odadan çıkarken istemsizce arkasına baktı. Her şeyin yerli yerinde olması içinde sebebini bilmediği bir mutluluk yarattı.
"Abla gel artık."
"Geldim geldim."
Asiye ilk önce pedi nasıl kullanacağını gösterdi Irmak'a. Sonra kendi elleriyle giydirdi onu.
"Sancın var mı?"
"Yok."
"Bu iyi işte." dedi Asiye yanakları yukarı kalkarken "İzin aldın mı okuldan?" diye ekledi.
"Ne izini , kaçtım geldim ben. Lavaboya gitmesem farkında bile olmazdım. Allah'tan daha önceden konuşup aydınlattın beni. Yoksa herhalde okulu ayağa kaldırırdım."
"Nehir merak eder şimdi seni. Bari ona söyleseydin." dedi Asiye kırmızı paltosunun cebinden telefonu çıkarıp Irmak ve Nehir'in öğretmeni olan Zahide hanımı aradı. Asiye uzun uzun konuştuktan sonra "Nehir'e merak etmemesini söyler misiniz? Peki, tamam teşekkür ederim iyi günler." deyip telefonu kapattı. Battaniyenin içinde kıvrılmış Irmak'a dönüp, "Çorba yapayım mı sana?" dedi kardeşinin soluk yüzünü avuçlarının içine alırken.
"Canım dumanı üstünde tüten bol mercimek çorbası istiyor." dedi Irmak yorgun sesiyle.
Asiye dudaklarını Irmak'ın alnına değdirip, "Hemen yapıyorum." dedi. Yerdeki çamaşırları toplayıp odadan çıktı. Kollarını dirseklerine çekip çamaşırları makineye koyup ellerini her zamanki alışkanlıkla bol sabunla yıkadı. Mutfağa geçip mercimeği yıkamaya başladı. Telefonun sesi odadan yükselince ellerini kurulayıp hızlı adımlarla mutfaktan çıktı. Odaya gireceği sırada Irmak elinde telefonla kapıyı açtı.
"Kenan abi." deyip telefonu Asiye'ye uzattı.
"Söyle sevgilim." deyip mutfağa ilerdi Asiye. Omzunu kulağına dayayıp telefonu sabitledi. Tezgahın üzerindeki patatesleri soymaya koyuldu. Kenan'ı dinlerken içinde sıcacık bir şey kaynayıp taşıyor dudaklarında çiçek açıyordu sanki "Gezin siz ben akşama doğru gelirim evimize."
"Kalsın, yarın beraber gezeriz." dedi Kenan ceketini çıkarırken.
"Hayır, hayır." dedi Asiye telefonu nemli eline alırken. "Gezin işte beraber. Ben akşama gelirim evimize. beraber film de izleriz."
"Gelir misin gerçekten?"
"Dudaklarımı yanaklarında gezdiresim var. Boynunu öpüp öpüp koklayasım var. O yüzden bana "gelir misin gerçekten" deme adam çünkü şimdi sana gelesim var." dedi Asiye Kenan'ın cevap vermesini beklemeden telefonu kapattı.
Aysel eve geldiğinde kapının önünde Asiye'nin siyah botlarını görünce kaşları çatılıp alnının ortası kırıştı. Anahtarı çantasından çıkarıp kapıyı açtı. Asiye'nin sesi evin duvarlarında yankılanıyordu. Kızının sesini tekrardan böyle cıvıl cıvıl duyunca Aysel yüreğine kadar titredi. Onu evden kovduğu gün dikenden daha can acıtan sözleri kulaklarında yankılandı. Ellerini kulaklarına bastırmak istedi. İçini kamçılayan pişmanlık nefesini kesecek kadar kuvvetliydi. Neden sanki öyle konuşmuştu ki? Kızının herkesin yapmaktan çekindiği bir şeyi, zerre kadar korku duymadan tereddüt etmeden yapmış olması büyük bir olgunluk değil miydi?
"Çorban hazır söylediğin gibi dumanı üstünde tütüyor." dedi Asiye şarkı söylemeyi kesip mutfaktan çıkarken. Annesini karşısında görünce ufak bir şaşkınlık yaşadı. Genzini temizleyip "Merhaba anne." dedi odaya geçerken.
"Annem mi geldi?" deyip uzandığı koltuktan hafifçe doğruldu Irmak.
Asiye tepside getirdiği çorbayı Irmak'a uzatırken "Evet." dedi
Aysel odaya girip Irmak'ı koltukta üstünde battaniyele görünce, "Neyin var hasta mısın?" dedi meraklı gözleri kızının yüzünde gezinirken.
Irmak yardım isteyen gözlerini Asiye'ye çevirdi.
"Irmak artık genç bir kadın, anne" dedi Asiye sevgiyle kardeşine bakarken.
Aysel pek bi sevindi. Kızını yanaklarından öpüp sarıldı. "İnşallah sancın yoktur?"
"Şimdilik yok." dedi Irmak çorbayı kaşıklarken. Ve ekledi "İnşallah da olmaz."
"Kendini sıcak tut terliksiz de dolaşma." dedi Asiye.
"Sen nasılsın Asiye?" dedi Aysel kızına.
Asiye alayla gülmek istedi. Hem kendi ellerinle kovup hem hal hatır sormak gerçekten komikti.
"İyiyim."
"Seni biraz zayıflamış gördüm."
"Sana öyle geliyor anne." deyip ayağa kalktı Asiye Irmak'ın boşalan kasesini alıp "Bir kase daha ister misin tatlım." dedi.
"Yok abla zaten kase kocamandı doydum. Çok güzel yapmışsın ellerine sağlık."
"Afiyet olsun tatlım." deyip tepsiyi alıp odadan çıktı Asiye. Aysel'de arkasından gitti.
"Gelmeyecek misin artık evine?" dedi Aysel beklenti dolu sesiyle. Kızı ona dönünce gözlerini kaçırdı utanç tüm vücudunu esir almıştı.
Asiye dişlerinin arasından, "Turna'da kalacağım dediğim zaman bana defol diyen sendin anne. Çeyiz günü perdeyi yüzüme kapatan da sendin. Neyi öğrendim biliyor musun anne?" Sözün burasında boğazı tıkandı. Gözlerinin içi ateş gibi yanıp karıncalandı. Bacakları onu taşıyamayacak kadar güçsüzleşti. "İnsan üstüne toprak atılmadan da ölebiliyormuş." dedi can alıcı sesiyle.
"Pişmanım, çok pişmanım" dedi Aysel yakarıp kızının kemiklerini kıracakmış gibi sarılırken. Asiye sarılmadı heykel gibi hareketsiz kaldı.
"Allah aşkına dön artık evine."
"Dönüp ne yapacağım ki?" diye güldü Asiye.
"Sen beni anne olduğun zaman anlayacaksın kızım. Bir annenin öncülüğünün hedefinde her zaman evladı vardır. Ne yaptıklarımı geri alabilirim nede söylediklerimi." deyip kızının gözlerinin içine baktı. İçinde onu geceleri rahat bırakmayan vicdanının ateşi harlandı. "Beni vicdanımla baş başa bırakma kızım." diye inledi dizlerinin üzerine yığılıp kalırken.
"Anne kalk lütfen." deyip annesini elinden tutup, kaldırmaya çalıştı Asiye. İçini çekip, "Tamam geri döneceğim." diye ekledi.
"Özür dilerim, özür dilerim." dedi Aysel kızının söylediklerini duymayarak.
Asiye diz çöküp annesinin ıslak yanaklarını avuçlarının içine aldı. "Geri döneceğim dedim. Beni duymuyor musun anne ha?"
Aysel saf saf kızına bakıp, "Dönecek misin gerçekten?" dedi fısıltı gibi bir sesle.
Asiye, "Evet anne döneceğim. Hadi kalk artık." dedi.
"Kokunu öyle çok özledim ki." dedi Aysel gözyaşları tazelenirken. Kızının saçlarını ensesinden çekip burnunu gömdü. Doğduğu günki gibi kokuyordu kızı. ~~ Kurşuni gökyüzünün altında, yağmurun ıslattığı taşlı, uzun bir yolda yürüyordu Baran. Dar yolun her iki yanında kırmızı topraklı çiçekli ve gökyüzüne ulaşacakmış gibi duran çınar ağaçlı bahçeden taze toprak kokusu ciğerlerine doluyordu. Çınar ağaçlarının dallarında kuşlar cikcikliyor, yapraklarında az önce yağan yağmurun parlak taneleri güneş gibi aydınlatıyordu etrafı. Kuşlar daldan dala atlayınca yağmur damlaları coşarak toprağa düşüyorlardı. Az ilerde bankta kamburu çıkmış iskelet gibi bir adam burnun üzerine diktiği iri gözlükle titreyen ellerinin arasındaki gazeteyi okuyordu; yada okumaya çalışıyordu. Çünkü gözleri kapanıp, başı önüne düştümü geri sıçrıyor. Etrafını uykulu boş gözlerle süzdükten sonra yarı açık gözleriyle gazeteye dönüyordu.
Baran içeri girip el işi atölyesinin olduğu koridora yöneldi. Koridor büsbütün ıslaktı. Erkek temizlik işçisi elindeki paspası ileri ve geri hareket ettiriyor, yassı alnında biriken iri ter damlalarının bir bir yere düşüşü Baran'ın gözlerine takılmıştı. On adım daha yürüyünce el işi atölyesinin kapısında durarak bezden bebek yapan sade ve şık giyimli yaşlı kadınlara baktı. Gözleriyle öğretmenini aradı fakat bulamadı.
"Doğa öğretmen çatıya çıktı." dedi kelebek gözlüklü kır saçlarında siyah çemberi olan orta yaşlı güleç yüzlü tatlı bir kadın. Gülümseyen pembe dudaklarıyla, "Elindeki çiçekler ne hoş." diye ayaklandı merakla. Başı aşağıya eğik yaprakları tepesinde olan kırmızı ters laleye, "İlginç ve güzel." dedi şaşkınlıktan büyüyen gözlerini ters laleden ayırmazken. "Hayatımda ilk defa ters lale görüyorum." dedi iri bal gözlerini Baran'a kaldırırken. "Benim olabilir mi bu lale?" diye atıldı hemencecik.
Baran'ın alnı kırıştı. Doğa öğretmen için Ciwan'dan evlerine geleceği zaman ters lale getirmesini istemişti memleketten. Baran'ın elinde bulunan saksıdaki ters lale, Doğa öğretmenin tek ve en çok sevdiği çiçekti. Karşısındaki kadın da çocuk doğuramadığı için kocası tarafından acımasızca sokağa atılan bir kadındı. Kocası trafik kazası geçirip her iki ayakları kırıldığında, altını iğrenmeden "of" bile demeden temizleyen oydu. Boynundaki, kollarındaki kendi ailesinin taktığı altınlar bir bir kumar masasında yüzlerini bile görmediği adamların çirkin ellerine geçtiğinde bırak karışmayı sesini dahi çıkarmamıştı Kiraz hanım; daha doğrusu çıkaramamıştı. Kocası onu ortağının kız kardeşiyle aldattığında, ilk ve son olarak ağzını açmıştı. Karşılığında dört dişi kırık, yanakları çürük içinde, şaplı betonda can çekişen bir hayvan gibi yatarken, hareket etmeyen gözleriyle pencereden içeri süzülen rüzgarın yolunan saçlarının ordan oraya uçurmasını izlemek olmuştu. "Erkeğin olduğu yerde kadının hükmü yoktur." demişti bir keresinde kaynanası havlar gibi. "Hele senin gibi kusurlu çocuk doğuramayan bi kadının hiç yoktur." Kadın neydi peki? Neden bir kadın hemcinsini değersizleştirme çabasına giriyordu? Kadın, kadın olduğu için suçlanıyordu. Erkek namusuzluk yaparken yere göğe sığdırılamıyordu. Kıyamet kopuyordu kadının kaburgaları arasında fakat kimse işitmiyordu. Söz konusu kadın olunca görenler kör, bülbül gibi şakıyan diller lal oluyordu.
"Soğuk pencereleri ısıtır çiçekler." dedi Kiraz hanım kıkırdayarak. Baran'ın cevap vermesini beklemeden elindeki çiçeği pencerenin pervazına koymaya gitti. Baran onun sesindeki çocukluğa tebessüm etti.
Doğa öğretmen eskimeyen eski öğrencisini sırtını kapıya dayamış halde izliyordu. Unutulmadığını bilmek, görmek fazlasıyla güzel bir duyguydu. Bu çocuk şimdiye kadar gördüğü bütün erkek çocuklarından farklıydı. Tıpkı bir ağacının tepesindeki olgun, güzel ve parlak meyveler gibi dikkat çekiyordu bu çocuk. Her zaman böyle bir oğlu olsun istemişti.
"Yağmur." diye seslendi Baran'a.
Baran Doğa öğretmen'e döndü. Dar omuzlarındaki beyaz şalı bakır saçlarına uyum sağlıyordu. Elli beş yaşında canlı diri bir kadındı öğretmeni. Kahverengi şehla gözleri bakanın yüzünde tebessüm oluşturuyordu. Kumral bir tene sahipti. İnce orta boylu, naif tatlı bir kadındı. Bakımlı olması kendini sevmesi, onu sevmeyen kadınları içten içe çıldırtırdı; en azından Baran onun öğrencisiyken öyleydi.
Baran adımlarını ona yöneltti. Ona yaklaştığında gülümseyerek kolunu hafiften açtı. Doğa öğretmen memnuniyetle girdi Baran'ın koluna. Arkasında kalan kadınlara "Sonra görüşürüz kızlar." dedi coşkun bir sesle. Arabaya geçtiklerinde Doğa öğretmen ilk olarak sigarasını yaktı. Yarı açık pencereye dirseğini dayayıp başını geriye attı.
"Yaşlanmış gördüm seni çocuk." dedi düşünceli sesiyle. "Ve birazda yıpranmış."
Baran dikiz aynasına yapıştırdığı Turna'nın vesikalık fotoğrafına bakıp, sigara içmesine karşın inci gibi sıralı bembeyaz dişlerini gösterip, "Turna giderken aklımıda alıp götürmüştü benden. İnsan yüreğiyle baş başa kaldımı böyle oluyor işte öğretmenim." dedi.
"Çocuk nasıl peki?"
"Balık gibi, yerinde bir dakika durduğunu göremezsiniz." deyip güldü Baran.
"Ne güzel."
"Ama bizimkiler onu Turna'nın akrabası sanıyorlar. Öyle söyledik."
Doğa öğretmen yüzünde gülüşler yeşerirken, "İyi ki senin öğretmenin olmuşum Yağmur." dedi. ~~
Zülüf Gülcan'ın kuaförünün kabininde Seyran'ın beğendiği kaftan kınalığını Yasemin'in yardımıyla giyiyordu.
"Geleyim mi yardıma?" diye seslendi. Seyran kabin kapısının ardında beklerken.
Yasemin terden parlayan yüzünü kaldırıp, "Bitiyor az kaldı." dedi. Zülüf'ün giydiği askılı beyaz iç elbisenin fermuarını yukarı çekerken. "Vallahi zevkine hayran kaldım Seyran'ım. Senin biricik kızın oldu bir içim su." diye ekledi.
Genç kızların hepsi kuafördeydi. Hepsinin saçları açıktı. Kiminin saçları fönlüydü. Kiminin saçlarına doğal maşa yapılmıştı. Giyindikleri kıras fistanlar, ince bellerine bağladıkları gümüş kemerleriyle güneş gibi aydınlatıyorlardı etrafı. Tüm bunların ortasında kırmızı kaftanın eteklerini tutmuş dönüyordu Leyla. Minik tatlı yüzünde çiçekler açmış gibiydi. O döndükçe başındaki fesin altın rengindeki pulları şakırdıyordu. Televizyonda kendisi gibi küçük bir kız çocuğunun üzerinde görmüştü bindallıyı. Sadece büyüklerin giyebildiğini zannediyordu ta ki televizyondaki küçük kızı görene kadar. Bir akşam Turna mutfakta yemek yaparken, Baran koltuğunda uzanmış okuduğu kitabın satırının altını çizerken Baran'ın elini tutup bindallı giymek istediğini açıklamıştı. "Alalım öyleyse." demişti Baran doğrulup ceketini sırtına geçirirken. Ettiği iki kelimenin değeri Leyla için sonsuzdu. Baran farkında olmadan Leyla'ya kaybettiği özgüvenini kazandırıyordu. Akrabaları olan Raşit'in evinde kaldığı zamanlar güneş ona hiç doğumuyordu. Bazı çocuklara hiç doğmadığı gibi. Raşit sigaradan sararmış siyah beyaz karışımlı sakalını sertçe sıvazlayıp, Nilüfer'in kir pas içinde bıraktığı eve sövüp sayması, Leyla'ya ,"Geri zekalı Leyla sağır mısın kül tablamı getir. Aptalın tekisin gözlerin kör mü senin?" Sonu gelmeyen bir yol gibi hakaretlerin de bir türlü sonu gelmiyordu. Ama hiçbir şey Leyla'yı Raşit'in, "Biliyor musun? annen seni çöpten bulmuş." demesi kadar yıpratmamıştı. Küçük bedeni böyle gaddarca yapılan sözde şakayı kaldıramamış, yemeden içmeden kesilmiş hastanelik olmuştu. O zaman Raşit şaka yaptığını söylemek zorunda kalmıştı. Nilüfer ise sokaktaki kadınlarla oturup kimin kızı kaçmış, kimin oğlu içmiş dedikodusunu yapardı. Evini seven bir kadın değildi Nilüfer. Raşit evden çıktığı zaman hemen arkasından o da çıkıyordu. Tek bir dedikoduyu kaçırmak istemiyordu. Bazen tezgahın üzerine attığı kirli bulaşıkları sinekler işgal ederdi. Nilüfer'de Raşit'in gelmesine yakın yarım yamalak bir şekilde yıkardı bulaşıkları. Leyla'yada somyanın bozulan örtülerini düzeltmesini emreder, üç günlük yapıp dolaba attığı yemeği çocukların önüne koyup evden çıkar saatler boyu evinden çıkmadığı komşunun sofrasında sıcak yemekleri fil gibi iştahıyla midesine indirirdi.
"Kız dur başımı döndürdün." dedi Gülcan gülerek Leyla'yı durdururken. "Vallahi bebeğimide döndürdün ha."
Zülüf'ün giydiği saks mavisi kaftanın kenarları yakalarından eteklerine kadar altın sarısı güpürü olan, içinde yıldız gibi parlayan minik boncuklarıyla ışıltı saçıyordu etrafa. Açık kıvrımlı saçlarının arasında gerçek inciden taç vardı. Kızların hepsi dışarıda oturuyorlardı.
"Siz gelmeyecek misiniz?" dedi Zülüf ortalığı temizleyen Ahu'ya.
Ahu başını kaldırıp , "Gelmez olur muyuz hiç?" dedi Zülüf'e gülümseyerek. "Ben senin düğününü hayatta kaçırmam. Bir gelin daha gelecek şimdi. Ondan sonra dükkanı kapatıp ailecek geleceğiz." Zülüf'e yaklaşıp kısık bir sesle. "Mehmet getirecek bizi sizin mahalleye. Arayıp bulmamız zor olur diye babam rica etti Mehmet'ten" bunları söylerken içi kıpır kıpırdı.
"Amine teyzem sizi evine misafir etmeden mahalleden çıkarmaz."
"Daha iyi. Annemle babam da tanışmak istiyorlardı annesiyle."
"Telefonun çalıyor gelin hanım sağır mı oldun?" diye sesini yükseltti Yasemin lavabodan çıkarken.
Zülüf kabine gideceği sırada Ahu onu durdurdu, "Yeni sildim oraları. Kaftanın etekleri kirlenir şimdi" deyip kabine seğirtti.
Sirac kuaförün açık kapısından Zülüf'e baktıkça yutkunma gücü bulamıyordu kendinde. Fazlasıyla güzeldi. Şimdi ona değecek erkeklerin gözlerini düşündükçe kıskançlık tüm adelelerini donduruyordu. Avuç içindeki çiçeğin sapları ezilirken, Zülüf yanına gelip hiç çekinmeden kirli sakallı yüzünün sağ yanağına dudaklarını değdirip çekildi.
"Çiçeğimi vermeyecek misin?" dedi Zülüf gözlerini Sirac'ın yüzünü kaldırırken.
"Sen beni yakında tımarhaneye gönderirsin." dedi Sirac çiçeği Zülüf'e uzatırken.
"Yok ben göndermem seni oraya. Kendim bakarım sana ben merak etme." göz kırpıp çiçeğini kokladı. Zülüf Sirac'ın elini tutarken. "Hadi çıkalım artık."
Kapının önünde Zülüf'ün babasının Sirac'a düğün için verdiği orkidelerle süslenmiş, siyah lüks araba vardı. Zülüf bilerek adımlarını yavaşlatıyor, Sirac'ın ön kapıyı açmasını bekliyordu. Ama Sirac direksiyonun olduğu kapıya gidince Zülüf'ün gülümsemesi yüzünde dondu.
"Şaka şaka." dedi Sirac geri dönüp Zülüf'e kapıyı açarken.
"Lacivert yakışmış fakat neden kravat takmadın?"
"Ben lisede bile kravat takmayı sevmezdim ama hep cebimde taşırdım" diye güldü Sirac arabayı çalıştırırken.
"Takmıyorsan neden cebinde taşıyordun ki?" dedi Zülüf başını her iki yana hafif sallarken.
Sirac Zülüf'e bakmadan, "Annem için yapıyordum." dedi "Evde kravatı takıyordum sokağın kapısına çıkar çıkmaz da söküyordum kravatı.
Zülüf önüne bakarken, "Benim hiç öyle bir durumun olmadı. Ama eğer annem ölmeyip yaşasaydı, herhalde bende ergen kızların yaptığı gibi evden çıkar çıkmaz elimde cep aynamla dudağıma ruj sürerdim." bunları söylerken gülüyor gözlerinde yaşlar birikiyordu. Sirac'ın içini umutla doldurduğunu bilmiyordu.
"İyi ki varsın Zülüf." dedi Sirac birden Zülüf'ün elini tutup öperken. Elleri ne güzeldi. Ya vücudu? Dudaklarının arasına koyduğu bardağın yerinde kendi dudaklarının olacağı günler uzak değildi.
Kına ve nişan bir arada yapılmıştı. Türkçe, Kürtçe şarkılar söyleniyordu. Davul ve orkestra bir arada çalıyordu. Bazen halay çekiliyor, bazen çiftetelli oynanılıyordu. Bazen zılgıtlar atılıyor, bazen alkış sesleri yükseliyordu. Bazen erbane çalınıyordu bazende tef. İpek kınayı yoğrurken, genç kızlar dileklerini tutup kıtlama şekerlerini kınanın içine atıyorlardı. Orkestra gecenin on birine kadar çalıyordu. Elektrik gitmeseydi kimsenin durmaya niyeti yoktu. Herkes evine giderken Yasemin Ciwan'ın elinden tutup duvarları birleşik olmayan evlerin arasına çekip soğuk dudaklarını ona teslim etmişti.
"Biliyor musun ben seninle adım adım hayatın içine karışıyorum." dedi Zülüf Sirac'ın ellerini sımsıkı tutarken. "Sen bana fazlasıyla iyi geliyorsun adam."
BÖLÜM SONU.
|
0% |