@verahare
|
Aradan geçen günlerin sonunda Çiğdem'in midesinde yükselen bulantıları boy göstermişti. Bazı zaman elini ağzına siper etmiş bir halde lavaboya yetişmeye çalışıyor, yolun yarısını bile tamamlamadan içindekiler dışarı taşıyordu. Etrafı temizlemek Kadir'e düşüyordu. Çünkü Çiğdem bir kez etrafı temizlemeye kalkıştığında görüntü ve kokuya dayanamayıp ardı ardına iki defa kusmuştu. Şimdi elinde havlu ile nemli soluk yüzünü ekşiterek çıktı. Kapıda bekleyen kocasına gözlerini kaldırdı. Gülcan onunla gebelik belirtileri hakkında konuşup sohbet etmiş, bilgiler vermişti. Geciken adet dönemi, hassaslaşmış göğüsler ve kokuya karşı duyarlılık.
"Galiba doktora gitmenin vakti geldi kocacım."
Kadir'in yüzü aydınlanıverdi.
Beraber hastaneye gittiler. Kan alma laboratuvarında genç, geniş alınlı hemşire iğneyi Çiğdem'in dirseğine kadar açtığı koluna batırıp, damarlarından çektiği kanı ufak tüplere doldurmaya başlayınca, Kadir sanki iğneyi kendisi yemiş gibi yüzünü acıyla buruşturmuştu Onun aksine Çiğdem'in yüzü gülüyordu.
Birkaç saat sonra ellerinde tahlil sonuçlarıyla beraber doktorun yanına çıktılar. Doktor Begüm, kanca burnun üzerine diktiği gözlüklerin arkasından elindeki sonuçları inceledi. Sonra çiçeği burnunda anne adayına kaldırdı gözlerini. Anne adayı sabırsız parmaklarını masanın üzerinde hafifçe oynatıyor, sağ ayağının topuğunu ritmini bozmadan yere vuruyor, 'çatlatma beni' der gibi kendisine bakıyordu. Doktor Begüm içinden gülerek ,
"Tebrikler, hamilesin Çiğdem." dedi.
Çiğdem, içgüdüsel olarak ellerini karnına götürdü. Yeşil gözleri, taze yüzüne mutluluk gözyaşlarını akıttı. Hastaneden çıktıklarında yanakları kocası tarafından öpücüklere boğuldu. Kadir çamdan beşik yapacağını büyük bir hevesle söylemişti.
"Beraber boyarız. Sonra bir güzel süsleriz etrafını. Sana... Sana annelik şimdiden çok yakıştı esmerim." dedi Kadir, karısının beline sarılırken. Karısını dudaklarından öpmek istedi. Fakat sonra dışarıda olduklarını hatırlayıp, yanaklarını öpmekle yetindi. ~~
Büyük bir hırçınlıkla gardırobu boşaltan karısına mani olmaya çalışıyordu Sirac.
"Allah aşkına dur. Dinle beni bi." diye yalvardı. "Dinlesene." diyerek karısının bileklerini tutmayı başardı.
"Rahat bırak beni hayvan." diye öfkeyle soludu Zülüf. Gözleri alev topu gibiydi Sirac onlara bakmaya korktu bir an. "Hani kimse olmamıştı hayatında, yalancı pislik." diyerek ellerini Sirac'dan kurtarıp, göğsüne kuvvetli yumruklar indirdi.
Sirac, göğsü hızlı hızlı inip kalkarken, "Gidersin diye, seni kaybederim diye öyle çok korktum ki... yaşadığım bu korku sana gerçeği anlatmama mani oldu hep. Yemin ederim Zülüf, anlatacaktım sana." kekelercesine konuştu.
Hülya'nın uğursuz sesi Zülüf'ün kulaklarında çınladı. "Yoksa bilmiyor muydun ha?" sözlerine kendisinin lal- mış gibi bir şey diyememesine kızıyordu.
"Anlatmayacaktın, eğer o kadın karşıma geçip de seninle olan mazisini anlatmasaydı sen hiçbir şey anlatmayacaktın bana." diyerek, kocasının yüzüne sert tokatlarını indirdi. Elleri yorulunca gidip valizin fermuarını sertçe çekip kapattı. Valizi yataktan indirip tekerlerini sürüyerek odadan çıkmaya koyuldu. Arkasından bir hıçkırık sesi duyuldu. Sirac ağlıyordu. Hemen valizi fırlatıp, yanına koşmak istedi. Fakat kadınlık gururu buna engel oldu. Sanki ona vuruyormuş gibi, topuklarını yere vurarak odadan çıktı.
Sirac koşup önüne geçti. Ruhu onu ayakta tutamıyordu. Birdenbire dizlerinin üstüne düştü. "Gitmeyeceğim demiştin, gitme Zülüf."Omuzları sallana sallana ağladı.
Zülüf öfkeyle, fakat içi kanayarak, "Kimse olmadı demiştin." diye bir bacağını omuzuna sürterek evden çıktı. Kapıda bekleyen arabanın bagajına valizi fırlatır gibi attı. Hızla bindi arabaya, kontağı çevik bir hareketle çevirdi. Ve tuttuğu gözyaşlarını serbest bıraktı. Yolda az kalsın kaza yapacaktı. Cadde üzerinden geçerken birdenbire yolun ortasına fırlayan, mavi önlüklü bir kız çocuğuna çarpacaktı. Zülüf soğukkanlılığını koruyarak ani fren yapmıştı. Ama Yüreği boğazına kadar gelmişti. Hızlı hızlı nefes alıp verirken elleri direksiyonun üzerinde kilitlendi. Kapalı dudaklarının arkasındaki dişleri takırdadı. Korkarak arabadan indi. Küçük kızın da kendisi gibi korkmuş olduğunu gördü. Kız iyiydi. Bir metre kadar uzağında durmuş şaşkın, korku dolu mavi gözleriyle Zülüf'e bakıyordu. Zülüf hemen kızın yanına gidip, incecik ellerini tutup kanı çekilmiş yüze bakarak,
"İyi misin, bir yerine bir şey olmadı ya?" dedi kızı kontrol ederken. "Özür dilerim, çok özür dilerim."
Kız korkudan kekeleyerek, "İyiyim bir şeyim yok. Benim hatam. Öylece yolun ortasına fırlamamalıydım." dedi.
"Hadi gel. Seni evine bırakayım." dedi Zülüf kızın elini tutup arabaya yönelirken.
Küçük kız elini Zülüf'ün elinden kurtarıp telaşla, "Annemle babam yabancılarla asla konuşmamam gerektiğini söylemişlerdi." deyip koşmaya başladı. Zülüf'ün şaşkın gözleri onu girdiği dar bir sokağın köşesini dönünceye kadar izledi.
Tekrardan arabaya bindiğinde, "Az kalsın ona çarpacaktım. Ya ona bir şey olsaydı. Ne yapıyorum ben." Arabadan hemen indi. Bu haldeyken direksiyona geçmenin başkalarının canına kast etmek olduğunu sonunda anlayabildi. Titreyen elini cebine atıp, telefonu çıkardı. Mehmet'i aradı.
Amine'nin evindeyken gözyaşları bir türlü dinmiyordu.
Mehmet Zülüf'e bakarak, "Yoksa kocan mı dövdü? bak eğer öyle bir şey varsa, yemin ederim onun kemiklerini un gibi yaparım." dedi.
Amine oğlunun ensesine hafiften vurarak, "Deli misin a oğlum. Babası Zülüf'ü dayak yiyeceği bir adamla evlendirir mi hiç?"
"Onun yüzünden ağladığı belli ama." dedi Mehmet sinirle.
"Beni kızımla başbaşa bırak." dedi Amine.Oğlunun koluna girip onu evden çıkardı. Zümrüt hanımı arayıp, gelmesi için ricada bulundu. Zülüf'ün yanına gitti. Ona ne olduğunu çok merak ediyordu ama konuşup da canını yakmak istemiyordu. Koltuğa oturup, ufak başı yorgun dizlerine indirip saçlarını okşadı. Tek kelime etmediler. Zülüf onun dizlerinde bitkin bir halde uyumuştu. Amine'nin bacakları ağrıdı, Zülüf'ü uyandırmaya kıyamadığı için yerinden kımıldamadı. Yalnız kapı çalınınca kızın başının altına koltuk minderini koymaya mecbur kaldı. Sendeleyerek yürüyüp, kapıyı açtı. Zümrüt hanımı gördüğünde burukça tebessüm edip, eliyle içeriye buyur etti onu. Zülüf uyanmıştı. Zümrüt hanım torununu perperişan bir halde görünce çıldıracak gibi oldu bir an. Sakinliğini koruyarak gidip onu kaldırdı.
"Nereye gidiyorsunuz?" diye sordu Amine merakla.
Zümrüt hanım Amine'ye içtenlikle bakarak, "Herşey için teşekkür ederim. Ama torunumla biraz baş başa kalmam gerekiyor." deyip evden çıktılar.
Zülüf'ü sahile götürdü. Beraber soğuk kumsala oturup, denize karşı ayaklarını uzattılar. Zülüf coşkun dalgaları, Zümrüt hanım ise onu izliyordu. Dayanamayıp,
"Bu halinin sebebi ne?" diye sordu sabırsızca.
Zülüf başını ona çevirdi. Bir şey söylemeye hazırlandı. Ama sonra vazgeçti. Mutsuz bir çocuk gibi gözlerini yere indirdi. Parmağının ucuyla kumsala bir şeyler karalayıp çizdi sonra elinin ayasını çizdiklerinin üzerine götürüp hızla sildi. Yaşlar yanaklarından yuvarlanıp kumsalı ıslattı. Elinin üzerinde sıcak bir el hissetmesiyle başını kaldırdı.Yaşlı gözlerini hızla silip, burnunu çekti.
"Anlatmayacak mısın?"
Denizin serinletici, hoş havasını akciğerlerine doldurup, "Bana yalan söyledi. Hayatındaki tek kadının ben olduğumu söyledi. Meğer öyle değilmiş." dedi Zülüf bitkince.
"Nasıl öğrendin?"
"Senin komşun, hani o kadın... Numan'ın karısı..."
"Hülya mı?" dedi Zümrüt hanım gözleri kocaman açılırken.
"Adını anma o kadının,anma." diye kızdı Zülüf. Damarlarındaki kanın hepsi yüzünde toplanmış, kaynıyordu. Titrek nefesi göğsünü hızlı hızlı şişirip indiriyor, incecik bedeni sarsılıyordu. İçindeki ateş öyle büyüktü ki deniz bile yanabilirdi.
Zümrüt hanım torununun omuzlarından tutup hafifçe sarstı. "Öncelikle sakin ol." dedi yatıştırıcı bir sesle.
Duydukları karşısında, "Sakin falan olamam." diye hırçınlaştı Zülüf.
"Seni bu hale getiren sebep senden daha mı güçlü? Seni böyle bilmezdim Zülüf. Onun karşısında da böyle çaresizce ağlayıp sızladın mı yoksa?"
"Ne münasebet. O kim oluyor da karşısında ağlayayım. Sadece sindiremiyorum. Kocamın benden önce başka bir kadını sevmesini, onun uğruna hapis yatmasını, bana yalan söylemesini... Çıldıracak gibi oluyorum. Sanki biri kalbimin üzerinde acımasızca tepiniyor. Nefes alamıyorum." diye inledi Zülüf. Çenesi titredi, gırtlağı sıkıştı. Konservatuvar çıkışında Hülya birden karşısında belirmiş, ona alaylı gözlerle tepeden bakmışçasına Sirac'la olan mazisini cesurca anlatmıştı. Acımasız sözcükler karşısında, Zülüf'ün tüm duyguları bozguna uğramıştı.
Zümrüt hanım torununu alıp çiftlik evine götürdü. Onu zorda olsa banyoya gönderebilmişti. Narin'den güzel, hafif yemekler yapmasını isteyip bahçeye çıktı. Elinde hafif bir ağırlık hissedince gözlerini yere indirdi. Zülüf'ün çantasını hala elinde tuttuğunu fark etti. Çantayı açıp, içinden telefonu çıkardı. Yüzlerce cevapsız aramayla karşılaştı. Hepsi de Sirac'dandı. Sesler duyunca arkasına döndü. Zülüf'e telefonu gösterip,
"Seni yüzlerce defa aramış." dedi yumuşak bir sesle. "Bak yine arıyor."
Zülüf cevap vermeden telefonu kaptığı gibi tüm gücünü kullanıp, olabildiğince uzaklara fırlattı. Tiz bir ses duyuldu. Telefon paramparça olmuştu. Bunu görünce Zülüf'ün içi birden hafifledi. "Artık arayamaz." diye anneannesine çevirdi başını. "Ne oldu niye öyle bakıyorsun ki? en çok senin sevinmen gerekmez miydi?"
Zümrüt hanım, "Seni üzen hiçbir şey beni sevindirmez Zülüf." diye mırıldandı üzgünce.
Günler geçti. Sirac her gün çiftlik kapısına kadar gidiyor, fakat kapıdan içeri adımını atamıyordu. Zülüf'ü ancak konservatuvara giderken görebiliyordu. Zülüf kurşun hızıyla yanından geçerken özür diliyor, onu affetmesi için yalvarıyordu. Sonunda uzattığı çiçekleri karısı elinden alınca Sirac'ın içinde umutlar yeşeriyor, affedildiği hissine kapılıyordu. Çiçek demeti sertçe kafasına geçirilince damarlarında umutsuzluk akıyordu sanki. Yine de pes etmiyordu. Geceleri çitliğin kapısından gündüzleri de konservatuvarın kapısından bir an olsun ayrılmıyordu. Zülüf çıkışta kocasına uzaktan bakan kızlarla karşılaşınca kıskançlık ateşi alevleniyordu. Hemen yanına gidip onu tersleyip kovuyordu oradan.
"Beni dinlemeyecek misin?"
Zülüf alayla dudaklarını büzüp, "Yalan söylemen için mi dinleyeyim seni?" diye söylendi sinirle.
Sirac dayanamayıp, onu sırtına aldı. Sırtına yumruklar yiyince, "Boşuna o güzel ellerini yorma, çünkü hissetmiyorum bile karıcım."
"Bana karıcım deme."
"Karım değil misin?" arabaya geçtiklerinde Zülüf hışımla kapıyı açmak için uzanınca Sirac ellerini tutup, "Allah için dinle artık. Yalvarıyorum sana dinle." dedi yılgın bir sesle.
Zülüf, "Dinlemek istemiyorum." diye sitem etti.
"Korktum Zülüf. Seni bulmuşken kaybetmek istemedim. Sen yanımdayken yeniden doğmuş gibi oluyordum. Keşke o zaman sana anlatsaydım şimdi böyle bir durumda olmazdık..."
"Neden onun için hapis yattın?" diye Sirac'ın sözünü kesti Zülüf.
Sirac sıkıntıyla nefesini verdi. "Yanımdayken biri laf atmıştı ona. Tek hatırladığım parmak uçlarımdan kanların damladığıydı." dedi.
"Peki çok mu sevdin onu?" dedi Zülüf duyacağı sözlerden korkarak.
"Zülüf..."
"Söyle."
"Senden önceydi."
Kıskançlık, göğsüne keskin bir bıçak darbesi gibi saplanıp kaldı. Kanı yanıp tutuştu. Kızgın, titreyen bir sesle, "Yani çok sevdin?"
"Seni sevdiğim kadar hiçbir kadını sevmedim Zülüf." dedi Sirac gerçeği söyleyerek. "Bana inanır mısın bilmem ama gerçek bu. Seni bu hale getirdiğim için özür dilerim. Hayatımızı mahvettiğim için özür dilerim."
"Aç şu kapıyı, inicem."
"Evimize gidelim Zülüf."
"Tabii, evimize gidelim ya. Olanların hepsini unutalım. Hiçbir şey olmamış gibi yaşayalım, değil mi beyefendi." diye haykırdı Zülüf. "Benim yerimde sen olsaydın ne yapardın acaba? Dur ben söyleyeyim çıldırırdın. Kaldıramazdın. Şimdi kalkmış utanmadan evimize gidelim diyorsun bana."
"Özür dilerim."
"Bu hiçbir işe yaramıyor ama. Aç şu kapıyı, aç!" diye cama vurdu Zülüf. Hazmedemiyordu bir türlü. Kocasının geçmişte o kadını nasıl sevdiğini, ona hangi aşk sözcüklerini sıraladığını, ellerini kaç defa tutup sarıldığını ya da kaç defa öptüğünü _hiç öpmüş müydü?_tüm bu düşünceler zihnini zehirli sarmaşıklar gibi kuvvetle sarıyor, bırakmıyordu.
Sirac yüreği burkularak açtı kapıyı. İstese Zülüf'ü eve götürebilirdi Ancak bununla da Zülüf'ün nefretini kazanmış olurdu sadece.
"Hayvan herif, tek bildiğin kaba kuvvet. Bundan başka hiçbir şey bilmiyorsun." dedi Zülüf. Arabadan zıpkın gibi fırladı. Kapıyı kocasının suratına çarpacakken,
"Askere gidiyorum." dedi Sirac. Karısı bir anda şaşırmış , yüzüne bakakalmıştı. Konuşmaya devam etti. "Bana demiştin ki, 'bende seninle gelirim.' Şimdi soruyorum sana Zülüf, benimle gelir misin?" dedi. Zülüf onun sorusuna cevap vermeden uzaklaştı oradan.
Akşam yemeğindeyken Zümrüt hanım torununun önündeki, kaşık değmemiş yemeği görünce,
"Neden yemiyorsun?" diye sordu.
"Canım yemek istemiyor."
"Günlerdir doğru düzgün bir şey yemiyorsun. Bu gidişle hasta olacaksın."
Zülüf, "Sirac askere gideceğini söyledi bana." dedi. "Daha önceden ona onunla gideceğimi söylemiştim. Ama şimdi..."
"Kocanı seviyor musun?" diye sordu Zümrüt hanım.
"Elbette seviyorum."
"O zaman daha ne. Bırak artık şu inadı Zülüf. Kocan köpek gibi sana sadık. Tamam hataları var bunu görmezden gelemiyorsun anlıyorum seni. Ama şunu da unutma, geçmişe takılıp kalırsan asla mutlu olamazsın. Mutlu olmak da mutsuz olmak da senin elinde. İstersen ömrünün sonuna kadar mutlu yaşarsın hemde etrafında kocan ve çocuklarınla beraber. İstersende hayatını yalnız ve mutsuz geçirirsin. Bunların hepsi senin elinde anlıyor musun?" yerinden yavaşça kalkıp torununun çenesini avucunun içine alıp, gözlerinin içine baktı. "Sen akıllı, zeki bir kadınsın. Ne yapacağını bilirsin." deyip sırtını dönüp yürümeye başladı.
"Nereye gidiyorsun bu saatte?"
"Beni merak etme hemen gelicem." dedi Zümrüt hanım evden çıkarken.
Yarım saat sonra Hülya'nın evindeydi. Hülya onu ilk kez evinde görüyordu. Şaşırmıştı. Ona hep tepeden bakan. Evine geldiğinde isteksizce gülümseyen Zümrüt hanım şimdi bacak bacak üstüne atmış elindeki kahvesini yudumluyordu. Buraya gelmesindeki sebebi anlıyordu Hülya.
"Oğlunuz nasıl?" diye sordu Zümrüt hanım elindeki fincanı sehpaya yavaşça bırakırken.
"İyi, uyuyor şimdi."
"İnsanın evladının olması ne güzel değil mi?"
"Öyle tabi."
"Bir anneyi evladı ile sınamak, onun içindeki canavarı uyandırmak olur değil mi? Mesela oğlunuzu elinizden alsam sizi onunla sınasam içinizdeki canavar kim bilir bana neler yapar."
Hülya birden korktu. Dudaklarının buz gibi olduğunu hissetti. "Ne demek istiyorsunuz, açık konuşun. Bu ne biçim konuşma böyle."
Zümrüt hanım yaşından beklenmeyecek bir çeviklikle ayağa fırladı. "Ne demek istediğimi bal gibi de anladın." diye tehdit edercesine parmağını salladı. "Eğer bir daha torunumun karşısına çıkar da onu mutsuz etmeye yeltenirsen insanlıktan çıkarım Hülya. İnan bana bunun olmasını istemezsin."
Hülya deli gibi korktuysa da, "Pek kıymetli torununuz konuşmak için sizi mi gönderdi?" diye alayla konuştu.
Zümrüt hanım küçümseyici bir bakışla Hülya'ya baktı. "Zülüf senin gibi bir kadını dinleyip ne yapsın? Onun vakti senden değerlidir."
Hülya birden öfkelendi. Dehşetle karşısındaki mahluku kesip biçmek istedi, "Defol evimden." diye haykırdı. "Defol."
"Zülüf'ün karşısına çıktın. Kendin mutsuzken onların mutlu olmasını sindiremedin. Aklınca onların evliliğine gölge düşürebileceğini sandın ama sana kötü bir haberim var. Onları istemeden de olsa daha sıkı kenetledin birbirlerine." Duydukları sözler karşısında Hülya'nın rengi birden uçtu. Zümrüt hanım konuşmasına devam etti, "Sen hatalarının bedelini ödüyorsun kızım. Boşuna etrafına saldırma. Bundan sonra uslu dur. Oğluna ve doğacak çocuğuna iyi bir anne ol. İyi ol ki ileride senden utanmasınlar." deyip çantasını koltuğun üzerinden aldı. Hülya, heykel gibi salonun ortasında durmuştu. Zümrüt hanım onun yanından geçerken, "İyi bir anne ol." dedi öğüt verici bir sesle.
Gece konağın önünde durduklarında "Sen gelmeyecek misin?" dedi Zülüf.
Zümrüt hanım sevgiyle gülümsedi. Tornunun ellerini okşayıp öptü. "Bırak şimdi beni. Ait olduğun yere git." gözleriyle evi işaret etti. "Mutluluğa yürü."
"İyi ki varsın." dedi Zülüf. Anneannesinin yanaklarına kuvvetli öpücüklerini kondurup arabadan indi. Tahta kapıyı itti. Hafif adımlarla yürüdü. Dut ağacının altında oturmuş kaderli düşününen kocasını gördü. Elindeki sigaranın külü kıvrılmış, düşecekti. Sirac ayak seslerini duyup başını kaldırdırınca karısını karşısında gördü. Gırtlağından boğulur gibi bir ses çıktı. Zülüf yanına oturup, "Benim içinde bilet aldın mı?" dedi, kocasını sevinçten ağlatırken. Sirac ona öyle kuvvetli sarıldı ki sanki göğsünün içine saklamak istiyordu onu. Karısı olmasaydı eğer, bomboş bir hayatı olacağını biliyordu. Çünkü onun hayatı karısıyla şekilleniyor bir anlam kazanıyordu.
BÖLÜM SONU...
|
0% |