@verahare
|
İnce, şeffaf hortumdan tıp tıp damlayan sıvıyı izliyordu Sirac. Zülüf hasta yatağında, beyaz çarşafın altında kıvrılmış uyuyordu. Göğsü kabarıp, yavaşça şişiyordu. Kurumuş dudakları aralıydı. Teni suya hasret kalan çiçekler gibi soluktu.
"Ne zaman uyanır?"
Hemşire tebessüm etti "Birazdan kendine gelir." deyip diğer hastaların yanına gitti.
Sirac olayın şokunu atamamıştı üstünden. Hülya'la kocasının sureti gözlerinin önüne gelince kanına virüs girmiş gibi oluyordu. Hazmedemiyordu. Koskoca beş yılını, eğitimini hepsini Hülya yüzünden kaybetmişti. İçerideyken ellerini sıkıca tutup , "Beklerim." demesi kulaklarında çınladı. Sirac o anı şimdi gibi yaşıyordu. Hülya'nın sesi matkap gibi deliyordu kulağını. "Beklerim, beklerim." ses beyninde yankılanıp duruyordu. Avuçlarını kulaklarına bastırdı. İşkence birtürlü bitmiyordu.
Zülüf'ün göz kapakları hafiften titredi. Bilindik kokuyla yüzünü acıyla buruşturdu. Yavaşça araladı gözlerini. Görmek istediği şey karşısındaydı. Yüreği şiddetle çarpmaya başladı. Göğüsünü çevreleyen kemiklerin hepsi çat çat çatlıyordu. En büyük depremi yaşıyordu yüreğinde. Sirac'ın eğik başına dokundu.
"Ne oldu sana?" Zülüf'ün sesi öyle yorgunduki.
Sirac irkildi. Zülüf'ün kısık, yorgun gözlerle kendisine baktığını görünce refleks haliyle ellerini tuttu.
"İyi misin?"
Zülüf'ün gözyaşları bir çift elmas gibi parladı. Az sonra kirpikleri ıslandı. Serum bağlı olan elini Sirac'ın yüzüne götürdü. Kurumuş dudakları gözyaşıyla sulandı. Her nefes alışında göğüs kemiği sanki diken olup batıyordu yüreğine. Okşamaya devam etti. Elleri buz gibiydi. Yüzünü buruşturarak doğrulmaya başladı. Omuzları çökmüştü. Yüzü biraz daha zayıflamıştı.
"Sen de gidersin diye öyle korktum ki. Yüreğim... Yüreğim sanki oltaya takılan balık gibiydi." mengene gibi Sirac'ın boynuna yapıştı. Öyle kuvvetli sıkıyordu ki Sirac bir ara nefes almakta zorlandı.
"Bunun nasıl bir his olduğunu bilmek bile istemezsin." sarsılarak ağlayıp, gözyaşıyla ıslanmış omuza yanağını dayadı. Nefesini ağzından verdi.
Sirac felçli gibiydi. Hiç hareket etmedi. Zülüf'e sarılmadı. Dudakları birbirine yapışık taştı adeta. Ne diyeceğini bilmiyordu. Hiç olmadığı kadar yorgundu. Zülüf'ün soğuk dudakları alnına değince, gözlerini kaldırdı. Bu bakışları ölünceye dek unutmayacaktı.
"Bir daha sakın böyle bir şeyi yapma. İster bencil de ister kötü. Sadece dinle. Bir kayıp daha vermek istemiyorum anladın mı? Yüreğim bunu kaldıramayacak kadar çok yaşlı." ılık nefesi Sirac'ın yüzünü okşadı. "Eve gidelim."
"Serumun bitmedi daha." dedi Sirac çatlak sesiyle farkında olmadan Zülüf'ün saçlarını okşadı.
Zülüf gözlerini kaldırdı. Yarısına kadar dolu olan serum torbasına yüzünü ekşitti. Biraz yana kaydı. Sirac'ın elini tutup yavaşça kendine çekti. Çarşafı kaldırdı. Yüz yüzeydiler. Nefesleri birbirininkine karışıyordu. Gözbebeklerinden kendi yansılarına baktılar. Çizik kaşı işaret parmağının boğumuyla okşamaya başladı Zülüf. Dudaklarını uzatıp öpücüğünü kondurdu.
"Niye bu kadar çok seviyorsun beni ha?" dedi Sirac kısık sesiyle Zülüf'ün ellerini öpmeye başladı. "Kurban olurum sana ben." alnını alnına dayadı. Sağ gözünün önüne düşen bir tutam saçı parmağına doladı. "Layık mıyım sana ben? Hak ediyor muyum seni?"
"Neden böyle konuşuyorsun?" dedi Zülüf çatallaşmış sesiyle kuşkuyla bakarak. "Benimle Layıklı mayıklı konuşma. Kendini benden aşağı görme." deyip gözlerini yumdu "Sabahtan beri açım buradan çıkınca teknede köfte satan bir yere gidelim." sırtını döndü. Sirac'ın kolunu beline doladı "Seninle uyumak huzur verici." dedi uykulu sesiyle.
Çok geçmeden uykusunda ağlamaya başladı. Sözcükler birbiri ardınca sıralanmış zincir halkaları gibi döküldü dudaklarından. "Emel. Sirac. Hayır. Gitme. Gitme gitme gitme..." yüzü, boynu ter içinde kalmıştı.
Sirac şimdi daha iyi anlıyordu Zülüf'ün ne kadar çok sarsıldığını, ne kadar çok korktuğunu. Yüreğinden ruhuna kadar hasarlıydı. Her "gitme" diye sayıklayışında Sirac daha da çaresizleşiyor, o an sağır olmayı diliyordu. Tek yapabildiği Zülüf'e sarılmak oldu. Başını şefkatle okşayıp çenesini incecik omuza dayadı.
"İyi ki varsın Zülüf iyi ki varsın." diye fısıldadı.
~~
Gülcan'la Engin karşılarındaki çocuğa baktılar. Gülcan tebessüm ediyordu. Engin onun aksine soğuk bir ifadeyle bakıyordu Mehmet'e.
"Adın Mehmet'ti galiba?" dedi Gülcan.
"Evet." dedi Mehmet ama öyle heyecanla söyledi ki Gülcan gülmemek için dudaklarını içinden ısırmak zorunda kaldı.
"Kimsin sen?" dedi Engin. Sabrı kalmamıştı artık. Ona göre kızı daha küçücüktü.
Mehmet apışıp kaldı.
Gülcan ayaklandı kapıdan çıkmadan Engin'e seslendi. "Hayatım bakar mısın?"
Az sonra yatak odasında sessizce tartışıyorlardı.
"Çocuğa saldıracakmış gibi bakma Engin. Birde ters ters konuşma." dedi Gülcan "Sen kimsin ne demek? daha kibar bir şekilde konuşamaz mısın?"
"Elin çocuğunun evimde ne işi var?" diye söylendi Engin. "Ne gıcık çocuk devamlı sırıtıyor aklınca kendini sevdirmeye çalışıyor."
"Aynı senin gibi." diye kısık sesle güldü Gülcan. "Nasıl kekekiliyordun babamın karşısında. E... E... Evet efendim. H... H... Hayır efendim." kendini daha fazla tutamayıp kahkahasını attı. "Babamda senin için "sorunlu galiba devamlı sırıtıyor" demişti."
Engin'in suratı asıldı. Karısı ilk tanışma faslını hiç unutmayacaktı.
"Kocaman koltukta nasıl da büzülmüştün. Bardağı tutan elin tıpkı sesin gibi titriyordu." deyip yanakları ağrıyıncaya kadar güldü.
"Gülcan Ahu daha çocuk." dedi Engin düşünceli sesiyle. "Korkuyorum. Hayatımda ilk defa böyle bir korkuyu tadıyorum." yatağa oturdu, yaylar gıcırdadı. Kalın omuzları bir anda çökmüştü. Bu hali Gülcan'ın yüreğini burktu.
"Engin kızımız büyük demiyorum ama o artık bir genç." deyip kocasının yanına oturup ellerini sıkıca tuttu Gülcan. "Kızımız bizden hiçbir şeyini saklamıyor Engin." tebessüm etti. "Bunun ne kadar iyi bir şey olduğunun farkında mısın? Sen şimdi çocuğu daha tanımadan etmeden böyle terslemeye devam edersen, Ahu'yla arana duvarları değil, dikenli tel örgüleri kendin örmüş olursun." deyip kocasına sarıldı. "Bende senin kadar korkuyorum ama Ahu'nun bizden habersiz hiçbir şey yapmayacağını söylemesi beni huzurlu ve mutlu ediyor." yanağını okşayıp öptü. "Çocuğa iyi davran. arada dükkanına çağır ondan yardım iste sohbet et." deyip ayaklandı Gülcan.
"Şimdi bunlar sevgili mi?" diye ihtiyarlar gibi homurdandı Engin.
"Arkadaş." diye düzeltti Gülcan "Sevgili olmak öyle kolay değil. Sevgi emek ister, sabır ister. Sevgili demek iki bedende bir yüreğin atması demektir."
Ahu'nun çekine çekine getirdiği çilekli pastayı yediler. Mehmet çok güzel olduğunu söyleyince Ahu genişçe gülümsedi ama babasını hatırlayınca gülümsemesi yarım kaldı.
Engin Mehmet'i onayladı "Evet çok güzel olmuş." dedi kızına tebessüm ederken. "Ahu her şeyin en güzelini en doğrusunu yapar." deyip yan koltukta oturan kızına manidarca gülümsedi. Sonra bakışları kavun içi renkli boyalı duvarda asılı olan minik çerçeveye takıldı. Ahu dört yaşında üzerinde askılı kırmızı tişörtü ve altında dizlerine kadar gelen siyah şortu var. Babasının kucağında oturmuş. Ufak, sarı kafasının üstünde çiçek bahçesi gibi duran fötr şapkası rüzgardan dolayı başının gerisine kaymış. Elindeki ufacık küreği kuma daldırmış önündeki mavi boyalı kova doldu dolacak. Kum kalesinin yarısından çoğu tamamlanmak üzere.
Ahu'nun da bakışları fotoğrafa kaydı. Babasına bakınca aynı anda gözleri kırış kırış oluncaya kadar güldüler. Fotoğrafta görünmüyordu ama Ahu o zaman babasının kucağına işemişti. ~~
Misafirler gelmişti. Baran'ın evindeki kahkaha sesleri sokağa taşıyordu. Buke'yle Şemle teyze yan yana oturuyorlardı. Buke ablasının beyaz kaş tellerine içlenerek bakıyordu.
"Allah'a çok şükür hepinizi iyi gördüm." dedi Şemle teyze.
Tombul yuvarlak yüzlüydü Şemle teyze. Zeki bakan siyah gözlerinden hiçbir şey kaçmazdı.
"Hele bak nasıl da zayıflamış." dedi Zozan teyze Sirac'a bakıp ağzını çarpıtarak.
Çarşaf gibi kırış kırış olan kumral yüzünden tebessüm eksik olmazdı. Masmavi gözleri gökyüzü gibiydi Zozan teyzenin.
"Zozan çocuğu rahat bırak." dedi. Mirza dayı.
Bembeyaz sakalı ademelmasına kadar uzanıyordu Mirza dayının. Boyu uzundu. Esmer zayıf bir yüzü vardı.
Soğuk, puslu bir öğlendi. Mutfak penceresi açık olmasına rağmen soğan kokusu gitmiyordu bir türlü.
"Hani yemek?" dedi Fırat.
"Birazdan Sirac dayınla beraber gidip getirirsiniz fırından." dedi Zeynep.
Sirac bahçeye çıkmış tulumbanın hemen yanında olan büyük bir taşın üstünde dalgın dalgın oturuyordu. Elindeki sigaranın külü eğilmiş düştü düşecek.
"Neyin var?" dedi Baran.
"Hülya'yı gördüm. Evlenmiş Fırat kadar bir oğlu var. Kocası bizim Mirza dayı gibi yaşlı." deyip düşünceli gözlerle Baran'a baktı Sirac.
"Biraz kay bende oturayım." dedi Baran. Cebinden tütün tabakasını çıkarıp köşeli parmaklarıyla tütünü sarmaya başladı.
"Zülüf'ün kıymetini bil." deyip sigara dumanını usulca üfledi. "Neyi fark ettim biliyor musun Sirac?"
"Neyi abi?" dedi Sirac ikinci sigarasını yakarken.
"Hülya'ya gösterdiğin sevginin yarısını bile Zülüf'e göstermiyorsun" deyip sertçe Sirac'a baktı Baran. "Hülya seni hiçbir zaman sevmedi. Sen onun gelip geçiçi hevesiydin sadece. Bunu sana daha öncede söylemiştim."
"Evet söylemiştin ve ben karşılık olarak sana yumruk atmıştım." dedi Sirac pişmanlık dolu sesiyle.
Baran kahkaha attı. Bir kolunu Sirac'ın boynuna geçirip yürekten sarıldı.
"Sadece hazmedemiyorum abi. Yüreğimde ona karşı kum tanesi kadar sevgi yok. Ben aslında kendime, bu kadar kör oluşuma kızıyorum. Ben nasıl göremedim nasıl hissedemedim?"
"Olan oldu artık. Geçmiş için üzüleceğine geçmişten ders çıkar. Gidip Hülya'dan hesap sorma demiyecegim çünkü buna bile değmiyeceğinin farkındasın artık."
"Midem hiç bu kadar bulunmamıştı abi." dedi Sirac yüzü buruş buruş olurken.
Baran ayaklandı "Zülüf'ün değerini bil çok sev onu. Her gününü acaba onu bugün nasıl mutlu edebilirim diye geçir. Zülüf için sadece evleneceği adam olma. Bazı zaman geldi mi babası gibi için titresin. Bazı zaman abi gibi koru, dost gibi sırrını paylaş, arkadaş gibi gül, anne gibi şefkat göster ve sonunda adam gibi sev."
~~
"Beni yalnız bırakmayın tamam mı?" dedi Turna yere kadar uzanan turkuaz rengi kadife elbiseyi küçük kafasından geçirirken.
Çiğdem'le Asiye oturdukları yataktan birbirine bakıp kıs kıs gülüştüler. Leyla hayran hayran Turna'ya bakmaktaydı.
"Deli deli gülmeyin öyle." diye söylendi Turna.
"Adetlere göre önce onların gelmesi lazım." dedi Çiğdem.
"Bencede." dedi Asiye.
"Adetlerin canı cehenneme" deyip elbisenin altında kalan saçlarını çıkarıp taramaya başladı Turna. "Anne babam mı , dedem mi varki gelip yanlarına otursunlar." buruk sesi odayı sesizliğe gömdü.
"Hadi artık gidelim." dedi Leyla ellerini Turna'nın kucağına koyarken.
"Tamam tatlım." deyip Leyla'nın yüzüne doğru eğilip küçük burnunu öptü Turna.
~~
"Nereye gidiyorsunuz?" dedi Garip kapıdan çıkmaya koyulan Zülüf'le Yasemin'e.
"Sirac'ın teyzeleriyle dayıları gelmiş." dedi Zülüf babasına bakarken.
"Acıktım, bana yemek hazırla." deyip arkasını döndü Garip. "Bu arada ilk onların gelmesi lazım. Bazı şeyleri bilmen lazım Zülüf."
Zülüf alık alık baktı. Botunun fermuarını aşağı çekti. Başını kaldırdığında Yasemin'ın sırıtan yüzüyle karşılaştı. O an yumruk atmak istedi.
"Sana yumruk atmamak için içimde büyük bir savaş veriyorum Yasemin. İstersen şansını fazla zorlama." diye tısladı.
Yasemin umursamadı. "Seni ezik." diye kahkaha attı merdivenleri koşarak inerken.
"Gel buraya." diye çemkirdi Zülüf Yasemin'in uçuşan saçlarını yakalamaya çalışırken.
"Neden bayıldığını söylemedi mi doktor?" deyip kızının yanına geldi Garip.
"Yorgunluktan bayıldım baba." deyip kollarını sıvazladı Zülüf "bide açlıktan." diyerek mutfağa girdi. Sirac'ı kaybetme korkusundan dolayı bayıldığını utandığından söyleyemedi. Sebze kasasından patatesleri almaya başladı. Kapı çalındı.
"Git bak." dedi Garip salona gecerken.
Zülüf kapıyı açtığında kocaman tepsiye dizilmiş çeşit çeşit meyvelerle göz göze geldi.
Mehmet tepsiyi uzatıp, "Afiyet olsun efendim." dedi gülümserken.
"Bana mı?" dedi Zülüf ağzı o şeklini alırken.
"Tabii sana."
Zülüf tepsiyi aldı. "Sende yesene." dedi.
"Bizim tepsi aşağıda." diye sırıttı Mehmet. "Konuşmaya tutma beni şimdi bitirecekler hepsini" deyip merdivenleri koşar gibi indi.
Babasının onu bu kadar çok düşünmesi Zülüf'ü çocuk gibi mutlu etmişti. Bazen soğuk bir adam olsa da, kendinden çok sevdiğini belli ettirmese de, Zülüf babasının gözünün nuru olduğunu biliyordu. Her gece saçlarının okşandığını, kapalı gözlerinin öpüldüğünü uyumuş numarası yaparak şahit oluyordu. "Sen benim gözümün nurusun." sözlerini ninni gibi dinliyordu.
"Kimmiş?"
Zülüf'ün dudakları kıvrıldı. Neşeli neşeli yürüdü.
"Önce bunları yiyip yemekleri sonra yapsam olmaz mı?" diye çocuklar gibi mırıldandı babasının karşısındayken.
Çatık kaşlarıyla gülümsedi Garip. Bir elini hafiften koltuğa vurup, "Gel buraya." dedi.
Tepsiyi geniş sehpanın üzerine indirip babasına doğru sürükledi Zülüf. Babasının yanına oturdu. Önlerindeki tepsiye doğru eğilip dilimlenmiş portakalı babasına uzattı. Kendine de elma dilimini aldı.
"Kendine iyi bak çocuk değilsin artık. Ben herzaman yanında olmayacağım" deyip büyük elleriyle kızının başını okşadı.
"Kocan, baban kadar düşünemez seni."
Zülüf'ün yüzü, karşındaki elma gibi kıpkırmızı oldu. Yerinden fırladı.
"Baba Allah aşkına utandırma beni." dedi heyecanlı sesiyle.
"Gel buraya deli kız." deyip kahkasını attı Garip kızını elinden tutup koltuğa çekerken.
"Utandırma sende." diye somurtup babasının kolunun altına girdi Zülüf.
Garip gülerek, "Hangimizi daha çok seviyorsun Zülüf ?" dedi.
"Baba!" diye çemkirdi Zülüf, içi utançtan fokur fokur kaynarken.
"Tamam soru yok."
Başını babasının göğsüne yasladı. Sanki dağa yaslanmış gibi hissediyordu kendini.
"Sen benim gözümün nurusun." deyip kızının saçlarını okşadı Garip.
"Biliyorum." diye muzipçe gülümsedi Zülüf. ~~
İkindi vaktiydi. Yemeklere kimse el sürmüyordu. Bayram dayıyı ve ailesini bekliyorlardı. İpek gergindi. Yıllar sonra ilk defa görecekti halasının oğlunu.
"Buke seni öve öve bitiremedi." dedi Şemle teyze yanında oturan Turna'ya. "Dilinde yüzün kadar tatlıdır." deyip anne şefkatiyle Turna'nın saçlarını okşadı.
"Şimdi yol yorgunuyuz." dedi Zozan teyze polar battaniye ile örtülü dizlerini ovuştururken, "Yarın sana çaya geleceğiz. Hem o zamana bizim gençlerde gelmiş olurlar."
"Ben sizi yemeğe bekliyor olacağım." dedi Turan çekingen sesiyle.
"Yarın çok işimiz var." dedi Şemle teyze. "Ablamı ziyaret edeceğiz sonra çarşıya uğrayacağız. Bide senden sonra diğer geline de gitmek lazım." diyerek Turna'ya bir kez daha sarıldı.
~~
Sirac'la Fırat fırına gelmişlerdi. Mustafa'nın paketlediği lahmacunlara büyük bir açlıkla baktı Fırat. Sirac tabak büyüklüğündeki lahmacunu sarıp Fırat'a uzattı.
"Al bakalım."
Dolu ağzıyla "Sende ye." dedi Fırat.
"Şimdilik canım çekmiyor." dedi Sirac.
"Bana da verir misin?" dedi Zülüf Sirac'ın arkasında kapalı dudaklarıyla gülümserken.
Sirac belli etmesede Zülüf'ün sesini duyduğuna çok mutlu oldu. Arkasını dönüp Zülüf'e baktı. Pembe gül yaprağı gibi olan yanakları çılgınca öpmek istedi.
"Al yenge." dedi Fırat lahmacunu Zülüf'e uzatırken.
Zülüf hem utandı hem de çok mutlu oldu. Fırat'ın kıvırcık saçlarını okşayıp lahmacunu aldı.
"Üç tane sıcak pide alabilir miyim?" deyip Mustafa'ya baktı Zülüf.
"Elbette gelin kızım." dedi Mustafa alnında biriken terleri omzunun üstüne attığı havluyla silerken.
Beraber fırından çıktıklarında Sirac Zülüf'ün kulağına egilip,
"Şu yanaklarını çılgınlar gibi öpesim var." diyerek kulağından çekildi.
Zülüf başta nefes alamadı. Utangaç gözlerini kapatıp, kirli sakallı yüzü öpüp, sanki ateşten kaçıyormuş gibi uzaklaştı.
Sirac'ın yüzünde Zülüf'ün dudaklarının sıcaklığı vardı hala.
"Akşam seni almaya geleceğim." diye sesini yükseltti Sirac.
Zülüf arkasını döndü. Bembeyaz dişlerini göstererek, "kuşlara götür beni" dedi. ~~
Sırım gibi adama baktı İpek. Adamın bakışları onu yakalayınca tepsideki bardaklar şangırdadı. Boynu kırılmış gibi başını yere eğdi. İçi sobada yanan ateşten daha sıcaktı. Titreyen elleriyle çayları doldurmaya başladı. Dayısıyla halasının bakışları üzerindeydi. Yasemin salona gelip yanına oturunca rahat bir nefes aldı.
"Çok değişmişsin İpek."
İpek başını kaldırıp, küçük siyah gözlerinin çevresi kırış kırış olmuş halasına baktı. Erkek gibi iri yapılı vücuduna bakınca bir an babasını hatırladı.
"Daha bir güzelleşmişsin." dedi Esma hala yüzünde memnuniyetini belli eden ifadeyle.
"Benim kızım herzaman güzeldi." dedi Bayram dayı.
İpek dahada kızardı. Yuvarlak kafasını örten sanki perukmuş gibi duran siyah saçlı dayısına tebessüm etti.
~~
"Elif yeter artık süslendiğin" sokak kapısında beklerken üçüncü sigarasını söndürdü Kenan. Sırtını arabasına yasladı.
"Sarı kız hadi." dedi Kadir elleri cebinde soğuktan titrerken.
"Sadece beş dakika beklediniz." dedi Elif sitemkar sesiyle. Başında kırmızı beresi vardı. Demir kapıyı yavaşça kapattı. Siyah botunu giyip, kırmızı atkısını şöyle bir savurdu omzundan. Yere kadar uzanan beyaz eteğini kirlenmesin diye hafiften kaldırıp yürümeye başladı.
"Bu ne güzellik Elif hanım." dedi Kenan elini Elif'e uzatırken.
Elif sırıttı "Çok mu beklettim?" deyip küçük başını Kenan'a kaldırdı.
"Aslında çok bekletmedin . Ben sadece çok açım."
"Bende." dedi Kadir.
Kadınlar ve erkekler ayrı odalarda yemek yiyorladı. Çiğdem'le Asiye ve Yasemin çok şaşırsalarda bunu dile getirmemişlerdi. Şemle teyze kendi elleriyle Fırat'a yemeğini yediriyordu. Esma hala İpek'i kendi yanına oturmuştu.
Yemekten sonra İpek salona bir daha girmedi. Sidar'ın bulunduğu ortamda renkten renge giriyordu. Şimdi mutfakta oturmuş bahçeden topladığı portakalları dilimleyip yiyordu.
"Kuzen." dedi Sidar mutfak kapısındayken.
İpek'in yüreği hopladı. Portakal suyu genzini yaktı.
"Helal, helal." dedi Sidar İpek'in sırtına hafiften vurarak.
"Tamam yeter belimi kıracaksın." dedi İpek. Herzaman kendisinde olmadığı için şiddetli kıskançlık krizine sebep olan iri, parlak mavi gözlere baktı. Yine kıskandı.
"Neden kaçıyorsun benden?" dedi Sidar düşünceli sesiyle.
"Ben senle evlenmem." dedi İpek buz gibi sesiyle.
BÖLÜM SONU.
|
0% |