Yeni Üyelik
47.
Bölüm

Yaralar iyileşmek için vardır

@verahare

Yasemin o olaydan sonra ilk defa evine gelmişti. Yanında Ciwan'da vardı. Adımlarını yatak odasına yönlendirdiğinde her iki pisliğin kokusunu duyar gibi olunca içi kalktı. Duvardaki kahve lekesi, yerde kırılmış porselen bardak parçaları, darmadağınık yatakta yolduğu siyah saçlar vardı. Ciwan'ın camları açmasına içinden minnet etti. Ciğerleri ağır yoğun şehvet kokusunu kaldıramıyordu.

 

"Ne olmuş burada?"

 

Ciwan'ın safça sorduğu soruya yüksekçe bir kahkaha attı Yasemin. Vücudu sallana sallana gülerken yere yığılmamak için Ciwan'ın zayıf sert koluna tutundu.

 

"Burada ne mi oldu? Dur anlatayım. Ama önce kahkahamı bastırmam lazım." dedi ve kahkasını tutmaya çalışırken iğne batırılmış balon gibi oldu.

 

Ciwan bu kahkahayı beğenmedi. Bu Yasemin'in gülüşü değildi bi kere. İlk karşılaştıkları zamanda böyle delirmiş insanlar gibi gülüyordu. Onu hemen içinde bulunduğu ruh halinden kurtarmak istedi.

 

Denize bakan balkonda soğuk duvara sırtlarını yaslamış, battaniyenin üstünde oturuyorlardı. Üst kattaki komşunun evinden güzel bir fon müziği yükseliyordu.

 

"Bana da versene." dedi Yasemin Ciwan'ın elindeki sigaraya bakarken.

 

"İçmesen daha iyi."

 

Yasemin ağız çarpıtarak zayıf elini Ciwan'ın ağzına götürdüğü sigaraya uzattı. Elinden yavaşça alıp geniş ince dudaklarının arasına koydu. Sigara tiryakileri gibi dumanı içine çekti. Öksürük krizine tutuldu. Gözleri yaşardı. Şakakları iki taşın arasında sıkışıp kalmıştı sanki. Ciwan'ın mutfağa girdiğini görmedi.

 

"İç." dedi Ciwan Yasemin'e suyu içirmeye çalışırken.

 

Yasemin suyu içti. Boğazı yanınca yüzü buruş buruş oldu.

 

"İyi misin?"

 

Yasemin derin derin nefes alıp verirken Ciwan'a döndü. İlgi dolu bakışlar onu şimdiye kadar en mutlu eden şey olmuştu.

 

"Şimdi biraz daha iyiyim." dedi yorgun sesiyle. "Sen nasıl içiyorsun bunu ya?" diye yüzünü ekşitti.

 

"Saçların boya mı senin?" dedi Ciwan meraklı meraklı.

 

"Hayır."

 

"Dokunabilir miyim?"

 

Yasemin'in zihninde Demir'in zorla dudaklarından öpmeye çalıştığı gün canladı. Kuvvetlice yutkundu. Başını önüne eğince kırmızı saçları pembeleşen yanaklarından sarktı. Yüreğinden sıcacık bir şey aktı.

 

"Annen baban yok mu senin?"

 

Yasemin başını kaldırdı. "Varlar ama benim hayatımda yoklar." dedi dalgın sesiyle.

 

"Anlatmak istersen dinlerim."

 

Yasemin derin nefes alarak göğsünü şişirdi. "Sarhoşken yapılan bir hatanın sonucuyum ben." dedi dudakları acı bir alayla kıvrılırken "Aşk meyvesi falan değilim yani. Annem beni doğurduktan hemen sonra yurtdışına taşındı. Dedem büyüttü beni." Yasemin Ciwan'da ki şaşkın bakışları görünce eline hafiften vurdu. "Daha hepsini anlatmadım ki ama." diyerek ceketine sarındı "Anneme kalsa beni doğurmayacaktı."

 

"Baban engel oldu herhalde?" dedi Ciwan.

 

"Yok be. Annemin babası, yani dedem eğer beni doğurmazsa mirasından bir kuruş bile vermeyeceğini söylemiş anneme. Annemde mecburiyetten doğurdu beni. Onunla ilk altı yaşındayken tanıştım." parmaklarıyla saçlarını taradı. Ciwan'ın elini avuçlarının içine koydu "Babam da" dedi balkon korkuluğuna konan kırlangıç kuşuna sıcak bir tebessüm ederken, "Anneme kıyasla daha iyiydi. Haftada bir yanıma gelirdi. Yanından hiçbir zaman ayırmadığı bir süs köpeği vardı. Bir gün ona " köpeğin gibi sürekli yanında olmak istiyorum." dedim. Cevap vermedi. Kızarıp bozardı. Karşımda lal olmuştu. O günden sonra onları olduğu gibi kabullendim." dudaklarını içine çekip bıraktı. "Az önce ne olmuş burada dedin ya..." dedi hissiz sesiyle "Erkek arkadaşımı kendi evimde, kendi yatağımda gerçek sevgilisiyle yakaladım." Çıngıraklı bir kahkaha attı. "Benden enayisi yoktur diye düşünüyorum. Bu kadar enayi olursan elbette aldatılırsın değil mi?"

 

Ciwan gözlerini kurşuni gökyüzüne kaldırdı. "Yaralar iyileşmek için vardır Yasemin." deyip güven dolu ela gözlerini Yasemin'in gözlerine kilitledi. "İyileşmeye var mısın?" serçe parmağını uzattı.

 

Yasemin Ciwan'ın eline baktı. Kalbi küçük bir çocuğun elinden portan balon gibi olabildiğince yükseğe uçuyordu. Bacağındaki elini hafif havaya kaldırdı "Varım" dedi kararlı sesiyle serçe parmağını sıkıca dolarken. Bu bir başlangıçtı. İkisi de temeli sağlam attıklarını biliyorlardı.

 

Ciwan birden, "Evini satmayı düşünüyor musun?" dedi.

 

"Alıcı bulursam evet."

 

"Bana satsana. Dur hemen çatma kaşlarını. Eğer bana satarsan öyle bir hale sokarımki burayı inan bana yeni bir evdeymiş gibi hissedersin kendini. Ne yapmışsın böyle diyeceksin."

 

Yasemin sorgulayıcı bir tavırla "Neden burası?" dedi.

 

Ciwan ince omuzlarını silkip, "Denize bakan balkonu var." dedi sırıtırken.

 

"Sırf bu yüzden mi?" dedi Yasemin elinde olmadan gülerken.

 

"Evet sırf bu yüzden." dedi Ciwan muzip bir tavırla.

 

Yasemin coşkun kahkahasıyla başını geriye attı. Gözyaşları cama vuran yağmur damlaları gibi süzüldü beyaz yüzünde. Ciwan hayret etti. İnsan nasıl olurda derin onarılmaz acılar çekip böylesine hayat dolu, kanlı canlı olabilir diye düşündü.

 

"Ben bir kuş olsam pencerene konar kahkahalarınla beslenirdim." dedi Ciwan başını çökmüş omuza koyarken.

 

Yasemin'in nefesi sıklaştı. Burun deliklerinin içi yanmaya başladı. Duru yüzü göle vuran güneş gibi aydınlandı. Başını başına yasladı.

 

"Buram buram huzur kokuyor." dedi yavaş bir sesle "Daha önce kendimi hiç böyle hissetmemiştim." gözlerini yumarak anın tadını çıkardı.

 

~~

 

Öğle vakti üzerinde ipek sabahlığıyla ayakta yüzünü cama dayamış baygın bakan gözleriyle kocasını seyrediyordu Hülya. Adam telefonu kulağına yapıştırmış genç çapkın erkekler gibi gülüyordu. Hülya anlamıştı. Ne zamanki telefon çalsa, adamın sinek kaydı yüzüne kaba bir gülüş yerleşiyor, diline şarkı dolayıp oturduğu yerden memnun bir tavırla kalkıyordu.

 

Hülya elindeki viski bardağını parmaklarının arasında sıkıştırdı. Öfkeden göz akları kızardı. Boyun damarlarının hepsi yay gibi gerildi. Şimdi gidip adamı parçalara ayırmak istedi. Öfkesi aklını yiyip bitiriyordu. "Allah'ın belası."dedi dişlerini sertçe birbirine bastırırken. "Allah'ın belası." diye bağırdı sesinin son perdesiyle. Öfkesi çok büyüktü. Öyleki bardağın kırılıp avuç içini kestiğini bile hissetmedi. Hep böyle gideceğini biliyordu. Eğer oğlu olmasaydı adamın onun gözünün yaşına bile bakmadan boşayacağını biliyordu. Az biraz sakinleşince karnındaki bebeğe daha sıkı sarılması gerektiğini anlaması çok uzun sürmedi. Kanlı eline kayıtsızca baktı. Etin içindeki ufak cam parçasını çıkardı. Genç hizmetçi kızın mutfaktan çıktığını görünce, "Hemen doktoru çağır gelsin." dedi sert sesiyle. Aklına aniden Sıla'yı kovmak geldi. Hizmetçisi hem genç hemde çok güzeldi. Eğer Numan onu aldatacaksa bu sürekli gözünün önünde bulunan biriyle olmamalıydı. Sehpanın üstündeki peçeteyle avuç içini sardı. Koltuğa otururken yapması gerekenleri düşündü. Önündeki viski şişesiyle göz göze gelince içkiyi artık içmeme kararı aldı. Uykusunu düzenlemesi gerektiğini biliyordu. Sağlıklı ve bol bol beslenecekti artık. Kürtaj için aldığı randevuyu doktorun kendisini arayarak iptal ettiğini açıkladı. Acıdığından değil kendi çıkarları için bu bebeği istiyordu. Güzelce süslenip bebek haberini akşam yemeğinde verecekti. Avuç içi sızlayınca gözlerini yumdu. Sirac hiç çıkmıyordu kalbinden. Özellikle gözlerini yumar yummaz kendini okulun bankında Sirac'a sarılmış buluyordu. Bazen bu anları gerçek sanıp aniden gözlerini açıyordu. Fakat gördüğü tek şey yatakta horlayan bir ihtiyardan başkası değildi. İşte bu anlarında hayal kırıklığının yarattığı buhranla başı yastığa düşüyordu.

~~

 

"Yani eninde sonunda evleneceksin zaten. Nedir bu inadın?" dedi Karaca İpek'in yatağında oturmuş oğlunu emzirirken.

 

İpek alayla dudaklarını büzdü. "Ne biliyorsun belki evlenmeyeciğim onunla." deyip kırmızı ekose eteği dolaptan çıkartıp üstüne tuttu "Karaca, bunu mu yoksa..." dedi yatağın üstündeki siyah kalem eteği gösterirken " Şunu mu giysem?" diye sorarcasına baktı.

 

Karaca kahkaha atmamak için dişlerini dudaklarına geçirdi.

 

"E hadi bir şey söylesene." dedi İpek sabırsızca bakarken.

 

Karaca oğlunun siyah tüylü yumuşak tatlı başını sevgiyle okşarken "Ekose olan daha güzel." dedi.

 

İpek "Bende öyle düşünmüştüm." dedi ekose eteğin fermuarını açarken.

 

"Benim siyah botu giy altına."

 

"Tamam."

 

"Hemen dönmeyin pazardan. Ağır ağır yürüyün. Sohbet edin biraz."

 

"Bir yerde oturup çay da içeriz belki." dedi İpek alaylı bir kahkaha atarken.

 

"Madem onu tanımak istiyorsun, o zaman vakit geçir onunla. Başkalarıyla nasıl konuştuğuna da dikkat et."

 

İpek alıklaştı. "Neden başkalarıyla nasıl konuştuğuna dikkat etmeliyim?" dedi.

 

Karaca İpek'in saflığına güldü. "Nasıl biri olduğunu insanlara olan tavrıyla öğrenebilirsin." deyip oğlunu kucaklayıp diğer göğsünü açıp emzirmeye devam etti.

 

İpek şaşkınlık içinde gülümsedi. "Vay be hiç böyle düşünmemiştim." dedi.

 

"Ee ben Yusuf'u böyle tanıyıp evlendim kızım." dedi Karaca gururlu gururlu.

 

"Sahi o neden gelmedi?"

 

"Gelecek ama aynı gün içinde geri dönecek. Malum işler."

 

"İşlerin kölesi olmuşuz valla." dedi İpek düşünceli gözleriyle "Hiç ölmeyecekmişiz gibi hayatı erteliyoruz." diye ekledi.

 

Karaca İpek'in sözlerinden etkilenip, "Haklısın valla." dedi birden ve ceketinin cebinden telefonu çıkardığı gibi kocasını aradı. O sırada İpek şakaklarındaki saçlarını başının arkasına iki siyah küçük dişli tokalarla sabitliyordu.

 

"Hemen yarın geleceksin ve düğün bitene kadar da burada kalacaksın." dedi Karaca. "Ne kadar oldu beraber halay çekmeyeli?" diye ekledi ve gülmesini tutmak için ellerini ağzına olanca gücüyle bastırdı. İpek şaşkınca gülümsüyordu. Bu nasıl bi romantizimdi? Pencereyi açıp, tuttuğu kahkasını saldı.

 

"Tamam kocacım." dedi Karaca ve telefonu kapattı. Kahkahalarla gülen İpek'e yanındaki yastığı fırlattı. "Ne gülüyon adam geliyor işte."

 

"Demek halay çekmeyeli uzun zaman olmuş ha? Bu nasıl bi romantizimdir arkadaş?" İpek'in yüzü kızarmış ve gözyaşlarıyla sulanmıştı. Karaca'da onun gibi gülüyordu.

 

"Sen varsın diye öyle konuştum. Yoksa başka türlü konuşmasını elbette bilirim."

 

Evden çıktıklarında İpek elindeki portakalı soymakla meşguldü. Çaktırmamaya çalışıyordu ama Sidar'la yan yana yürümek mutlu etmişti onu. Sidar'ın aniden gülmesiyle başını ona çevirdi.

 

"Durduk yere ne deli gibi gülüyorsun?"

 

"Portakal kokuyorsun."

 

İpek cevap vermedi. Aklı Karaca'nın verdiği öğütlerdeydi. Bunları düşünürken gülme isteği artıyordu. Karaca'nın söyledikleri komik geliyordu ama onun fikirlerini uygulamaktan başka bir şey gelmiyordu elinden. Daha önce hiç böyle bir durumu olmamıştı. Erkeklerle sevgili olmak, flört etmek... bunlara o kadar uzaktı ki. Böyle olmasında annesinin payı büyüktü. Liseye başladıkları zaman anneleri iki kız kardeşi erkekler konusunda tatlı ama bir o kadar da katı bir dille uyarmıştı. Zaten lise hayatları boyunca iki kız kardeşe hiç bir erkek yanaşamamıştı.

 

"Önce halamı ziyaret etsek olur mu?"

 

"Olur." dedi İpek mutluluğu sesine yansırken. Sidar'ın eli başına doğru uzanınca irkilerek çekildi. Nedenini bilmeden korkmuştu.

 

"Seni korkutmak istemedim." dedi Sidar şaşkınca. "Bunu alacaktım." diye ekledi İpek'in saçlarının arasındaki beyaz kısa ipliği alırken.

 

İpek içinden Zeynep'e saydırdı. Gece yattıkları odada yazma işleyip oyaların fazla ipliğini kesip kesip yere atmıştı. Saçlarını taramadığına da kızdı.

~~

 

"Şimdi bizim İpek'in eski görücüsü Sultana'mı görücü çıktı?" dedi Gülcan hayretle Ayşe teyzeye bakarken.

 

"Aynen öyle. Adam kendi görmüş Sultanı."

 

"Nerede görmüş ki?" dedi Çiğdem.

 

Ayşe teyze Suzan'ın yaptığı kahveden iki yudum alıp, "Sultan'la yengesi onların kuyumcu dükkanına gitmiş adam Sultan'ı gördüğü gibi tutulmuş. O sırada anneside dükkandaymış. İpek için bizim mahalleye geldiği zamanlar Sultan'ı bir iki defa görmüş sokakta." deyip katlı göbeğinin üzerinde tombul ellerini birleştirdi "Dün de bana geldi Nergis, Sultan'ı tarif etti. Gittim konuştum şimdi Yaşar'dan haber bekliyorum.

 

"O manyakla kim evlenir?" dedi Çiğdem küçümser gibi bir tavırla.

 

Ayşe teyze, "Öyle deme." dedi uyarır gibi bir sesle.

 

"Allah o adama sabır versin." dedi Çiğdem.

 

"Kimse kusursuz değildir Çiğdem." dedi Gülcan. "Hem insan evlenince çok değişiyor. Eminim ki Sultan'da değişecektir."

 

"Belkide çoktan değişmiştir." dedi Suzan. "Ablamla konuşurlarken duydum. Bunun yengesi, kocasıyla kızı evde yokken sürekli laf sokuyormuş bu yaşa geldin daha bir görücü gelmedi bu eve diye."

 

"Doğru mu kız?" dedi Ayşe teyze.

 

"Yeminle. Kendi kulaklarımla duydum." dedi. Suzan aynanın karşında kestane rengi saçlarını maşaya dolarken. "Hatta evden çıktığında gözleri biraz dolmuştu. Burnunun ucu da kızarıktı."

 

Çiğdem yine acıdı.

 

"Ben bizzat kendim konuşacağım Sultan'la. Hatta şimdi gidiyorum." dedi Ayşe teyze. Suzan'ın sözleri kanını alev alev etmişti. "Kıçı kırık Funda'ya bak sen. Sanki gidip Yaşar'a evlen benimle diyen o değilmiş gibi." şimşek hızıyla dükkandan çıktı.

 

Çiğdem'le Suzan irice açılmış gözleriyle birbirlerine baktılar. Gülcan hiç şaşırmamıştı.

 

"Çüş." dedi Suzan "Funda teyzeye bak sen." dedi çocuk gibi sırıtırken.

 

"Doğru mu bu?" dedi Çiğdem Gülcan'a bakarken.

 

"Bize ne canım." dedi Gülcan ilgisizce.

 

"Anlat be abla."

 

"Çiğdem işim var git başımdan."

 

"Ben Sultan ablanın yerinde olsam evlenirdim." dedi Suzan.

 

"Başlatma evliliğinden şimdi. Senin yaşın kaç başın kaç evlenirim diyorsun." dedi Gülcan ters ters.

 

"Yaşım on dokuz." diye sırıttı Suzan.

 

"Biraz daha konuşursan hamile halimle döverim seni. Sen önce meslek sahibi ol, kendi kuaförünü aç, o zaman evlenmeyi düşün."

~~

 

"Uzun zamandır gelmiyordum buraya." dedi Zülüf araba camından kendi mahallesine bakarken.

 

"İnsan kendi evini merak etmez mi? Ben mesela nereye gidersem gideyim gözlerimi kapadığım yer kendi evim olur."

 

Zülüf babasının sözleriyle kıpkırmızı kesildi. Ne kadar başka bir mahallede oturuyor olsalar da babası hiç bir zaman o evde uyumamıştı. İnsan ancak kendi evinde rahat uyuyabilirdi çünkü.

 

"Madem öyle, ne diye başka mahalleye taşındık, salonu niye burda açmadık?"

 

"İn biraz dolaş."

 

Aniden duran arabadan indi Zülüf.

 

"Hani ceketin nerede?"

 

"Almayı unutmuşum."

 

"Al şunu."

 

Babasının çıkardığı paltoyu camdan aldı Zülüf. Paltoyu giydi. Elleri paltonun cebinde kendi mahallesini gezmeye başladı. Birbirlerine yapışık küçük evlerin yanından küçük adımlarla ilerledi. Soba dumanları tepesinde sis oluşturmuştu. Boş arazide çelik çomak oynayan elleri çamurlu, ayakları çorapsız oynayan kirli yüzlü çocuklara baktı. İçi kaynadı. Köşedeki yaşlı amca olmasaydı bir İki elde o oynardı. Çıkmaz sokağın yanından geçerken yer yer boyası dökülmüş, lastikleri patlak camsız arabaya ağlar gibi güldü. Çocukken mahallenin çocuklarıyla beraber arabanın tepesine çıkıp bir iki kere hoplayıp aşağı atardı kendini.

 

Mehmet'in annesi çöpü dökerken Zülüf'ü arabanın tepesine bakarken gördü. "Dolma yaptım gel beraber yiyelim" dedi.

 

Zülüf döndü. Uzun boylu, zayıf, esmer yüzlü, başında omuzlarına kadar gelen sade beyaz yazmalı kadına koşup sarıldı.

 

"Hayırsız. Gittin bir daha da gelmez oldun."

 

Amine teyzenin sözlerine hak verdi Zülüf. Basık tavanlı eve girdiler. Pencere kenarındaki masada yemeklerini yediler. Karşısındaki duvarda kendi babasıyla Mehmet'in babasının yan yana duran fotoğrafları vardı.

 

"Herzaman ki gibi çok güzel olmuş."dedi Zülüf yaprak sarmasını eline alıp, "Bende artık kalem gibi sarma sarabiliyorum." diye güldü.

 

"E artık kocana bol bol sararsın." dedi Amine , önündeki poşete bayat ekmekleri doğrarken. "Sen yemeğini ye. Ben bunları kuşlara atıp geleyim." diyerek masadan kalktı. Zülüf perdeyi çekip, Amine'yi bahçeye ekmek atarken seyretti. Masanın üstüne koyduğu telefonu çalınca gözlerini camdan çekip telefona baktı. Mavi gözleri parladı. İçinden Sirac'ın ona hep böyle hissetirmesi için dua etti.

 

 

 

 

~~

Ayşe teyze evinde oturmuş Sultan'ın demlediği çayı içiyordu. "Güzel demlemişsin ellerine sağlık." dedi memnun bir tavırla.

 

"Afiyet olsun." dedi Sultan.

 

"Kararını verdin mi?"

 

Sultan gözlerini kaçırarak ve birazda terleyerek, "Abim bilir." dedi.

 

Ayşe teyze damağını şaklattı. "Abin kararı sana bırakmış." dedi. "Senin kararın nedir, de bana."

 

Sultan'ın kırmızı dudakları mengene gibiydi. Ayşe teyze Sultan'ın ellerine uzanarak, "Utanma kızım." dedi. "Beğenmedin mi yoksa oğlanı?"

 

"Beğenmedim tabi. Bi kere saçları yok."

 

"Seyrek." diye düzeltti Ayşe teyze.

 

Sultan dolgun omuzlarını silkti.

 

"Yaşıtlarının hepsi bir bir evleniyor. Bak, Çiğdem evlendi. Turna ,Asiye onlarda çok geçmeden evlenecekler. Ben seninde gelinlik giymeni isterim." deyip Sultan'a sıcak bakış attı. "Oğlan sana vurulmuş."

 

"Ama ilk İpek'e görücü çıktı." dedi Sultan.

 

"Çocuk İpek'i görmedi bile. Çocuğun anası yani Nergis bana gelirken İpek'i görmüş, sokakta oğluna bahsetmiş.

Çocuk da annesi beğenmiş diye kabul etmiş. Ama İpek istemediği için ne çocuk ne de İpek görmediler birbirlerini."

 

Sultan etrafına bakınarak, "Bilmiyorum ki..." dedi canı sıkılmış bir halde.

 

Ayşe teyze hafiften gülüp, Sultan'ın koluna vurdu. "Çok efendi bir çocuk, aileside çok iyi. Maddi olarak da rahat edersin. Hiç kaçırma bunu. Sana hemen git evlen demiyorumki. Bi görüşürsünüz, telefonda konuşursunuz sen onu ,o seni tanır."

 

"Öyle mi yapayım?"

 

"Sen beni dinle Allah'ın izniyle pişman olmazsın inşallah."

 

Sultan ses etmedi. Daha ne kadar yengesinin kulak tırmalayan azarlarını yutacaktı bilmiyordu. Karşısındaki kadının gözlerine baktı. Yüreğine ve aklına uyarak,

 

"Tamam." dedi tereddüt etmeden "Gelsinler."

 

BÖLÜM SONU.

 

 

Loading...
0%