Yeni Üyelik
17.
Bölüm

1. Gün: Kazakistan, Astana

@verbart

06.08.2021/ Astana,Kazakistan

Sabah, nöbeti olmadığı için telefonunu sessize alarak uyumuştu Aybek. Genelde böyle yapardı. İşin stresinden ve yorgunluğunu üzerinden atmak için eve gelip duş almıştı. Kitap okurken uyayakalmış, uyandığında ise gecenin yarısıydı. Ağır adımlarla odasına gitmiş, kendini yatağa bıraktığı gibi uyumuştu. Sabahın ışıkları Astana’yı aydınlatırken, Aybek yavaşça gözlerini açtı.

Yattığı yerden Astana’nın gökyüzünü görebiliyordu. Sovyetlerden kalan apartmanın en üst katında yaşıyordu. Buradan neredeyse tüm Astana’yı bile görebiliyordu. Bu daireyi çok seviyordu. Çocukluğunun ve gençliğinin geçtiği daireydi burası. Gülümseyerek uyandı. Yatağının kenarında kalkmadan oturdu. Kollarını yukarı doğru esnetip içeri giren güneş ışıklarını selamladı. Ellerini yana koydu.

Ağustos ayının sıcaklığı vücudunu ısıtırken gözlerini ovuşturdu. Komodinin üzerinde yanıp sönen telefonun ışığına gitti gözü. Siyah kaşlarını çatarak telefona uzandı. Bir sürü bildirim ve cevapsız çağrı vardı. Merakı iyice artmıştı. Güneş ışınlarının yansıdığı ekranı göremiyordu. Bir elini telefonun üzerine siper ederek bildirimlere baktı. Bir çoğu Tölemis’ten gelmişti. Mesajları okumadan hızlıca Tölemis’i aradı. Bir kaç defa çaldıktan sonra operatörden o hiç sevmediği ses yükseldi. Hızlıca kapatarak bir kez daha aradı. Yine aynısı olmuştu. Merakı gitgide artıyordu.

Gelen maillere baktı. Eliyle ağzını sıkıca kapattı. Okuduklarına inanamıyordu. Mesajları bile unutmuştu. Hızlıca mesajlara baktı. Tüm sağlık çalışanları acilen görev yerlerine bekleniyordu. Mesaj henüz bir saat önce gelmişti. Aybek şaşırdı. Hala uyuyor muydu yoksa? Gördükleri bir kabus muydu? Buna inanmak istemiyordu. Maili tekrar okudu ve hızlıca Tölemis’i aradı tekrardan. Tölemis cevap vermiyordu. Aybek hızlıca banyoya gitti. Soğuk suyu açarak yüzüne hızlıca çarptı.

Bir kaç defa üst üste yıkadı ve aynadaki yansımasına baktı. Yüzünden akan damlalar lavaboya çarparken, kalın telli saçları ıslak alnına yapışmıştı. Gözlerini ovuşturdu. Yüzünü bile kurulamadan odasına döndü. Bir kez daha aradı Tölemis’i. Yine yanıt veren yoktu. Aybek hızlıca giyindi. Kapıdan çıkmak üzereydi ki, aklına mail gelmişti. Evden çıkarken neler yapması gerektiği yazıyordu. Eliyle alnına vurdu. Henüz giymiş olduğu ayakkabısını çıkardı ve kilere gitti. Bir kaç eşyanın arkasında kalan kutuyu çıkardı.

Tozlanmış kutunun üzerindeki ipi kopartıp açtı. Kutunun içerisindeki poşetten bir tane maske aldı. Diğer kutudan ise lateks eldiven aldı. Koruyucu gözlük ve koruyucu kıyafet de çıkardıktan sonra kilerin kapısını kapattı. Önce kutuda durmaktan buruşmuş koruyucu kıyafeti üzerine giydi. Daha şimdiden terlemişti bile. Daha sonra gaz maskesini kafasına geçirdi. Nefes alışverişlerini duyabiliyordu. Gözlükleri çantasının içine koydu. Ayakkabılarını giydi ve eldivenleri taktı. Portmantonun üzerindeki kaseden anahtarı hızlıca almasıyla birlikte vazoyu yere düşürüp kırması bir oldu. Sinirle yerdeki parçalara bakarken şu an bununla uğraşacak vaktinin olmadığını biliyordu. Hızlıca kapıyı açarak koşar adımlarla asansörün önüne geldi. Asansöre bindiğinde hızlı hızlı düğmelere bastı. Göğsü sanki üzerine beton dökülmüş gibiydi.

Zorla şişiriyordu. Gözlerini kapadı. Aldığı nefesler doğrudan kulağına hücum ederken zamanın da yavaşladığını hissediyordu. Aniden duran asansör Aybek’i kendine getirdi. Kapı hızlıca açıldı ve Aybek koşar adımlarla asansörden çıktı. Henüz apartmanın önüne gelmişti ki gördükleri karşısında şok oldu. O güzel, çok sevdiği şehri bomboştu. Çok değil, henüz on dört- on beş saat öncesi her şey normaldi. Aybek hala bir rüyada olduğuna inanıyordu. İnanmak istiyordu.

Koşar adımlarla rabasını parkettiği yere gitti. Arabasına binip normal de hiç yapmayacağı bir şeyi yaptı. Hiç bir kural tanımadan, sanki dünyada son insan kendi kalmışcasına, boş bulduğu yolda son hızla hastaneye kadar sürdü arabayı. Hala kontrolün kendinde mi yoksa bilinçaltının oynadığı bir oyunda mı olduğunu kabullenememişti.

Gözü yola kilitlenmişti hiç bir şey görmüyordu. Ta ki hastaneye yaklaşana kadar. Hastaneye giden yol kapalıydı. Devrilmiş arabalar, ileride hala sireni çalmakta olan bir ambulans, yükselen dumanlar ve birbiri üstne binmiş arabalar. Aybek buradan ileriye arabayla gidemezdi. Kontağı kapatıp hızlıca arabadan indi ve sağına soluna bakmaya cesaret edemeden hastanenin arka kapısından içeri girdi.

Hastane tıka basa doluydu! Aybek buna inanamıyordu. Gördüklerine inanamıyordu. Yerde, bekleme salonundaki koltuklarda, sedyelerde yatan insanlar. Aybek ellerini maskenin soğuk camına kapattı. Ne yapacağını bilmiyordu. Ağır adımlarla, yerde yatanların üzerine basmamaya özen göstererek koridor boyunca yürüdü. Ağlamak istiyordu fakat maskenin altında daha fazla tükenmek istemiyordu. Nefes alışverişleri düzensizleşmişti.

Yutkundu. Koridorun ortasındaki merdivenlerden yukarıya çıktı. Her zaman geçtiği bu koridor ona sonsuz bir tünel gibi gelmişti. Odalardan içeriye bakmaya cesaret edemiyordu. Diyaliz makinasının tiz sesi iniltilere karışıp uzaktan bir çığ sesi gibi kulağına geliyordu. Odasının kapısını açtı. Dün bıraktığı gibi duruyordu öylece. Gözleri yaşla doldu. Maskeyi çıkarmak istiyordu ama buna cesaret edemiyordu.

Sımsıkı yumdu gözlerini. Bir damla göz yaşı siyah kirpiklerinden ayrıldığında omzuna dokunan bir elle irkildi. Öne doğru kendini atarak arkasını döndü. “Tölemis!”.

 

**2.Bölümün sonuna geldik. Şimdiye kadar nasıl gitti? En sevdiğiniz karakter hangisi? 3. Bölüm gelmeli mi? Okuduğunuz için teşekkürler! Yorumlarınızı bekliyorum **
❤️

 

 

 

 

 

Loading...
0%