@verbart
|
Elinde tuttuğu telefondaki sinyal yanıp sönerken kafasını kaldırıp etrafındaki harabelere baktı. Burada bırak bir partiyi, yaşayan bir insana rastlamak bile şans olurdu. Jose'nin ensesinden esen rüzgar tüylerini ürpertirken, cırcır böceklerinin tiz sesi şahdamarında pompalanan kanın sesine karışıyordu. Kesik kesik nefesler alırken, etrafına bakınmayı sürdürdü. Karşısında duran, eski, yıkık rehabilitasyon merkezinin binasına baktı. Tek bir ışık parçası bile yoktu. Dişlerini sıktı. Canı sıkılan piçin tekinin oyununa gelmişti. Nasıl bu kadar aptal olabildiğine şaşırıyordu. Evinde oturmak varken ne bok vardı da çıkıp gelmişti buraya. Yol boyunca onu motive eden o müzikli hayaller gölün üzerindeki şafak sisi gibi dağılırken kendine kızıyordu. Hiç büyümediği için, ömrü boyunca eğlence peşinde koştuğu için. Mutluluğu, anlık zevklerde aradığı için. Hiç bir zaman ikisinin ayırdına varamamıştı. Ona zevk veren şeyler onu mutlu eder sanmıştı. Hayatının en büyük hatasını burada yapmıştı. Şimdi ise yine tekrarlıyordu. Dürtüselliğini kontrol edemiyor, yaşadığı anlık zevkler bir süre sonra pişmanlığa dönüşüyordu. Şimdi ise, bu tekin olmayan yerde iç sesiyle hesaplaşırken, kırık bir sokak lambasının altında ne yapacağını bilmez bir şekilde dikiliyordu. İçinden bir ses içeri girmesini söylerken, hatalarına yeni birini daha eklemek istemiyordu. Elindeki telefonu sımsıkı tuttu. Belki de yanlış gelmişimdir diyerek tekrar ekrana baktı. Hayır yanlış değildi. Konum burayı gösteriyordu. Telefonunun ışığını yakarak etrafına bakındı. Yıkık duvarın üzerinde boyası yok olmaya yüz tutmuş, tuğlalı duvara baktı. Ünlemi silinmiş "Esta es tu l'ultima vida" yazısına baktı. Gülümsedi. Sokak felsefesini severdi. Belki de bu bir işaretti. Binadan içeri girecekti. Belki burası geçit gibi bir yerdi, arka tarafta bir yerlerde parti olabilirdi. Tamam belki hayal ettiği gibi bir parti değildi ama en azından kafasında bir ambiyans canlandırdı. İçinde ateş yanan bir kaç varil, hurda arabalar, taşınabilir hoparlörde çalan elektronik müzik ve ucuz içki. Bu Jose'nin normal hayatta katılmak isteyeceği partilerden değildi ama şu an bununla yetinmek zorundaydı. Binaya doğru bir adım attı. Derin bir nefes aldı ve cesaretini toplayarak içeri girdi. Ay ışığının girişini aydınlattığı binanın içi sidik kokuyordu. Jose tiksindi. Ayaklarının altında ezilen cam parçalarının çıkardığı çıtırtı onun içini ürpertiyordu. Flaşı sağa sola çevirerek gittiği yönü görmeye çalışıyordu. Bir zamanlar beyaz olan duvarların, içeride yakılan ateşlerden is tutan duvarlarına ve anlamsız grafitilere göz gezdirdi. Ne yapıyorum ben? diye sordu kendine, sırtını dikleştirirken ve kafasını sağa sola sallayarak geri döndü. Henüz bir kaç adım atmıştı ki bir ses işitti. Olduğu yere çakıldı kaldı. "Jose!" diye seslendi birisi. Jose yutkundu. Koşmak istediyse de ayaklarına beton dökülmüşçesine olduğu yerde bekliyordu. "Bekle Jose!" dedi bir ses. Jose kaşlarını oynattı. Sesin yumuşaklığı ve tınısındaki melodi ona güven vermişti birden. Yavaşça arkasını döndü. Karanlığın içinde belli belirsiz bir siluet ona doğru yaklaşmaktaydı. Jose flaşı siluete doğru tuttuğunda, siluet koluyla yüzünü siper etmiş ona doğru yaklaşıyordu. Jose oldukça uzun boyluydu, siluet de Jose kadar olmasa da epey uzundu. Düzgün bir proporsiyonu ve narin adımları vardı. "Adımı nereden biliyorsun?" diye sordu Jose, sesindeki özgüven ve güç dalga dalga merkezin içinde yankılandı. Siluet elindeki telefonu ona doğru tutarak salladı. "Davete tek gelen sen olduğun için." dedi gülümseyerek." Biraz daha yaklaştığında ise Jose yüzünü daha net seçebiliyordu. Kısa, dalgalı saçlı, sivri çeneli, 20li yaşlarda bir erkek çocuğuydu. Jose tek kaşını kaldırdı ve ani bir hareketle ileri atılarak çocuğu boğazından tutup duvara vurdu. Çocuk kesik kesik nefesler alırken, büyük olan gözleri daha büyümüştü. Dili içine kaçıyormuş gibi duruyordu. "Seni piç kurusu!" diye bağırdı Jose. Aralarında bir kaç santim mesafe vardı. Jose'nin terleyen alnındaki damarlar karanlıkta inci gibi parlarken, çocuk kıpkırmızı olmuştu. Gözleri yavaşça kapanırken Jose, çocuğu itip yere fırlattı. Refleksle boynunu tutup öksüren çocuk yerde kıvranırken Jose yanına eğildi. Saçından tutup aşağıya doğru çekti. "Kimsin? Söyle!"diye bağırdı. Öksürmeye devam eden çocuk "a-amacım..." dedi öksürerek. "Amacım seninle dalga geçmek değildi." derin bir nefes aldı. Göğsü hızla inip kalkıyordu. "O halde beni neden buraya kadar sürükledin!" diye bağırdı Jose. Öfkesi dinmiyordu. Aslında öfkesi kendineydi. Çocuğun saçını bıraktı. Ayağa kalktı. Yerde oturan çocuğa aldırmadan binanın girişine doğru yürümeye başladı. "Bekle Jose! Tehlikedeyiz hepimiz!" diye bağırdı çocuk. Jose bir an duraksamış olsa da yürümeye devam etti. " Lima diye bir yer yok artık." dedi çocuk. Jose yutkundu. Duyduklarına inanamıyordu. Dişlerini sıktı. Bu da onun yalanlarından biri olsa gerek diye düşündü. Arkasını dönüp hızlı adımlarla çocuğun yanına gitti ve tek eliyle çocuğun çene kemiklerinden tutarak kafasını kaldırdı. "Benimle oynamayı kes! Daha fazla yalan söylemeyi bırak!" dedi. Çocuk "Yalan söylemiyorum Jose." dedi, telefonun ekranından açtığı videoyu gösterirken. Jose ekrana bakarken gözbebekleri büyüdü. Video bittiğinde çocuğun boğazındaki elini yavaşça çekti ve kendini yere bıraktı. Videonun yalan olmasını istiyordu. Parti hayalleriyle geldiği bu izbe yer gibi hayalleri de hayatı da yıkılmıştı. Yüzünü ellerinin arasına aldı. Çocuk dizlerinin üzerine oturdu. "Jose, böyle bir yola başvurduğum için beni affet ama inan başka çarem yoktu" dedi elini Jose'nin omzuna koyarken. Jose elinin tersiyle çocuğun elini itti. Çocuk dudaklarını büzüp geri yere oturdu. "İsmim Ernest" dedi elini uzatırken. Jose kafasını kaldırıp baktı. Elini uzatmadı. Boş gözlerle, gülümseyen arkadaş canlısı çocuğa baktı. "Aç mısın?" diye sordu Ernest. Jose cevap vermedi. "Gel benimle" dedi. Ayağa kalktı üzerini silkeledi. Merdivenlere doğru bir kaç adım attı. Durdu. Arkasını dönüp hâlâ yerde oturmakta olan Jose'ye baktı. El işareti yaptı. Jose elinden destek alarak ayağa kalktı ve çocuğu takip etti. Ağır adımlarla merdivenleri çıktılar. En üst kata geldiklerinde çocuk kapısız eşikten geçerek çatıya çıktı. Jose tereddüt etti. Çocuk arkasını dönüp baktı. Gülümsedi. Köşedeki parçalanmış eski minderin üzerine oturdu. Yandaki çadırın içine uzanıp bir kaç parça ekmek ve bir matara çıkarıp Jose'ye uzattı. Jose tereddüt etse de çocuk ısrar edince aldı. "Maskeni çıkarabilirsin." dedi Ernest. Jose kafasını salladı. "Ben de takmıyorum." dedi yüzünü göstererek. Jose elini havaya kaldıracak gibi oldu. Ernest "Hayır, havadan bulaşmıyor bana güvenebilirsin." dedi. Jose tereddüt ederek kafasının etrafındaki bez parçasını çözdü. Yeni doğan bir çocuk gibi korkarak ilk nefesini aldıktan sonra, gözlerini kapatıp kafasını havaya kaldırarak serin yaz akşamının taze esintisini içine çekti. Gülümsedi. Ernest "Şarap?" diye sordu. Jose kafasını salladı. "Üzgünüm sana hayalindeki partiyi yaşatamadım." dedi. Jose boğazını temizledi. Ernest mataranın kabına şarap koyduktan sonra Jose'ye uzattı ve ayağa kalkıp terastaki beton korkulukların üzerine oturdu. Jose, ağzındaki ekmeği çiğnerken ayağa kalktı. Ernest'in karşısına oturdu. İkisi de ileride yanan üzgün şehrin ışıklarına bakarken Ernest'in gözlerindeki parıltıyı fark etti. "Lima'lı mısın?" diye sordu Jose. Ernest kafasını salladı. "California" dedi. Jose tek kaşını kaldırdı. "İspanyolcan mükemmel" dedi. Jose'nin suratında belli belirsiz bir gülümseme yerleşti. "Annem Porto Riko'luydu." dedi. Son hecede sesi düştü. Yutkundu. Jose'nin omuzları düştü. "Üzgünüm." dedi. Ernest kafasını çevirip Jose'ye baktı. "Artık sadece kendimiz için üzgün olmamız gerekiyor." dedi. Jose anlamamış gibi baktı. "Her şey bitti Jose, herkes gitti." dedi. Jose dudağını ısırdı. "Yani dünyada sadece ikimizin mi kaldığını söylüyorsun?" dedi. Ernest kafasını salladı. "Hayır, tahminimce hâlâ yaşayanlar var." dedi. Jose kaşlarını kaldırarak "Belki ailen de hâlâ yaşıyordur, ha?" dedi elini Ernest'in omzuna koyarak. Ernest kafa salladı. "Birbirimizi motive etmeyi bırakalım, bu işleri daha da zorlaştırır. Geçmiş geçmişte kaldı." dedi. Jose, çocuğun bu denli soğukkanlı ve net oluşu karşısında şaşırmıştı. O sadece teselli etmek istemişti. Dudaklarını büzdü. "Peki ne öneriyorsun?" diye sordu. Ernest, istediği noktaya gelebilmiş olmanın verdiği heyecanla vücudunu Jose'ye doğru döndürdü. "Buradan kaçmamız gerekiyor." dedi. Jose anlamamış gibi baktı. "Gitmeliyiz." diye ekledi. Jose kendini biraz geri çekti. Bu çocuk delirmiş olmalıydı. Nereye gideceklerdi ki? Söylediğine göre her yerde durum aynıydı. "İyi de nereye gideceğiz? Her yer aynı durumda diyen sen değil miydin?" diye sordu. Ernest kafasını eğip iç çekti. "Evet maalesef öyle ama sanırım bir yer var." dedi. Jose kaşlarını kaldırdı. "Evden alman gereken bir şey var mı?" diye sordu Ernest. Jose tedirgin oldu. "Geleceğimi söylemedim." dedi. Ernest tıslayarak güldü. "Burada kalıp ne yapacaksın?" dedi. Jose kekeledi. "Bilmiyorum, kısa sürede belki her şey düzelir. Belki geride kalanlar için yardım gelir." dedi. Ernest geceye doğru bir kahkaha patlattı. "Evet bu olabilirdi ancak üzgünüm ki burası Hollywood değil." dedi. Jose oturduğu yerden kalktı. "Bu kadar yeter!" diye çıkıştı. "Daha fazla oyun oynayacak durumda değilim.". Ernest ellerini iki yana açtı. "İstediğini yapmakta özgürsün Jose. Tıpkı buraya gelmekte özgür olduğun gibi" dedi. Jose duraksadı. "Yolda gelirken hiç bir insanla karşılaştın mı?"diye sordu. Jose kafasını salladı. "Nasıl karşılaşabilirim ki? Herkes evinde" diye yanıtladı. Ernest gülümsedi. "Evde olduklarını nerden biliyorsun?"diye sordu. Jose bir şeyler söyler gibi gevelese de net bir cevap veremedi. "Senin kafanın içindeki evlerde yaşıyorlar Jose. O yol boyunca gördüğün evlerin belki de çoğu boş artık" dedi. Jose "Bak dostum, ya kafan çok güzel ya da eğlenecek birini arıyorsun ama o kişi ben olmayacağım." dedi. Ernest "Seninle neden kafa bulayım ki?" diye sordu. Jose "Bilmiyorum. Belki de manyaksın, ya da psikopat. Ne bileyim ben. Hem böyle bir etkinlik yapıp insanları böyle harabe bir yerde toplamandan anlamalıydım." dedi. Ernest "Evet ben de zevk olsun diye bu pislikte kalıyorum zaten" dedi. Jose Ernest'e baktı. Ernest oturduğu yerden zıplayarak ayağa kalktı. "Peki tamam gel benimle." dedi. Jose "Nereye?" diye sordu. Ernest "Şehre gidiyoruz ve ilk gördüğümüz evin kapısını çalacağız. Eğer biri çıkarsa beni boğarak öldürebilirsin." dedi. Jose bu iddia karşısında tutuldu. Çocukla inatlaşmak istemiyordu. Sadece evine geri dönüp tüm bu konuşmaları , tüm bu olanları unutup duş alıp uyumak istiyordu. "Hadi Jose" dedi çocuk kolundan tutmuş çekiştirirken. Jose kolunu hızla geri çekti. "Hiç bir yere gelmiyorum." dedi ve arkasını dönüp yürümeye başladı. Ernest bir kaç adım attıysa da Jose durmadı. Merdivenleri ikişerli üçerli inerek yıkık binanın girişine geldi. Ay ışığının aydınlattığı yolda ellerini sıkarak yürüdü. Kendine kızıyordu. Önündeki metal tenekeye tekme attı ve yoluna devam etti. Bir aptalın aklını karıştırmasına izin vermeyecekti. Zaten bütün gece kurduğu hayaller de boşa çıkmıştı. Şimdi ise eve baş ağrısıyla gidiyordu. Karanlık, dar bir sokaktan geçtikten sonra şehrin ışıkları tekrardan görünmeye başlamıştı. Gülümsedi. Maskesinin olmadığını anca o zaman anladı. Panikle eli ağzına gitti. Sonra da Ernest'in dediklerini hatırladı. Belki de dediklerinde haklıydı. Kafasını kaşıdı. Geri dönüp onu bulsa mıydı? Bir an için adımlarını yavaşlattı. İleride dalga dalga karanlık gökyüzüne salınan evlerin ışıklarına baktı. Lima'nın sessizliğine baktı. Gözleri buğuyla güzelim şehri izlerken içinden bir ses geri gitmesini söylüyordu. Cebinden telefonunu çıkardı. Kaşları çatıldı. Sinyal yoktu. Alt dudağını ısırdı alnını kaşırken. Bir iç çekti ve topuğunun üzerinde geri dönerek geldiği yolu geri gitti. Yanlış sokaktan sapmış olacaktı ki yolu karıştırdı. Üstelik internet bağlantısı olmadığı için tekrardan konumu da etkinleştiremiyordu. Bir küfür savurdu sağa sola bakınırken. İleride, arsayı bölen çitleri fark etti. Biraz daha devam edip, çitlerin parçalandığı bir yerden eğilerek içeri sızdı. Gecenin karanlığında boş arsa dipsiz bir okyanus gibi görünüyordu. Ay ışığının bile aydınlatamadığı bir derinlikti bu. Altında ezilen otların çıkardığı hışırtı dışında tek bir ses bile yoktu. Yıkık bir duvarın arkasından dolandıktan sonra ilerideki rehabilitasyon merkezini gördü. Gülümsedi. Adımlarını hızlandırdığı anda, gecenin içinde parıldayan bir şey gördü. Uzaklardan gelen acı bir ses, Jose'nin kulağına erişene kadar kaybolmuştu. Jose duvarın dibine eğilip saklandı. Kalbi çılgınlar gibi atıyordu. Sessizliğin içinde kalbinin sesi yankılanırken, alnından süzülen terler dudaklarında tuzlu bir tatla birlikte son buluyordu. Sonsuz gelen bir süre kadar orada öylece bekledi. Belki bir saat, belki iki saat. Gözleri yorgunluktan kapanmak üzereyken, yıkık duvarın üzerine konan bir karganın gaklamasıyla kendine geldi. Güneş hafif hafif uzaklardan doğuyordu. Gözlerini kısarak ufuğa doğru baktı. Dün gece basmış olduğu otlar, hafif hafif sabah rüzgarında sallanırken, güneş yavaşça sarı renklerini ortaya çıkartıyordu. Kulağa hoş gelen bu melodik hışırtıların altında Jose, iri vücudunu gererek ayağa kalktı. Gece yaşananlar bir kabus muydu yoksa gerçekten bir partiye gelmiş de çok içip sızmış mıydı? İkinci seçeneğin gerçek olması için her şeyini verirdi. Yavaşça eğilerek, yıkık duvarın arkasından güneşin henüz dibini aydınlatmadığı merkezin binasına baktı. Her şey normal görünüyordu. Çatının tepesinde aceleci ve telaşlı bir kuş sürüsü uçuşuyordu. Jose ağır ve dikkatli adımlarla binaya doğru yürümeye başladı. Binanın arka tarafındaki tek giriş olan, boyası soyulmuş metal kapıdan içeri girdi. Tozlar güneş ışığıyla birlikte havada uçuşuyordu. Jose eliyle tozları savuşturduktan sonra dün gece çıktığı merdivenlerden yukarı çıktı. "Ernest" diye seslendi kısık bir sesle fakat cevap gelmedi. Bir kez daha seslendi. Yine yanıt alamadı. Çatının kapısından çıktığında ise her şey yerli yerinde duruyordu. Rüzgarın hafifçe dalgalandırdığı kamp çadırının fermuarı hafif açıktı. Korkulukların üzerinde ise yarım bırakılmış bardak, yerde bir kaç kıyafet ve sönmeye yakın bir el feneri duruyordu. Jose dizlerini kırarak yavaşça çadıra yaklaştı ve fermuarı indirip içeri baktı. Şaşırmıştı. İçeride kimse yoktu. Bir kaç kıyafet, yarısı açık bir harita ve bir sırt çantası vardı. Jose kafasını kaşıdı ve dışarı çıktı. Ayağa kalkıp etrafa bakındı. "Gitmiş" dedi kendi kendine. İki elini de kafasının üzerine koyup etrafında dönerken. Korkulukların üzerine oturdu ve derin bir nefes aldı. Önünde duran mataranın kapağında hâlâ geceden kalan şarabın yarısı duruyordu. Eline aldı. Kokladı. Yüzünü ekşitti fakat şaraptan bir yudum aldı. Kapağı yere koydu ayağa kalkarken eli kapağa çarptı ve kapak çatıdan aşağıya düştü. Ani bir reflekse kapağı tutmaya çalışırken dondu kaldı.
|
0% |