@vesileninruyasi
|
RİZE/MERKEZ Taşların üstünde kendimden emin ama gardım sadece buraya özel olarak düşük bir şekilde ilerliyordum. Hava bulutlu her an yağabilirmiş gibi duruyordu. Etrafımda küçük, hayata dair daha umutları tükenmeyen geleceğin yıldız gençleri olacak çocuklar vardı. Hepsi aynı benim gibi sessiz, üzgün, acılı, küçük bir umutla hedeflerine ilerliyorlardı. Çoğunun elinde bir buket çiçek vardı tıpkı benimde elimdeki karanfiller gibi… Günlerden anneler günü. Benim annemin benden gidişinin birinci ayı… Ne çok istemiştim onunla bu günü kutlamayı. Çok bir şey değildi ki isteğim: sadece anneme son kez sarılmak, bir daha teşekkür etmek hep yanımda, yöremde, çevremde olduğu için… Varlığı güç olan sultanım, Nurcan’ım on metre ilerimde başında Türk bayrağı, toprağının üstü karanfillerle dolu bir şekilde yatıyordu. Şehit Nurcan MAVİ Siyah şalımı düzelttim. Asker olabilirdim, üsteğmen olabilirdim, kıdemli üsteğmen olabilirdim ama bu insan olduğumu değiştirmezdi. Taşların yanına oturdum, çiçekleri toprağın üstüne bırakıp bir avuç toprağı alıp burnuma götürdüm. Tıpkı annemdi. Burukça bir tebessüm eşliğinde mezar taşına döndüm yavaşça. “Annem, bak ben geldim.” dedim. Genzim yanıyordu. Hava iyice soğuyordu. Zaten hava benim duyguma göre şekilleniyordu sanki. Üzgünken bulutlu fırtına , mutluyken kavurucu güneş ,garipken parçalı bulutlu. Sanki meteoroloji müdürüyüm de bana uyuyorlar. Son bir aydır zaten bulutluyuz maşallah. Gün yüzü görmedi şu suretim be. Hırkama sarıldım ve anneme döndüm iyice. Üstünde dalgalanan bayrağa baktım. Tutamadım kendimi genzimdeki yumru gittikçe büyüdü büyüdü ve gözümden yaş olarak özgürlüğüne kavuştu. Özlemiştim ben annemi. Hem de çok özlemiştim, kokusunu, sıcaklığını, kızım deyişini, gülümsemesini, saçımı okşamasını, babama karşı beni savunmalarını özlemiştim. Annem gitmişti ve ben yapayalnız kalmıştım, babam hep Doruk mevzusu üstünden rahatsız ediyordu. Tamam iyi adam hoş adam da ben sevmiyorum. Keşke o gün bende annemle gitseydim, keşke beni bulmasalardı be. “An-anne ben dayanamıyorum artık lütfen bir yardım gönder he olmaz mı? Hafifte olsa şiddet istemiyorum anne ben.” dedim ama hıçkırmak engellemeye başlamıştı. Tam o anda şimşek çaktı gök gürledi. Babam olmasa şimdiden mahkemedeydim ama tek kan bağım işte birde “babam” ya hani ondan gidemiyorum. Aklıma geçen gittiğimiz görev gelince zoraki gülümsedim. Anneme her görevi anlatırdım. Tıpkı şimdi yapacağım gibi. “Bak yine iyi günündesin he Nurcan’ım. Komik bir görev geliyi hazır ol.”dedim zoraki bir gülümsemeyle. ”Bak şimdi, ben en önde ilerliyorum. Arkadan sırayla Timuçin, Celal, Adem, Baran geliyor. Tabi Adem Kürtçeye kayan bir şiveyle eski anılarını anlatınca biz bir gülüyoz görmen lazım.”dedim. Burda aklıma o an gelince gülmeden edemedim. Devam ettim anlatmaya: “Bakın şimdi komutanım. Kardeşlerimle köydeki çeşmenin oraya gitmişez su alıp gelcez o vakit.”dedi Adem. Timuçin gülmekten patlıycaktı resmen. Hepsi bir umut beni güldürmeye çalışıyordu zaten. ”Sonra aldım kardeşimden testiyi doldurmaya başladım.” dedi ama anlamadığım şuydu bu çocuk şiveden bir anda nasıl İstanbul Türkçesine kayıyor anlamıyorum. “Bir testi bitince öbürüne geçtim ki vakit bitmesin o vakit değil mi? Neyse sonra baktım benim bu kardeşlerim arkamda oyun çeviriyorlar, bende o vakit ‘vay benim kel başım keloş başım’diyip ‘siz nasıl bensizğ oyun oynarsız’ diyip ayağımdaki lastiği çıkarıp birtanesinin kafasına attım. Zaar çok sert attım herhal düştü yere birden. Hemen başına koşup ne oldu diye bakmak için eğildim ama eliyle yerden ne ara avuçladığını bilmediğim çamuru suratıma bir atmış görmelisiniz.”dedi ama işte klasik goygoycu timim hemen gülün. “Eeee sonra ne oldu Adem’cim.”dedi Timuçin. Arkaya hafif bir akış attığımda hepsi kıkırdıyordu. Bende gülüyordum ama işte komutan ruhu “ASKER” diye bağırmadan edemedim. Aynı anda ciddiyete bürünmeye çalıştılar fakit Adem anlatıyordu. “Sonra ‘vay sizi hainler’ diye bağırıp kovalamaya başladım bacaksızları. Kahkaha at ata kaçtılar derken evin önüne gelmişiz bir baktım. Ellerim bomboş yüzüm gözüm kir pas içinde, bacaksızlar gülerek sattılar o vakit beni. Annem ve ablam ellerinde terlik geliyorlardı bağa doğru. Bende içimden’ koş Adem koş Hz.Adem nasıl Hz.Havva’nın peşinden koştuysa sende o vahit ko- ‘ diyordumki sevgili ablamdan kafama okkalı bir terlik yedim. Yemez olaydım be bir hafta şişlikle dolaştım.” dedi. Arkamı döndüğümde gülmemek için kendini zor tutan üç kişi il karşılaştım. “Tamam ulan gülün.”dedim ama der demez kahkahaları dağda yankılandı. Timuçin anırıyordu resmen.”ADEM ALACAĞIN OLSUN BE.OKKALI TERLİK HAHAHAHAHHAHAHAHAHA-“diyordu ama arkamı dönüp yumruğumu çenesine geçirmemle bocaladı ve Mevlana gibi dönüp Celal’in önüne düşüyordu ki yakaladı son anda Celal. Timuçin şaşı bakarken Celal’e “Bu yakışıklı kim bende tanışayım.” demesi kırılma noktasıydı. Artık ben bile dahil kahkaha atıp dağları inletiyorduk, ben buna düşmana korku salmak derim bir kere. Celal cin görmüş gibi Timuçin’i yere fırlattı.”Bana niye yürüyon be .”dedi ama ben iyice gülüyordum. Arkamdan Baran ve Adem’in konuşması geldi ama fısıltılı bir şekilde konuşuyorlardı. Benden kaçar mı be koçum. “Sonunda güldü komutanım Adem abi.” “Evet la Barani sus da maşallah de nazar edeceksin komutanıma.” “Doğru doğru maşallah diyek de bir şey olmasın. Ama zaten Nurcan teyze iyi kadındı kaybını anlamalıyız bence.” “Doğru deyon he, rahmetli bizden vatan aşığıydı vesselam benim de anam öl-“ “Şehit, Nurcan teyze şehit oldu Adem abi. Komutanım duysa bu dediğini seni dağ bayır kovalar benden demesi.”dedi Baran. İyi tanımıştı beni çok şükür. Annem bir şehitti. Onunki normal bir ölüm değildi, tıpkı diğer kahramanlarınk- “Komutanım bu ayılmıyor.”dedi Celal. “Çekil çekil. Bir işide doğru yapsan şaşırırım zaten.”dedim ve yerde yatan salağa ilerledim. Eğildim ve ennnnn sertinden osmanlıyı geçirdim suratına, bir anda ayağa fırlayıp “Timuçin ERGÜN, Kırklareli EMRET KOMUTANIM.”dedi ve selamını verdi. Tabi goygoycular hemen kahkaha attı ben ise alkışlayıp omzuna tebriklercesine iki sille çaktım.”Aferin asker ama yanlış yer ve zamanlama şimdi inlerinde bazılarının rüyasını bozacağız.”dedim ve milli “ASKER” emriyle yürümeye devam ettik. Arkadan ise Celal ve Adem’in sesi geliyordu. “O nasıl öyle uyandı ben halen anlamadım.” “Komutanımın hikmeti işte napacan.AMA İŞTE TİMUÇİN KOMUTANIM HEP BÖYLE HAZIR OLDADIR YANİ DEGİL Mİ DEVREMLER.”dedi ama klasik yalakalıktan da vazgeçmedi Adem Bey. “Tabiki Adem abi ne sandık biz Timuçin komutanımı.”dedi Baran alayla. “Aranızda beni anlayan bir tek Adem’im siz benim kıymetimi bilmeyin. He bu arada Celal Çavuş beni nasıl yere bıraktığını unutmadım, unutmuyorum, UNUTMAYACAĞIM.”dedi salak Timuçin, ne bekliyorum ki. Celal ise yutkunup “Tabi komutanım unutmayın”dedi ve sessizliğe gömüldü. Hepsi artık kardeşim gibiydi. Hepsinin anneleri annem gibiydiler tabii benimkisi de onlara öyle. “Komutanım, itin inine geldik.”dedi Baran. Başımı aşağı yukarı salladım. Tam emir vereceğim sırada fısıltılarını duydum zevzeklerin. “Adem gerisini anlatsana şu anını-“diyen Timuçin’in sesini kestim. “BİR SUSUN DA YETER BENDEKİDE KAFA VALLAHA HEE.”dedim şiveye azıcık kayarak. Hepsi birden “emredersiniz komatanım”dediler ve önüme döndüm, işte başlıyorduk. Bir grup pisliği daha yok edecektim. Vatan , bayrak, özgürlük ve verilen o sözler için. Binlerce şehit ailesine sözümüz vardı bizim. Birde… kaybettiğim annem ve kardeşim Ufuk’a… (……………..) Gerisini anlatmadım anneme çünkü gerisinde sıkı bir çarpışma vardı ve ufak yaralar. Ama hiçbiri görev aşkımı yıldırmıyor aksine güçlendiriyordu. Yağmur hafiften yağmaya başlamıştı. “Anne biliyor musun dün en sevdiğin kekten yaptım.” Ses yok. “Anne biliyor musun dün hiçbir şey olmamış gibi eğlenip dinlendim.” Ses yok. Bir gündür Rize’deydim. Bir şey olmazsa da yarın gidecektim. Hakkari şimdi çok sıcaktır zaten. Ama askeriyeyi ve timi özlemiştim. Çünkü tek ailem ve evim bayraktan sonra onlardı… “Anne…anneler gü-günün kutlu olsun. Ufuk’a sahip çık o-olur mu?” dedim ama genzimdeki yumru ine gözümden bu sefer şiddetle boşaldı. Aklıma gelen anı ile ise ilk defa omuzlarım sarsılarak ağladım. Evin tek büyük odası olan salonda yerde uzanmış çiçeğini boyuyordu Göksu. Ayaklarını neşe ile sallıyordu. Annesi saçlarını en sevdiği gibi yapmıştı:ikili at kuyruğu. Elindeki pembe kalemi ağzına götürdü minik Göksu. Düşünüyordu acaba annesi sever miydi bu çiçeği? İlkokul son yani dördüncü sınıftı Göksu. Günlerden pazardı tarih ise anneler gününü gösteriyordu. Annesi akşam altıda yani tam bir saat on sekiz dakika sonra eve gelicekti. Televizyon açıktı ve koca koca adamlar kavga ediyorlardı. Nedeni ise hakemin yanlış karar vermesiymiş. Kalemi saçlarına götürdü. Mor mu mavi mi sever annesi diye düşünürken içeri annesinin ablasına aldığı yeşil asker üniformasıyla Ufuk girdi. “Ablya bak ben askey oydum. Anneme bu sekilde hediyemi vericem.”dedi tüm neşesi ile. Göksu ise onun aksine kaşlarını çatmış kardeşine bakıyordu. “Yaaa Ufuk çıkar onu üstünden o BENİM.”dedi ve kardeşine koştu. “HAYIY.BEN BÜYÜYÜNCE ASKEY OLACAĞIM KORKUTCAM HERKESİ VAAAAA”diye aslan kükremesi çıkarmaya çalıştı beş yaşındaki Ufuk. “OLABİLİR BENDE ASKER OLUCAM VE O BE-NİM.ANLADIN BE-NİM.BAK HECELİYOM B-E-N-İ-M.”dedi inatlaşmayı seven Göksu. Dudak büzdü Ufuk. “Ama annem beni böyye göyüyse mutlu olucaktı abya.”dedi ve ablasını ikna etmesini bildi. Ablası ise sadece başını salladı.”Hadi gel anneme çiçek yapalım Ufuk.”dedi kardeşine. Ufuk heyecanla koluna bacağına büyük olan üniformayı düzeltti şapkasını gözünden çekti. “OLEYYY ANNEYE ÇİÇEK YAPICAZZ.”dedi ve ablasının yanına oturdu. Ama işte klasik Ufuk daha bir çiçeği bitiremeden salyalı salyalı uyudu ablasının dizinde. Göksu’da ona uydu ve önce eşyalarını odalarına götürdü sonra kardeşini, sonuçta annesi bir şey anlamamalıydı. İki kardeş yan yana uyudular. Dışarıdaki şiddetli yağmura inat şemsiyesini açmadan yürüyordu Nurcan.Yanındaki kocası ise öylece sigara içiyor bir yandan da eşine bağırıyordu. “O ÇOCUKLARA NEDEN ÖYLE SAÇMA KIYAFETLER ALIP ASKERLİĞE HEVESLENDİRİYORSUN.” Derin bir nefes aldı Nurcan. Aldığı üniformadan bahsediliyordu. Sakin olmak istiyordu ama işte karadeniz kanı ya deli akar, he işte o da o şekilde patladı kocası Şeref’e. “SANENE BE SAĞANE. İSTER ÜNİFORMA ALIRUM İSTER ASKER ŞAPKASU. SEN Mİ KARIŞICAKSUN BUNA HE. BENİM ÇOCUKLARUM SANA BENZEMİYECEK, ONLAR VATANLARU İÇİN BAYRAKLARU İÇİN SAVAŞACAKLAR. TIPKI BENUM GİBİ. AMA ASLA SAĞA BENZEMİYECEKLER, SENİN GİBU ŞEREFSUZ, VATANINU SEVMEYEN, BAYRAK DÜŞMANI BİREYLER OLMAYACAKLAR. ATALARUNUN YOLUNDA EMİN ADIMLARLA YÜRÜYECEKLER. ANLADUN MI BEĞİ HAİN.”dedi bütün öfkesiyle. Adının tam tersi bir şerefsizdi. Kocası ise büyük bir sinirle bakıyordu karısına. “BOŞ BELEŞ ŞEYLERE ALIŞTIRMA DİYORUM SANA. OYUNCAK MI SİLAH TUTUP TERÖRİST KOVALAMAK HE SÖYLE KOLAY MI? HEM BEN ASLA HAİN FALAN DEĞİLİM, BUNU O KALIN KAFANA SOK.”diye kükredi. “ALIŞACAĞLAR EFENDİM ALIŞACAĞLAR. HEMDE İLK SENİ TEMİZLETİCEM BU ÜLKEDEN. GÖRÜRSÜN KISA ZAMANDA SENİ DE BOŞAYACAĞIM.”dedi ve kocasına ters yönden gitmeye başladı. Ara sokaklardan gidecekti evine. Kocası ise bağırıyordu arkasından. “RÜYANDA GÖRÜRSÜN SEN ANCAK BOŞANMAYI. UNUT O HAYALLERİ.” Karısı ise sadece kafa sallamakla yetindi. Adımlarını hızlandırdı. Özlemişti yavrularını. Göksu’nun mavilerini Ufuk’un zeki ama komikliklerini en çokta özlüyordu. Onlar Nurcan’ın melekleriydi, çiçekleriydi, aşkları, böcüşleri, minicik bebecikleriydi. Asla doyamıyordu onları sevmekt- Hapşırdı. Belliydi zaten böyle olacağı. Saat altıya geliyordu. Çocukları kesin üşümüşlerdi bu soğukta. Adımlarını iyice hızlandırdı. Eve bir sokak kala acı gerçekler suratına tokat gibi çarptı. Çatıları delikti evlerinin hemde çocuklarının yattığı odanın. Koştu Nurcan eve doğru. Kapının önüne geldi ve bir şimşek daha çaktı karanlık gökyüzünde. Girdi eve ve salona girdiğinde birbirine sarılmış sırılsıklam olmuş titreyerek oturan iki çift göz gördü. Ufuk sessizce ağlıyordu ve elinde bir kağıt vardı, aynı şekilde Göksu’nun da elinde bir kağıt vardı. Yırtılmış, ıslanmış, solmuş ama rengini belli ediyordu. Mor bir çiçekti ellerindeki, Nurcan’ın en sevdiği çiçek, umutlarının yarınlarının simgesi mor çiçek… Hemen çocuklarının yanına koştu. Üstünün ıslaklığını umursamadan sarıldı yavrularına. Ufuk ağlasa bile gülümsedi sonra hapşurdu. En son uyuyordu ama. Bir anda büyük bir ıslakla açmıştı gözlerini ablası üstü başı ıslakken leğen getirip deliklerin altına koymuş ve Ufuk’u alıp salona geçmişti. Ufuk ağlıyordu, ıslandı diye değil annesinin aldığı üniformayı ıslattığı için… İki çocukta titrerken anneleri saçlarına öpücük kondurup hemen kıyafet ve battaniye getirdi. Kendi ıslaktı ama sabırla önce oğlunun kıyafetlerini değiştirdi. Saçını taradı, öptü, kokladı ve koltuğa oturtup üstünü battaniye ile örttü. Sonra Göksu’ya geçti. Aynı şekilde onunda üstünü değişti, saçlarını taradı ve iki at kuyruğu yaptı. Onu da öptü, kokladı ve koltuğa oturttu, üstünü örttü. İki çocukta annelerine gülümsedi. Ama annelerinin üstü hala ıslaktı. Göksu yerinden fırladı, annesi seslensede duymadı ve annesinin odasına gitti. Açtı minicik elleri ile dolabı, hava soğuk diye atlet aldı önce sonra mor bir kazak ve siyah bir eşofman aldı. Tarak ve annesine ilk hediyesi olan ve annesinin asla takmaktan bıkmadığı sarı çiçekli tokayı aldı. Odaya koşucaktıki aklına bir şey geldi ve geri döndü odaya. Çorap almamıştı. Hemen bir çorap kaptı ve yatağın üstündeki battaniyeyi. Salona koştu Göksu. Annesinin önüne oturdu ve şunları söyledi: “Çok ıslanmışsın anne. Hasta olucaksın, hadi gel üstünü değişelim.” Annesi gözyaşına hakim olamadı ve sıkıca sarıldı kızına, tek varlığına, tek umuduna, gülüne, birtanesine… “Bende”dedi Ufuk ve o da sarıldı anne ve ablasına. Güldüler üçü de dışarıdaki soğun aksine sıcacık bir şekilde. Ufuk oturdu yerine. Annesi önce üstündeki ıslakları çıkardı, daha sonra kızının getirdiği kuruları giydi. “Şimdi hasta olmayacaksın annişimm”dedi Göksu ve kocaman bir öpücük kondurdu annesinin yanağına. Annesi de onu öptü ve çocukların odasına gitti. Durum vahimdi. Kendi yapamayacağını düşündü ve tamirci çağırdı. Daha sonra mutfaktan süt ve tarçınlı kek aldı. Çocuklarının en sevdiğinden bol tarçın ve cevizli… Odaya girdiğinde ikiside çizgi film izliyordu. Anneleri elindekileri masaya koydu. Çocuklar hemen yanına gelip ellerindeki ıslak, yırtık ama hala morluğunu koruyan çiçekleri annelerine uzattı. “ANNELER GÜNÜN KUTLU OLSUNNN.”diye bağırdı ikiside. Sonra hemen sarıldılar tabi. Anneleri öptü ikisinide, gözyaşlarını sildi. Aldı çiçekleri ellerinden. “Hadi bakalım geçin koltuğa önce kek sonra televizyon.”dedi anneleri çocuklarını motive etmek için. İkiside koşarak oturdular ve keklerini beklediler. Anneleri keklerini verince ise hemen yediler. Buruk bir tebessüm ile izledi Nurcan çocuklarını. Onlar televizyon izlerken o da her zaman giydiği hırkasını almak için odasına gitti. Çiçeklerine bakıp gülümsedi. Hırkasını aldı ve giydi hemen. Çocuklarının yanına geldi ve lambayı kapatıp tam ortalarına oturdu ve ikisinide yanına çekti. Çocukları huzurla keklerini yedi, televizyonlarını izledi. Nurcan ise asla çıkarmamak üzere çiçekleri hırkasının iç cebine koydu. Ama kim bilirdi ki bir gün teröristler tarafından kaçırılacağını, kızının önünde şehit olacağını, çiçeklerini orda tek bırakacağını… Hiç kimse… …………………… Anım yüzünden ağlarken annemin mezar taşına sarıldım. Çok garip ama mutlu bir gündü bizim için. Akşam babam eve gelmemiş, biz ise koltukta uyuya kalmıştık. Sabah ise sıcak, temiz, kuru yatağımızda uyandık Ufukla. Kalktım annemin yanından, eğer biraz daha kalırsam ağlama krizine girerdim. Ama kalkınca gittiğim yer ise ine bir duygu seliydi. Kardeşime Ufuk’uma gidiyordum. Zaten on adımlık mesafedeydi. Çömeldim yanına ama bu sefer kendime söz verdim kısa tutup hemen kalkacağıma. “Naber salak kafalı.”diye neşeli bir giriş yaptım. Ses yok. “Uzun kalmıycam neydiyon diye bakmaya geldim, yani seni ÇOOOOK özlediğimden de- çok özlediğimden geldim gerizekalı.”ilk defa bu kadar çabuk kararımdan dönüyordum. Yalan mıydı, yoo değildi. Dalgalanan bayrağa baktım ve ilk defa sözümde durup “Annem sana emanet bilesinn.”dedim ve hızla uzaklaştım çünkü kahretsinki ben kardeşimide çok özlemiştim. Mezarlığın kapısından çıkınca eski evimize gitmek için taksi çevirdim. O sırada Doruk mesaj attı. Göksu ne zaman geliyorsun hayatım. Tabiki bu mesajına cevap vermemeyi düşündüm ama işte el mecburu üstünkörü mesaj attım. Yarın dönüyorum. Telefonu kapatıp cama kafamı koydum ve sessizce gökyüzünün kasvetini izledim.
…………………………………………………
“On, dokuz, sekiz, yedi, altı, beş…”diye geri sayımını yaptı ve son kez göz gezdirdi kağıdına Celal. Bu el bereketli görünüyordu. Dört kişi isim-şehir oynuyorlardı. Harfleri “a”ydı. Timuçin sinirle kafayı kaldırdı. Ünlü bulamamıştı. Bir komutan olarak utanmadı değildi. Baran başladı önce. “Ahmet.” “Adem.”dedi Adem. “Ayşe.”dedi Celal. “Arzu.”dedi Timuçin. Hepsi on almıştı. Gülümsediler mutlulukla. İki eldir aynı isimi söyleyiveriyorlardı. “Afyon.”dedi Baran. “Ağrı.”dedi Adem. “Ankara.”dedi Celal. Timuçin ise sinirliydi, çünkü o da “Afyon”yazmıştı. Baran’da duyunca yüzü asıldı. “Ne diye benle aynı şehri yazıyon Baranii”diye hayıflandı Timuçin.”Pardon komutanım, müneccim değilimya ondan şey edemedim.”dedi Baran efkarla. Beş puan eklediler hanelerine. “Anakonda.”dedi Baran. Adem yüzünü buruşturdu. “O ne la. Anok ne dedin çıkaramamışam valla.”dedi Adem kafası karışarak. Celal ise “Yılan türü komutanım.” Dedi ve devam ettiler. “Ayı.”dedi Adem ve Timuçin’e baktı. Kafayı kaldıran Timuçin ise “Sensin lan ayı.”dedi ve yastığı Adem’e attı. Celal ve Baran güldü. Adem ise “Yoh komuatım hayvan olan ayıdan bahsediyim ben.”dedi. Timuçin aydınlandı. “Arı.”dedi o da. “Ayıbalığı.”dedi Celal. hanelerine hepsi +10 yazdı. “Ayva.” “Armut.” “Ayva.”dedi Timuçin sinirle ve Baran’a döndü. “Lan oğlum sen benim ikizim misin ben ne yazıyorsam onu yazıyon.”dedi. Baran ise melül melül gözlerini kırpıştırdı. O da şaşkındı bu duruma.”Ayçiçeği.”dedi Adem ve eşyadan devam ettiler. “Askı.” “Ayna.” “Abajur.” “Anten.”dediler ve hanelerine +10 yazıp ünlüye geçtiler. Timuçin yerinde kıpırdandı. Adem söze başladı. “Abdi ALGÜL.”dedi. Celal devam etti.”Abdullah ŞAHİN.” Baran ise “Abidin YEREBAKAN.”dedi ve üçü de Timuçin’e döndü. O ise ‘ne var, ne oldu’ moodunda kaş göz yaptı. Sözleşmiş gibi üçü aynı anda “Ünlü” dediler. Timuçin ise kafasını önüne eğdi. Daha sonra kaldırdı ve “Yok ki.”dedi. üçlü grup durur mu, asla tabiki. Hemen güldüler. Timuçin ise sinirle arkadaşlarına baktı.”Susun lan. Siz şimdi ki tur görün nasıl yeniyorum sizi. Bekleyin ve görün. Ha bu arada bu yaptığınızı u-“derken sözünü Baran kesti. “Unutmadınız, unutmuyorsunuz, unutmayacaksınız komutanım anladık. Şimdi lütfen puanlarımızı söyleyelim.”dedi. Timuçin ‘e sende haklısın’ der gibi mırıldandı ağzının içinde. “60.”dedi Adem. Mutluydu, çünkü Timuçin komutanı sayesinde neredeyse on turdur ekibin tamamı ellinin üstüne çıkamıyordu.”60.”dedi Celal’de. Onun da sesi neşeliydi. Öbür turlarda sanki hatayı tek yapan onlarmış gibi Timuçin komutanı tarafından fırça yiyorlardı. Bu atmış iyi gelmişti. Ama Baran Edirne kapısına kadar kovalanırdı muhtemelen. “50.”dedi Baran’da. Yanında heybeti ile oturan ama gözleri kıvılcım saçan komutanına baktı. Bu gece tedbirli yatmalıydı. Hatta velakin postalı ve üniformasını çıkarmamalıydı. “40.”dedi Timuçin ve ateş saçan yeşillerini Baran’çevirdi. Sadece üç kelime söyledi. Ama bu Baran’ın altına işemesine engel değildi. “Unutmadım, unutmuyorum, unutmayacağım.” Bu cümle Timuçin’in kin tutma şekliydi. Ama bu cümleyi söylediği kişi cephaneyi sıkı tutmalıydı, çünkü bu üç kelime ömrünüzün bir kısmını felç geçirmenize neden olabilirdi. Bir keresinde Celal Timuçin’i görevde yere fırlattı diye askeriyeye döndüklerinde akşama kadar kıçına tekme yemişti. Dahası görev bitimi dağdan aşağı kadar Celal’i pompalı ile kovalamıştı. Aklına bu anı gelince Celal yüzünü buruşturdu. Kıçı halen ağrıyordu. Celal Baran’a döndü ve böğüre böğüre “Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste demişler koçum.”dedi. O gün Baran Celal’e fazlasıyla gülmüştü. Celal’de baya bir içinden ana avrat girmişti sağ olsun. Baran ise efkarlıydı. Kara kara cezasını düşünüyordu. Sessizliği Adem böldü. “Haydi devam edelim.”dedi ama öyle bir demiştiki efkarlı Baran bile güldü. ‘haydi’ deki ‘i’yi fazlası ile uzatmış ‘devam’ı bastırmıştı. Adem bile gülmeye başladı. “Harfi ben seçiyorum ve harfimiz ‘K’ olsun.”dedi Celal. Hepsi adeta ‘duydunuz zilin sesini yarışma başladı’misali kağıda gömüldü. Timuçin fazlası ile iddiaılıydı bu turdan. Garanti 60 gelir diyordu içinden. Akrep ve yelkovan birbirini kovalıyıverirken Timuçin bitirmenin verdiği gurur ile geri sayıma başladı.”On, dokuz, sekiz, yedi, altı, beş…” Kağıtları bıraktı hepsi. Bu sefer başlayan Timuçin’di. “Kemal.” “Kaan.” dedi Adem. “Kamile.” dedi Baran. Timuçin ise benzerliğe içinden sövdü saydı. “Kudret.” dedi Celal. Timuçin umutluydu halen. Baran ise şaşkındı. Nasıl aynı ismi yazmadık diye. Celal ve Adem ise tetikte durmuş her an gelebilecek gülme anını bekliyordular. “Kırklareli.” dedi Timuçin. “Gayseri.” dedi Adem. Hepsi kıkırdadılar. “K lan o. G değil. Ha şehrim Konya.” dedi Baran. Timuçin içinden şükürler yağdırıyordu. “Kastamonu.” dedi Celal ve oyun devam etti. “Kedi.” dedi Baran. “Köpek.” dedi Celal. “Köpekbalığı.” dedi Timuçin. “Kurt.” dedi Adem. Ve hepsi hanelerine +10 yazdılar. Oyun iyi gidiyordu fakat Timuçin arkadaşlarının hepsinden yüksek almak istiyordu. “Kayısı.” dedi Baran. “Kayısı.” dedi Celal. Timuçin kahkaha attı ve “Lanetim sana bulaştı Celal.” dedi. devam ettiler oyuna. “Kavun.” dedi Adem. “Karpuz.” dedi Timuçin. “Kapı.” dedi Adem. “Koltuk.” dedi Celal. “Kapı.” dedi Baran. Bu noktada Timuçin artık yatağından düşmüş yerde kıvranarak kahkaha atıyordu. Adem ve Celal ise sinirle Baran’a bakıyorlardı.” La havle. La oğlum sen niye bizle aynı şeyi yazıyon he söylesene lan it. Biz kaç turdu ne diye düşük alıyoruz.” dedi Adem. Baran bile şaşkındı. Sadece omuzunu indirip kaldırdı. “Kenan EMİRZALIĞLU.” dedi Timuçin yere uzanmış bir vaziyette. “Kayahan.” dedi Celal. “Karsu.” dedi Baran. “Kenan DOĞULU.” dedi Adem. Timuçin hariç hepsi oflayıp pufluyorlardı. Puanları hesapladılar. “55.” dedi Adem. “55.” dedi Celal. “50” dedi Baran. “60 LAN 60. AĞLAYIN EZİKLER SÜRÜSÜ 60 ALDIM. AĞLAYIN ZIRLAYIN KUDURUN. İŞTE BU LAN İŞTE BU.” dedi Timuçin ve kağıt kalemi suratlarına fırlattı diğerlerinin. Üçü de şaşkınlık hayret sinir ve garipçe yatakhaneden çıkan komutanlarına baktılar. Ve sonrası kaçınılmaz olarak Adem ve Celal’in Baran’ın üstüne atlamasıyla sonuçlandı.
Sevinçle ilerliyordu yatakhanede kavga eden arkadaşlarının aksine Timuçin. Aklına geldikçe sanki ilk aldığı başarısıymış gibi keyifleniyordu. Ama asla Baran’a olan kinini unutmayacaktı. Düşündü ne ceza verse diye. Seçeneklere göz gezdirdi. Yemekhane temizliği, patetes soyma, soğan doğrama, askeriye bahçesinin temizliği ve kendi kafasındaki şeytani seçenekler. Tabi bunları yaptırması ise ayrı dertti. Ama neden umrunda olsunduki. Amele gibi yaptıracaktı. Bir kere o kin tutulmuştu. Seke seke ilerledi askeriye bahçesinde. Aklına birden Göksu komutanı geldi. Bugün gelmesi gerekiyordu. Acaba anneler günü nasıl geçmişti. Tahmin etmek istemedi Timuçin. Kendi annesi öl- diyorduki sanki şehit yerine öldü dediğini hisseden Göksu komutanını kapıdan bütün heybeti ile geliverdi. Korktu Timuçin. Çünkü komutanı son derece çatık gözler ve kendinden emin adımlarla ilerliyordu. Bastığı yerdeki toprağın havalandığını görebiliyordu. İçinden ‘acaba ben mi bir bok yedimki sinirli’ diye geçirmeden edemedi. Adem’e mesaj attı sonra. Komutanım geldi. Çabuk bahçeye. O sırada Baran, Adem ve Celal’den kaçıyordu. “GELLAN BURAYA HAİN EVLAT.” diye bağırdı Celal. Adem ise gelen bildirimi duyunca “Destur millet. Komutanım gelmiştir ha.” dedi. kovalamaca orada son bulurken hepsi hemen bahçeye uçtu. Başını kaldırdı Göksu. Artık üzülmek yoktu, artık intikam vaktiydi, kan dökme vaktiydi, hesap sorma vaktiydi, sözlerin tutulma vaktiydi. Baktı Göksu önündeki Timuçin’e. Daha sonra gelen diğerlerine. İşte bu onun timiydi. Cesur, kararlı, azimli, vatansever, zevzek ama işini iyi yapan bir timdi. Haberi almıştı Göksu. Yakında görev vardı. Bunun için bütün timi hazırlayacaktı. Bütün tim dediğide kendisi dışında dört kişiydi: Kıdemli Üsteğmen Göksu MAVİ, Asteğmen Timuçin ERGÜN, Astsubay Üstçavuş Adem ESATOĞLU, Astsubay Üstçavuş Baran AYAR, Astsubay Çavuş Celal MENGÜÇ. 1 AY SONRA HAKKARİ Karşımda duran eve iyice baktım. İçindeki teröristlerin can çekişleri ve yalvarışlar kulağıma gelmeye başlamıştı bile. Biz yani Abluka timi, bugün burada dökülen her damla kanın intikamını alacaktık. Arkamda duran Timuçin’e baktım. Elinde tüfeği, gözünde kararlılığı ile eve dalmayı beklediği her halinden belliydi. Bu evde örgütün çetelerinden birini indirecektik. E tabi beş kişi ile değil. Askeriyeden beş asker daha vardı. Benim timde keskin nişancı yoktu. Bundan dolayı bir keskin nişancı ile dört tane asker gelmişti bizle. Tüfeğin dürbününden eve baktım. Çete başının kod adı sansardı. Bir boka benzeyeydi iyiydi de neyse. Böyle kod adının ben yani neresinden girem de neresinden çıkam söleyin bana. Çete yirmi kişi falandı. Sansar yakın zamanda bir silah alışverişi yapacaktı. Sonra da onları bizim üstümüzde kullanacaktı aklınca. Sansar şuan burada değildi. Beş kişi ile bir yere gitmişti. MİT’den de bazıları onların peşindeydi. Bizim ise işimiz içerideki konuşma, buluşma vs.leri ayarlıyanı almaktı. Adı Abdullah’tı. Evdekilerin bazıları dışarı çıkıp az ileri gittiler. Hava karanlıktı. Görme ihtimalleri azdı. Adem ve Baran’ında içinde bulunduğu dört kişiye işaret verdim. Onlar onları indirecekti. Ben, Timuçin, Celal ise arkadan eve giricektik. Arkası daha güvenliydi. Kalan iki asker önden gidecekti. Keskin nişancı ise görmediklerimizi halledicekti. Celal ve Timuçin’e el işareti yaptım ve ilerlemeye başladık. Kalanlara da komut verdim ve görev başladı. “Şehit olanı bir kerede ben öldürürüm ona göre. “dedim kulaklığa. Kısa bir an sonra kurşun sesleri sessiz geceyi çınlattı. Arka pencereden içeri girdim. O sırada yandaki arka giriş kapısından da üç kişi çıkıyordu. Emire gerek kalmadan “Temiz.” Dedi Celal. Daha sonra Adem’den “Temiz.”geldi. “Devam.” Dedim onlara. İçeri doğru gitmeye başladım. Yan taraftan gelenin sıktım kafasına. Sonra üç kişi geldi üstüme birden. Önce birine sıktım. Diğeri atılacakken kenara çekilip onada sıktım. Diğeri boğazıma sarıldı. Bir eli boğazımı sıkarken diğeri silah tutan elimi havaya kaldırmış sıkmamı engelliyordu. Ama bilmediği bir şey vardı:türk askerinin her zaman bir B planı vardı. Boşta olan elimle cebimden bıçağı çıkardım. Nefesim baya azalmıştı. Bıçağı yandan bel boşluğuna sapladım. Nefessizlikten nedense terlemiştim. Saçlarım hep kaskın altından saçılmış yüzüme yapışmıştı. Bel boşluğundaki acıyla eli boynumdan düştü. Sıra bendeydi. Yapıştım boynuna ve karşıki duvara resmen fırlattım.”Unutma bir türk askerinin her zaman ikinci bir planı vardır.”dedim ve onunda kafasına sıktım. İçerden kürtçe bir şeyler bağıran ve kapıya koşanlar oldu. ” Wan em dîtin. Abdullah biparêze.”diyordu bir tanesi. Tabi görecektim ben sizi. Hemen içeri daldım. Yerde yemek masası vardı. Anlaşılan yemek yerken basmıştım.” Hûn kê ne.”dedi bir tanesi korkuyla. Abdullah görünmüyordu. Sanki kim olduğumu bilmiyorlardı. “Yedibela hüsnü.”dedim ve masaya tekme atıp devirdim. Allah’tan taslar boştu da nimetlere bir şey olmamıştı.”ABDULLAH NERDE?”diye bağırdım. Cevabı Adem verdi kulaklıktan. “KAÇIYOR KOMUTANIm.” Elimin dibindeki elemana yumruk atıp arkamı döndüm. Hemen kendine gelmiş olmalıki koluma sıktı. “ŞEREFSİZ MADEM VURACAN ADAM GİBİ VUR LAN.”dedim ve sıktım kafasına. Daha on beş adam vardı içerde. “Tim içeri sizde. Ben Abdullah’ı almaya gidiyorum.”dedim kulaklıktan. Hepsi onayladı dediğimi. Dışarı çıktım. Abdullah koşuyordu. Bende başladım koşmaya ama terörist bu durur mu asla. Takıldı peşime iki tana kart zampara. Abdullah ara sıra arkasını dönüyor bakıyordu. Silahımı aldım cebimden. Ayağına sıktım. Yavaşladı haliyle. Kazandığım vakitle karşımdaki ağacın arkasına geçtim. Arkamı düşmana dönemezdim. İkiside savsak savsak koşuyordu. Tüfeğin dürbününü ayarladım ve sıktım birine. Düştü olduğu yere. Diğerine geçmiştimki benden önce davrandı. Sıktı omzuma. Sarsıldım biran. Faydalandı bu durumdan sıktı bacağıma.”ŞEREFSİZ.”diye bağırdım ama bende de ayarlar kopmuştu. Gözümü kararttım. Boşalttım bütün şarjörü. Yığıldı kaldı olduğu yere. Abdullah çoktan aradaki mesafeyi açmıştı. Yaralı bacağımı umursamadan koştum ona doğru. Durmaya niyeti yok gibiydi. “DUR LAN. YOKSA BEN SENİ DURDURMASINI BİLİRİM.”dedim ama zaten durmayacağını biliyordum.”Benden günah gitti.”dedim. diğer bacağınada sıktım kurşunu. Silahına abandı. Aradaki mesafe çok azdı. Bir çırpıda yanına koşmaya çalıştım. Silahı kafasına dayadı. “Sana teslim olmaktansa ölerim daha iyi.”dedi. tam sıkıcaktı kafasına ki ileri atıldım. Zaten ben engellemeden yandan biri koluna sıktı. Silahı elinden düşerken kollarından tutup sürükledim. Vuran Celal’di.” Durum ne?”dedim. “Temiz komutanım.”dedi. “Bence sansara bir sürpriz yapmalıyız.”dedim. ne dediğimi anlamış olmalıki telsizi aldı uzattı. “Abluka 1’den Abluka 2’ye.” “Abluka2 dinlemede.” “Albayım Abdullah elimizde.”dedim. “Siz?”dedi Han albay. Celal’e baktım. Onların durumunu bilmiyordum. Kafasını olumsuz olarak salladı. “Bir yaralı var albayım.”dedim. “Tamam, ekip gönderiyorum. Gelince timinle yanıma uğra.” “Emredersiniz komutanım.” Celal bana bakıyordu. Omuzumdaki ve bacağımdaki kurşun izlerine bakıyordu.”Önemli değil işine bak sen.”dedim ve telsizi açtım. “Timuçin.” “Emredin komutanım.” “Patlat oğlum evi. Sürpriz yapalım sansarcığımıza.”dedim. hay hay dercesine mırıldandı Timuçin. Celal, ben ve Abdullah tanklara ilerliyorduk. “Bu iş bu kadar kolay değil.”diye zırvalıyordu Abdullah. Güldüm bu dediğine. “Kolay kolay canım. Sen öyle san.”dedim. baran’ların yanına geldiğimizde hepsi binmişti tanklara. Bende elimdekiyle bindim. Timuçin elindeki bombayı kahkaha atarak attı eve. Koştu sonra tanka. O da binince çıktık yola. Bitmişti bir görev daha. Sırada sansar vardı. Geride yanan bir ev ileride yeni maceralar ilerliyorduk… Görevden döneli bir saat olmuştu. Yaralarımı baktırdım önce. Sonra time haber verdim albayın çağırdığını. Yaklaşık yarım saat sonra topluca albayın odasındaydık. Ne olduğunu hiçbirimiz bilmiyorduk. Albay eliyle rahat işareti verdi. “Tim olarak güzel işler başarıyorsunuz. Ama size taze kan lazım. Bu yüzden timinize yeni bir kişi katılıyor. Yan odaya geçin birazdan yanınıza gelir. Önce siz bir tanışın daha sonra ine gelirsiniz.”dedi albay. “Emredersiniz komutanım.”dedik ve yan odaya geçtik. Hepimiz yeni kişiyi merak ediyorduk. “Bence kadın gelicek.”dedi Celal. “Hiç belli olmaz kardeş. Komutanım siz ne istiyorsunuz?”dedi Baran. Güzel soruydu. Ben kadın isterdim. “Ka-“diyordumki içeri biri girdi. Hepimiz kapıya baktık. Gelen güzel mi güzel heybetli bir kadındı. Gurur doldurdu içimi. Biz kadınlarda vardık. Sadece erkeklere düşmezdi vatanı korumak. Gelen kişi bunu zaten yine destekliyordu. Celal’in sesi geliyordu.”Menekşe koktu lan içerisi.” Kadın yaklaştı bize doğru ve önümde durdu. Asker selamını verdi. “Cemre SÜZGÜ, komutanım. Size layık bir asker olmaya çalışacağım.”dedi. celal ise hala konuşuyordu.”Bence adı menekşe olmalıydı.” “Sana inanıyorum Cemre. Bu timde iki kural var:bir şehitlere asla ölü deme, iki ne olursa olsun, iki kolun, iki bacağın, kulakların, gözlerin, ağzın kopsa bile ihanet etme. Bunları yaparsan şu tipsizleri bile geçersin.”dedim. Timuçin güldü hafifçe. Celal ise konuşuyordu.”Güzel kadın.” “CELAL ÇIKIŞTA UĞRA YANIMA.”dedim. sustu sonunda. Herkes çıktı dışarı. Tim artık altı kişiydi. Yeni kişi taze kandı, taze kan daha fazla savunma idi, daha fazla savunma ise sözlerin tutulmasıydı…
merhaba canikolarrr :) nasılsınız bakayımmmm. BAŞLAMA TARİHİ ALALIM... evet arkadaşlarım, kitap severlerim, vatanseverlerim kitabımızın girişden sonraki ilk bölümü ile karşınızdayım. umarım beğenirsizinz. takip, oy ve yorum unutmayın öpüldünüz Unutmayın bir umut ışığı her zaman vardır. Yeter ki bulmak isteyin... |
0% |