@vesileninruyasi
|
iyi okumalarrr ve bol ağlamalar diliyorum
Omzumda işlemediğim günahlar Sözlerimde riya var Kederim de bir aşk Görüyor mu? Ben işlemediğim günahların suçunu çekiyordum. Şarkı da bunu çok iyi anlatıyordu. Ben ne yapmıştım ya? On ay ya on. On ayda hayatımda bulunan herkes tek tek gitti. Önce kardeşimi benden çaldılar. Sonra evimizi kundakladılar ve ben pusulasız, yönsüz, rehbersiz kaldım. Kaçırıldım annemi kaybettim. Aradan iki ay geçti. Her şey yola girdi derken askeriye bir şehit verdi. Sonra yine kaçırıldım ve kapanmayacak izler açıldı. Sonra görevde silah arkadaşım Mehmet gitti. Şimdi ise yaralarımın ilacı, kalbimin merhemi, ruhumun gıdası gitmişti. Yalnızdım ben. Hem şimid hem önceden. Tam iki ay olmuştu. Koskoca iki ay onsuz geçmişti. Delirmek üzereydim. Hatta delirdim desek daha mantıklı. İlk iki gün arkasından sövdüm saydım. Askeriyenin altını üstüne getirdim. Her gördüğüme sordum ve olumsuz cevap aldığımda sövmenin en alasını etmiştim. Üçüncü günün sonunda duvarlar üstüme üstüme gelmeye başladı. Nereye girsem gözlerim ilk onu aradı. Ama bulamadım. İlk haftadan sonra gördüğüm her kişiye Yavuz diye koşmaya başladım. Ciddi anlamda delirmiştim. Odasında bulduğum fotoğraflar iki aydır her gün ceketimin tam kalbimin üstündeki cepte duruyor. Her gecem o fotoğraflara bakıp ağlamak en sonunda söve saya uyuya kalmakla devam ediyordu. İleri geri sallanırken şarkı devam etti. Duyamadım, gidişin sessizdi Bilemem ki ben yarın Sessizce döner misin ? Sanmam ki Bende duyamamıştım gidişini. Aradan geçen iki dakikada anca fark edebilmiştim. Şarkının dediği gibi, bilemem ki yarın geleceğini. Ama şarkının dediği sanmıyordum geleceğini. Ama içimdeki o bir umut ışığını kaybetmekte istemiyordum. Gözlerimden yaşlar süzülürken hava iyice kararıyordu. Hakkari soğuktu. Neredeyse sonbaharın sonlarına geliyorduk. Ama üstüme asla kalın bir şey almamıştım. İçimin yanması dışarıdaki soğuğu unutturuyordu. Ben ne zaman bu kadar bağlanmıştım bu ayıya? Ezelden, taaaaaaa ruhlarınız yaratıldığında canım. İç sesin söylediğine gülmek istesemde ağlamam şiddetlendi. Gözlerimi yukarı kaldırdım. İleri geri deli gibi sallanırken ellrimi kaldırdım. Allah’tan ümit kesilmezdi. İçimde ne varsa döktüm rabbime. Hem anlattım, hem isstekte bulundum, hem ağladım. Beş dakika Allah’ıma dua ettim. Duam bittiğinde içim ferahlamıştı. Kapattığım şarkıyı açtığımda Teoman “Sevdim Seni Bir Kere” çalıyordu. Gözlerimi kapattım. Kafamı arkamdaki ağaca yaslarken Teoman şarkıya giriş yaptı. Sevdim seni bir kere, başkasını sevemem Deli diyorlar bana, desinler değişemem Desinler değişemem Desinler değişemem Ömrümde sadece bir kez sevmiştim. O da kısa sürmüştü. Şuansa onun cefasını çekiyorum. Ve ben başkasını sevemezdim. Bana başkasını sev demişti. Ama onun beni öptüğü gibi bir başkasının öpmesinden korkmuştu. İzlerini silmemi istememişti. Ve ben o günden sonra bitkisel hayata geçiş yapmıştım. Ergün fark etmese üç gün yemek yemediğim aklıma gelmemişti. Yavuz gittikten sonra ne yerdeki kırıkları topladım ne yatağımda uyudum. Odaya girince yaptığım tek şey yere uzanıp boş boş tavana bakmak, dolaba yaslanıp kafamı boş boş dolaba vurmaktı. Biliyorum kafayı oynattım. Ama deli bile deseler değişemezdim. Onun kırdığı şeyleri o toplayacaktı. Ben değil. Sadece göreve gidince gülüyor, sadece görevde asıl benliğime bürünüyordum. Çünkü o terör itleri yüzünden ben sevdiğimden ayrıydım. O itlerin birini vurduğumda kanım kaynıyordu. Göreve giderken ve dönerken kahkahalar atıyordum. Ve tim en çok bu anlarda gerçek anlamda mutlu olabiliyordu. Her bir iti vurduğumda bunu Yavuz malına olan sinirimle yaptığım için yaşayan azdı. Şu iki ayda görev dışında güldüğüm üç an vardı: Birincisi tim hep birlikte gece yarısına kadar oturup konuştuğumuz andı. Kavgaları komiklikleri güldürmüştü beni. İkincisi Timuçin, Kartal ve Hulki ile sabaha kadar albaydan izin alıp sokaklarda öylesine dolaşıp konuştuğumuz andı. Tabi en çok onlar konuşuyordu. Diğeri ise Adem, Baran ve Celal ile gün boyu yaptığımız dedikodular. Timim fazla dedikoducu ve konuşkandı. En çoksa Ergünle ağladım. Yaşı benden iki yaş küçük olmasına rağmen abim gibi en çok o benim derdimi dinlemişti. Hsilerini kullanarak beni motive etmeye çalışmıştı. Ama en rahat onun yanında rahat ağlamıştım. O da bana eşlik etmişti. Bu yüzden Ergün diğerlerinin aksine içimi dökmemi seçiyor ve yardım ediyordu. BURADAN ERKEKLER AĞLAMAZ DİYENLERE GÖNDERME YAPILIR DİKKATTTTTTTTT. ADAM AŞKI UĞRUNA AĞLADI İKİ AY ÖNCE BE! İç ses ile aklıma Yavuz’un göz yaşları gelince daha fazla ağladım. Telefonumu çıkardım. Şarkıyı kapattım. Bu kadar zırlamak yeterdi. Kim bilir ayı ne yapıyordu şuan. Salak işte. Yanan o oldu. Benim gibi bir şahsiyeti kaybetti diye üzülmel- Gördüğüm suretle içimde verdiğim ufak çaplı moral konuşması yarıda kesildi. O… buradaydı! Gelmişti sonunda! Hem de hiç değişmemişti. Aynıydı. Bana bakan o gözleri hiç değişmemişti. Bana bakarken dudaklarında oluşan gülümseme bile aynıydı. Ama kalbimdeki o boşluk çok büyüktü. Yanında gördüğüm Ergün ve Yavuz bana doğru gelirken hızla ayağa kalktım. Ruhuma ve bedenime can gelmişti resmen. Yüzümde kocaman bir gülümseme oluşurken şimşek çaktı gökyüzünde. İleri doğru bir adım attığımda bardaktan boşalırcasına bir yağmur başladı. Ama umrumda bile değildi. Çünkü o gelmişti. Sonunda gelmişti. Yağmur her yerimi kısa sürede ıslatırken “Yavuz…” diye bağırıp onlara doğru koştum. İki adım kala ikiside bir anda yok oldu. Ellerim sarılmak için yukarı kalkarken bir anda yok olan iki kişiyle yüzümdeki gülümseme dondu kaldı. Saçlarımdaki sular yere teker teker damlarken gözümden bir damla yaş aktı. Yine olmayan şeyleri görmüştüm. Yavuz gelmemişti. Sanırım bir daha asla gelmeyecekti. Dizlerimde derman kalmazken kendimi yere bıraktım. Dizlerimin üstüne düşerken yağmur göz yaşlarıma karıştı. Artık dayanamıyordum. Her gün onun hayalini görüpte salak gibi gerçek sanmaktan yorulmuştum. Uyuyupta uyanmamak istiyordum. Çünkü artık o kadar yorulmuştum ki hayatın bütün renkleri gitmişti. Yağmur iliklerime kadar işlerken askeriyenin kapısından aceleyle çıkan Kartal’ı gördüm. Gözleri etrafa bakıyordu. Gecenin bu saatine kadar ulaşamamıştı. Endişelenmesi normaldi ama benim için artık kimsenin endişelenmesini bile istemiyordum. Kartal’ın gözleri yerde oturmuş ıslanan beni görünce korkuyla karardı. Kartal hızla yanıma koştu. Bense kendimi iyice artık salmıştım. Çimenlerin üstüne uzanırken yağmur yerini kara bırakmıştı. Saçlarıma ve yüzüme düşern kar taneleri ile yüzümde bir tebessüm oldu. Ufuk’la en çok karda oynamayı severdik. “Kızım ne yapıyorsun burda bu soğukta!” diyen Kartal’a omuz silktim. “Aklım çıktı salak! Askeriyenin her yerine baktım ama bu soğukta dışarı çıkacağın aklıma gelmedi!” bu söyledikleriyle yüzüne bakarken yanıma oturdu. Üstündeki montunu çıkardı. Benim ise yerden kalkmaya niyetim yoktu. Kartal zorla oturur pozisyona getirdi beni. Boş boş karşıya bakarken “Benim için niye endişeleniyorsun?” dedim. Kartal montun sağ kolunu giydirecekken sorduğum soru ile durdu. O da sırılsıklam olmuştu. Gökyüzü bile bize ağlarken ben nasıl ağlamayayım… “Ne demek neden endişeleniyorsun! Sen benim kardeşimsin kızım! Kendine gel ve abinin sözünden çıkma!” dedi bilmiş bilmiş. Gözlerimi kıstım ve dudaklarıma bir tebessüm kondurdum. Sinsice bir tebessümdü bu. “Benden dört gün büyük olduğunu unuttun sanırım abicim!” dedim. Kartal neşeli çıkan sesimle bana döndü. Montun tamamını giydirdi önce. Fermuarı çenemin üstüne kadar çekti. Kartal’ın montu üç beden bana büyüktü resmen arkadaş. Ama sıcak tuttuğu aşikardı. Kartal kaşlarını yalandan çaktı. “Kendi ağzınla söyledin. Senden ha dört gün ha dört yıl büyüğüm ne fark eder. Abinim sonuçta. Haticeye değil neticeye bak sen bir kere!” dedi muzip bir sesle. Benimle uğraşmayı en çok o severdi. Sonra Kartal ve Timuçin. Bu çıkışına yalandan kahkaha atarken yağmur hız kesmeden devam ediyordu. “Neye gülüyon kızım ya! Büyüğüm diyorsam öyle! Kır dizini otur yanıma! Allah Allah ha!” dedi ama kollarını kendine sarmıştı. Üşüyordu gerizekalı. “Üşüyorsan montu vereyim abicim!” dedim abi kısmına vurgu yaparken. Çenesi titrerken konuştu. “Yoooo… ne üşümesi kızım. Sen kendine bak önce!” dedim. Vücudumu az geri yatırdım ve gözlerimle “bu mu üşümemiş halin, üşüsen heralde kutuplardaki buzullara döneceksin” bakışı attım. Gözlerini kendine çevirdi. “Ne olmuş yani az titrediysem! İnsanım ben de süper kahrman değil” yanıma geldi ve kolunu omzuma atıp beni kandine çekti. “Ama istersen senin süper kahramanın olurum küçük kardeşim!” dedi muzipçe. Kolunun altından gülerek fırladığımda ikimizinde saçları karla kaplıydı. “Yok, kalsın abicim. Benim bir tane vardı o da defolup gitti! Senide kaybetmeyeyim!” dedim sonlara doğru hüzünlü çıkan sesimle. Kartal sesime inat kafasını geri yatırıp gülmeye başladı. “Ben… ben kaybolmam… kızım!” dedi gülmesinin arasından. Gülse bile onunda içinin yandığını biliyordum. En sadık dostu yanında yoktu. Ve yine biliyordum ki beni bu kadar koruyup kollamasının iki nedeni vardı. Birincisi gerçekten beni kardeşi gibi görmesi, ikincisi dostunun emaneti olmamdı. Belki Yavuz kendi dile getirmemişti ama gittikten sonra Kartal’ı yanıma göndermesi bunu üstü kapalı anlatıyordu. Kartal’ın yanına gittim. Yere doğru eğilmişti. Yanına vardığımda koluna girdim. Önce yüzüme baktı. Sonra bana uydu ve askeriyeye ilerlemeye başladık. Askeriyeye birkeç metre kala kalbime bir ağrı saplandı. Elimi kalbime götürdüğümde yerimde durdum. Kartal bana baktı ve önüme geçti. Saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdı ve yüzümü avuçlarının içine aldı. “Göksu’m! İyi misin kızım!” dedi şefkatle. Gözlerimi onunkilere çıkardığımda yüzümün her zerresine baktı önce. Sonra elimi götürdüğüm kalbime baktı. Bir elinin içine elimi alıp avuç içimi öptü. “Geçecek, her şey elbet bir gün geçer. Bu da elbet geçer!” dediğinde gözümden süzülen yaşla kalbimdeki ağrı arttı. Kalbimin derinindeki bazı duygular ve hisler arkamı dönmemi istiyor gibiydi. Kartal arkamda olacak şekilde ona arkamı döndüm. Gözlerim ileriye bakıyordu. Bilmiyordum ama gözlerim birini arıyordu. İki adım attım. Gözlerim karanlığa bakarken kalp ağrım yavaşça azladı ve sonra bitti. Yeniden Kartal’a döndüğümde kollarını açtı bana. İki adımlık mesafeyi koşarak kapattım ve kendimi abimin güvenli kollarına bıraktım. “Özledim…” dedim sadece. “Bende…” dedi o da.
Suna yatakhanede Cemre ile oturuyordu. Hava buz gibiydi. Kar başlamıştı az önce. Tim yarım saat sonra yemekhanede toplanacaktı. Bu soğuk hava da konuşarak ısınmayı düşünüyorlardı. Cemre her zaman ki gibi kitap okuyordu. Yok arkadaş bu kız bu okuma aşkını nereden alıyordu. Belliki bir yerden alıyordu. Suna ise telefondan silahlara bakıyordu. İki yan odasında gerçeği varken telefondakilere bakıyordu. Ekran fotoğrafı bile silahtı. Bu da onun tutkusuydu. Cemre okuduğu kitabı kapattı. Bazen gerçek anlamda beyni yanıyordu. Arada kafasının üstüne elini koyup acaba gerçekten yanan bir şey var mı diye kontrol ediyordu. Yanında silahlarla kafayı bozan arkadaşına baktı. Altlı üstlü yatıyorlardı. Şuan ise alt kattaki Cemre’nin yatağındaydılar. Suna ona bakan gözleri hissettiğinde telefonu kapattı ve arkadaşına döndü. “Cemroş. Nasıl ki bıraktın kitabı? Ben biraz sonra kitaba dönüşeceksin sanmıştım!” dedi. Cemre gözlerini devirdi. O da aynısını onun için düşünüyordu. Ama işte ne yaparsın? “Derken! Ben de senin az sonra çatışmaya silah olarak göreve gideceğini düşünmüştüm!” dedi Cemre. Suna ona şaşkınlıkla bakarken aralarında bir aşık atışması olurmuş gibi geliyordu. “Bir kere ben senin kadar fanatik değilim! En azından gerçek hayatla bir bağım var o arada, senin. Aga sen kitaba bir başlıyon anca Celal çıkarıyor senin o alemden. İki deli anca tedavi olursunuz!” dedi Suna ama sözlerinin hiçbiri arkadaşını üzmek için söylenmemişti. Cemre bunu biliyordu ama durmadı. “Bak bak laflara bak! Kızım en azından benim kinin bana bir faydası var! Silah ne yapacak sana! Hem deli derken. Biz, kitap okuduk adımız deli oldu. Sen önce o mal Timuçin’e bak. Adamın yaptığı tek şey çene birde silah fotoğrafı çekmek! Sanki aynı anadan doğdunuz kardeş!Hey yavrum hey!” dedi o da. Timuçin komutanı da silahlara takıntılıydı, ama Suna kadar değildi. Suna yalandan kaşlarını çattı. “Ne demek silah ne faydaya yarayacak? Oğlum silah olmasa o terör itlerinin nasıl canını yerlere serecen he! Bir de bize diyene bak, asıl sen Celal ile aynı anadan doğmuşsun sanki. Şimdi sus ve otur!” dedi ve arkasına yaslandı. “Dayakla sererim canım. Her şey silah mı?” dedi ve kavga uzadıkça uzadı. Yirmi dakika atıştılar. Ama sonunda ortak yolu bulmuşlardı ve gülerek yatakhaneden çıkmışlardı.
Askeriyenin bahçe tellerinin arkasında biri vardı. Görünmez değildi. Ama güvenlikteki askerler o adama bir şey demiyordu. Daha doğrusu diyemiyordu. Çünkü o Yavuz DEMİRHAN’dı. Askerlerde bu yüzden hiçbir şey demiyor yapmıyordu. İki aydır her gün aynı yerindeydi. Sabahtan akşama kadar askeriyenin içini gözlüyordu. Gözleri ela gözleri arıyor, buldumu kendine söve söve izliyordu. Bunu ise bir tek o, albay ve Allah biliyordu. Tabi izlediği gerçeği rabbi ile onun arasındaydı. Ama gece gündüz orada olduğunu albay biliyordu. Ela harelerin onu unutmasını beklerken onun uğrunda şizofreniye bağlayan bir çift göz görmüştü. Normalde bugün geri gelecekti, ama unutulmadığını bilmek onu çaresiz kılıyordu.kim sevdiğinin onu unutmasını isterdi ki? Yavuz DEMİRHAN… Yavuz hemen duvarın dibine gelen karamel kokulusu ile kalbine sahip çıkmak için uğraştı. Çünkü karamel artık zaafıydı. Kaldığı otel odası bile karamel kokuyordu. Bunu o istemişti. Telefonunun ekran profilinde ise kocaman bir gülümseme ile ona bakan güzeli vardı. Her gece o gülümseme ile uyuyor, öyle uyanıyordu. Ne ara bu kadar psikopatlığa bağladığından haberi yoktu, ama bu onu hem üzüyor hem mutlu ediyordu. Mutluydu çünkü sevdiği uğruna psikopattı. Üzgündü çünkü sevdiği her gün kötüleşiyordu. Yavuz telefonunu çıkarıp kulağına kulaklığı takan kadını izledi sessizce. O onu görebiliyordu ama Göksu onu göremezdi. Göksu telefondan bir şarkı açtı. Şarkıyı dinlerken ağlama sesleri Yavuz’a kadar geliyordu. İleri geri sallanan kadına baktı. Onun da gözünden bir damla yaş akarken içinden “keşke başka bir şekilde karşılaşsaydık” dedi. Gittikten sonraki bir hafta kafasını duvarlara vurmuştu. Yaptığının büyük bir aptallık olduğunu gittikten sonra fark etmişti. Geri dönmek istedi ama bir kere çıkılmıştı yola. Ve sevdiğine yalan söylemişti. Oysaki sevdiği ölsekte anılara tutunuruz demişti, ve aklına gelmeyen o ihtimali bile söylemişti. Belki ikisi de şehit olmayacaktı. Ama işte, aşk insanı kör ve sağır ediyordu. Yavuz yerde oturup dakikalarca kulağındaki kulaklık ile şarkı dinleyen kadına baktı. Dakikalardır ağlıyordu. Günlerdir izlediği için hangi saatte gelip ne yapacağını ezberlemişti bile. Şuan şarkı dinleme saatiydi. Dakikaların sonunda göz yaşlarını sildi. Yavuz artık ağlamıyor diye şükürler ederken gözleri şaşkınlıkla kalakalmış bir şekilde karşıya bakan kıza takıldı. Yavuz gözlerinin nereye baktığını anlamak için karşıya baktığında etrafta kimse veya hiçbir şey yoktu. Aniden ayağa kalkan kadına baktı. Aklına binbir türlü ihtimal gelmişti ama asıl gelmesi gerekeni unutmuştu. Gökyüzünde bir şimşek çaktı o an. Göksu “Yavuz…” diye bağırıp ileriye koşmaya başladı. Biraz koştuktan sonra aniden durdu. Yavuz kaşlarını çatmıştı ve o an yağmur hızla yağmaya başladı. Göksu omuzları şiddetle sarsılıp ağlarken yere yığıldı. Yavuz gitmek için hamle yapmaya karar verdi o an. Sevdiği onun hayalini görüyordu… Yavuz yere uzanan kadına bakarken gözleri askeriyeye döndü. Kartal’ın endişeyle etrafa bakıp Göksu’yu görüp koştuğunu görmesi içini rahatlattı. Kartal’a emanet etmişti ama bunu o bile bilmiyordu. Kartal sevdiğinin yanına geldi. Üstündeki montu çıkarıp ona giydirdi. Sonra aralarında bir konuşma geçti. Yavuz sevdiğinin gülme sesini duydukça burukça güldü. Ona da böyle gülmesini ne çok isterdi… İkili askeriyeye yürüdü. Tam kapının önündeyken Göksu’nun yerinde durup elini göğsüne götürdüğünü gördü. Kaşlarını çatarken Kartal onun önüne geçti. Bir şeyler yaptıktan sonra Göksu’nun tekrar yüzünü Yavuz’a dönmesi Yavuz’un iyice kaşlarını çatmasına sebep olurken kalbine bir ağrı girdi. Eli kalbine giderken sevdiğinin gözleriyle gözleri kesişti. Birbirlerinin gözlerine baktılar uzunca ama bunu sadece Yavuz biliyordu. Göksu Yavuz’a iki adım attığında Yavuz için bu son damlaydı. Sevdiği onu hissediyordu. Artık beklemenin çaresi yoktu. Ne o üzülmeliydi ne de Yavuz’un. Yavuz hızla arkasını döndü ve biraz geriledi. En azından içeri girmelerini bekleyecekti. Yavuz DEMİRHAN bu gece sevdiğine kavuşacaktı…
selamün aleyküm bebeklerimmm :) öncelikle bizde öyle uzun süreli ayrılık tabi ki olmaz. yani iki ay çokta bölüm olarak uzunluktan bahsediyorum. öyle dört bölüm yazsam ohooooo ben depresyona girerim. zaten yazarken yavuza sövdüm. sonra dedim ben yazıyorum bunu falan, neyse size bekın iki günde bir bölüm atıyom yani benden kurtuluş yokkkk neyse fazla uzatmadan sizi seviyorum oy atmayı, yorum, takip vs. unutmayın aşklar..
Unutmayın bir umut ışığı her zaman vardır. Yeter ki onu bulmak isteyin... |
0% |