@vesileninruyasi
|
SELAMÜN ALEYKÜM CANLARRRRRR İYİ OKUMALARRR
Burnuma gelen kar çiçeği kokusu ile gülümsedim. Burnumda onun kokusu, boynumda yüzü ve üstümde vücudunun yarısı vardı. Gece onunla uyumak çok güzel bir histi. Tekrar olsa tekrar uyurdum. Ama burnu az sürtsün diye bir süre ne öpmek var ne uyumak. Yerine acı, ızdırap, kan ve göz yaşı gelecekti. Hahahahhaha kötülük. Anlasın neler çektiğimi. Öküz ya. Önce git sonra geldiğin gibi öp koklaş uyu. Bu bir ihtiyaçtı. Sonrası ise ona tam bir kabus olacaktı. Şöyle en yakışıklısından bir arkadaş bulayım önce. İşe oradan başlayacağım. Sonra çektiririz. Gözlerimi araladığımda Yavuz’un masum masum uyuduğunu gördüm. Yüzündeki huzur beş yüz metre öteden fark edilirdi. Onu uyandırmadan yataktan kalktım. Dolaba ilerleyip asker üniformamı aldım. Hızlıca üstümdekileri çıkardıktan sonra üniformamı giydim. Masamın çekmecesinden tarağımı alıp saçımı taradım ve sıkı bir topuz yaptım. Ayndan kendime bakarken Yavuz’un sesini duydum. Sesi mutlu ve eğlenceli çıkmıştı. Üstünde bir şey olmayınca daha da güzel oluyorsun!” dediğinde gözlerimi büyüttüm. Bu mal ben giyinirken beni mi izlemişti? Sanırım evet, ama bu ÇOK İYİ BİR ŞEY! Ona şok olmuş bir şekilde döndüğümde arsız arsız gülüyor ve bana bakıyordu. Yatakta doğrulduğunda yanına ilerleyip yastığı aldım. Tüm hiddetimle yastığı kafasına fırlatırken gülerek kendini korumaya çalıştı. Masanın üstündeki kalem, defter artık ne varsa alıp atarken bağırdı. “Ne var kızım! Sevgilim değil misin? Bakamam mı?” dediğinde yere düşen yastığı tekrar ona fırlattım. “Hayır efendim bakamazsın! Benden izin almadan ne hadle bakarsın lan sen!” dediğimde yataktan kalktı ve gülerek karşıma geldi. Ellerimi tuttu. Burnumun ucuna öpücük kondururken “Bırak ya!” deyip ondan uzaklaştım. O ise gülüp üstündeki kazağını çıkardı. Karşımda eşofmanı ile dururken boğuşmadan kaynaklı dağılan saçlarımla yutkundum. Kasları fazlasıyla ilgimi çekiyordu. Akşam yakından incelemeye ne dersin? Hayır derim. Önce az burnu sürtsün sonra bakarız. Yavuz bana arsız gözlerle bakarken ben ise boş bakmaya çalışıyordum. Artık ne kadar etkili olduysa. Yavuz yerde duran ve odaya ne ara geldiğinden haberim dahi olmadığı çantadan asker üniformasını çıkardı. Üstünü giyerken eli eşofmanına gitti. Önce bir bana baktı sonra eşofmanın ipini hızlıca açtı. Hızlıca yalnız. Tekrar bana baktığında sadece yüzüne bakıyordum. Yavuz ise çevik bir hareketle eşofmanını çıkardı. Gözlerim kocaman açılırken hemen arkamı döndüm. Yarım dakika sonra Yavuz arkadan bana sarılacakken hızla kaçtım ondan. Bundan sonra böyle. Kaşları çatılıp bana bakarken ben ise sinsi sinsi güldüm. Bana doğru bir adım attığı sırada kapı ardına kadarr açıldı. Kim geldi sizce? Namı değer çukur adam… Kartal gülerek bir giriş yapmıştı. “Günaydın, good morning, guten morgen çifte kumrular!” dediğinde kendimi gülmemek için zor tuttum. Adam üç dilde günaydın dedi. Yalnız bunu bizde yapardık bence. Yavuz’a baktığımda o da gülmemek için zor duruyordu. “Günaydın kardeşim!” dedi Yavuz. Bende en manidar gülüşümle “Günaydın geri zekalı!” dediğim sırada Kartal güldü içeri ise Timuçin girdi. “Günaydın komutanlarım!” dedi ve yanıma geldi. Yavuz ters ters Timuçin’ime bakarken sıkıca sarıldım Timuçin’e ve “Günaydınn!” dedim. Yavuz ters ters bize bakarken Kartal muzipçe bana bakıyordu. “Merak etme salak! Komutanın geldi diye pabucun dama atıldı sanma!” dedim ve sağ kolumu ona doğru açtım. Küçük çocuk gibi gelip sarıldı bana. Bu iki ayı benim hem abim hem kardeşim gibiydiler. Yavuz bana sinirle bakarken ona göz devirdim. “Ayyy yeter da! Bu kadar sarılma yeter. Daha dün sarıldınız olum bende insanım!” dediğimde iki ayı gülerek ayrıldılar benden. Yavuz yanıma gelip kolunu omzuma atacağı sırada Timuçin’in yanına geçtim. Şaşkınlıkla bana bakarken omuz silktim ona. Timuçin ise bu hareketime gülüp kolunu omzuma atmıştı. Gülerek odadan çıkarken ikisinin konuşmalarını duydum. “Yavuz, oğlum sen boku yedin! İki ay burnundan geleceğe benziyor!” diyen Kartal’la gülümsedim. Çözmüştü hele şükür. “Öyle gözüküyor KÖSE. Başa gelen çekilir, Allah’tan güzel bir belaya rasladım” diyen Yavuz’un sesi mutlu çıkmıştı. İçim sıcacık olurken koridorda ilerlemeye devam ettik Timuçin ile. Kolunu çoktan çekmişti. Yemekhaneye geldiğimizde tim her zaman ki yerindeydi. Yanlarına gittiğimizde Cemre ve Celal’in kaçamak bakışlarını yakaladım ilk. Sonra ise ergün ve Turgut’un görev hakkında konuşmalarını. “Göreve mi çıkıyoruz?” dedim Ergün’ün yanına otururken. Kafasını “evet” anlamında sallarken ağzına bir zeytin attı. “Evet komtanım! Öğlen çıkacakmışız valla albayım öyle söyledi!” dedi ağzındakileri çiğnerken. “Acaba nereye gideceğiz?” dedim bu sefer. “Sınıra gidicekmişiz komutanım.” Hulki’nin cevapladığı soruya kafamı salladığım an benimki ve çukur adamım yemekhaneye giriş yaptı. Anında gözlerimiz kesişirken bana gülümsedi. İçimi sıcacık yaparken bende ona gülümsedim. Yanımıza geldiklerinde tam karşıma oturdular. “Komutanım siz hangi takımlısınız?” dedi Turgut. Yavuz soru ile kafasını Turgut’a çevirdi. “Fenerbahçe!” dediğinde yüzümü ekşittim. O ne be! Galatasaray’ım varken Fener neymiş! Evet hangi takımı tuttuğumuzu açık etme vakti gelmişti. “Iyyy! Sen Fenerli misin? Gül gibi Galatasaray varken Fener ne be!” dedim Yavuz’a. Bakışları az önceki gibi aşık bakmıyordu. Takım mevzusu gelince hemen bir ciddiyet. Turgut’ta başını sallayıp bana katıldığını belli ederken Fenerliler bize bakıyordu. “Fenerli olmak bir sanattır bir kere. Göreyim ben sizi yıllarca şampiyon olamadıktan sonra nasıl takım tuttuğunuzu” elini “hey yavrum hey” der gibi salladı. “Takım tutmak, sadece yendiğinde değil yenildiğinde de takımının yanında olmaktır!” dediğinde kaşlarımı çattım. Ne diyor lan bu! “Sen bana” işaret parmağımı kendime çevirip kaşlarımı yukarı kaldırdım. “takımımı yenildiğinde tutmadığımı mı iddaa ediyorsun!” dediğimde tek kaşını yukarı kaldırıp genişçe arkasına yaslandı. “Ben senden bahsetmedim ki, ortaya söyledim sen de ütüne alındın. Demek ki dediğim şey doğruymuş!” dedi alaycı bir sesle. “YAVUZ VURDU VE TOP AĞLARDAAAAA! EVET HULKİ ABİ, BU GOL HAKKINDA NE DÜŞÜNÜYORSUN?” dedi ve elini mikrofon yapıp Hulki’ye uzattı. Hulki’de hemen cevapladı onu. “Tam doksana bir goldü. Can evinden vurdu yani. Diyecek söz edecek laf bulamıyorum Kartal hocam.” Kaşlarımı çatıp onlara bakarken bıtık altından gülüyorlardı. “Sizi şerefsizler” dedim ve Yavuz’a döndüm. “hem sen öyle diyorsunda, benim çoğu tanıdığım Feneri bırakıp Galatasaray’a döndü. Hani siz bırakmazdınız?” dedim ama çok ümitli değildim hocam. “VE KARŞI TARAFTAN BİR GOL POZİSYONUUU!” dedi Hulki ama Kartal araya girdi. “OFSAYT BAYRAĞI HAVADA!” dediğinde umudumu korudum. “Bir iki çürük elma yüzünden herkesi aynı değerlendiremeyiz değil mi?” dediğinde Kartal ayağa kalktı. “VE KARŞI TARAFA SARI KART!” dediğinde bu sefer Hulki konuştu. “BAKALIM NASIL BİR ŞEY GELECEK!” dediklerinde sinsice güldüm. “Sepette bir çürük elma bile olsa, çürüğün yanında sağlam, sağlam kalamaz!” dediğimde Turgut ve Ergün ayağa kalktı. “GOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOLLLLL. KARŞI TARAFTAN TAM ZAMANLI BİR GOL” dediklerinde yanımıza bir asker yanaştı. Asker selamını verdikten sonra: “Komutanım, albayım sizi çağırıyor!” dediğinde Yavuzla ayağa kalktık. Time döndüm. “1-1 berabere. Maç uzatmalara gidecek gençler!” dedim ve ilerlemeye başladım. Albayın odasına gelene kadar Yavuz yandan yandan bana bakmıştı ama asla pas vermedim. Kapıyı tıklatıp içeri girdik. “Oturun çocuklar” albayın sesi ile karşı karşıya oturduk. Albay konuşmaya devam etti. “Ebul Ram, hatırladınız değil mi?” diyen albayın sesi ile kalbide bir sızı oldu. Nasıl unuturdum ki. Annemi benden alanı nasıl unuturdum. Ama Allah razı olsun, sayesinde karşımdaki ayıyla tanışmıştım. İyi ki tanışmışım. Yavuzla kafamızı evet anlamında salladık. “Bu adam sınırda bir örgüt evinde kalıyor. Siz de timiniz ile beraber o eve baskın düzenleyecksiniz. Görev Ebul Ram’ı sağ getirmek. Ülkemizin güneyindeki bütün terör olaylarını bu adam planlıyor. İçerideki adamlar size kalmış. İster işerini bitirin, ister sağ getirin. Kilidi çözecek olan Ebul. Bu yüzden onu sağ getirmniz yeterli. Bir saate çıkıyorsunuz. Yavuz komuta sende. Gidin ve sağ gelin!” diyen albayla ayğa kalktık. “EMREDERSİNİZ KOMUTANIM!” dedikten sonra odadan çıktık. Yavuz’un önüne geçtim ve yüzümü ona döndüm. Geri geri yürümeye başlamıştım. “Sonunda güzel bir görev!” dediğimde kafasını salladı. “Bence de. Tabi sen soğukluk yapmaya devam edersen görevin içine edilecek ha!” dediğinde omuz silktim. “İki ayı ne çabuk unuttun DEMİRHAN. Daha çok işimiz var seninle!” dediğimde yüzünü buruşturdu. “Şu iki ayı unutsak olmaz mı be güzelim!” Sakin ol ve kendine hakim ol kızım. Yine omuz silktim. İç sesime kolay ayak uydurmuştum. “Olmaz. İzleri hala üstümde olan koskoca İKİ ayı nasıl unutayım?” dediğimde omuzları düştü. “Ne olur ya! Unut şu iki ayı. Daha güzel iki ay olur bence!” dediğinde güldüm. “Sence ben de unut-“ omzuma çarpan biriyle geri düşecekken Yavuz atik bir hareketle belimden yakalamıştı. İkimizde birbirimize bakarken Yavuz gözleri ile bana çarpan kişiye baktı. Gözlerim baktığı yere gidince bu kişinin bir erkek olduğunu gördüm. Tekrar Yavuz’a döndüğümde sinirle giden adama bakıyordu. Önce beni doğrulttu. Sonra saçlarımı düzeltti. Yanımdan hızla geçti. Evet başlıyoruz…
Yaklaşık kırk beş dakika sonra tim helikopter alanında toplanmıştı. Yavuz Göksu’ya çarpan adamı bir güzel pataklamıştı. Adam ise neye uğradığına şaşırmıştı. Annesi hastaymış ve kafası dağınık olduğundan fark etmemiş. Ama gel de bunu Yavuz’a anlat. “Kız Suna. Silaha dönüşecen mi bugün? Eğer öyleyse söyle yedek silah almayalım!” diyen Timuçin’e yandan bir bakış attı Suna. Sinir sistemi yine alarm vermeye başlamıştı. Bu adam onun sinirleriyle oynuyordu. “Hahaha çok komikti.” Timuçin’de bu yalandan gülmeye eşlik etti. “Evet, gayette komikti.” Suna göz devirip konuştu. “Alma sen yanına silah. O itler geldiğinde beni göster silah niyetine! Oğlum sen mal mısın?” dedi. Yandan Cemre ufak bir dokunuş yapıp silahını kontrol etmeye devam etti. “Sorman ayıp be!” Timuçin bu cümleye yalandan gülerken Suna’ya döndü. “Tamam, seni gösteririm sen beni korursun o zaman!” dediğinde Suna kafasını “mal bu” dercesine salladı. “Aynen. Öyle bir şey yaşansın, ilk seni vereceğim onların eline. Merak etme bi bok olmaz sana bu çeneyle!” dediğinde Timuçin “kırıldım” bakışı attı. “Ne yani, sen benim fazla konuşmamdan rahatsız mısın? Bak şuan kalbim kırıldı Suna. Hemen özür dile ve melek kalbimi onar!” dedi. Rahatsız olmuyordu. Aksine kötü düşüncelerden sıyırıyordu onu. Ama gıcıklık değil mi? “Evet rahatsız oluyorum. Git Kartal düzeltsin kalbini. Melek kalpmiş!” dediğinde Timuçin olmaz anlamında başını sallayıp Suna’nın yanına gelip iki adımlık mesafe bıraktı aralarında. “Ben senin onarmanı istiyorum. Onu ne yapacağız!” Suna’nın içinde bir şeyler akıp gitti o an. Birinin ondan bu kadar istekli bir şekilde bir şey istemesi pek yaşanmazdı. Ve bunun Timuçin’den gelmesi ayrı bir şaşkınlıktı. Suna yeşil gözlere dalıp gitmişken Timuçin ise böyle bir cümleyi kendinden beklemiyormuş gibi şaşkındı. Ama olmuştu bir kere dedi ve iki adım geri açıldı. Suna anında kendine geldi ve eliyle Kartal’ı gösterdi. “Bak o sana daha iyi merhem olur. Ben daha kendi yaralarımı saramadım. Bendeki merhem kendime yetmezken sana nasıl yetsin?” dediğinde Timuçin derin bir sessizliğe gömüldü. Suna’da o sessizliğe eşlik ediyordu. On beş dakika sonra helikopter alana iniş yapmıştı. Tim hızlıca helikoptere bindi. Hepsi yerine oturmuşken Yavuz ve Göksu yan yanaydı. Yavuz kimsenin göremeyeceği şekilde sevdiğinin elini tuttu. Göksu elini çekip sinsice gülümseyince bu sefer daha sıkı tuttu. Ve şunu fark etmişti. Göksu’nun baş parmağı okşandığında rahatlıyordu. Yavuz’da öyle yaptı. Göksu’nun baş parmaığını okşadı. Göksu bu sefer karşı gelmdi. Yol yarım saat sürmüştü. Yarım saatin sonunda alana iniş yaptıklarında eve uzak bir yerdeki dağlık bölgede durdular. Yavuz time döndü. “Hulki, Turgut, Adem, Baran siz avin arka tarafındasınız. Kartal sen kenidni biliyorsun zaten” Kartal başını salladı. “Cemre, Suna ve Göksu. Siz evin sağ yanına gidiyorsunuz. Timuçin, Celal ve Ergün. Siz sol tarafa gidiyorsunuz” elindeki dürbün ile eve baktı. Camlardan içerisi görünüyordu. “Aradığımız adamın oturduğu odanın camının önünde üç adam var. Zaten beş metre ötesi kapı. Oradada bir adam var. Önce evin çevresindekiler indirilecek. Arkada ise iki adam olduğunu düşünüyorum. Sonra siz erkekler bu adamların yerine geçeceksiniz. Kızlar siz ise evin yanlarındaki yerde saklanacaksınız. Herhangi bir aksilikte bize haber vereceksiniz. İşaretimle, sessiz ve derinden!” bekledi iki dakika. “TİM. SİZE GÜVENİYORUM. ATIŞ SERBEST!” dedi ve herkes yerlerine geçti. Kartal tepelik bir yere gitti ve kendini kamufle etti. Silahını ileri doğrulttu çalıların arasından. Silahının üstünü öptü. “Haydi balkız. Görelim tekrardan hünerlerini!” dedi ve emri beklemeye başladı. Turgut ve Hulki önde Adem ve Baran iki adım arkadan ilerlerken. Arka tarafa yaklaşınca durdular. Arka tarafta bir kadın iki erkek konuşuyorlardı. Namlularını onlara doğru sabitlediler ve Hulki “Komutanım, biz hazırız!” dedi. Göksu önde Suna ve Cemre arkasından ilerlerken göksu hafifçe güldü. “Neye güldünüz komutanım.” Cemre hem etrafı kontrol ediyor hem konuşuyordu. “Annemi öldüren iti almaya gittiğime gülüyorum!” dedi ve onlarda yerlerini aldı. “Biz hazırız.” Yavuz duyduğu ses ile gülümsedi. O sese kurban olurdu. Timuçinler ise çoktan yerlerini almıştı. Timuçin etrafa bakarken Ergün ve Celal oyun oynamaya başlamışlardı bile. Asker olmak buydu işte. Görevde bile olsan hayatı tiye alıyon. “ATEŞ!” dedi Yavuz. Ve sessizce bütün evin etrafı temizlenmişti. “Komutanım, arka tarafta bir kadın vardı. Bizimkilerden birinin bizimle onların yerine geçmesi lazım!” diyen Baran’ın sesi ile bir küfür savurdu Yavuz. Kızları bu tehlikeye atmak istemiyordu. “Baran, ben geliyorum. Bekleyin beni!” diyen Göksu’nun sesi ile Yavuz çıldırdı. “GÖKSU! KENDİNE GEL! SENİ BU TEHLİKEYE NASIL ATMAMI BEKLERSİN!” dedi hızlıca. Eğer başaramazsa bu inatçı kadının neler yapacağına aklı yetmiyordu. “Senden izin istemedim Yavuz. Söz konusu vatansa ha ben ha sen, ne fark eder!” diyen ses ile yerinde tepinmeye başladı. Onu bu tehlikeye atmak istemiyordu. “Komuta bende inatçı keçi! Hemen yerine geç yoksa emire uymamaktan ceza yersin!” dediğinde Göksu bunu duymadı bile. Çalılıklardan geçerken cevapladı müptelası olduğu adamı. “Söz konusu vatanımsa senden emir beklemem komutan. Ne ceza verirsen ver umrumda bile değil. Ve buradaki herkes böyle bir şey yapamayacağını çok iyi bildiği için çeneni yormasan iyi edersin!” dediğinde Yavuz tek kaşını yukarı kaldırıp dürbünle Göksu’yu izlemeye başladı. “Sen bilirsin Göksu. Ama dönünce olacaklardan ben sorumlu değilim!” dediğinde dudakları iki yana kıvrıldı Göksu’nun. “Ne yapacağını çok merak ettim doğrusu!” dedi. Bu konuşmaları herkes duyuyordu. Ve hepsi cezanın gerçekleşmeyeceğine çok emindi. Kartal gibileri bıyık altından gülüyordu. Yavuz sadece Göksu’nun duyacağı şekilde ayarldaı mikrofonu. “Seni öperken göreceğiz ceza veriliyor mu verilmiyor mu?” dediğinde Göksu’yu ürperme aldı ama baş koyduğu yoldan dönmedi. Hızla Baran’ın yanına geldi. Baran, o ve Turgut hemen kılık değiştirdi. Diğer yerlere çoktan geçilmişti bile. Üçü evin arkasına geçtiklerinde kapı açıldı aniden. “Eyşan, Ebul seni çağırıyor.” Göksu önce derin bir nefes aldı. Daha sonra içeri doğru girdi. Yavuz ise yerinde kriz geçiriyordu. Göksu içeri girdiğinde içerisi leş gibiydi. Etrafta kahkahalar ve iğrenç kokular vardı. Tam orta yere geldiklerinde, yani Ebul’un oturduğu yere. Göksu cama baktı. Timuçin’ingözlerini görünce içine su serpildi. Az önceki kadın arkasındaydı. Göksu gördüğü suretle yutkundu. Annesinin katili hemen karşısındaydı. “Eyşan, hele otur şura.” Ebul’un dediğine karşılık Göksu içinden küfür ederken gidip ibnenin yanına oturdu. Ebul elini onun omzuna attı. Omzundaki eli saçlarına geçerken kulağına eğildi. “Ahşam güzel olacak eyşan!” göksu’nun tüyleri diken diken oldu. Bu salaklığa bir süre daha dayanmalıydı. Yavuz o elin sevdiğinin omzuna ve saçına dokunması ile yandaki kayaya tekme savururken kulaklığa “TİMUÇİN! GÖKSU’YA BİR ŞEY OLURSA YAKARIM!” dedi. Gözleri dürbün aracılığıyla sevdiğindeydi. Adamın sevdiğine söylediği şey sonunda buradan sevdiğinin korktuğunu anlamıştı. Dişlerini sıkarken içinden intikam yemini etti. “Hale, içeride kağ kişu var deins” diyen Ebul ile Hale denen kız onun yanına geldi. Ebul’un ise gözleri Göksu’nun üstünde şüphe ile geziniyordu. “On kişi abi.” Hale söylyeceğini söyledikten sonra giderken Ebul Ram elini Göksu’nun saçlarına geçirdiği esnada Yavuz “İÇERİ DALIN!” emrini verdi. Tim içeri girerken Yavuz olduğu yerden çıktı. O eli kırmadan rahat edemezdi. “DEMEK ARAMIZA AJAN GİRDİN! BUNUN NE DEMEK OLDUĞUNU GÖRECEKSİN ASKER!” dedi ve Göksu’nun yüzündeki maskeyi çekip çıkarttı. Yüzüne en sertinden bir tokat atacğı sırada Göksu kurtardı kendini. “HATIRLADIN MI BENİ? AYLAR ÖNCE KAÇIRIP ANNESİNİ GÖZÜ ÖNÜNDE ŞEHİT ETTİĞİN ASKER BENİM!” dedi Göksu. Ebul’un yüz ifadesi değişirken iki adam Göksu’ya silah çekmişti. Tim ise diğerlerini etkisiz hale getirmeye çalışıyordu. Adamlar Ebul’un yanındydı. Göksu Ebul ve iki adamın arkasında gördüğü bir çift göz ile endişesini kenara attı. Yavuz camı eşsizce açtı. Bu sırada tim çoğu adamı etkisiz hale getirmişti. Yavuz elindeki silah ile önce iki adamı etkisiz hale getirdi ve hemen ardından Ebul’un boynundan tutp kendine çekti. Göksu rahat bir nefes alırken Ebul çırpınıyordu. Kartal açık camdan içeri girdiğinde Yavuz adamı arkadaşına teslim etti. Hemen Göksu’nun yanına geldi. Göksu o an intikam falan düşünmedi ve sarıldı sevdiği adama. Yavuz saçlarını okşarken ayrıldılar. Yavuz kaşlarını çattı. Arkasını dönüp Ebul’e yürüdü. “BENİM OLANA ELİNİ SÜRDÜĞÜN İÇİN BUNU HAK ETTİN!” dedi ve o saçlara dokunan parmakları acımdan kırdı. Döndü sevdiğine. “Senin için gerekirse dünyayı yakarım yavrum!” dedi. Göksu’nun içi giderken vurucu hamleyi yaptı. “Cezayı iple çektim nedense!”
YORUM, OY VE TAKİBİ UNUTMAYIN YAVRULARIM Unutmayın bir umut ışığı her zaman vardır. Yeter ki onu bulmak isteyin... |
0% |