Yeni Üyelik
20.
Bölüm

17. BÖLÜM

@vesileninruyasi

SELAMÜN ALEYKÜM CANLARR...........

BİR HAFTALIK BİR AYRILIK OLDU. ÇOK FAZLA HASTAYDIM. SESİM HALA KISIK. VE ZATEN EVDE MİSAFİR VARDI. MEMLEKETTEN GELMİŞTİ. E HAFTA İÇİNDE YAZAMADIM ÇOOOOOOOOOOOOOK ÖZÜR DİLİYORUM :)

BU BÖLÜMÜMÜ YAZMADAN ÖNCE YANİ İKİ ÜÇ GÜNDR YAZCAM YAZCAM DEDİM AMA İÇİMDEN YAZMAK GELMEDİ. SONRA BÖLÜM AKIŞIMA BİR BAKTIM! BU BÖLÜM ÖNEMLİ.NEDENİ BİR SONRAKİ BÖLÜMLERDE OLACAK BAZI ŞEYLERE BAŞLANGIÇ YAPTIĞI İÇİN. BENDE HEMEN YAZAM DEDİM.

NEYSE İYİ OKUMALAR SİZİ SEVİYORUMMMMMM.

 

 

 

 

Başımdaki kaskı çıkardım. Bir görev daha başarı ile bitmişti. Tabi şimdi şu iti konuşturmalıyız. Bu işte bana ait. Bunu özellikle istedim. Çünkü intikam almak kanımda akın akın geziyordu. Ben Göksu’ydum. Bana yapılanı unutmazdım ve unutturmazdım. Buna Yavuz’da dahil! Sevgilim olduğu için iki ayı unutacak değildim. Sadece cezası az olacaktı. Bundan sonra böyle arkadaş. Ayağınızı denk alırsınız artık umarım.

Dağılan saç tutamlarını kulağımın arkasına sıkıştırdığım an içeri Yavuz girdi. Bir elinde kaskı varken diğeri ile saçlarını karıştırdı. Ben ise o her hareketi eşsiz bir şeymiş gibi izledim. Kendime soruyordum. Ben bu kar çiçeğine ne ara vurulmuştum. Uçakta olanlarda mı? Bavulu hazırlarken olan konuşmalarda mı? Beni kurtardığında mı? Sabah kucağımda uyandığında mı yoksa? Ben bu adama, kar çiçeğime ne ara deli olmuştum.

Bence o sabah tutuldun kızım. Adamla bazı şeylerin ucundan döndünüz lan!

İç ses haklıydı ama tek bir fanteziden tutulacak halim olduğunu sanmıyorum. Bence onu ilk gördüğüm an gizliden gizliye tutunmuştum. Bana ilk şanlı bayrağımı göstermişti. Belki de kalbimde olmasının bir nedeni de buydu. Beni zaafımla bilmeden vurmuştu vicdansız. Pişman mıydım? Tabi ki hayır.

Gözlerim eşsiz manzaramı izlerken Yavuz kafasını kaldırdı ve gözlerimiz kesişti. Sanki sevgili değilmişiz gibi içimde garip bir his oluştu ve gözlerimi kaçırdım. O ise tam önümde durdu. Elindeki kaskı son derece yavaş bir hareketle yanımızda bulunan masamsı uzun tahtanın yanına, tam benim kaskımın yanına koydu. Gözleri bendeydi. Hissediyordum. Benim gözlerim ise onun ayaklarındaydı. Acaba kaç numara giyiyordu?

43,5 giyiyor canım! Bu ne biçim bir merak gerizekalı! Nereden bilek!

Ne bileyim ne biçim merak. Aklıma başka bir şey gelmedi. Kusura bakma ya! Yavuz’un delici bakışları altındayken dilimle dudağımı ıslattım. Ve o salak soruyu sordum. “ Yavuz? Kaç numara giyiyon sen?” soruş tarzım o kadar rahattı ki, bi an kendimi kardeşime soruyormuş gibi hissettim. Sevdiğim başımda dikilmiş bana belki de o “malum” cezayı verecekti. Ama ben ayakkabı numarasını sormuştum. Tam bir çılgınlıktı. Asıl çılgınlık beni ciddiye alıp cevap vermesiydi.

“42!” aniden kafamı kaldırdım. Garip bir soruydu ama o sanki harp okulu mülakat sorusuymuş gibi özenle cevap verdi bana. İçimde bir şeyler akıp giderken gözlerimiz kesişmişti. Hemen araya iki adımlık mesafe koydum. Elim ayağım birbirine girmişti. Beynim birazdan uçarsa şaşırmazdım.

Ben de şaşırmam.

Yavuz iki adımlık mesafeyi hiç önemsemedi. İnada verdiğimi bildiğinden iki adımı kapattı. Ben de tekrar o iki adımı koydum araya. O kapattı ben açtım. O kapattı ben açtım derken sırtım duvara çarpmıştı. Ve ara tekrar kapanmıştı. Göğsüm hızlı hızlı çarparken konuştum.

“Niye… cevap verdin?” dediğimde dudağının kenarı hafifçe yukarı kıvrıldı. Önce yüzüme nefes verdi. Tüylerim diken diken olurken o konuştu bu sefer.

“Vermese miydim?” dediğinde sesi beni baştan aşağı titretmişti. Yakınlıktan mı yoksa böyle duyduğumdan mı bilinmez ama sesi çok güzeldi. Asla anlatılmayacak kadar hem de. Anlatamazdım bu sesi. Bir annenin bebiğine söylediği ninni gibiydi. Bir bülbülün neşe ile ötmesi gibiydi. Rüzgarın tatlı esintisi gibiydi. Ama gibiydi. Bunların hiçbiri değildi. Daha güzeliydi.

“Ver… ver tabi de… soru biraz şey…” dediğimde en huzurlu ifadesi ile bana bakıyordu. Gözünün içlerinde kaybolmak istiyordum. Saçlarının arasına dalmak istiyordum. Kalbinin en derinine bile işlemek, beyninin her hücresinde var olmak istedim o an. Belki bu saydıklarımın hepsi olmuştu. Ama bilemezdim. Yavuz bu sefer dudaklarını düz bir çizgi haline getirdi ve daha fazla eğildi. Dudaklarımız arasında bir santim varla yok arasındaydı. Gözlerimi gözlerine çıkardığımda o gözlerde gördüğüm aşk aklımı yerinden oynatmaya yeterdi.

Yavuz az sakin ilerle koçum! Elimin altındaki malı kaybetmek istemiyorum.

“Senin şu iki dudağının arasından çıkan zehri bile geri çevirmem!” her kelimesi sessiz ama etkiliydi. Dudaklarımız o her söylediği harf ile birbirine sürterken kalbim hızlı atmaktan duracak diye korkuyordum. Ve o cümle yok mu o cümle. Şuan vücudum her şeyi unutmuştu. İyiyi kötüyü unutmuştum. Geçmiş ve gelecek yoktu şuan. Beynim ve kalbim tek bir şeyi haykırıyordu. “YAVUZ!” gözlerimi kapattığım an dudaklarımın üstünde büyük bir baskı oldu. Gözlerimi açacağım sırada iki kocaman el yanaklarımda durdu. Gözlerimi açmaktan vazgeçtim ve ana odaklandım.

Ellerimi onun hafif çıkan sakallrına götürdüm. O benim yanaklarımı okşuyor ben onunkileri. Kalbime giden o ince sızı acıtıyordu ama tatlı bir acıydı bu. Yakmıyordu aksine haz veriyordu. Ne çok beklemiştim ben onu. Daha yarım saat öncesine kadar beni öpen adamı süründürmeyi düşünürken şuan nefes almama yardım ediyordu. Ve benim aklımda ne ceza ne başka bir şey kalmıştı.

Öpüşümüz yavaş ve naifti. Hasret değil ihtiyaçtı bu. Onun her zerresi bana merhemdi. Dediğim gibi. O hem zehir hem panzehirdi. Elime gelen ıslaklık ile gözlerimi açtığımda gözleri kızaran bir Yavuz beklemiyordum. Neden ağlamıştı bilmiyordum ama içimdeki kelebekler nedeninin güzel olduğunu haykırır cinstendi. Onu karşımda ağlarken görünce gözlerim doldu. Sadece birbirimize bakıyor ve yanaklarımızı okşuyorduk. Hızla ellerimi indirdim ve kolunun arasından hızla çıkıp kapıdan dışarı koştum. Liseli gençler gibiydik. Bazen o beni kovalıyor bazen ben onu. Tabi ben çok bi icraat göstermesemde neyse.

Yüzümde aptal bir sırıtışla odama hızlıca girip kapıyı kapattım ve kapıya yaslandım. Elim kalbimde son dakikaları anlamaya çalışıyordum. Ve aklıma o an tek bir şey geldi.

Kartal bu sefer bizi basmamıştı!

 

 

Yemekhaneye gittiğimde tim tam bir şekilde en arka masada oturuyodu. Yavuz ile gözlerimiz kesiştiğinde hafifçe gülümsedi bana. Ona karşılık verdiğimde gözlerindeki o neşe görmeye layık bir görüntüydü. Yanlarına gittim. “Ooooo Göksu Hanım! Nerelerdeydiniz bakalım?” dedi gerizekalı. Umarım anladınız gerizekalıyı dostlar. Mala göz devirip Yavuz’un yanına oturdum. Oturur oturmaz elimi elinin içine aldı.

“Cehennemin dibindeydim abicim. Merakın gözlerimi yaşarttı doğrusu!” dediğimde göz devirdi bana. Yandakiler kıs kıs gülüyordu. Bakışlarım yanımdaki sevgilime kaydığında o da hafifçe gülmüştü. Tekrar Kartal’a döndüğümde sinsi sinsi bakıyordu bize. Bakışları bir şeyler anlatıyordu ama ne?

“Neyse, şuan yeri değil ama” işaret parmağı ile önce beni sonra Yavuz’u gösterdi. “daha sonra alırım ben cevaplarımı!” dediğinde kaşlarımı çatıp ona baktım. “Ne cevabı be! Ben senden üst rütbedeyim bir kere! Ayağını denk al abicim!” dediğimde arkasına yaslanıp sinsice sırıttı. Allah’ım bu kesin bir bok gördü ya!

“Hımm! Öyle mi diyorsun? Tamam o halde.” Dediğinde “iyi adam ol” bakışı atıyordum ki tekrar konuştu. “Bu arada kardeşim, az önceki koşunu sevdim!” dedi ve göz kırptı. Allah’ım! Bu bizi görmüştü. Neden şaşırıyorsam! Fare kılıklı! Her yerden çıkıyor zaten!

Yavuz ile kısa bir an göz göze geldiğimizde ikimizinde gözleri “belki görmemiştir” diyordu. “Ne koşuşu bu acaba? Haberim yokta benim!” dedim rahat olmaya çalışarak.

“Cidden ne koşuşu komutanım bu?” dedi Ergün. Gözlerim Ergün’e kaydı. Ergün her konuştuğunda kalbimde bir şeyler harekete geçiyor. Bazı açıklayamadığım hisler var içimde. Merhamet desen değil. Sevgi desen az kalıyor. Şefkat desen askerin neyine şefkat lan diyor iç sesim. Koruma desen o hiç değildi. Ergün’e karşı hissettiklerim çok tanıdıktı.

Ufuk’a karşı da böyle hissediyordum.

Çözdüğüm bu his ile burukça gülümsedim. Ergün bana Ufuk’u hatırlatıyordu. Diğerlerine göre daha fazla kardeşim gibiydi. “Komutanınızın koşuşundan bahsediyorum!” dedi uyuz köpek. Göz devirdim ve “Nereden çıkarıyon bunları sen! Nereden biliyon desek daha mı mantıklı acaba!” dedim sinirle. O ise kahkaha attı. Bu adam tam bir uyuzdu.

“Yanındakine sor. O daha iyi bilir!” dedi ama sesindeki o ton o ima beni yerin yedi kat altına soktu. Bu uyuz bizi görmüştü ama mal bir bok hissettimemişti. Utanç içinde gözlerimi kaçırırken Yavuz araya girdi. “O sesini kesmezsen ceza yağmuruna sokarım seni it ağızlı haberin olsun!” dediğinde Kartal gülüyordu. Araya Turgut girdi.

“Komutanım bu ara bize hiç ceza vermiyorsunuz. Ne oldu hayatınızdaki bir anda değiştiniz?” dediğinde yine imalar yağmuruna tutulmuştuk.

Kaçsam anlaşılırdı. Dövsem yine anlaşılırdı. Konuşsam anlaşılırdı. Ceza versem e yine. En iyisi şuan bayılıp on yıl sonra uyanayım. Bence uyuyup başka yerde uyanmak daha mantıklı. Ya da ışınlanm-

KES LAN SESİNİ! KONUYA ODAKLANAMIYORUM!

İç sese “ne dersen o ağam” şeklinde bir uyum yaşadım. Kartal gelen soru ile yerlere yatarken Yavuz sabır çekiyordu. “Elinin körü oldu Turgut. Nasıl güzel olmuş mu?” dediğinde Turgut kafasını hayır anlamında salladı. “Olmadı komutanım.” Yavuz kafasını iki yana salladı.

“Bide cevap mı veriyosun lan sen!” dediğinde Turgut gülerek sineye çekildi. Bu sefer sıra kimde diye etrafa baktığım an Timuçin yerinde dikleşti. Sen sakın başlama Timuçin. Sen başlarsan burada bin öülr bin dirilirim sus lan sen. Sus Allak kitap aşkına. Bakışlarım ile içimi dökerken o sırıtarak konuşmaya başladı.

“Yok yok! Komutanım, bence başka bir şey olmuş olabilir. Hatta nedense Kartal komutanınım söyledikleri… bana bu değişim mevzusu ile bağlantılı gibi geldi!” dediğinde kafamı deve kuşları gibi kuma gömmek istedim. Çıkış nerede?

“Eğer susmazsanız hepinizin ağzına sıçarım ona göre!” dedi Yavuz ama Kartal yerde gülmekten kıvranıyor, Timuçin ve Turgut ise patlamak üzereydi. Diğerleri ise minik sesler eşliğinde gülüyordu.

“Komutanım, yani saklamanın lüzumu ne acaba? Geldiğiniz an o sarılma, Göksu senin iki ay dinmeyen göz yaşların her şeyi açık ediyor ama siz hala saklamaya çalışıyonuz! Olmuyor valla! Şuan alttan alta al ele tutştuğunuzu Amerika bile anladı!” diyen Suna ile yüzümü Yavuz’un koluna gömdüm. Bu hareketimle herkes gülerken kafamı hızla çekip bağırdım hepsine.

“La yeter da yeter! Bizdeki de şey yani! Nesiniz siz! Münker Nekir misiniz ha? Ben konuşuyor muyum lan? Susun az! Belki öyle ne olacak ha! Mal sürüsü ya!” dedim ve yerime oturdum. Hepsi bıyık altından gülüyordu. İki kişi hariç. Biri Yavuz’du. O sevgi ile bana bakıyordu. Diğeri ise anıran bir çukur adam.

Muhabbet birden bizden maça döndü. Maç demişken ne güzel yendik be!

“Komutanım, üç bir koyduk valla size!” diye neşe ile konuştu Turgut. Kartal ve Yavuz sinirle kaşlarını çattı. “Doğru konuş lan! Yendinizde ne oldu? Şampiyon olmadınız ya!” dedi Kartal. Turgut tam konuşacaktı ki ben girdim araya.

“Ha şampiyon olduk ha sizi sizin evinizde yendik. Ne fark eder. Hem şampiyon biz olacağız göreceksiniz?” dediğimde Celal ve Cemre yüzünü buruştururken diğer fenerliler “aynen aynen” diyordu. Tek demeyen Yavuz’du. Galatasaraylılar ise yüzü güler bir şekilde gururla kabarttılar göğüslerini.

“Komutanım, valla bence de çok iyi koyduk size!” dedi Suna. Kartal “bak sen şuna” diyen bakışları ile masadeki kürdanları Suna’ya fırlattı. Suna gülerek yana kaydığı an yanındaki Timuçin ile sağa doğru eğildiler. Kartal düşmana atar gibi kürdanları fırlatırken Timuçin ve Suna kahkaha atıyordu. Kartal’da onlara eşlik ettiği an Suna ve Timuçin gülmekten dengelerini kaybetti. Önce Timuçin sonra Suna yere düşünce hepimiz gülmeye başladık. Timuçin sırt üstü düşerken Suna onun üstüne düşmüştü ve yüzleri arasında yarım karış var ya da yok.

Yavuz bana ben Yavuz’a şok içinde bakarken ikimizde aynı anda yağa kalkmaya çalıştık ama Yavuz yere ben üstüne düştüm ve zaten yanmakta olan yerler sertçe birbirine sürtünce ikimizden de küçük bir inleme geldi. Ellerimi yere bastırıp kalkacakken Yavuz zorla konuştu.

Aklıma gelen an ile daha fazla güldüm. Yavuz’unda aklına gelmiş olmalı ki elini bacağıma atıp hafifçe sıktı.

Bismillah

İç ses ile yutkundum. Şuan neden bazı şeyler alevlenme isteği duyuyor? Gözlerim yerdeki salaklara döndüğünde ikisininde yüzünde şok vardı. Hızla kalkmaya çalıştıklarında biz de olduğu gibi yine tekrar düştüler. Hafifçe inlediğimde Yavuz’un yutkunma sesi bana bile geldi.

İkili bu sefer düzgünce kalktıklarında aklıma bir şey geldi. Ben küçükken balonlara isim yazardım. Okuduğum kitaplar ya da annem ve kardeşimin ismi olurdu bu genelde. Ve şuan da bunu yapasım gelmişti. Herkes yerine oturmuşken ayağa kalktım. Hepsi bana bakarken konuşmyaya başladım. “Bir fikrim var. Şimdi bende yirmi tane balon var” dediğimde anlamaz bakışlar vardı. “Hepimiz bir balon alıp üstüne adımızı yazıp bir şeyler çizelim. Veya sadece adımızı yazalım. Nasıl fikir?” dediğimde şaşkın şaşkın bakıyorlardı. Çok çocukça bir fikirdi ama istiyordum.

Bana ilk katılan tabi ki Yavuz’um oldu. Daha sonra diğerleride onaylayınca Cemre ve Suna ile odma gidip balon ve tükenmez kalem alıp geri geldik. “Herkes istediği rengi alsın.” Dediğimde hepsi birer renk aldı. Ben mor almıştım. Kızlar mavi almıştı. Yavuz ve Kartal ise yeşil almıştı. Timuçin, Turgut, Adem, Celal ve Hulki ise turuncu almıştı. Baran ve Ergün ise sarı almışlardı. Hepimiz balonları şişirdik. Ardından üstüne isimlerimizi yazdık. Balonları alıp odama gittik. Masanın yanına dizdik balonları. Balonların karşısında dizilmiştik. Görüntü çok güzeldi.hepimizin yüzünde gülümseme vardı. Yavuz kolunu omzuma atmıştı. Ona gülümsedim ve odadan çıktık.

Balonlar patlayana kadar kalacaktı. İlk patlayan balonun hikayesi ise bu satırları okuyan herkesin gönlünde yer edecekti.

 

 

Unutmayın bir umut ışığı her zaman vardır. Yeter ki onu bulmak isteyin....

Loading...
0%