@vesileninruyasi
|
SELAMÜN ALEYKÜM CANLARIMMMMMMMMM EVET BEN GELDİM SONUNDA EVET ARTIK BAZI ŞEYLERİN YER EDECEĞİ, BAZI ŞEYLERİN BAŞLANGIÇLERI OLACAK BİR DEĞİŞİM OLAN BÖLÜMÜM İLE KARŞINIZDAYIM. UMARIM SEVERSİNİZ. HADİ İYİ OKUMLARA ÖPÜLDÜNÜZ BAYS
Karşımda duran balonlara bakarken dudağımda bir gülümseme oldu. Küçükken de hep yapardım. Okuduğum kitapların karakterlerini yazardım. Balonlar Ufuk ve benim eğlencemizdi. Aklıma kazandığımız maç geldi. Gülümsemem sırıtışa döndü. Ne güzel yenmiştik ama. Hem de çok güzel yenmiştik. Üç bir. Yavuz malınada ders olmuştu. Yavuz malı demişken, bu gerizekalının benim üstümdeki etkisini mi konuşsak? Bence olabilir. Hatta gidelim bir güzel öpelim ayımızı. Nasıl fikir? Bok gibi iç ses. Unutma, süründürme aşamasındayız hala. Tabi biraz yamukluk yaptık ama, neyse. Durmak yok yola devam. Ayyyy. Kartal bizi gördü. Allah’ım bu gerizekalı çukur adama rezil olmuştum ya! Neyse çok boş konuştum. Ben ve aklımın salaklığı. Balonlardan kendi adımın yazılı olduğu balonu kucağıma aldım. Sonra Yavuz’unkini aldım. Yan yana gelince gözüme bir hoş göründüler. Adlarımız bile uyumluydu. Acaba yan yan- Odanın kapısı açılınca balonları hemen yere bıraktım. Gelen Suna’ydı. Suna bana bakarken gülümsedi ve arkasından Cemre çıktı. Her zamanki neşeleri yerindeydi. Tabi Suna için bu neşe kısıtlıydı desek yalan olmaz. Kadını güldürmek için bir kıvırmadık desem. Abartma lan. Bana diyene bak be! Neyse seninle tartışmaya girmeyeceğim gerizekalı iç ses. Birazdan çarpılacaksın haberin yok. İç seslerle iletişim halindeyim, şu an büyük dedikodular var. Birde ben ilerizekalıysam yapabilecek bir şeyim yok tatlım. Anlamadığım şey bu nasıl diğer iç seslerle iletişim kuruyordu. Aman bana ne yav. Cemre’nin elini burnumun dibinde sallamasıyla kendime geldim. Salak salak göz kırpıştırdığımda mala baka gibi bakıyorlardı. “Suna komutanım?” dedi sakince. Suna kendini belli etmek için “Hı?” dedi. “Yanlış mı anlıyorum yoksa Göksu komutanım bu aralar biraz fazla mı leyla?” Gözlerimi ne alaka dercesine açtığımda Cemre omuz silkti. Suna isee elini çenesine koyup düşünüyormuş gibi yaptı. “Katılıyorum valla. Bence de bu aralar fazla leyla!” dedi. Cemre “değil mi” bakışı ile Suna’ya dönerken bir ara burada olduğumu unuttum lan. “Değil mi ya? Olmaz böyle. Her şeyden önce tim komutanı onlar. Ne bu leylalıklar?” dediğinde ciddi manada şu an bu ortamda olup olmadığımı sorguladım. Ruhum benden habersiz başka yerlere mi gitmişti? “Yani tim komutanı olmazsa leyla olabilir diyorsun, ha?” dedi Suna. Cemre olayın kendisine dönmesi ile ani bir U dönüşü yaptı. “Yok komutanım. Yani belki ama. Komutanım şimdi şöyleki…” Suna alaylı bir bakışla Cemre’ye bakarken ben kendimle savaş halindeydim. Kolumu çimdikledim. Benim hakkımda konu dönerken nasıl bu kadar rahatız iç ses. Beni karıştırma. Mükemmel zekamı bu iş için harcayamam. Mükemmel zekaymış. Hıh aynen kesin. “Evet, şöyleki…” dedi Suna. Cemre saçlarını kulağının arkasına sıkıştırdı. “Şöyleki komutanım, asker olmakla tim komutanı olmak çok farklı. Bu yüzden ş-“ “SUSUN LAN! BENİM YANIMDA BENİM DEDİKODUMU YAPIYONUZ FARKINDA MISINIZ HA?” diye sonunda patladım. Bir Karadenizli olarak son derece sinirli baktığımı düşünüyorum. Cemre dişlerini dudağına geçirirken Suna kafasını sallayarak gülüyordu. Yok yani neye gülüyon yav. “Farkındayız komutanım.” Suna’nın dedikleri ile gözlerimi devirdim. Çok sağol ya! “Valla kızacağınızı bilsek konuşmazdık komutanım!” dedi Cemre. Şu an içten içe konunun kendinden uzaklaştığını sanıyordu ama bende o göz var midur? Yoktur tabiki. “Aynen aynen. Hem tim komutanı oldum diye ne olmuş?” dediğimde gözlerini kaçırdı. Gözlerim saate kaydı. Öğlen yemeği zamanı gelmişti. Ellerimi sanki köpek kovarmış gibi onlara doğru kaldırdım. “Hayde, yemeğe gidiyoruz çıkın dışarı!” dediğimde Cemre sanki az önce ona söylenmiyormuşum gibi güldü. “Kiminle komutanım?” dedi. Kaşlarımı hızlıca çattım. Ne demek istediğini gayet iyi anlamıştım. Hay ağzına ne ettiğim ya. Suna ise ayrı kafa tabi. Bıyık altından anca gülsün. “Ebenle! Nasıl güzel yemek arkadaşı olmuş mu?” dediğimde sustu Allah’a şükür. Kafamla dışarıyı işaret ettim ve üçümüz birlikte dışarı çıktık. Odadan çıktığımızda koridorun karşı tarafından gelen Celal’i gördük. “E şey komutanım,” dedi Cemre. Kafamı salladım ne diyon anlamında. “Siz gidin, ben bir tane kitap alıp gelicem!” dediğinde “E iyi git al,” dedim. Kafasını sallayıp koşar adım ilerledi. Biz sağdaki koridora dönerken son gördüğüm Celal ve Cemre’nin karşı karşıya gelmiş olmasıydı.
Cemre komutanından aldığı izin ile ilerledi. Şu an canı kitap okumak istemiyordu. Ama içindeki bir kuvvet onu bu yöne yönlendirmişti. Bilmiyordu nedenini. Celal’in geldiğini görmüştü. Celal’in yanına geldiğinde Celal durdu. Elinde beresi vardı. Dudağında ise ufak bir gülümseme. Cemre’nin içinde bir şey hareket etti ama nedenini anlayamadı. Gözleri karşısındaki çelik mavisi gözleri olan adama kaydı. Gözleri kesiştiğinde aynı hissi bir daha hissetti. Celal karşısında garip bir hal alan asker yeşili gözleri olan kadına baktı. İçi böyle bir hali olan kadını gördükçe bir hoş oldu. Omuzları dikleşti yerinde. Garip bir gurur ve mutluluk oldu. Hele gözleri kesiştiğinde hissettiği garipimsi duyguyu anlayamadı. “Nereye gidiyordun?” diyebildi zorla. Konuşmasına ne oluyordu lan! Cemre yutkundu. Nereye gidiyordu ki? Nereye gittiğini unutmuştu bir anda. Dili ile dudaklarını ıslattığı an karşısındaki adamın gözlerinin anlık dudaklarına kaydığını fark etti. Yutkundu hızlıca. Aradan bir dakika geçti ama hala sessizdi. Aklına bir bir yaşananlar düşünce kafasına vurma isteğine zorla hakim oldu. “Kitap almaya,” dedi sesizce ve öksürüp boğazını temizledi. Celal gözlerini kısraka karşısındaki kadına baktı. Asla yapmayacağı bir şey yaptı. Olacakları merak ettiğinden ,en azından kendi öyle zannediyor, kafasını karşısındaki kadına eğdi. Zaten hafif kızaran yanakları bu yakınlaşma ile daha fazla kızarırken Celal inatla yeşil gözlere bakıyordu. Cemre yutkundu. İçinden ne kadar fazla yutkunduğunu sordu. Ama cevabı verecek akıl şu an yanında değildi. Bavulunu toplamış tatildeydi. Cemre gözlerini karşısındaki adamın gözlerine kaldırdı. Yüzünün her zerresine bakan bir çift gözle karşılaşınca nefesini tuttu. Onunda gözleri Celal’in yüzünü keşfe çıktı. Hafif çekik gözleri vardı. Yakından yumuşak ama uzaktan sert görünen bir çehreye sahipti. Elmacık kemikleri yüzüne ayrı bir hava katıyordu. Gözleri dudaklarına kaydı. Fazla büyük ve güzel duruyorlardı. Bu düşüncesi yüzünden yine yutkundu. Ardından dudaklarını ıslattı. Celal’in dudağının kenarının kıvrıldığını gördüğünde gözlerini gözlerine çıkardı. “Yutkunmak,” dedi Celal ve anlık gözleri Cemre’nin dudaklarına gidip geldi. “Zorlamıyor mu?” diye saçma bir soru yöneltti. Cemre ne cevap vereceğini bilemedi. Tekara dudaklarını ıslattı. Celal’in gözleri yine dudaklara çarptı. Bu sefer yutkunan Celal’di. İçinde saçma bir cesaret vardı. Ve o cesaret daha ortaya çıkmıştı, geri gitmiyordu. Cemre hala sessizken bir soru daha sordu. “Neden sürekli dudaklarını ıslatıyorsun?” içinden kendine sövüp saydı. Ardından utanç krizinden yerin dibine girmek istedi. Sanane demesini bekliyordu. Gözlerini kapattı. Birazdan yiyeceği sözden dolayı kendini tutmak için hazırlanıyordu. Tokat, hakaret veya bağırış bekliyordu. Ama açıklama asla beklemiyordu. “Sürekli… kuruyorlar sanki,” dediğinde Celal gözlerini açtı. Uzun bir süre bakıştıktan sonra Cemre sağa kaydı Celal sağa. Ardından ikiside aynı anda sola kaydılar. Sonra tekrar sağa. İkisi de öne doğru bir adım atacakken göğüsleri birbirlerine çarptı. Bu timde çarpışmak, düşmek falan artık olağan şeyler olmuşlardı. Beş dakika gitmeyi denediler. Ama yönleri hep birbirlerine çıktı. Son atağı Celal yaptı. Cemre’nin bileğini tutup sırtını kendine çevirdi. İkisi de nefesini tutmuşken bir süre beklediler. Ardından Celal tuttuğu bileği bırakıp yana kaydı. Hızla Cemre’nin yanından geçip ilerledi. İmkan olsa ayaklarını münasip bir yerlerine vura vura kaçacaktı. Sonra niye kaçayım diye düşündü. Sonra kendine kızıp tekrar kaçmayı düşündü. Cemre önünden hızla ilerleyen adama bakarken gözleri bileğine kaydı. Bileğine salak salak sırıttı. Sonra ifadesini topladı. O da nereye gideceğini unutup yemekhaneye ilerledi.
Baş belası adlı kişiden 50 cevapsız arama! Annem adlı kişiden 35 cevapsız arama! Babam adlı kişiden 30 cevapsız arama! Yavuz telefonuna boş bakışlar atarken rehbere girdi. Baş belası adlı kişiye tıkladı. Telefon çaldı çaldı ve açıldı. “ABİ! NEDEN CEVAP VERMEDİN? İYİ MİSİN? BİR ŞEY Mİ OLDU? KESİN YARALANDIN. BU YÜZDEN CEVAP VERMEDİN DEĞİL Mİ? ANNE! DEDİM BİR ŞEY OLDU DİYE! ARAYIN HEMEN, TSK’YI ARAYIN. NE OLMUŞ ÖĞRENİN HEMEN. BABA DUYD-“ Yavuz dertli bir nefes verdi. Ayşenur hemen sustu. “ABİ?” dedi tekrardan. Yavuz ise tekrar dertli bir nefes verdi. “Efendim kardeşim!” dedi sıkıntı ile. Yok yani 50 kere aramaya ne gerek vardı. Birde TSK’yı arayacaklarmış! Yok daha neler. “Niye cevap vermiyorsun? Ebemizin bir yerlerine koydular burada korkudan senin haberin var mı? Ha? Vicdansız adi! Birde adalet sizden sorulurmuş. Nerede senin adaletin? Ben burada korkudan altıma ediyorum sen anca bana dertli dertli nefes ver! Oldu paşam başka emriniz? Nah sana bundan sonra aramak falan! Gerizekalı ya!” dedi ve telefonu abisinin yüzüne kapattı. Yavuz önce bir telefona baktı. Sonra yediği lafları tekrar etti içinden. Sonra ise hafif bir kahkaha attı. İçinden beşe kadar saydı ve telefon bir daha çaldı. Arayan Ayşenur. “Sakın o sinirli manyak hallerinle beni tehdit etme, ben haklıyım!” dedi kendinden emin bir sesle. Yavuz bu sefer hunharca gülerken Ayşenur’dan da bir kıkırtı yükseldi. Kızsanda abindi. “Bu sefer valla tehdit yok Ayşenur Hanım!” dedi gülerken. Ayşenur’un memnun mırıltısı geldi kulağına. “E ne yapıyorsunuz?” dedi sanki bir dakika önce bağıran o değilmiş gibi. “İyi işte ne yapalım. Terörist kovalıyoruz diyelim. Siz?” dedi Yavuz. Ayşenur etrafındaki sesleri susturmaya çalıştı. Yavuz ise askeriyenin kapısından ona doğru gelen kişi ile tebessüm etti. Sonra yine ifadesizliğini topladı. Gelen Göksu’ydu. “Biz de ne yapalım işte. Annemler ayılıp bayılıyordu beş dakika öncesine kadar. Şimdide sana kızmakla meşguller. Bende okuyup gidiyorum işte. Valla artık bir çık gel bunaldım. Annemler yalı kazığı gibi diktiler beni buraya, sen gel kurtar beni abi!” dedi Ayşenur. Yavuz bu isyana tebessüm ederken Göksu iyice yaklaşmıştı. “Güzel güzel. Zaten bir ara gelmeyi planlıyorum. İzin aldığım an oradayım,” dedi. “İyi. Hızlı izin al b-“ derken Göksu Yavuz’un dibinde bitmişti. Ve telefondaki Ayşenur’un duyabileceği bir şekilde “Yavuz, ne yapıyorsun burada ve kiminle konuşuyorsun?” dedi. Ayşenur’un sesi sustu. Abisinin yanındaki sesi algılamaya çalıştı. Göz kırpıştırdı önce. Sonra kimin böyle bir tonda ve samimiyetle abisinin yanına geldiğini merak etti. Burnuna kokular gelmeye başladı. Aklına ilk gelen şey yenge oldu. İçi kıpır kıpır oldu. Demek abim sonunda bana bir yenge veriyor demeden edemedi. Yavuz Göksu’ya tebessüm ederken “Geliyorum birazdan güzelim,” dedi yşenur’la konuşmasını umursamadan. Ayşenur ise oturduğu koltuktan yuvarlandı. Yavuz “Ben seni sonra ararım,” dedi ve hemen telefonu kapattı. Ayşenur gözlerini kırpıştırdı. Sonra hemen ayağa kalktı. Annesinin elinden tuttu ve onu mutafağa çekti. “MESUDE HANIM, HADİ HAYIRLI OLSUN! KAYNANA OLACAN KIZ!” dedi. Annesi bir şey anlamamıştı ama o çok şey anlamıştı.
“Yavuz, hadi gel albay bizi çağırıyor,” dedim ama Yavuz’un gözlerinde muzirlik vardı. Göz devirdim ona. Yemeğe gelmemişti. Özlemiştim ama bu trip atmama engel değildi. “İkimizi mi? Ne o yine özel bir görev mi varmış?” dedi eğlenen bir sesle. Aklıma yaşanan bazı anlar gelince güldüm hafifçe. İnatsak inattık kardeş. “Yok bu sefer bütün tim,” dedim ve aramızdaki mesafeyi sıfırlayıp gözlerine baktım. Kadınsı bir bakış attım ona. Anında yutkunup gözleri dudaklarıma kayarken sırıttım. “Ama istersen özel göreve kalmadan bazı şeyleri halledebiliriz!” dedim dudaklarına bakarken. Yavuz’un sertçe yutkunup etrafa baktığını gördüm. “Yok mu şöyle kıyıda köşede bir yer?” derken iki adım geri attım. Yazık yüzü hemen düştü. “Yok!” dedim ve arkamı dönüp ilerlemeye başladım. Hızlıca yanıma geldi. Birlikte ilerlerken timde yanımıza geldi. Birlikte albayın odasının önüne geldik. Meşhur o bakışma yaşandı timde. Hepimiz önce birbirimize baktık. Ardından kapıyı açıp içeri girdim. Benim arkamdan diğerleri girdi ve kapıyı kapattılar. Sırayla albayın karşısında dizildik. Albay hepimize göz gezdirdi. Ardından söze girdi. “Abluka ve Pençe timi,” dedi ve manidar bir gülümseme ile baktı bize. “Bugüne kadar sizlerle çok iyi işler başardık. Gerek Hakkari gerek sınır dışı gerek Türkiye’nin diğer vilayetlerinde,” dedi ve bu sırada gözleri Yavuz ve bana kaydı. Bize babacan bir şekilde gülümsedi. “Askeriyedeki en iyi iki timsiniz desem yalan olmaz. Zaten bir süre önce timlerinizide birleştirmiştik. Bu vatan sizlere çok şey borçlu. Sizler binlerce cana umut oldunuz. Ve şimdi sizden Van’daki o insanlarada umut olmanızı istiyorum.” Biz bunu zaten yapıyorduk. Çevre iller ile burası su yolu haline gelmişti artık. Ama albayın sesinde bir gariplik vardı. Bizden hep yaptığımız şeyi istiyordu ama sesi hüzün ve gurur doluydu. “Ama bu görevin süresi yok. Bu ne demek dediğinizi anlayabiliyorum,” dedi ve masada ileri kaydı birazcık. Timin hepsinin yüzlerinde anlamazlık vardı. Yavuz ise bana bakıyordu. “Van’a tayininiz çıktı demek. Bundan sonra Van’da görev yapacaksınız. Ve unutmayın ki bu sefer biraz daha zorlanacaksınız. Van buraya benzemez. Orası daha tehlikeli. Ve kayıplar olabilir. Sizden daha dikkatli olmanızı istiyorum,” dedi ve ayağa kalktı. “Allah yardımcınız olsun asker!” dedi. Tim olarak “EMREDERSİNİZ KOMUTANIM!” dedikten sonra dışarı çıktık. Artık Van’da görevliydik.
Yaklaşık üç saat sonra hazırlanmış bir şekilde kapının orada bekliyorduk. Ergün ve Turgut’un ellerinde balonlarımız vardı. Bu kadar erken olacağını bilmiyorduk açıkçası. İki buçuk saat yolculuk yapacaktık. Ellerimizde bavullarımız beklerken albay geldi. Sırası ile hepimize göz gezdirdi. Ardından bineceğimiz minibüs geldi. Sırayla minibüse bindikten sonra albayın karşısına geçtim. “Komutanım, her şey için çok sağ olun!” dedim ve asker selamı verdim. Albay bana gülümsedi. “Unutma kızım, ben senin sadece komutanın değil aynı zamanda babanımda. Ne zaman ihtiyacın olursa arayabilirsin!” dedi ve bende minibüse bindim. Minibüs minibüs değil tanktı anasını satayım. Koltuklar arka arkaya değildi. İki uzun koltuk karşı karşıya konmuştu ve koltukların üstünde mühimmat dolapları vardı. Camlarda kurşun geçirmezdi. Yaklaşık yarım saat kimse konuşmadı. Hepimizin içinde bir hüzün vardı. “Van, bize büyük şeyler getirecek!” dedi Ergün. Getirirdi. Ergün dedikten sonra iyice emin olmuştum. Lakin bende hissediyordum. Van bize bazı şeyleri yaşatacaktı ama hangi şeyleri.
Unutmayın bir umut ışığı her zaman vardır. Yeter ki onu bulmak isteyin… |
0% |