@vesileninruyasi
|
SELAMÜN ALEYKÜM CANLARRRRRR NASILSINIZ BAKAYIMMMMM NEYSE BU BÖLÜM BİRAZ KISA OLDU AMA GÜZEL OLDU GİBİ NEYSE YUSUF GÜNEY/ MELEKLER SENİ BANA YAZMIŞ ÖNERİRİM BU BÖLÜMDE NEYSE İYİ OKUMALAR.............
BU BÖLÜM ÜÇÜNCÜ ŞAHIS ANLATIMI TARAFINDAN YAPILMIŞTIR!
Suna elindeki bavulu ile koğuşa girdi. Cemre ile aynı ranzadaydılar. Göksu ise Hakkari deki gibi ayrı bir odadaydı. Ve şansa bak ki(!) Yavuz ile yine karşılıklı odadaydılar. Beş dakika önce öğrenilmiş bir bilgiydi bu. Ve Suna buna gülmek için aklına not almıştı. Asla komutanın işi değildi yani! TSK özellikle karşı karşıya koyuyordu onları! Suna bavulu yatağın üstüne koyup fermuarını açıyordu ki içeri bir asker girdi. Yeniydi buralarda. Her hareketinden belliydi yeni olduğu. Suna’nın gözleri ise bavulundaydı. “Suna Komutanım, Hasan Albay sizi çağırıyor,” diyen asker ile Suna arkasını döndü. Daha geleli beş dakika olmuştu, bismillah yani! Gelir gelmez ne yaptım lan demeden edemedi içinden. “Tamam, geliyorum.” Asker, asker selamını verdikten sonra koğuştan çıktı. Suna albayın adını öğrenmişti. Bu bilgi önemliydi. Sınavda kesin çıkar not alın! Van Saray ilçesi 2. Bölük Komutanlığı Albayı Hasan UZUNGÖL. (komutanlığı salladım canlar) Suna fermuarı açamadan geri kapattı. Sonra ise koğuştan dışarı çıktı. Karşıdan elinde iki bavulla gelen Cemre’yi gördü. Bu kızın aşko kuşkoluğu kendini boğdurtacaktı sonunda. Düşünmeden edemiyordu. Nasıl askere almışlardı bu kızı? Ne var yani böyle sade giyinseniz? Ölmezdiniz bence! “Ayy komutanım, az ucundan tutun valla belim çıktı!” diyen Cemre ile omuz silkti. Madem bu kadar kıyafetin var taşı dedi içten içe. “Albay çağırıyor canım,” dedi yalandan bir üzüntüyle. “Çok (!) yardım etmek isterdim ama maalesef!” dedi ve Cemre’nin hayattan bıkmış bakışları eşliğinde ilerledi. İlk sağdan döndü. İlerledi ve sonra sola döndü. Karşısında gördüğü oda ile üniformasını düzeltti. Kalan tek ailesi tim, devlet ve vatanıydı. Bu düşünce hep onu daha güçlü biri yapmıştı. O Suna AKAR’dı. Kimse sahip çıkmasa bile ülkesi sahip çıkardı. Kapıyı tıklatacağı sırada arkadan bir ses daha doğrusu sesler duydu. “Suna,” dedi Timuçin. “Kız sinirli!” dedi adı lazım değil baş harfi Kartal. “Suna bekle,” dedi Göksu. Suna arkasını döndüğünde Cemre hariç bütün tim ona doğru geliyordu. Ve arkadan koşarak gelen Cemre’yi gördü. Tim kapının önünde yuvarlak oluşturmuştu. “Ne oldu?” dedi Suna. Söze Turgut girdi. “Komutanım albay çağırmış, ondan geldik. Ama siz daha hızlı çıktınız valla!” diğerleri kafa sallarken bu sefer Adem konuştu. “He valla, komutanım ne ara yerleştiniz koğuşa? Hiç anlamadım,” dedi. Suna göz devirdi. Enayi değilim dedi içinden. Ha şimdi ha yarım saat sonra yerleştirmişim ne var dedi içinden. “Yerleştirmedim,” dedi ve kestirip attı. Yavuz öne çıkıp kapıya tıklayacağı sırada Göksu kolunun altından geçip öününde dikildi. Suna bu olaya bıyık altından gülerken diğerlerinden sessiz kıkırtılar yükselmişti. “Komutan ben olduğuma göre, ben gireceğim ilk Yavuz DEMİRHA.!” Diyen Göksu ile hepsinin aklında şu cümle belirdi. Yine başlıyoruz. Bazıları bir elini çenesine koyup öbür kolunu göğsünün altına yerleştirip bu olayı izlemeye başlamıştı bile. “Nereden komutan sen oluyorsun Göksu MAVİ!” dedi Yavuz ama, MAVİ’yi birazcık vurgulu söylemişti. Hiçbirinin gözünden kaçmamıştı bu. Ama Göksu ne alemde bilinmez. “Bilmem, canım öyle istedi. Bu yüzden komutan benim!” “Benimde canım bazı şeyleri istiyor ama,” Göksu’ya eğildi. Tim ise bıyık altından gülüyordu. “Her istediğimi anında yapamıyorum!” dediği sırada Hulki öne çıktı. “Komutanım, valla ben bile bu kadar cevizlerimi büyütmüyorum. Siz hala orta yolu bulamadınız gitti. Madem çok istiyonuz iki kilometre ötede nikah dairesi var. Bir koşu gidip hall-“ sözü Yavuz tarafından kesildi. “Dört saat parkur koşusu Hulki!” dedi. Çok bile beklemişti. Canına tak etmişti. Ortam dolayısıyla şu an cezayı yapıştırmıştı. Ama Göksu’nun elinden tutup nikah dairesine gitmesine az kalmıştı. İnatlaşması bile gözüne tatlı geliyordu. Göksu kapıyı tıklattığı an Yavuz iki adım geriledi ve tim açılan kapı ile içeri girdi. Albay ve yanında iki asker vardı. “Dizilin şöyle evlat,” dedi albay. Hepsi yan yana hazır komutanında dizilmişti. “Rahat!” dedi albay ve tim rahat pozisyonuna geçti. “Hoş geldiniz evlatlar! Bundan sonra Van Saray ilçesi 2. Bölük Komutanlı’ğında askerlik yapacaksınız. Aldığım bilgilere göre güzel bir timsiniz. Operasyonlarınız ve başarılarınız ilgimi çekmişti. Ve Han Albay ile uzun süredir değişim konusunda görüşüyorduk. Ve en uygun tim siz olduğunuz için artık buradasınız. Ben Albay Hasan UZUNGÖL. Ve size hoş geldin hediyesi vereceğim,” dediği sırada arkasında dikilen iki askerin yüzünde hafif bir sırıtş oldu. “Şuna bir açıklık getirelim, tim komutanı kalabalık olduğunuz için iki tane olacak. Olur da bir sorun çıkarsa timinizi bölerim ona göre!” dedi babacan sesiyle Hasan Albay. Tim ise şimdiden hangi time düşeceklerini düşünüyorlardı. “Hediyenize gelirsek. Bir saat sonra göreve gidiyorsunuz,” demesiyle timin hepsi yandan yandan bakışları attı birbirlerine. Gülüp eğlenmek, dinlenmek istiyorlardı oysa ki! “Şimdi en eğlenceli kısım, görevin özellikleri. Bir kere anlatırım ona göre,” dedi ve masasına yöneldi. Hafif tombul yanaklrı vardı. Boyu uzun ama yaşından dolayı biraz kamburu vardı. Saçlarına aklar düşmüştü. Yüzünde bir yara izi vardı ve elleri her askerdeki gibi nasırlarla doluydu. “Aradığımız adam otuz yaşında ve Van’daki en büyük terör örgütünün lideri. Kod Adı Munzur. Ve bu Munzur’un yardımcısı Nijda. Sınırda bir köyde kalıyorlar. Jandarma defalarca arama yaptı ama bulunamadı. Koordinatlar verilecek. Ve bir sürpriz yapacağız onlara evlatlar. Unutmayın, her çıktığınız görev şanlı hilale bir parça daha umut yüklenmesi. Ve size bir havacı katılacak. Ama şuan görevde. Döndüğü zaman tanışırsınız,” dedi ve tam çıkabilirsiniz diyeceği sırada hafifçe sırıttı. “Gelecek olan kişi biraz deli biri ha! Sakın şimdi deli görmüş gibi davranmayın. Çıkabilirsiniz.” Tim dışarı çıkmışlardı. Bir saat sonra görev vardı ve hepsi hemen dağılmıştı. Çünkü daha çok işleri vardı. Bavul yerleştirmek gibi. Suna sakince koridorda ilerlerken yanına gelip onunla yürüyen kişiye baktı. Timuçin’di bu. Sessizce ilerlediler. “Konuşmayacak mısın?” dedi Timuçin. Suna yandan ona baktı. Yeşil gözleri vardı Timuçin’in. Bal rengi ve lüle şeklinde saçları. Omuzları genişti ve sivri bir çenesi vardı. Boyu Suna’dan on beş santim uzundu. Timuçin ona bakan kadına döndü. “Ne konuşayım?” dedi Suna. Timuçin normalde bir şey demeden ilerlemesini bekliyordu. Ama cevap vermesi şaşırtmıştı. İyi bir tanışmaları olmamıştı. Suna’yı en kırılgan anında tanımıştı. Ve içindeki o nahif çocuk ortaya çıkmıştı. Timuçin nahif olmayı sevmezdi. Nahif olursa üzülüceğini düşünürdü. Ama Suna’nın yanında o nahif çocuk olma dürtüsünden kurtulamıyordu. Gözleri Suna’nın yüzünde gezindi. Badem rengi gözleri sarıya çalan kahverengi saçları vardı. Ne uzun ne kısaydı saçları. Ve yuvarlak yüz hatlarına sahipti. Yumuşak görüntüsünün altında ateş saçan bir ejderha vardı. Ve bu huyu onu çekici yapıyordu. “Ne konuşmak istersen. Sessizlik benim ilgi alanım değil,” dediğinde Suna kafasını iki yana sallayıp güldü. Anlamıyordu onu. Ve anlamaması bazen zorluyordu onu. Bazen dünya yansa umrunda değil, bazen ise karınca incinse canından can gidecek biri oluyormuş gibi geliyordu. Ve kendide inanmıyordu ama onu çözmek istiyordu. “Konuşkanlıkta benim ilgi alanım değil Timuçin. Git kartal komutanla konuş. O sever konuşmayı,” dediğinde Timuçin’in nedensiz bir şekilde yüzü düştü. Anlamadı nedenini. Normalde inada alıp eğlenmesi gerekirdi. Ama kendi ile konuşmadığı için garip hissetmişti. Zaten Suna’nın koğuşunun önüne gelmişlerdi. İkisi de birbirine döndü. “Sonra görüşürüz o zaman.” Suna’nın dediği ile Timuçin nedenini bilemeden burukçe tebessüm etti. “Görüşelim o zaman,” dedi ve bir adım geri attı. “Ha, bu arada konuşmak istersen,” gerisini Suna getirdi. “Buralarda olacaksın!” dedi ama neden gerisini getirmişti, neden Timuçin bunu söyledikten sonra gülümsedi, neden içinde bir şeyler hissetmişti. Anlamıyordu. Yeşil gözlere bakarken içine bir şeyler işlemiş gibi hissetti. Sanki ömür boyu çıkmayacakmış gibi. Timuçin böyle bir devam beklemiyordu. Aynı şeyleri söyleyecekti. Ama bunları Suna’dan beklemiyordu. Gözleri kesişmişti. Neden devamını getirmişti anlamıyordu. Ve neden mal gibi gülüyordu, anlamıyordu. Badem gözlere bakarken içine bir şeyler işlemiş gibi hissetti. Sanki ömür boyu çıkmayacakmış gibi. Timuçin önüne döndü ve ilerlemeye başladı. Suna ise giden sırta uzunca bakıp içeri geçti. Suna bilmiyordu ama Timuçin onunla konuşabilsin diye oralarda olacaktı. Timuçin’de bilmiyordu ama Suna konuşmak için oradan ayrılamayacaktı.
Unutmayın bir umut ışığı her zaman vardır. Yeter ki onu bulmak isteyin... |
0% |