@vesileninruyasi
|
“Komutanım siz kaç kardeşsiniz?” dedi Turgut her zamanki meraklı haliyle. Bu soru Hulki’ye sorulmuştu. Kaldırdı kafasını Hulki. İçinden bu çocuğun merakına lanetler yağdırıyordu. “Altı kardeşiz canım benim.” Dedi. Turgut ise acayip keyif alıyordu bu durumdan. Tek amaç komutanı sinir etmek. “Adları ne peki?” Hulki artık sinirleniyordu. Bir saattir bütün sülaleyi soruyordu. Ama kızamıyordu. Çünkü herkeste olduğu gibi asker arkadaşını yani devremini o da seviyordu. “Halit, Halime, Osman, Sema, Arzu.” Turgut merak etti nasıl insanlar diye. Ama sormadı korkudan. O sırada Kartal ise Yavuz komutanı ile satranç oynuyordu. Son zamanlarda en sevdikleri satranç oynamaktı. Tabi buna oynamak denebilirse. Çünkü Ergün yandan yandan dahil olmaya çalışıyordu oyuna. “Oğlum niye bölüyon oyunu?”diye yükseldi Kartal. Çünkü tam vurucu bir hamle yapacakken aklı dağılmıştı. Yavuz ise mutluydu. Her zamanki gibi. Mutluluk ve sinir onda genetikti. Anne ve babası ona mutluluğu, dedeleri ise siniri vermişti. Anne ve babasının adı:Mesut ve Mesude’idi. Ama en büyük zevki olan ceza vermeyi ihmal etmedi.”Ergün EROĞLU, oyunu böldüğün için yemekhanedeki yemeklere yardım edeceksin.” Şansına küfür etti Ergün. Komutanı her zaman ceza verirdi. Bir şey yapsınlar veya yapmasınlar fark etmiyor. Kafası attıysa yapıştırıyordu cezayı . Geçenlerde çok soru sordu diye Turgut’a bütün askeriyeyi temizletmişti. Neden mi? Çok konuştu çünkü. Suna ise ayrı kafalardaydı. Hiç yapmadığı şeyi yapıyor kitap okuyordu. Genelde silahları gözden geçirirdi fakat fazla abartınca komutanından ceza almıştı. O da birkaç gün kitap okumayı tercih ediyordu. Ne mi okuyordu? Montaigne’nin Denemeler kitabını okuyordu. Onu en çok dostluk ile ilgili kısım etkilemişti. Çünkü onun için önemli üç duygu vardı: vatanseverlik, dostluk, sevgi ve saygı. Bu üç duyguyu taşıyan insanı her zaman severdi. Vatanseverlik dışındaki önem verdiği duyguları-dostluk, saygı, sevgi- abartmayı ise sevmezdi. Dostluğu abartırsa sırtından bıçaklanıcağını anlamaz. Saygıyı abartırsa onu hep ezerler, hırpalarlar, üstüne çıkarlar. Sevgiyi fazla abartırsa ise tek kaldığında üzülür, bir daha sevemem diye düşünür. Vatanseverliği ise istediği kadar abartsın. Fazlası bile sevilirdi. Onun için canını vermeye hazır olan biri isterse evren kadar sevsin vatanı, asla zarar gelmezdi. Evet, Suna aynen böyle düşünüyordu. Kapattı kitabı. Beklenilen gibi sıkıldı ve timin yanına gitti. Yavuz bir taşı daha hareket ettirdi. Kartal’ın yüzü düştü. En iyi olduğu oyunda artık onu yenebilen bir rakip çıkmıştı. Ama önemsemedi. Çünkü o halen Yavuz komutanı hariç diğer arkadaşlarını yenebilen Kartal KÖSE’ydi. O içinden kendini motive etmeye çelışırken Yavuz’un aklına geçenlerde kurtardığı kadın komutan geldi. İki aydır görmemişti onu. Duyduğu ve gördüğü kadarıyla annesini kaybetmişti kurtarıldığı gün. Dört ay önce ise kardeşini. Annesinin şehit olmasından iki ay önce evleri yanmış. Yani hayat hiç acımamış ve dağıtmış dağıtabileceği kadar. Ama hiç yıkılmamış anlaiılan. Zaten asker olmak duygusallığı çok sevmezdi. O da bunu yapmaya çalışıyordu heralde. Veziri ilerletti ve şah mat. Kartal ağzı açık bir halde kalmıştı. Yavuz ise güldü bu haline. İne bir anda estiler kafasına ve yapıştırdı cezayı. “Kartal KÖSE, beni yenemediğin için bütün yatakhaneyi temizleyeceksin.” Kartal ise o an ölmek istedi. Sonra vazgeçti. Çünkü cezayı yapmadan ölse komutanı tüfekle kabre bile gelirdi. Hem ciddi hem eğlenceli biriydi Yavuz ona göre. Ama fazla disiplinli. “Ama neden komutanım?” Yavuz ise duymazlıktan geldi. “Bende seni seviyorum Kartal’cım.”dedi ve öpücük atıp dışarı çıktı. Ergün ise yandan Kartal’ın omzunu sıvazlıyor bir yandan ise “Bir şey olmaz komutanım. Bakın hissediyorum, komutanım beş dakikaya cezayı geri çeker. Hem biliyorsunuz hislerim kuvvetli.”dedi ama Kartal sinirliydi. “Dua et öyle olsun yoksa şu taşları biyerlerine montelerim.” “Tabi komutanım. Bakın görün. Beş dakika içinde özgürsünüz.” Ergün’ün her dediği çıkıyordu. Nasıl olduğunu kimse anlamıyordu fakat hissediyordu bir şekilde. Yavuz yatakhaneden çıktı ve ileriden gelen Suna’yı gördü. Asker selamını verdi Suna. “Komutanım bizimkilere söylesenize dışarı gelsinler. Acayip sıkıldım.”normalde asla bir komutanına böyle bir şey söylemezdi ama Yavuz onun artık abisi gibiydi. Yavuz tüm timi cezaya dizerken Suna’ya nadir ceza verirdi. Ne olursa olsun arkasındaydı Yavuz Suna’nın. Tebessüm etti Yavuz ve tekrar içeri girdi. Hepsi kafasını komutanına çevirdi. Önce Kartal’a baktı Yavuz. “Cezanı iptal ettim.”dedi. kartal memnun bir şekilde gülümsedi ve “Eyvallah komutanım.”dedi. sonra Ergün’e döndü. Zaten hemen yanındaydı. Atladı üstüne. “Lan afferin sana. Bildin kurtulcağımı.” Ergün ise zor durumdaydı. Üstünde koca komutan sıkışmış kalmıştı altta. “Ne demek komutanım her zaman.”dedi boğuk bir şekilde. Yavuz öksürdü. Bütün tim baktı komutanına. “Kalkın dışarı çıkın. Birazda bahçede eğlenin.”dedi. kalktı tim ayağa bütün heybeti ile. Yavuz tekrar gururlandı. Böyle bir timi var diye. Dışarı çıktı sonra. Peşi sıra diğerleride çıktı. Çıktılar bahçeye. Yavuz başka tarafa, tim başka tarafa döndü. Suna ise tebessüm etti komutanına. Çünkü artık sıkılmıyordu. Ama o görmedi. Oturdular çardağa. Başladı Turgut sorulara. “Komutanım sizin ceviz sevdanız nerden geliyor?”dedi Hulki’ye. Herkes bu soruyu merak ettiğinden bütün gözler Hulki’ye döndü. Sanki dünyayı yönetecekmiş gibi kibirlendi Hulki. Başladı anlatmaya. “Biz Antepliyiz. Antep’inde baklavası meşhur.”dedi. hepsi ‘e yani biliyoruz’dercesine sesler çıkardı, Hulki ise devam etti. “Benim anamda bana hamileyken, tabi ben dördüncü çocuğum ve benden önce üç kız olunca artık bir erkek evlat bekliyorlar. Ne diyordum?” derken söze Ergün atladı. “Anneniz size hamileydi.” Güldü tim. “Evet. Neyse sonra benim nenem bakmış anam bir farklı bu hamilelikte. Basmış zılgıtı. Demişki ‘Bu kesin oğlandır.’ Herkeste sanki röntgen çekildide essah biliyor gibi sevinmişler.” Söze Kartal girdi. “Yanılmamış lan kadın.”dedi ama güldü hepsi. Devam etti Hulki. “Başlamışlar eğlenceye. O sırada anamın önüne cevizli baklava koymuşlar. Yemiş o da. Sonra bir daha yemiş. Sonra bir daha derken artık her gün en az bir kilo ceviz yemiş. Hem zeki olacağımı düşünmüş.”dedi fakat Kartal ine daldı. “Valla çokta işe yaramamış cevizler.” “Katılıyoruz.”dedi Suna hepsinin yerine. “Aşk olsun komutanım. Ben salak mıyım?” “Evet.” “Doğru aslında. Neyse devam ediyorum. Zaten bir gün annem ceviz yemekten bayılmış. O günden sonra yarım kiloya düşmüş. Bizim evede yakın bir tane cevizci vardı. Tahmin edin adı neydi cevizci dükkanının.”dedi ve soruya Ergün cevap verdi. “Cevizci.”dedi. ama gerçekten mantıklıydı. Diğerlerine öyle gelmemiş olacakki güldüler. “Hayır, adı ‘Hulki Cevizci’ydi. Bizimkilerde hep oradan alıyorlarmış cevizi. Anamda ben doğunca adımı cevizciden esinlenerek Hulki koymuş.”dedi. Suna ise Hulki’nin soyadına baktı. CEVİZOĞLU. Evet, soyadı buydu. “Hulki, senin ceviz zaafının nerden geldiğini buldum.”dedi. Hulki sorgularcasına baktı. Diğerleride artık Suna’ya bakıyordu. “Soyadından.”dedi. hepsi Hulki’nin soyadına baktı ve güldüler. “Biz bunu niye hiç düşünmedik ya.”dedi Turgut. Kartal ise anırıyordu. Aralarındaki en deli, en disiplinli, en sessiz ve en konuşkan olan Kartal’dı. Ne ararsanız vardı adamda. Düşündüğü tek şey ise vatandı. İri yarı bir yapısı vardı. Kahve gözleri vardı fakat güneşte gözleri sarımtırak bir şey oluyordu. Saçları kumral ve sarı karışımıydı. Boyu baya uzundu. Yüz hatları ise sert bir görünüme sahipti. En belirgin şey ise boynundaki doğum lekesi ve çenesinin yanındaki çukurdu. Kartal pek sevmesede ayrı bir hava katıyordu bu izler. O fark etmiyordu ama askeriyedeki kızların çoğunun hayallerindeydi. Çokta umrunda değildi açıkçası. Ona göre ise Yavuz komutanı daha çok kalbe girmişti. Fakat komutanı bir kez bile biriyle bir şey yapmamıştı. Sevmediği birini seviyormuş gibi yapamazdı. Seviyorsa sonları nikah sevmiyorsa sen sağ ben selametti. O sırada Yavuz bahçenin öbür tarafına gidiyordu. Cebinden telefonunu çıkardı. Girdi rehbere ve kardeşi Ayşenur’u aradı. Uzun zaman olmuştu kardeşiyle konuşmayalı. Baya özlemişti şımarığını. İkinci çalışında açıldı telefon. “Abi…nerdesin ya sen. Neden aramıyorsun? Bir şey mi oldu? İyi misin?”diye sorularını sıraladı Ayşenur. Yirmi beş yaşındaydı. Ankara’da yaşıyorlardı. Ayşenur hukuk okuyordu. Kötülere hesap sormak, iyileri mutlu etmek için. “Burdayım kardeşim.”dedi Yavuz. Kardeş özlemi çok büyük bir şeydi. Kavgada etsen, küssende, dünyanın öbür ucunada gitsen kardeş unutulmuyordu. “Oh. Çok şükür Allah’ım. Korkutuyorsun komutan bizi.”dedi ama abisi en son üç gün önce aramıştı. Bu kadar korkması iyi değildi. “Endişelenme. Ve sakın beni düşünüp dersleri aksatma. Sen benim prensesimsin. Demirhan’lara yakışır bir şekilde oku ve beni gurulandır.”dedi. Ayşenur ise övgüler üzerine havalara uçuyordu. Bir asasıyla tacı eksikti. “Tamam abiii. Neyse ne var ne yok. Ne yapıyorsunuz.?” “İyi çok şükür. Aynı şekilde terörist peşinde koşuyoruz.”dedi. son görevde beş leş indirmişlerdi. Aklına geldikçe gururlanıyor, havalara uçası geliyordu. “Güzel güzel. Hepsini öldür be Yavuz DEMİRHAN. Öldür arkandayım.”dedi o da bir anlık cesaretle. Yavuz ise güldü bu hallerine. Daha dün bebekti. Bugün genç bir kadın. “He sormayı unuttum. Senin arkadaşların ne yapıyor.”dedi. en son bayramda Hakkari’ye geldiğinde görmüştü abisinin arkadaşlarını. Daha kendine bile itiraf edememişti ama Turgut hoşuna gitmişti. Çok soru sorması, abisini sinirlendirmesi, her şeyi merak edip burnunu sokması ve kara gözleri etkilemişti ister istemez Ayşenur’u. “Ne yapsınlar, anca boş laf. Daha sabah Turgut Hulki’nin bütün sülaleyi soruyordu.”dedi ama gülmedende edemedi. Ayşenur ise o malum ismi duyunca yerinde kıpırdandı. “Toplu fotoğrafınız var mı?”diye boş bulunup sordu. Yavuz ise bir düşündü var mı diye. Evet vardı ama kardeşi niye sormuştu. “Varda sen napcan fotoğrafı?”dedi. içine şüphe tohumları ekilmişti bir kere. Ayşenur ise durumu toplamaya çalıştı. “Merak ettim işte. Hem sanane belki ben senin ne kadar iyi bir timinin olduğunu görmek istiyorum he olamaz mı?”dedi ve abisinin suyuna gitmeye çalıştı. Başardı da. “ Tamam atarım. Sen benim başıma belasın.”dedi. Ayşenur ise mutluydu. Turgut’u daha önce görmesi onu tanımasını kolaylaştırıcaktı. Yavuz o sırada Kartal’ı gördü. “Balım benim kapatmam lazım. Seni sonra ararım.”dedi ve kapattılar telefonu. Kartal’ın yanına yürüdü Yavuz. Timdekilerin hepsini seviyordu fakat Kartal ve Suna’nın yeri ayrıydı. Daha tim olmadan önce bile bu üçlü tanışıyordu. “Naber kibar feyzo.”dedi Kartal’a. Kartal ise “Buyrun komutanım.”dedi. zor kurtulmuştu salaklardan. Ya da komutanının demesiyle yavru kurtlardan. Yavuz timine yavru kurtlarım derdi genelde. “Hiç. Az önce Ayşenur’la konuştum. Şimdide canım seninle konuşmak istiyor.”dedi. kartal’ın ise hoşuna gitti. Zaten uzun zamandır komutanı ile baş başa konuşmamıştı. “Tabi komutanım, konuşalım.”dedi ve iki dost birlikte yatakhaneye gittiler. ******************************************************* Kolidorda ilerliyordum. Hedef yeni kardeş Cemre’ydi. Kaldığımız yatakhaneye geldim. İçeri girdiğimde Cemre kitap okuyordu. Bu timde böyle kitap okuyan bir Celal birde Cemre’ydi. “Cemre. Neydiyon gız.”dedim. kafasını kitaptan kaldırdı. Çok çabuk alışmıştık birbirimize. “Merhaba komutanım.”dedi. yatakta yana kaydı. Yanıan oturdum. “Ne okuyorsun?” dedim. Felsefe okuyordu. “Suç ve Ceza.” “Maşallah maşallah. Oku okuda kadın ol canım benim.”dedim. gülümsedi. “Hadi kalkta diğerlerinin yanına gidelim.”dedim ve kitabı kapatıp ayağa kalktı. Telefonu çıkarıp Celal’e mesaj attım. Dışarı çıkın geliyoruz. Kiminle? Ananla kardeşim. Sence. Cemre ile geliyorum. Tamam. Kapattım telefonu ve bahçeye çıktık. Akşam Doruk’un oraya yani eve gidecektim. Nefret ediyordum hem ondan hem babamdan. Ama başa gelen çekilir. Bahçeye çıkınca bizimkiler çardakta oturmuş konuşuyorlardı. Aynı şekilde yan çardakta dört beş kişi ile doluydu. “E ne yapıyoruz.”dedi Baran. Timuçin atladı ortaya. “Herkes istediği bir anısını anlatsın.”dedi. bana uyardı. Tam kim başlasın diyecekken Cemre başladı konuşmaya. “Benim babam albay. Bir gün okuldayken sınıfta gıcık olduğum bir çocuk vardı. Adı yanlış hatırlamıyorsam Harun’du. Neyse, çocuk benim kalemlerimi çalıp duruyordu. Hocaya söyledim. Ertesi gün yine çaldı. Yine söyledim hocaya. Ertesi gün yine çalınca ben bu çocuğu dövdüm.”dedi ama tam benlikti. Keşke bende böyle döveydim be. Cemre devam etti. “Çocuğun yüzü gözü mosmor oldu. Müdür babamı okula çağırdı. Tabi asker üniformasıyla geldi babam. Neyse çocuk bana sen görürsün, benim babam iş adamı, okuldan atılcaksın falan filan diyor. Sınıfın önündeyken babam geldi. Alay komutanlığından çıktığından olsa gerek yanındada iki asker vardı. Çocuk yanımda öyle bir yutkunduki gülmemek için zor tutmuştum kendimi. Babamın heybeti ile çocuk bir şey demeden sustu ve olay kapandı. Tabi o zaman beşinci sınıfız. O gün iyi ki babam var dedim. Babam beni her şeyden koruyordu. O günden bir ay sonra babam gittiği görevde şehit oldu. Arkamdaki dağ yıkıldı o zaman. Sanki koskoca dünyada tek kalmıştım. Annem bile bana bakacak halde değildi. Abim ve ablam bakıyordu. Zaten babamın şehit olduğunu duyunca okuldakilerde üstüme gelmeye başladı. Bende kendime o gün söz verdim. Babam gibi asker olup vatanı korumaya.”sözlerini bitirdiğinde kalbimde bir şeyler harekete geçti. Aklımda ise gariptir caddelerde rüzgar çalıyordu. Daha sonra Timuçin söze girdi. Ondan komik bir şeyler bekliyordum. Hatta hepimiz bence öyle bekliyorduk. “Komutanım sizden komik bir anı beklerim.”dedi Baran. Diğerleri de onayladı Baran’ı. Cemre bile şu birkaç haftada çözmüştü timi. Timuçin gülümsedi. Ama yüzü yerdeydi. Kaldırdı yüzünü ve başladı anlatmaya: “Hepiniz beni hayatı tiye alan, her boka mutlu olabilen biri olarak tanıdınız.”dedi ve durdu. Evet, biz onu öyle tanıyorduk ve öylede kalacağına emindim. “Her güzel şey bir kötülüğün içinden doğar. Kardelen soğuğu deler, lotus bataklığı ben ise ön yargılar ve suçların içinden sıyrılmış biriyim.”dedi. daha önce bunlardan hiç bahsetmemişti. Benim bildiğim komik, salak ve umursamaz kardeşim ne yaşamıştı? “Biliyorum, merak ettiniz. O zaman başlıyorum. Ortaokul sondayız. O yaşa kadar çok arkadaşım yoktu. Bir elin parmağını geçmezdi. Çünkü benim arkadaşlarım ailemdi. Annem, babam, ikizim. Ara tatilden önce sınıf iyice coşmuştu. Tabi her boşluklarında benle uğraşıyorlardı.”dedi ve durup soluklandı, devam etti: “bana neden konuşmuyorsun, arkadaşın yok, ezik, salak gibisinden salak saçma konuşuyorlardı. Karne günü sınıfın en yüksek notunun bende olduğu anlaşıldı. Ara tatil dönüşü tuvalette beni kabine sıkıştırdılar, tehdit falan. Çekemediler beni. Asker olcam dediğimde ise güldüler bana. Ama ben ağzımı açıpta bir cevap veremedim. Çünkü korkuyordum. Ne bileyim akran zorbalığı falan yaşadım ama hiç kimseye söyleyemedim. Liseye kadar hep sessizliğimden ötürü ön yargı ile yaklaşıp konuşmadılar beni. Kopya çektiler ben suçlandım, kavga ettiler ayırdım diye suçlandım, kalemleri kırdılar sıramda bulundu diye ben suçlandım. Babam dakka başı okuldaydı. Ama hep bana güvendi. Beni değiştiren konuşması ise askeri liseye girceğim zamandaydı. ‘Oğlum, bu dünya acımasız, bu dünya kıskanç, bu dünya kötü. Ve her zaman karşına seni sevmeyen, seni sen olarak kabullenmeyen, seni yoldan çıkarmaya çalışanlar illaki olacak. Sen ise bu kişilere ve olaylara göğüs gereceksin. Tıpkı bir Türk askeri gibi. Şu kapıdan girip yıllar sonra çıkınca o kişilerden daha kötüleri ile savaşacaksın. Hayat sana sağdan vurduğunda sen solunu kolluycaksın. Çünkü hayatın nerden vuracağı belirsiz. Eğer yenilmez olmak istiyorsan gülümse. Ne olursa olsun. İki elin kanda veya iki elin balda bile olsa gülümse. Çünkü insan gülene karışmak istemez. Onun güçlü olduğunu bilir. Hadi git ve beni gururlandır aslan parçası. Unutma her zaman arkandayım.’ “Ben bu konuşma sonrası elimde bavul girdim o kapıdan. Hep gülümsedim. Ve artık acılar ve insanlarla baş etmeyi biliyordum. Evet, benden bunu beklemezdiniz değil mi?” Konuşma boyunca kafam önümden kalkmamıştı. İlk hamle Adem’den geldi. Sarıldı Timuçin’e. Sonra Celal. Sonra Baran. Cemre’nin gözünden damlayan yaşı sildiğini gördüm. Tuttum kolundan ve bizsiz olmaz misali sarıldık onlara. Zaten kısa bir zaman sonra fazla duygusallıktan çıkıp oturduk yerimize. “Komutanım ben sizden bunu beklemiyordum.”dedi Celal. Yani doğru söze ne denir. “Vallah ben bile beklemiydim komutanım.”dedi Adem. Neyse sıktı konuşma valla dedim içimden ve söze girdim. “Valla benden mutlu bekleyen avcunu yalar. Bu bir ön uyarıydı. Mendilleri hazırlayın. Gördünüzmü bilmiyorum. Kolumda mor bir çiçek, karanfil ve pusula dövmesi var. Neyse işte yav. Şuan size bunların hikayesini anlatıcam. Mor;kimisine acılarını, kimisine ise umudu hatırlatıyor olabilir. Benim anneme göre ise umuttu, yarınlardı, ışıktı, özgürlüktü. Ben bu dövmeyi on sekizimde annem gibi umutlar ve yarınlar için yaptım. Karanlık geçmişten çıkmış parlak geleceğe hazırlanan bana bu yolda umut olsun diye. Hatta anneme küçükken ıslanmama rağmen bu mor çiçek resmini ıslak, yırtık verdiğim günleri hatırlıyorum.”dedim ve soluklandım. Tim anneme ne olduğunu biliyordu. Ama Cemre bilmediğinden ne çıkçak diye bekliyordu. “Cemre sana açıklık getireyim. Benim annem ve kardeşim dört ay arayla şehit oldu.”kız kaldı olduğu yerde. “Bu yüzden mor çiçekler benim umudum. Tıpkı bayrak gibi. Karanfil ise annem ve kardeşimin en sevdiği çiçek. Pusula ise… üç yıl önce karamsar günler geçiriyordum. Annemin yapmadığı şey, okumadığı dua sure kalmamıştı. Tıpkı Timuçin’in babasının yaptığı konuşma gibi bir konuşma yaptı annem. ‘Kizum, sana heleki bir Türk askerune bu kadar gara bulut yakışmaz. Kaldır o gafayı bakayum. O boynunu aşağu eydiğun an unut beği. Sen bu millete çalışacaksun. Bu senun vazifen. Doğri yoli bulemem diyorsen eğer al bu pusulayi. Her zaman sağa doğruyi gösterur. Bak guzey yönina. Bayrak var. Galk ve o bayrak uğrune savaş.’ “Evet, annem bana bunları dedi. Ben ise o günden sonra pusulayı boynuma astım. Ne zamanki kafam dumanlandı açtım baktım. Dedimki kendime; bu bayrak uğruna her şeyi yap. Şimdi diyecenizki komutanım peki dövme ne alaga şuan. Söyliyim. Kardeşim şehit olduktan iki ay sonra annemi ziyarete gittiğimde pusulayı banyo yaptıktan sonra aynanın önüne koydum. Ve bir saat sonra biz salonda annemle otururken evi kundakladılar. Zor attık kendimizi dışarı. Ama dışarı adımımı attığım an kalbim dön dedi. Baktımki pusula yok. Annem bağırdı arkamdan ama ben inatla gittim pusulayı almaya. Eşyalar hep yanmış geçişleri kapatmıştı. Zorla gittim banyoya. Tabi nefes namına bende hiçbir şey kalmamıştı. Pusulayı aldığım an düştüm ve pusula uzaklaştı benden. Almaya meyledemeden itfaiye erleri geldi ve çıkardılar beni. Pusula kaldı içerde. Yenisini almaya vakit olmadı. Annemin şehit olduğu vakte kadar sanki kansızdım. Taki annem şehit oldu o zaman o pusulanın varlığı kendini belli etti. Bende gittim yaptırdım bunu.”dedim ve kolumu açtım. Tam bileğimin üstündeki pusula dövmesini gösterdim. “Bakın, bayrağın yanıdaki harflere.”dedim. Bayrağın çevresini bizim, annemin ve kardeşimiz baş harfleri doldurmuştu. O gün akşama kadar konuştuk. Hepimiz acılarımızı anlattık. Ben ise o anlardan sonra yeniden doğmuştum. Ve eve o Doruk’un yanına gitmek için çıktım askeriyeden. Yolda ise bulduğum açık dövmeciden pusulanın yanına C harfini yaptırdım. Nede olsa artık Cemre’de vardı.
Anlamadığım şey neden ev dağın başındaydı. Hadi manzarası kurtarıyordu ama yani neden şehir merkezi değilde dağ başı. Hem arabada bir yerden sonra çıkmıyordu. Tanklar çıkardı ama bir yerden sonra yürüyorduk lanet eve. Ben ev ile ilgili taşındığımızdan beri yaptığım bininci düşünceyi yaparken Doruk elinde iki bardakla salona girdi. Hiç teşekkür etme gereksinimi duymadan aldım ve televizyonu açtım. Babam zoru ile evlendiğim adam buydu işte: Doruk SEYİS. Tabi ben asla onun soyadını almadım. Hem canım niye alıyımki. Ne işime yarıycak. Dünyayımı kurtarcam hayır. Ama ülkemi kendi soyadımla kurtarırım o başka. “E ne yaptınız bugün?”dedi meymenetsiz surat. “Bir şeyler yaptık işte. Hem napcan arkadaşlarımla olan işlerimi?” “Kocan değil miyim ? sormak en doğal hakkım.”dedi gevşek ağız. “Yok, değil. Beni ben ilgilendiririm. Sen değil. Hem. O evlilik benim için formalite. Seni asla kocam olarak kabul etmedim etmiyorum etmeyeceğim.”dedim Timuçin’den esinlenerek. “Hiçte formalite değil. Aç bak nüfus cüzdanına.”dedi gırışık burun. “Ay yeter valla. Sıkıyorsun adamı. Susta önüne bak.”dedim ama dinlemedi ve geldi yanıma oturdu kuş beyinli. “Yok ben sıkmam canım. Gel bak saat geç oldu. Ben seni eğlendiririm.”dedi amazon kaplanı gevşek gevşek. Ama benim kafa attı. Münasebetsiz imalar asla hoşuma gitmiyordu. ASLA. E bende yaptım yapacağımı. Elimdeki kaynar kahveyi boşalttım malum bölgesine. “YANDIM AMAN YANDIM. KIZIM NE YAPIYORSUN BE!”dedi çölde işe yaramayan kaktüs. “Eğleniyorum. Yok sana eğlenmek gargamel surat.”dedim ve ayağa kalktım. Odaya gittim ve kanepeye uzandım. Birkaç saat sonra Doruk odaya girdi. Biri ile konuşuyordu. “Ne yapalım uğraşıyoruz. Plan hazır mı? Tamam ama şimdi değil. Ben sana söyleyince yengene sunacağız. Bakalım beğenecek mi?”dedi ama gözlerini üstümde hissediyordum. Konuşmaya bakılırsa bana sürpriz yapacak. Ama asla beklemezdim bu kıt kafadan. Kesin başka bir kadına yapardı ama benim umrumda bile değildi. Bir süre sonra telefonu kapattı. Üstünü değiştirdiğini anlayabiliyordum. Daha sonra dikildi başımda. Durdu birkaç dakika. “Seni yola getirmesini biirim ben inatçı keçi.”dedi. Sanki ben uyuyorum ya. Hem sensin inatçı keçi saksağan kulak seni. Görecektik. Kim kimi yola getiriyor. Gitti uzandı yatağa. Sabah ola hayrola…
evet şimdide ikinci bölüm umarım seversizinz. arkadaşlar bölümler neredeyse iki ay balkide daha önce yazıldı ve bugün yayınlıycam diye tekrar okumadım eğer bir kusur varsa affola iyi okumalar :) iyi geceler Unutmayın bir umut ışığı her zaman vardır. Yeter ki bulmak isteyin... |
0% |