Yeni Üyelik
24.
Bölüm

20. BÖLÜM

@vesileninruyasi

SELAMÜN ALEUKÜM CANLARRRRR

EVET BU BÖLÜMDE BİRAZ KISA AMA ÇOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOOK İYİ....

ÖHÖM ÖHÖM

BİRAZCUK KANINIZA İŞLEMELUK BİR BÖLÜMDÜR DİKKATİNİZE!

AĞLAMALIK YER YOK AMA DUYGULANMALIK YER VAR!

NEYSE İYİ OKUMLARA.

ALLAHIM BENİ KORU. AMİN.

 

:)

 

 

 

 

 

 

Yer değişirdi. Zaman değişirdi. İnsanlar değişirdi. Ama huylarımız ve benliğimiz değişmezdi. Ben Göksu’dum. Ve Göksu kalacaktım. Yer, zaman ve kişiler değişirdi ama parantez açayım. Yavuz değişemez. Yani, sevdik bir kere. Değişemez. Valla o iki ayı unutmadım unutmuyorum unutmayacağım Yavuz Bey. Neyse, her şey değişirdi ama biz değişmezdik. Bugün dünyanın en mutlu insanı, yarın en mutsuzu olabiliriz. Ama içimizdeki kişilik değişmez.

Bende de bir değişim olmamış. Yıllar önce yaptığım gibi yine balonlara bakıyordum. Yer farklı zaman farklıydı. Ama ben yine bendim. Balonlar şu zamana kadar çokta değişmemişti. Hepimiz ilk patlayacak olanı merak etmiyor değildik. Ama işte bu işler nasip işi. Bir bakmışsın bum! Patlamış.

Balonlara bakarken kapı açıldı. Kapıya döndüğümde gelenin Timuçin olduğunu gördüm. Tam teçhizat hazırlanmıştı. Bende öyleydim de işte. Gülerek bana bakıyordu. Gözlerimi kıstım. Gülüşü farklıydı. Daha yarım saat olmamıştı ayrılalı. Ne çabuk özlendim be?

Yavuz bile iki aya gelemedi. Kesin bir bok yedi bu ayı ha!

İç sese ciddi ciddi başımı salladım. Kesinlikle yemişti. Ama ne? Yine kime bulaşmıştı? Ya da kimden azar yemişti. Bir dakika ya, azar yese niye gülsün manyak. E adı üstüne manyak. Ama geleli kırk dakika olmuşken ne yapabilirdi lan bu derece?

“Ne bok yedin lan sen?” diye cidden sordum. O ise yine sırıttı. Rahatça gelip yatağıma oturdu. Ellerini arkaya atıp ayaklarını sallarken banyo yaparken böcek görmüş gibi baktım. Çok rahat bir cevap verdi.

“Hiççç.”

“Lan ben seni tanımıyor muyum? Kesin bir şey yaptın. Ne yaptın anlat. Bak kimseye söylemem hadi söyle,” dediğimde tekrar sırıttı. Sarhoş muydu lan yoksa?

“Yok bir şey komutanım. Valla yok!” dediğinde kolundan tutup ayağa kaldırdım. O ise yine sırıtıyordu. Kafayı yememe son üç!

“Valla deme bana. Valla deme! Mal olmasan inanacağım bu dediğine ama malın önde gidenisin!” dediğimde yine sırıtıyordu. Dişlerimi sıktım ve götüne tekmeyi yapıştırdım. Öne doğru bir santim kıpırdamazken sinirli tekrar tekrar vurdum. O gülüyor ben bağırıyordum.

“Konuş Timuçin. Ne yaptın söyle lan!” diye tekrar yükseldiğim an kapı açıldı. Kapıya baktığımda omuzlarım inip kalkıyordu. Gelen Yavuz’du. Gözleri önce beni sonra Timuçin’i buldu. Sonra tekrar beni ve sonra tekrar onu. Gözleri tekrar beni bulduğunda korkuyla yutkundu.

“Göksu… Ne olmuş bu sıpaya?” dedi korka korka. Önce öylece kaldım. Sonra ise kahkaha attım. Timuçin ise hala mal mal sırıtıyordu. Yavuz ilerledi ve Timuçin’i dışarı fırlattı.

“Ayy! Karnım ağrıdı gülmekten!” dedim doğrulmaya çalışırken. Yavuz kapıyı kapatıp önüme geldi. Doğrulduğumda bana bakıyordu. Gözlerimiz kesiştiğinde uzunca birbirimize baktık. Her zerresi güzel geliyordu, tatlı geliyordu. Gördüğüm an içimdeki o bir umut ışığı alevleniyordu. Öptüğünde yaşadığımı hissediyordum. Sarıldığında yuvamda hissediyordum. Baktığında güvende hissediyordum. Ben onunla ilgili her şeyi vatanım gibi hissediyordum. Vatanım gibi içtendi. Sakarya’mdı, Sivas’ımdı, Erzurum’um İzmir’imdi benim. Vatanımın her karışıydı. Gözleri ise al bayrağımın kızıllığı gibi içten ve sıcaktı.

Eli elime uzanıp tuttuğunda ürperdim. Ama anında huzurla doldum. Seviyordum ben onu. Hem de canımdan bile çok seviyordum. Ne zaman sevmiştim ben onu?

Ebenin nikahında fetüsleriniz yan yana geldi. O an aşık oldunuz canım. Ezelden demek daha makul olur mu efenim?

“Göksu…” diye mırıldanması ile iç sesi unuttum. Gözlerim Göksu olduğumu belli etmek için kırpıldı. Yavuz alnını alnıma yasladığında gözlerimi kapattım. Bir adım attı bana doğru. Bende geriye doğru bir adım attım ama alnı alnımda ellerimiz yanaklarımızdaydı. Gide gide pencerenin önüne kadar gelmiştik. Sırtım pencereye çarptığında gözlerimi açtım. Baş parmağı yanağımı okşuyordu. Gözlerimiz kesiştiğinde ellerimi boynuna doladım ve bu sefer onu beklemedim.

Öptüm onu. Doya doya öptük birbirimizi. Özlem gidermek ister gibiydik. Uçlarda dolaşır gibiydik. Ama seviyorduk. Bunu bellide ediyorduk. Aşk insanın gözünü kör kulağını sağır ediyordu. Yarım saat sonra göreve gidecek olan sanki biz değildik. Teröristleri öldürecek olan biz değilmişiz gibi öptük birbirimizi. Askerde olsan sevince deliydin.

Dudaklarımız ayrıldığında gözlerim kapalı bir şekilde duruyordum. Aklıma beni ilk öptüğü an geldi. Sonrasında bırakıp gittiği. İki ay geldi gözümün önüne. Kollarımı daha sıkı doladım boynuna. “Göksu…” dedi tekrardan. “Hıı…” dedim bende. Baş parmağı yanağımı okşuyordu.

“Hala bana kızgın mısın?” dedi müptelası olduğum ses tonuyla. Nasıl kızgın olurdum ki? Ama işte Göksu iseniz, ve Timuçin ile çok yakınsanız kin tutmak sizin işinizdi. Evet, burç yorumlarında bugün…

“Bilmem?” dedim her şeye rağmen. Güldüğünü işittim. Ardından hafif bir buse kondurdu dudaklarıma. “Geçti mi?” dedi aynı tonla. Arkadaşlar, aradaki çekim beni zorluyor. Her an her şey olabilir!

“Bilmem?” dedim zorla. Parmaklarım ensesindeki saçlar ile oynarken bu sefer yanaklarıma birer buse kondurdu. “Şimdi geçti mi?” dedi aynı tonla. Geçti vicdansız adam! Ama pes etmek yok. Ya da etsem mi? Çünkü şu an yakasından tutup yatağa geçmeme ramak kaldı.

Yavuz şakaklarımdan öptüğünde hafifçe inledim. Görmesem de tebessüm ettiğine emindim. “Şimdi geçti mi?” dediğinde kafamı hayır anlamında salladım. Adamın karşısında kıvranıyordum resmen ama geri vitese asla almıyordum. Ve biliyorum ki Yavuz ben her hayır veya bilmem dediğimde tekrar öpecekti. Ve bunu istiyordum.

“Bilmem?” dedim zorla. Çünkü bazı yerlerimden bütün bedenime sinyal gönderiliyordu. Güldüğünü duydum Yavuz’un. Ve dudakları boynumun üstünde durdu. Ama hafif bir buse bırakmadı. Aksine boynumun her zerrsini öptü. Kafamı geri yatırdığımda o da bana doğru eğildi. Bir eli üniformamım yakasına gitti. Elleri durduğu an “Şimdi geçti mi?” diye sordu.

Daha fazlasını istiyordum. Sinirim kızgınlığım üzüntüm çoktan geçmişti. Ama ben onu istiyordum. İçimdeki o alev geçmemişti. Ve teklikeyi göze alarak zorla konuştum. “Bi- bilmem?” dediğim an duran elleri işine devam etti. Üniformamım düğmelerini açarken boynumu öpüyordu. Üniformam karnıma kadar açıldığında kollarımı üniformadan kurtardı. Üstümde şu an sadece askeri body kalmıştı. Kollarım boynundayken elleri bodyimi uçlarından tutup hızla üstümden çıkardı. Kollarım boynundan çözülmüştü. Karşısında südyen ile kalmıştım. Gözlerimi zorla açtım ve kafamı önüme eğdim. Gözlerimiz kesiştiğinde yutkundum.

“Geçti mi?”

“Hayır!” dedim son kalan gücümle. O ise dudağının bir kenarını kıvırdı. Ve ani bir şekilde südyenimin üstünden kalbimin olduğu yeri öptü. Kollarım boynuna dolanırken inledim. Ama Yavuz artık duramıyordu.

Tam elleri südyenimin kancasına gittiğinde kapı tıklatıldı. “Komutanım!” diye bağıran Turgut’un sesi geldi. Yavuz gözlerini bana çevirdiğinde “yapacak bir şey yok” bakışı attım. Önümden iki adım gerilerken ne ara yatağımın üstüne konulduğunu bilmediğim bodyi aldım ve giydim. Üniformamın düğmelerini kapatıp Yavuz’a baktım. Oyuncağı alınan bebeklere benziyordu. Tebessüm edip yanağına bir öpücük kondurdum.

“Daha sonra DEMİRHAN!” dedim ve kapıya ilerledim. Vakit gelmişti. Şimdi sahne bizimdi. Vatanı koruma zamanıydı.

 

 

 

 

 

Ergün telefonuna bir bakış daha attı. Yaklaşık yarım saat sonra görev vardı. Van’a daha yeni gelmişlerdi. Ama gelir gelmez göreve gidiyorlardı. Şimdi ise ablası ile konuşacaktı. Ama eli gitmiyordu aramaya. Annesi kalp hastasıydı. Ve tedavi için paraya ihtiyacı vardı. Hemen ameliyat olmaz ise ölebilirdi. Bu yüzden maaşının çoğunu biriktiriyordu. Babası beş yıl önce beyin kanamasından dolayı vefat etmişti. Annesine de ablası bakıyordu. Şimdi ise aramak istemiyordu. Çünkü alacağı bir kötü haber yüreğini acıtıyordu. Zaten bu aralar hisleri garipti. Kestiremiyordu.

Eli zorlada olsa tıkladı ablasının numarasının üstüne. Telefon çaldı çaldı ve açıldı. “Ergün’Üm!” diyen ablasının sesi ile kafasını sağa çevirdi. Dudağını ısırdı. Şu an olmazdı. “Ablam,” dedi o da.

“Nasılsın kardeşim? İyi misin? Bir şeyin yok ya? Kötü bir şey mi var?” dediğinde Ergün gözlerini kapattı. Bu dünyadaki en büyük dertlilerden biri de Ergün’ün ablası Elif’ti. Babası yoktu. Annesi hastaydı. Kardeşi asker.

“Yok abla bir şey. Endişelenme. Siz ne yapıyorsunuz? Annem nasıl?” dediğinde nefesini tuttu. Ablasının gülen sesini duydu. Ve nefesini geri bıraktı.

“İyiyiz balım! Annemde sen arayınca anında toparladı ha!” dediğinde Ergün tebessüm etti. İçine su serpilmişti. Yüreği artık kaldırmaz hale gelmişti. Bir bu konuda hisleri çalışmıyordu. Asla tahmin edemiyordu. Annesi iyi mi değil mi diye.

“Güzel güzel. Bende birazdan göreve gideceğim. Gitmden son kez bir arayayım dedim.”

“İyi yapmışsın valla. Kendine dikkat et. Üşütme sakın. Oralar soğuktur. Kalın giy merakta bırakma beni!” dediğinde Ergün gülmüştü. Ablasına göre kundakta bir bebekti. Ama hak veriyordu bazen. Üşütünce fena olabiliyordu.

“Tamam abla tamam. Kat kat giyerim merak etme,” dediğinde karşı taraftan dertli bir nefes duydu. Kaşları çatıldı. Ne olmuştu?

“Ergün…” diyen ablası ile olduğu yerde dikleşti. “Abla…” dedi o da. Yutkundu. Gelecek olan şeyi bekledi.

“Para?” diyebildi ablası sadece. Ergün dertli bir nefes verdi. Ablası hem para biriktiriyor hem kendilerine bakıyordu. Ergün ise yemiyor içmiyor parayı ya onlara gönderiyor ya da biriktiriyordu. Ve bu ay alacağı maaş ile parayı tamamlamış oluyordu. Son bir ay kalmıştı annesinin sağlığına kavuşmasına.

“Bir aya gönderirim abla. Merak etme sen,” dedi. Aklındaki tüm olumsuzlukları sildi. Sayılı gün çabuk geçerdi.

“Tamam,” dedi ablası gülerek. “Seni de üzdüm ablacım. Hadi Allah’a emanetsin. Seni seviyorum!” dediğinde güldü Ergün.

“Ne üzmesi abla! Hadi görüşürüz. Allah’a emanetsiniz. Sizi seviyorum!” dedi ve telefonu kapattı.

 

 

 

 

Bir rüzgar esti. Yapraklar dallarından düştü. Hayvanlar evlerine gitti. Şimşek çaktı gökyüzünde. Abluka ve Pençe ise avlarını gözetliyordu. Munzur ve Nijda adlı teröristler alınacaktı bugün. Hepsi tüfeklerinin dürbünleri ile eve bakıyorlardı. Daha doğrusu evlere. Bir köydeydiler. On hanelik bir köydü. Köylüler gitmişti. Aldıkları istihbarata göre iki ev doluydu.

“Komutanım, bugün ne biliyor musunuz?” dedi Turgut. Yavuz gözlerini kapattı. Derin bir nefes aldı sonra verdi. Sinirliydi. Tam bazı işler yoluna girmişken yapılacak iş değildi. Göksu bu hallerini gördü. İçten içe gülüyordu ama o da sinirliydi. Ani bir baskın tadını kaçırmıştı.

“Neymiş Turgutcuğum!” dedi Yavuz ters ters. Turgut hemen cevapladı onu.

“Hulki komutanımın doğum günü!” dediğinde gözler Hulki’ye çevrildi. Yüzünde büyük bir şaşkınlık vardı.

“Benim mi? Yok daha neler. Len ben hatırlamıyorum, sen nereden bildin?” dediğinde Turgut güldü.

“Bilmemeniz normal komutanım,” dediğinde hafif gülmeler yükseldi diğerlerinden. Hulki ise gülmüyordu.

“Nedenmiş o?” dediğinde Kartal yerlere yatıyordu.

“Bendeki akıl sizde olsaydı şimdiye dünya devi olurdunuz komutanımda ondan!” dediğinde Hulki ve Yavuz dışında hepsi gülüyordu.

“Katılıyorum,” dedi hepsi aynı anda. Yavuz ise sinirle nefes verdi.

“Madem sende dünya devi olmalık akıl var Turgut! Neden kullanmadın? Tavukta da kanat var ama nafile!” dediğinde bu sefer Turgut hariç hepsi gülüyordu.

“Olmuyor ama komutanım!” diye isyan ettiğinde Yavuz güldü. Sinirliydi.

“Bal gibide oluyor,” dediği sırada evde bir hareketlilik oldu. Gözler evi bulduğunda artık vakit gelmişti. Köpeğin inine gelinmişti ve o in bugün patlatılacaktı.

 

 

 

 

GÖREVİN KALANI DİĞER BÖLÜMDE. DİĞER BÖLÜM BU YÜZDEN DAHA UZUN OLACAK. SEVİLİYORSUNUZ BAYS.

OY YORUM TAKİP RİCA EDEYRUM

 

Unutmayın bir umut ışığı her zaman vardır. Yeter ki onu bulmak isteyin...

Loading...
0%