Yeni Üyelik
32.
Bölüm

26. BÖLÜM

@vesileninruyasi

SELAMLAR CANLARIMM

BUGÜN KISA TUTUYORUM ÖPÜLDÜNÜZ SİZİ SEVİYORUM BAYS

İYİ OKUMALAR

 

YAZARKEN DİNLEDİĞİM ŞARKILARIN LİSTELERİ:

https://www.youtube.com/watch?v=gdFVBaZ3EXo&list=RDgdFVBaZ3EXo&index=1

 

https://www.youtube.com/watch?v=vGR9YLj_ht4&list=RDvGR9YLj_ht4&index=1

 

 

 

Kaybettiklerimiz bazen başka bir bedende, bir film sahnesinde ya da bir kitabın cümlesinde karşımıza yeniden çıkabiliyordu. Ben kardeşimi, annemi ve sevmesem de babamı kaybetmiştim. Bir tek timim, vatanım ve akrabalar kalmıştı yakınım olarak. Şimdi ise ben kaybettiğim bu üç kişiyi yeniden bulmuştum.

 

Bir süt kardeşim vardı. Annem ve babam… Tanımıyorum ama kalbimin derinlerinde onların verdiği sıcaklığı hissedebiliyorum. Ben bu yaşımda tekrardan aileme kavuşmuştum. Yaşım yirmi yediydi ama ben tekrar bir aile ile tanışıyordum.

 

Teyzem Elif teyze ile konuşacakmış, sonra ayarladıktan sonra buluşacakmışız. Açıkçası içimde küçük bir heyecan yok değil. Ama bu buluşma en az üç veya dört aya anca ayarlanabilir. Çünkü önce süt kardeşime haber verilecekmiş, sonra o işinden izin alacak, ben alacağım falan derken aylar sürerdi bu bence.

 

Koltuktan kalktım. Telefonumu koltuğa geri fırlattım. Mutfağa ilerledim. Dolaptan kahvaltılıkları çıkardım. Kahvemi hazırladım ve masaya oturdum. Açıkçası hiç iştahım yoktu. Aslında Ergün’üm gittiğinden beri yoktu. Ama artık alışmıştım. Artık kayıplar bile canımı az yakmaya başlamıştı. Hayat bu. Bir heyecanla başlarsın ama tek nefeste biter. Ya aldığın nefesi geri veremezsin ya verdiğin nefesi geri alamazsın. Bende bir gün gidecektim kara toprağa. Bundan kaçış yok.

 

Ama şimdi eğri oturup doğru konuşalım. Yavuz ile bir kere bazı şeyleri yapmadan kara toprak olmak istemiyorum. Bundan sonra olur mu bilemem ama işte insanız istiyoruz bizde bazı şeyleri.

 

İstemez olur mu hiç? Bu kız ne fitne fesat. Şu ana kadar fitneliğini çok görmedik ama Yavuz’u bazı hallerde düşündüğüne göre fesatın önde gideni. İtiraz edenler,

 

Ben de diyorum bu iç ses nerelerde. Evet hoş geldin iç sesçim ama bom boş gelmişsin yine. Sen bir kere daha fesatsın ulan. İçimde olduğun için beni o yöne sürükleyen sensin. Gerizekalı!

 

Kim?ben mi kar çiçeğin mi?

 

İkinizde. Aslında o olamaz. Çünkü bir mektupla terk eden benim. Ulan o beni öpüp gitti. Ama ilk öptüğü andı. Şerefsiz o. Gerizekalı olan sensin. Ulan ben bugün yarın dönüyorum. Adam toplasan üç gün gül cemalimi göremedi ben iki ay görmedim. Oh iyi yaptım valla. Nasıl, iki ay gitmek güzel oluyor muymuş? Tabii biz üç gün gittik beyefendi iki ay. Allah belasını vermesin be!

 

Çalan kapı ile duraksadım. Bana gelen olmazdı bu saatte. Aslında saati geçtim bana gelen olmamıştı. Hemen ayağa kalktım. Hızla odamdaki silahımı alıp kapıya gittim. Kapının önüne geldiğimde kapı deliğinden dışarı baktım. Önce kalbime ince bir sızı doldu. Sonra bu sızı yerini özlem ve sevgiye bıraktı. Tam kapıyı açacakken kalbimdeki özlem ve sevgi yerini pişmanlık ve acıya bıraktı.

 

Açamazdım kapıyı. Kartal Yavuz geri geldiğinde ona yüzsüz gibi gidip yüzsüz gibi geri mi geldin diye sormuştu. Şimdi aynısı bende mevcuttu. Yüzsüz gibi bırakmıştım ben kar çiçeğimi. Şimdi yüzsüz gibi geri mi dönecektim. Hadi ama, en azından şu kadarcık bir gururumuz olmalı. Ya da utancımız.

 

Kapı tekrar çalındı. Tekrar ve tekrar. Kapıya sırtımı yasladım. Gözlerimi kapattım. Silahım benden bağımsız elimden süzüldü ve yere düştü. Yere düşerken çıkardığı tok ses ile kapı daha fazla çalınmaya başladı. Kendimi kapının arkasında yere bıraktım. Dizlerimi kendime çekip kapıya yaslandım.

 

“Göksu,” diyen sesi ile gözlerim daha büyük bir acı ile kapandı. Boğazıma büyük bir yumru oturdu. Çok özlemiştim onu. Giderken mal gibi bir aklım vardı. Ama şu an özlemden geberilse geberirdim. Üç gün üç gündü. Onsuz geçirdiğim tek saniye haramdı. Kendime her zaman sorduğum soru tekrar aklıma kuruldu. Ben ne ara bu kadar bağlanmıştım ona? Ne ara bu kadar aşık olmuştum?

 

“Göksu,” diyen sesi öncekine göre daha kısık çıkmıştı. Ses tonu kalbimi daha fazla yaktı. Yakışmamıştı ona kısık ses. Bağırmalıydı. Kendinden emin olmalıydı. Sesi dünyaya meydan okur gibi yüksek çıkmalıydı. Eski Yavuz olmalıydı. Aşık olduğum sesi olmalıydı. Komutan Demirhan olmalıydı.

 

“Göksu, kapıyı aç! Konuşalım,” gözyaşlarım artık dökülmeye başlamıştı. Başımı hayır anlamında sallıyordum. Şu an kendimden nefret ediyordum. Ona bunları yaşattığım için kendimden nefret ediyordum. Kendimi üzmeyeceğim, kendi tellerimi kendim çalacağım dedikten sonra aciz olmamdan nefret ediyordum.

 

Ağlamam şiddetlendi. Şu an aramızda kapı bile olsa yanımdaydı. Ve onun yanında ağlayabilirdim. Onun yanında yapabilirdim en azından. En azından sözümüzü onun yanında bozabilirdik. Hıçkırıyordum artık. Duyduğuna o kadar emindim ki.

 

“Göksu,” sesi o kadar kısık ve yalvaran bir tonda çıkmıştıki kafamı kapıya hafifçe vurdum. Aklıma geldikçe vurdum kafamı arkamdaki kapıya. Önce hafif bir değdirmeden ibaret olan vurmalarım ağlamam gibi şiddetlendi.

 

“Göksu!” sesi bu sefer endişeliydi. Ama duyamıyordum. Kendi acımda boğuluyordum şu an. Gözlerim kapalı kafam arkamdaki kapıya vuruluyordu. “Yapma! Zarar verme kendine! Yapma! Yalvarırım yapma! Aç kapıyı konuşalım! Kırarım kapıyı bak!” sesi bir çeşit fısıltı gibi geliyordu. Artık her şey bulanık geliyordu kulağıma. Kafamı daha sert vurmaya başladım. Sanki vursam geçecekti bütün acılar. Yavuz’un bağırdığını hayal meyel anımsadım. Arkamdaki kapı defalarca vuruldu. İsmim onun ağzından defalarca çıktı. Ama ben bunları çok uzaktan duydum.

 

Yaptığım tek şey kafamı kapıya vurup özlemimde, acılarımda, kayıplarımda, aşkımda boğulmaktı. En sonunda bedenimin yere doğru devrildiğini hissettim. Adım daha yüksek bir şekilde bağırıldı. Gözlerimi açamadım. Gerisi karanlık. Dipsiz bir kuyu.

 

Yavuz verilen adrese gelmişti. Eve uzunca bir süre baktı. Ardından binaya yürüdü. En üst kata çıktı. Kapıyı tıklattı. Kalbi heyecan ve özlemden dolayı kuş gibi çırpınıyordu. Uzun sayılabilecek bir süre bekledi. Tekrar tıkladı kapıyı. Açılmadı kapı. Arkadan tok bir ses duydu. Kaşları çatıldı. Anında meraklandı. Karameli içerideydi ama nasıl?

 

Ardından içeriden başka sesler gelmeye başladı. “Göksu,” dedi. Sesi ifadesiz gibi çıkmıştı sanki. Yutkundu. Kapıyı neden açmadığını biliyordu. Canı yanıyordu bunun için. Gitmişti. O da iki ay gitmişti ama şu geçen üç gün onun için üç yıl gibiydi. O üç günde böyle olduysa Göksu iki ayda nasıl olmuştu? Bilemedi. Dışarıdan gördüğü kadarıyla berbat bir iki aydı. Ama içini bilemedi.

 

“Göksu,” dedi bir kez daha. Sesi kısık çıkmıştı. Ses tonunda yalvarma vardı. Özlemişti, çok özlemişti. Üç gün üç gündü. Ama onun ömründen ömür gitmişti. O mektup satırlarını okudukça canının ne kadar yandığını bir o bir de Allah biliyordu. Askerliğinde o gün ilk defa askeriyede ağladı. Hüngür hüngür ağladı o odada o yatakta o kokuda. Onlarca arkadaşı şehit olmuştu ama Yavuz hepsi için askeriye dışında ağlamıştı. Annesinin yanında ağlamıştı. Ayşenur’un yanında ağlamıştı. Babasının yanında ağlamıştı. Bir tek onlar görmüştü gözyaşlarını. Birde Kartal.

 

“Göksu, kapıyı aç! Konuşalım,” her şeye rağmen onu kırmaktan korktu. Zaten kırık bir kalbi vardı karamelinin iyice kırmak istemedi. Yapamadı. İstesede yapamazdı. Çünkü o daha bencildi. Koskoca iki ay gitmişti o. Üç gün için kalp kırmaya değmezdi. Göksu onu süründürmeye çalışmıştı. Ama kalbini kırmamıştı.

 

“Göksu,” sesi yalvarmıştı resmen. Kafasını kapıya yasladı. Nefesini duymak istedi. İçeriden sesler gelmeye başladı. Kafasını kaldırdı kapıdan. Sesler gittikçe artmaya başladı. Bir şeyin kapıya vurduğunu anlıyordu. Hıçkırık sesleri kapıya vurulma sesine karışıyordu. Kalbi acıdı Yavuz’un. Anlamıştı. Göksu kafasını kapıya vuruyordu.

 

“Göksu!” sesi endişeliydi. İlk defa sesinde gizlemediği bir endişe vardı. Çünkü gelen vurma sesleri normal değildi. Her an kafatasına zarar gelebilirdi. Ama Göksu bunu önemsemyordu. “Yapma! Zarar verme kendine! Yapma! Yalvarırım yapma! Aç kapıyı konuşalım! Kırarım kapıyı bak!” dediğinde kapıya vurmaya başladı. Gözleri hızla kapıyı nerden açabileceğine baktı. Bulamadı bir şey. kapıya vurdu. Kırmaya çalıştı. Aynı sesler içeriden geliyordu.

 

“GÖKSU!” diye boğazı yırtılırmışçasına bağırdı. Kendi sesinden korktu bir an. Ama durmadı. Defalarca kapıyı yumrukladı tekmeledi. Adını bağırdı. Binadaki insanlar evlerinden çıkmış yanına geliyordu. Yanına bir tane yaşlı amca geldi.

 

“Evladım! Ne oluyor?” sesi endişeliydi yaşlı amcanın. Durdu Yavuz. İçeri girmeliydi. Kendine ne yaptığına bakmalıydı. İçeriden sesler gelmiyordu artık. Endişeli gözleri yaşlı amcaya döndü. “İçeri girmeliyim.”

 

“Neden?” dedi yaşlı amca. Yavuz çıldırmak üzereydi artık. “Amca! İçeride sevdiğim kadın kendine zarar veriyor sen beni soru yağmuruna tutuyorsun!” sesi öfkeliydi. Ama şimdi söyleyecekleri çaresizdi. “Yardım et bana! Kurtarayım onu. Yardım et amca, yalnız o şu an. Canı yanıyor. Yanında olmam gerekiyor ama ben şu sıçtığımın kapısı yüzünden yanında olamıyorum,” ellerini saçına geçirdi. Bağırıyordu ama çaresizce bakıyordu.

 

“Yanında olmalıyım. Nasıl olduğunu bilmem lazım,” amca derin bir nefes verdi. Arkadaki genç bir kadına eliyle bir işaret verdi. Kadın hızla aşağı inmeye başladı. “Ailesi nerede?”

 

Elini kalbinin üstüne vurdu Yavuz. “Benim! Onun aileside, varlığıda, yokluğuda benim. Kapıyı açıyor musunuz kırayım mı?” dediğinde hızla kapıya döndü. Beklemedi cevabı. Tam ayağını kapıya geçirecekken iki el tuttu onu. Hızla geri çekildi. Kadın elindeki anahtar kümesi ile kapıya koştu. Bir dakika anahtarı bulmaya çalıştı. Yavuz onu tutan ellerden kurtuldu.

 

“Çekil!” diye bağırdı. Aldı anahtarları ve tekte buldu anahtarı. Hemen kapıyı açtı. İçeri girdiğinde yerde yatmış kafasının arkasında gördüğü kan ile yutkundu. Kalbi binlerce parçaya ayrıldı. İçindeki yangın büyüdü.

 

“Göksu,” hızla sevdiğine yaklaştı. Yüzüne gelen saçları çekti. Nabzını kontrol etti. Hızla kucağına aldı. Gözü tam karşıdaki kapısı yarı açık oadaya ilişti. Gördüğü yatak ile hemen ayaklandı. Hızla ilerledi. Kapıyı ayağı ile açıp yatağa yatırdı Göksu’yu. Arkasından gelen kadın ve amcaya baktı. Kadın hemen bir yere koştu. Amca kapının önünde dururken Yavuz Göksu’ya döndü. Saçlarını yüzünden çekti. Üstündeki montu çıkarıp kenara fırlattı. Kafasından akan kan üstündeki beyaz kazağı lekelemişti. Saf iyiliğin üstündeki lekeydi. Kendinden utandı Yavuz. Eğer gelmeseydim böyle olmazdı diye düşündü.

 

Kadın elinde ilk yardım malzemeleri ile geldi. Yavuz hızla elinden aldı malzemeleri. Hızla pansuman yapmalıydı. Gözleri kısa bir an amcayı buldu. Hafif bir tebessüm etti. Amca karşılık verirken kadını kolundan tutup çıkışa ilerletti. Yüzleri birbirinin aynısıydı. Kapının kapanma sesini duydu. Hızla beyaz kazağı çıkardı. Kafasındaki yaraya dikkat etti. Eline pamuk ve tentürdiyotu aldı. Yaraya hafifçe dokundurttuğunda elinin altındaki kadından gelen inleme ile yüzünü buruşturdu. Canı yanmıştı.

 

Hafif hareketler ile temizledi yarayı. Dikkat ederek sardı ardından. Yataktan kalkıp dolaba ilerledi. Dolapta hiçbir şey yoktu. Yerdeki bavula ilerledi. İçini açtığında gözüne ilk en üstteki kendi kazağı çarptı. Dudakları titredi. Gözlerini kapattı. İçi yana yana aldı kazağı. Yatağa geri döndü. Dikkatlice giydirdi kazağı. Yanına kıvrıldı. Üstünü örttü karamel kokulusunun. Dakikalarca izledi sevdiğini.

 

Gözleri kapanmak üzereyken gördüğü ela gözler ile yeninden açtı gözlerini. Ela gözler ona bakıyordu. “Göksu’m” dediğinde ona hüzünle bakan elalar ile midesine ağır bir taş oturdu. “Yavuz” dedi sevdiği. Ellerini yanaklarına attılar. Bekleyen yaşlar aynı anda ikisinin de gözlerinden akmaya başladı.

 

“Özür dilerim,” dedi Yavuz. Göksu kafasını salladı. “Özür dilerim,” Yavuz yarasına dikkat ederek sarıldı sevdiği kadına. “Geri dönelim mi?” dedi Yavuz. Göğsünde kafasını aşağı yukarı sallayan kadını saçlarından öptü. “Gidelim.”

 

 

 

Hulki elindeki cevizleri yemeye devam etti. Artık eskiye dönmeye başlamışlardı. Ergün yoktu belki ama olsa ağlamalarını istemezdi. Yatakhaneden çıktı. Herkes kendi alemindeydi. Yavuz komutanı Göksu komutanının yanına gitmişti. Celal ve Cemre acıları unutmak için birlikte vakit geçiriyordu. Kartal her zamanki Kartal’dı. Muzirdi yine. Acı ve hüzün onun benliğine tersti. İlk gün herkesten daha fazla hüzüne boğulmuş ama ertesi gün eskisi kadar olmasa da benliğine dönmüştü.

 

Timuçin bir işler çeviriyordu ama anlayan yoktu. Suna ise bir şeyden kaçıyor gibiydi ama bilmiyorlardı. Adem ve Baran ise el kızartmaca oynuyordu. Turgut ise aklına düşen bir simaya takılmıştı. Dün akşam biri istek atmıştı. Ayşenur DEMİRHAN. İsmi gördüğü an yutkunmadan edemedi. Çünkü aklında bu kadın sadece güzel olarak kalmıştı. Ve şimdi ne yapacağını bilmiyordu.

 

Hulki ise Ergün’e en fazla takılan kişiydi. Şu birkaç günde iyice içine kapanık birine dönüşmüştü. Aşiret çocuğuydu. Altı kardeşlerdi. O asker ondan sonra gelen diğer iki erkek kardeşi ise polis ve jandarma olmuşlardı. Kız kardeşlerinden biri liseyi okuyordu. Diğeri üniversiteye yeni başlamıştı. Polis olanın ikizi ise öğretmendi. Kardeşlerini çok severdi. Heleki kız kardeşlerine ayrı bir düşkündü. Saçlrının teline zarar gelse canı yanardı ve canını yakanı yakardı.

 

Bahçedeki banka oturdu. İleriye bakarken bakışları yine dalgalandı. Cevizini yemeye devam etti. Her çiğneyişi canını yaktı. Kızdı kendi kendine. Bu kadar üzülmesi normal değildi. Ama bir şey yapamıyordu. Kardeşi bellediği insan gözünün önünde gidivermişti. Ağlamak istiyor ama aradığı yaşları bulamıyordu.

 

Gözlerini kapıya çevirdi. Etraf karla kaplıydı ama o bankta oturuyordu. Dışarısı soğuk içi sıcaktı. Kapıdan giren komutanlarını gördüğünde ayağa kalktı. Yavuz komutanının elinde bir bavul vardı. Yan yanaydılar ama gözleri ve bedenleri yorgun olduklarını anlatıyordu. Yorgun olmalalarına rağmen mutluydular. Çünkü yan yanaydılar.

 

Yavuz yorgun görünüyordu ama içi kıpır kıpırdı. Gelmeden önce Kilis’te bir takım naneler yemişti çünkü artık canına tak etmişti. Yorgunluğu birazda bundandı. Bir takım naneler yedikten sonra gusül alıp çıkmışlardı. Göksu’nun saçlarını kurutmak bir saat sürmüştü resmen. Ama yediği naneler birazda olsa içini ferahlatıyordu. Göksu ise aklına gelenler yüzünden anında ortamdan kaybolmak istiyordu. Bazı yerleri azcık sızlıyordu. Aslında yarın geleceklerdi ama işte kapıyı çalan amca yüzünden nanelerde yarım kalmıştı. Yavuz artık amcaya kinliydi.

 

Göksu Hulki’yi gördü. Ona bakan gözlerde gördüğü yorgunluk ve hüzün ile adımlarını hızlandırdı. Hulki komutanına doğru daha hızlı ilerledi. Yaklaştıkça gözleri doldu. Timin en duygusalı Cemre’ydi ama bilmedikleri bir şey vardı. Cemre duygusunu dışına vurabilirken Hulki vuramazdı. Kimse onun duygularını anlayamazdı. Göksu hariç. Timdekilerin hiçbiri ne ara Göksu ile yakından bu kadar bağ kurduğunu fark edememişlerdi. Çünkü Göksu hepsi için bir arkadaştan öte kardeşti ablaydı anneydi.

 

Karşı karşıya geldiklerinde Göksu gördüğü kederli gözler ile yutkundu. Gözleri dolmuştu ama ağlamayacaktı. Sadece kollarını açtı. Anında içindeki boşluğu doldurmak ister gibi sarılan Hulki ile yutkundu. Kardeşinin içindeki fırtınayı anlayabiliyordu.

 

Kimse bilmezdi ama Göksu içten içe Hulki’nin birini sevdiğini bilirdi. Askeriye içinden biri değildi ama kim olduğunu bilmiyordu. Tek bildiği sevdiğiydi. Ama onu bile içinden yaşıyordu Hulki.

 

Görev vardı. Ayrıldılar birbirlerinden ve toplanıp albayın odasına gittiler. Artık eskiye dönmüşlerdi. Vatan görevi başlıyordu.

 

 

1 HAFTA SONRA

 

Tim bir haftadır dağdaydı. Etraf kar kış kıyametken onlar vatanın huzuru için dağdaydılar. Rahatsız mıydılar? Asla. Aksine gururluydular.

 

“Komutanım, düğün ne zaman?” diyen Turgut ile hepsi soğuğa inat sıcak bir kahkaha atarken Yavuz derin bir nefes verdi. Bir haftadır mutluydular. Dağdaydılar ama mutluydular.

 

“O sesini ne zaman kesmeyi düşünüyorsun Turgutcuğum?” dediğinde hepsi yine gülmeye başladı. Turgut artık cezaları önemsemiyordu. Göksu komutanı geldiğinden beri çok ceza yemiyordu.

 

“Bir düşüneyim, sanırım hiçbir zaman komutanım!” dediğinde dağları inleten kahkahaları doldurdu etrafı. Yavuz bile gülmüştü. Ama iş ciddiydi. Konu o ve sevdiğinin düğünüydü. Daha evlenme teklifi bile yapamamıştı.

 

“E komutanım soruya cevap alamadık. Düğün ne zaman? Birde, biz bir yüzük falan göremedik. Yoksa daha teklif etmediniz mi?” diyen Timuçin ile la havle çekti yavuz. Göksu ise sırıttı. Ama evet. Hala bir teklif alamamıştı.

 

“Göksu, teklif yaptı mı bu dangaloz sana?” diyen Kartal çokta rütbeyi önemsememişti. Hatta burnunun ucuna dönen tüfek bile korkutamadı.

 

“Hayır. Bir teklif alamadım şu anlık. Ama b-“ bi anda üstlerine doğru açılan yaylım ateşi ile anında mevzi almak orunda kaldılar. Beklemiyorlardı bunu şu an. Hepsi bir kayanın arksaına saklanırken gördükleri kadarıyla adamları indirmeye çalıştılar.

 

Yavuz çantasından gelen ses ile hızla telsizi eline aldı. “Komutanım! Yardım lazım mı?” diye telsizden bağıran kadın sesi ile kaşlarını çattı Yavuz bu kimdi?

 

“Sen kimsin?” diye bağırdı. Etraf kuşun sesinden geçilmiyordu. Sesi zor duyuluyordu. Telsizden kahkaha yükseldi. “Timinizin yeni üyesi Teğmen Pilot Zeynep KAZAZ. Göksu komutanım nerelerde Yavuz komutanım?” bağırıyordu. Yavuz kafasını yukarı kaldırdı. Üstlerinden geçen savaş uçakları ile kahkaha attı. Albayın dediği gibiydi. Deliydi ama iyiydi.

 

“Çatışmada şu an pilot! Niye sordun?” dedi. Elindeki silah ile adamlardan birini devirdi. Tekrar bir kahkaha yükseldi telsizden. Cidden deliydi.

 

“Ününü çok duydum komutanım. Birde güzel diyorlar da merak ettim,” hala bağırıyordu. Yavuz kaşlarını çattı. Karameli hakkında konuşanları şu an dövesi geldi ama tuttu kendini. Çünkü biliyordu güzel olduğunu.

 

“Lez misin kızım sen?” dediğinde karşı taraftan yine bir kahkaha yükseldi. Şu an bütün beyin kıvrımları uyuşmuştu. Hıncını teröristlerden çıkarmalıydı. Silahı ile peş peşe dört kişiyi öldürdü.

 

“Onu nereden çıkardınız komutanım?” diyen ses hala bağırıyordu. Ses tonu bile deli olduğunu kanıtlar biçimdeydi. Bir insanı ses tonu ile deli ilan edebilir miydiniz? Evet edebilirdiniz. Çünkü kendileri tam olarak öyle biri.

 

“Ulan, karıma yürüyorsunda ondan çıkardım. Sakın ha karıma yürüme!” dediğinde yanındaki Kartal ve Timuçin’in gözleri onu buldu.

 

“Karım mı? Komutanım! Siz evli misiniz? Ne ara lan?” diyen Timuçin ile ters ters baktı telsize. “VAY VAY! KOMUTANIMA BAKIN BE! HELAL LAN DANGALOZ KAFA! SONUNDA VELENDİN DEMEK?” diyen Kartal ise hemen kulaklığını açtı. Herkese duyurmalıydı.

 

“Ulan tim, Yavuz ve Göksu evlenmiş bize söylemiyorlar!” hepsi şaşkınlıktan ağzı beş karış açık kalırken itler yüzünden bir şey diyemeden çatışmaya döndü. Göksu ise susamadı.

 

“Ne? Evlenmiş miyim? Rüyamda mı? Benim niye haberim yok bundan?” dediğinde Yavuz Zeynep’in bir an önce gelmesini ve onu ceza yağmuruna tutmayı diledi.

 

“Evli miydiniz komutanım? Bilmiyordum valla. Bilsem şey etmezdim. Ha bu arada lez falan değilim Allah’ıma bin şükür,” diyen ses ile Yavuz’un başına ağrı saplandı. Ceza vermeliydi.

 

“Şu anlık değiliz. Yakında karım, sakın yürümeye falan kalkma sıçarım ağzına!” diyen sesi muzip ve tehditkardı. Telsizden bir kahkaha daha yükseldi.

 

“Bir beşli takarım artık komutanım,” dedi Zeynep. Yavuz kurşun yağmuruna tutulduklarını hatırladı.

 

“Takarsın düğünde de, sen bir el atsan bize,” dediğinde tekrar bir kahkaha duyuldu.

 

“Emriniz olur komutanım. AÇILIN MİLLET! SEMALARIN SAHİBİ TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ GELİYOR!” teröristlerin olduğu yerler anında patlamaya başlarken tim ortamdan dikkatlice çıkmıştı.

 

Zeynep bütün enerjisi ve hızı ile time giriş yapmıştı. Artık Ergün’ün bıraktığı yeri doldurmaya çalışacaktı.

 

Umut insandır. İnsan belki gider ama her yeni gelen insan umudu peşinden getirir. Umut tükenmez, sadece kılık değiştirir.

 

 

Loading...
0%