Yeni Üyelik
5.
Bölüm

4. BÖLÜM

@vesileninruyasi

Yavuz öğle saatlerinde odasına doğru yürümeye başladı. Bugün her zaman kinden daha çok gergindi. Çünkü çok işi vardı. Bunlardan biride timi ceza yağmuruna tutmak. Neden ise ; canı sıkılmıştı ve çok işi olduğu için. Birde havanın çok sıcak olması işleri daha da zorlaştırıyordu. Sıcaklık otuzu geçmişti belki de. Ağustosun ortasına geliyorlardı. Hakkari’nin belki de son otuz yılının en sıcak günüydü. Odasına girdi Yavuz. Kapının karşı çaprazında yatağı, yatağın yanında aralarında bir metre bulunan gardolabı, yatağın önünde ve kapıya yakın bir yerde ise çalışma masası vardı. Masası dağınıktır genelde. Çünkü toplamak için vakit bulamaz. Önce oflaya puflaya masasını topladı, daha sonra dolabını ve sonra yeri sildi süpürdü. En az bir aydır odayı temizlememişti.

Tabi doğal olarak yoruldu. Saate baktığında ikiye çeyrek vardı. Yemekhaneye gidip bir şeyler yiyip içmeyi düşündü. Çıktı odadan. Yemekhaneye giderken Ergün’ü gördü. Ergün’de komutanını görünce asker selamını verdi ve ilerdiler.

Ergün de yemekhaneye gidiyordu. İçinden bazı sesler bu önündeki birkaç ay içinde timde çok büyük değişiklik olacağını söylüyordu. Hiç yanılmadığından olsa gerek bu değişikliğin veya değişikliklerin ne olabileceğini düşündü ilk olarak. Ya time biri gelirdi ya da giderdi. Komutanına baktı Ergün yandan. İyi ki bu komutan dedi içinden. Zaten timi çok seviyordu. Komutanın yeri ise Ergün de hep ayrı olmuştu. Cezada verse ödülde verse komutanı timde en sevdiği ve en saygı duyduğu kişiydi. Ama bunu komutanına hiç söylemedi. Belki bir gün-

“Sen nereye Ergün.” Dedi Yavuz. Ergün düşüncelerden sıyrıldı ve cevapladı soruyu.

“Yemekhaneye gidiyorum komutanım.”

“İyi bende oraya gidiyorum. Bizim diğer yavru kurtlar ne yapıyor?”dedi etrafa bakarak. Bugün hiç ortalıkta görmemişti. Kesin bir işler çeviriyorlar diye içinden geçirdi. Ergün ise yerinde kıpırdandı. Diğerlerinin yaptığını komutanına söylerse Hulki komutanından kurtulamazdı. Ama şu saatte yemekhanede olduklarından

“Yemekhanedeler.”dedi. Yavuz başını salladı ve yemekhaneye girdiler. Yavuz direkmen soğuk bir su aldı. Birde elma aldı. Yemeklere baktı ve yine mercimek çorbası görünce yüzünü buruşturdu. Her gün aynı çorba olduğundan kusucaktı. Tövbe haşa nimete dil uzatmazdı ama içinden TSK’ye saydırmak istedi ama işte yapmadı. Uslu uslu aldı elma ve suyunu ve diğerlerinin yanına gitti. Hepsi komutanını görünce ayağa kalktılar ve komutanları işaret verince oturdular. Ergün de yemeğini almış ve gelip oturmuştu.

“Komutanım bugün nasılsınız iyi misiniz sağlığınız nasıl iyi mi?”diye sorularını sıraladı Kartal. Yavuz baktı Kartal’a önce sonra ise “Seni hiç alakadar etmez”dedi. Kartal’ın yüzü düşecek gibi olunca Yavuz girdi araya.

“Hemen alın zaten sende. O kadar soruya cevap veremem. Beni yorduğun için yemekhaneye öğle arasından sonra yardım edeceksin.”dedi ve günün ilk cezasını verdiği için rahatladı. Elmasından bir ısırık aldı sonra bir tane daha. O elmasını kemirirken Kartal iyice düşen yüzü ile Ergün’e döndü. Ergün ise umutsuzca başını salladi. Kartal aklına gizli işleri gelince cezayı unuttu bile. Ve o da bu sefer Turgut ile konuşmaya başladı. Duyduğu birkaç gizli bilgiler ışığında komutanı Yavuz’un pek kıymetli kardeşi Ayşenur Turgut’a abayı yakmıştı. Ama Turgut’ta durumlar nasıldı bilmiyordu. Şimdi ise bunu çözecekti.

“E Turgut. Nasıl gidiyor hayat?”

“İyi komutanım. Bildiğiniz gibi.”dedi. biraz tırstı. Çünkü Kartal komutanı bu soruyu merak ve işlerin aslını öğrenmek amacıyla sorardı. “Neyi biliyorum ki Turgut. Sen anlatta öğreneyim.”dedi. Kartal’ın dedikodu yeteneği iyiydi.

“Bir şey yok komutanım. Neden soruyorsunuz ki?”

“Nasıl bir şey yok. Çok sıkıcısın lan. İnsan bir şey anlatır. Canım sıkkınlıktan patladı patladı. Hem senin hiç kız arkadaşın damı yok lan.”dedi biran yükselerek.

“Yokki komutanım bende bir şeyler. Sizde var mı?” dedi ama sınırlı gözlerle karşılaştı.

“Asker adamın aşkla işi olmaz koçum olursa da karışmam. Ben bekar bir şekilde şehit olmayı düşünüyorum. En güzel çözüm.”dedi ve arkasına yaslandı. Karı kiz peşinde koşmak saçmaydı ona göre. Koşanada saygısı vardı.

Yavuz elmasını bitirir bitirmez suyu kafasına dikti. Şişeyi masaya koyduktan birkaç saniye sonra dili ekşidi yüzü buruştu. Aklına annesinin meyve üstüne su içilmez dediği geldi. “Hay anasını satayım ya.”dedi. Suya ters bakışlar attı. İçinden menüye aynı anda su ve meyve koyanı bulmak ve ceza vermek istedi. Ama üstlerden birinin isteği olabilir diye time döndü. Acısını onlardan çıkarmak istedi bir an ama vazgeçti.

Suna ise önündeki pilavı eşeliyordu. Onunda canı fazla sıkkındı. Sabahtan beri tim bir işler çeviriyordu. Ama bilmiyordu. Ama kabahat ondaydı. Tim söyleyecekken susturmuştu hepsini. Çünkü saklayamam diye korkmuştu. Timde hiç kız olmaması sıkıcıydı. Konuşacak konu çok konuşacak kimse yoktu. Kalktı masadan. Belki askeriyeden bir kız ile tanışırım umudu ile dışarı çıkacaktı.

“Suna komutanım nereye?” diye sordu Turgut.

“Dışarıya çıkıyorum Turgut.” Dedi ve komutanlarına selam verip yemekhane çıkışına yürüdü.

Daha sonra bütün tim Yavuz komutanları için hazırladıkları gizli görevin yanına gitmek için ayağa kalktı. Yavuzda kalktı.

“Hemen dökülün.”

Hepsi kaldı olduğu yerde. Önce Ergün’e baktılar bir şey söyledimi diye. Ergün hayır anlamında kafasını hafifçe salladı. Kartal yutkundu ve konuşmaya başladı.

“Neyi dökelim komutanım?” dedi salağa yatarak. Yavuz yemedi. Kınayıcı bir bakış attı.

“Bari sen yapma Kartal. İçlerindeki en zeki adamın salağa yatacak kadar ne önemli olabilir onu merak ediyorum.” Dedi. Kartal ise söylememekte kararlıydı. En olmayacak şeyi ortaya attı.

“Desenize komutanım ya. Hulki arkadaşımız birinden hoşlanıyormuş. Bizde bir şeyler ayarlıyalım dedik.”

Hulki konuşma onun üstünden geçtiğinden ve konu aşk olunca tırstı. Yavuz bu sefer inandı. Hulki’ye baktı. Hafif bir tebessüm edip dostça omzuna iki defa vurdu.

“Oğlum seviyosun niye söylemiyorsun?” dedi hafifçe sitem ederek. Sonra Kartal’a döndü.

“Sana da bravo. Neden söylemiyorsun.” Bütün time döndü. “Peki siz?” dedi. Durumu Hulki kurtardı.

“Komutanım ben söyliycektim ama işte abim gibisiniz ne biliyim çekindim.” Dedi ve Kartal komutanına dönüp ‘kırıldım’ bakışı attı. Yavuz ise güldü.

“Neyine çekiniyon oğlum. Abinsem söyleyeceksin.” Dedi. Hulki tamamdır anlamında başını salladı. Tim asker selamını verdi. Yavuz selamı aldı ve uzaklaştı. Tim ise derin bir nefes aldı.

Suna dışarı çıkmış bahçede dolaşıyordu. Kafası bu ara yine dumanlıydı. Genelde sessiz bir insandı. Konuşmak, dertlerini anlatmak, ona göre sıkıcıydı. Aslında aileden gelen bir çekingenlik gibiydi. Ne zaman derdini anlatmak istese etrafı bomboştu. Konuşturulmazdı. Evde her zaman bir kavga vardı. O da kavgadan kaçmak için asker olmak istedi. Zaman ilerledikçe sevdası haline geldi. Bunu ailesine söylediğinde ise azar işitti. Kadın asker mi olurmuş? Dediler. Askerlik erkek mesliğiymiş. Zaten kapalı olan kapı o gün defalarca kilitlendi. Tek kardeşi ile arada konuşurlardı o kadar. Bugünde kardeşinin düğünü vardı. Hem de Hakkari de olacakmış. Ama ne davet eden var ne de ister misin diye soran. Başta üzüldü bu duruma. Ama artık sadece onun için önemli olan tim ve vatandı. Sildi düşüncelerini kafasından. Kız arkadaş edinecekti bugün. Hoş timdekiler yetiyordu. Ama değişikliği severdi. Zaten o bulmadan arkadaş hatta arkadaşlar onu buldu. Bankta otururken hem de. Öylece yanına oturdular Suna’nın.

“Ne oldu?” dedi Suna ilk. Baktı yanında oturanlara. MAVİ ve SÜZGÜ yazıyordu göğüslerinde. MAVİ yazan Suna’dan üst rütbedeydi. Suna asker selamını verdi. Öbürü ise Suna’dan alt rütbedeydi. O da anlamış olacak ki asker selamı verdi Suna’ya. Biri boşuna oturmazdı Suna’nın yanına. Oturduysa bu iyiye işaretti. Timde oturmuştu aynen bu şekilde.

“Hiç. Baktık tek oturuyosun ve yüzün sirke satıyor gelip bakak dedik komutanım. Fena mı ettik?” dedi SÜZGÜ yazan. Hoşuna gitti Suna’nın.

Suna o gün iki yakın arkadaş edindi. Zaten asker askerin arkadaşıydı. Üçü de bilemedi yakında yollarının kesişeceğini.

 

 

“Komutanım az kaldı. Birazdan Yavuz ve Suna komutanımı çağırır başlarız.” Dedi Turgut. Bugün timin kuruluş yıldönümüydü. İlk defa kutlayacaklardı. Fikir ise Ergün’den çıkmıştı.

“Tamam Turgut. Ergün sen Yavuz komutanım ile Suna’yı çağır. Bizde eksikleri halledicez.” Dedi Kartal. Timin oturdukları bir oda vardı. Albaydan izin alıp burada yapacaklardı kutlamayı. Ergün Suna ve Yavuz komutanını çağırdı. Diğerleri ise son hazırlıkları yaptı. Yaklaşık on dakika sonra geldiler.

“Ne oluyo lan burda?” dedi Yavuz etrafa bakarak. Ergün arkadan komutanın omzuna süslü atkılardan koydu. Kafasına ise parti şapkası. Eline meyve suyu ve cips. Yavuz iyice şaşırarak baktı. Kartal ise kaynana dili denen şeyi üfledi. Turgut lafa girecekken Yavuz girdi.

“Kimin doğum günüydü de unuttum?”

Hepsi güldü bu çıkışa. Suna ise parti moduna girip süslerden birkaçını kendine takıp koca mısır tabağını eline aldı.

“TİMİN DOĞUM GÜNÜ KOMUTANIM.” Diye bağırdı sonunda Turgut. Yavuz hala şaşkındı.

“Nasıl timin doğum günü oluyo lan. Açıklasın biri yoksa ceza veririm.” Dedi. Kartal girdi bu sefer söze.

“Komutanım bundan üç yıl önce bugün yani 23 Ağustosta bu tim kurulduya hani. Onu kutluyoruz.” Dedi. Yavuz ise ağzına cips atarken gıcık bir cevap verdi.

“Ne gerek vardı?” dedi. Timin hepsi bön bön baktılar komutanına.

Yaklaşık üç saat eğlendiler. Saat yediye geliyordu. Suna saati görünce yüzü yine düştü. Yedi buçukta kardeşinin düğünü başlıyordu. Bunu gören Kartal geldi yanına.

“Ne o. Ortam mı sarmadı Hürrem sultan.” Dedi. Suna söyleyip söylememe arasında kaldı. Ama söyleyiverdi gitti.

“Yok be komutanım. Her şey çok iyide. Ben sizi benim salak saçma dertlerimle yormayayım.” Dedi yinede. Kartal ise bir kere öğrenmeye inat etti.

“Söyle ne oldu? Yoksa Yavuz komutana söylerim ceza keser valla benden demesi.” Dedi ve elindeki kola ile oturdu Suna’nın yanına.

“kardeşimin düğünü var bugün komutanım.” Dedi. Kartal Suna’nın ailesi ile sıkıntısı olduğunu biliyordu ama kardeşi ile arada konuştuğunu biliyordu. “Yavuz komutan mı izin vermedi. Eğer öyleyse ben izin alırım.” Dedi. Suna hafifçe tebessüm etti.

“O olsa yine iyi komutanım.” Dedi. Kartal ya sabır dedi içinden. Uzatmayı sevmezdi. Ne derdin varsa çat diye söylemeyi tercih ederdi. “Ne oldu o zaman. Bak sinirleniyorum ha.”

“kardeşim beni çağırmadı ki komutanım. Çağırsa izin kolay iş. Hem de düğün Hakkari’de.” Dedi ve sonunda birine söyleyebildi. Kartal ise hem bu duruma üzüldü hem sinirlendi.

“Nerede düğün?” diye sordu. “Çay bahçesinde olacakmış.” Dedi Suna’da.

“Saat kaçta?” dedi bu sefer Kartal. “Yedi buçukta.” Dedi Suna.

Kartal kalktı olduğu yerden. Seslendi Yavuz komutanına. “Komutanım, baskına gidiyoruz.”

Suna şaşırdı kaldı yerinde. Timde merak etti. “Neden ve nereye baskına gidiyoruz.” Dedi Yavuz. Hepsi Kartal’a döndü.

“Davetsiz olduğumuz için baskına gidiyoruz. Ve bazılarına ders vermek gerekiyor. Yer ise çay bahçesi.” Dedi.

“Lan hiçbir şey anlamadık. Düzgün anlat.” Dedi Yavuz. Kartal Suna’ya baktı. Hadi sen anlat dercesine baktı. Suna anlattı.

“Komutanım bugün kardeşimin düğünü var. Ve ben çağırılmadım. Kartal komutanım orayı diyor. Ama bence hiç gerek yok.” Dedi. Ama işte bir kez Suna’nın kalbindeki köz diğerlerine geçmişti. “Yok öyle şey. Hazırlanın gidiyoruz.”

Suna iyi ki bu tim diye geçirdi içinden. Ve tim kutlamadan kalkıp çay bahçesine geldiler.

İçerisi ana baba günü. Tüm bahçe dolmuş, bu mutluluğa eşlik etmek istiyor. Şarkılar peşi sıra çalarken Pençe timi kapıda bekliyordu. Yan yana dizilmiş altı aslan parçası. Hepsi birbirinden şık ve asil. Kartal ve Yavuz sade bir takım. Diğer erkekler ise düz gömlek ve kumaş pantolon. Suna ise iddalı olmayı seçmişti. Siyah diz üstü ip askılı bir elbise, mor kol çantası, mor yüksek topuk ayakkabı, mor tonlarında makyaj. Saçını ise at kuyruğu yapmıştı. Önce birbirlerine baktılar. Hepsi Suna’ya gülümsedi ve içeri adım attılar. Salon bu muhteşem altılıya döndü. Suna’nın ailesi gelin ve damatın masasının önünde oturuyorlardı. Suna’nın kardeşi Emine eşi ile pistin ortasında takı merasimi için ayaktaydı. Misafirler ise kuyruğa girmişti.

Önce Suna’yı anne ve babası Emin Bey ve Yurdagül Hanım gördü. Ayağa kalktılar. Kızlarının bu kadar değişeceğini, kendi ayakları üstünde duracağını asla tahmin etmiyorlardı. Annesi bir adım attı kızına. Bu sırada tim piste yaklaşmıştı. Babası ise ayrı şoktaydı. Kızını bu kadar gelişmiş bir şekilde beklemiyordu. Babası beyaz bıyıklı kilolu ton ton bir dedeydi. Annesi ise babasına kıyasla biraz daha uzun ve Suna gibi dik bir duruşa sahipti. Yaşlılığa karşı yüzünde en ufak bir şey yoktu. Sunada en sonunda anne ve babasına döndü. İçinde bir umut belki affedilir diye bir şeyler oldu. Zaten yaptığı bir şeyde yoktu.

Ama anne ve babası bırakın kızlarını affetmeyi gülümsemediler bile. Aksine ikiside kaşlarını çattı. Suna bozulan moralini yansıtmadı yüzüne. Tim ise anladı her şeyi. Sadece Suna’dan gelecek işareti bekliyorlardı. Suna ise önce kerdeşine doğru gitti. Etraf dikkatle time bakıyordu. Suna kardeşinin yanına geldi. Tam karşısında dikildi. Kardeşi önce yutkundu. Sonra sarılmak için atak yaptı ama Suna onu durdurdu.

“Sen beni çağırmadın. Ama bak ben geldim. Her şeye rağmen geldim. Unutmadım ben seni. Sen ise bir kez olsun ben aramasam aramadın. Unuttun sen beni. En mutlu gününde aramadın. Beni ya beni. Kardeşini tarihe kattın. Bir kez olsun korumadın beni be. Yanımda durmadın. Desteklemedin beni. Hatta sende beni annem ve babam gibi sevmedin. Ama ben bak yine buradayım. Yanında. Ne zaman yanında olmadım? He söyle NE ZAMAN YANINDA OLMADIM.” Dedi Suna sinirle. Artık gözünden bir iki yaş akıyordu.

Anne ve babası sinirle oldukları yerden kalktı. İlerlediler kalabalığı yararak. Suna’nın yanına geldiklerinde ise Suna içinde hala o umudu taşıyordu.

Bir umut belki…

Ama o umut annesinin Suna’nın tam önüne gelip bütün salonun duyabileceği şekilde attığı tokatla yandı. Suna istese bir mimik bile oynatmazdı ama annesinden gelen tokatla yüzü yana düştü. Bir tokatta babasından geldi.

“NE YAPTIĞINI ZANNEDİYORSUN SEN. BU NE TERBİYESİZLİK. BİZ SANA O KAPIYI KAPATTIK. O KAPIDAN BİR DAHA GİRİŞ YOK. ŞİMDİ O YALI KAZIĞI ARKADAŞLARINIDA TOPLA VE GİT. SAKINDA BİR DAHA GELME KARŞIMIZA. ÇÜNKÜ BİZİM ARTIK SUNA DİYE BİR KIZIMIZ YOK. BUGÜNDEN İTİBAREN EVLATLIKTAN REDDEDİLDİN. SAKIN NE BANA NE BABANA NE DE KARDEŞİNE YANAŞMA. YOKSA CANINI FENA YAKARIM.” Dedi annesi acımasızca. Suna ise öylece kaldı ayakta. Kalp yarası çok derindi. Anne ve babasından beklerdi bunu. Ama bir salon dolusu insanın önünde rencide edilmek üzmüştü Suna’yı. Annesine yine bir umutla sordu.

“Neden anne? Neden beni sevemedin. Ben ne yaptım size. Kardeşim dünyaya geldikten sonra unutuldum ben sanki.” Dedi ve annesinin elini tuttu, devam etti. “İnsan öz evladını sevmez mi? He söyle. İnsan kendi kanından canından olanı sevmez mi?”

Annesi elini çekti Suna’nın elinden. Bir iki adım geriledi. Ve kustu bütün zehrini.

“SEN BİZİM KIZIMIZ DEĞİLSİN SUNA. SEN EVLATLIKSIN. SENİ BU YÜZDEN SEVMİYORUZ. KARDEŞİN DÜNYAYA GELİNCE DEDİĞİN GİBİ UNUTULDUN. AMA KÜÇÜKSÜN DİYE ATMADIK BIRAKTIK. SEN BİZİM KIZIMIZ DEĞİLSİN. ANLADIN MI ARTIK. ARTIK BİR ANNEN VE BABAN YOK. SENİ KORUYUP KOLLAYAKDA BİZ DEĞİLİZ. TEKSİN BU HAYATTA. SEN ARTIK YALNIZSIN. BENDEN DEĞİL SENİ ÇÖPE ATAN BİYOLOJİK ANANA SOR NEDENLERİ. BIRAK YAKAMIZI.” Dedi. Ve eşinin yanına döndü. Suna duydukları ile ağlarken Turgut ve Ergün Suna’nın yanına geldi. Kardeşi Emine bile şaşkındı. O da artık anne ve babasının neden ablasından uzak durmasını istediğini, düğüne çağırmamalarını anlıyordu. Suna bayılacak gibiydi. Destekçileri ise Turgut ve Ergündü.

Suna ine de annesinin peşinden koştu. Tuttu kolundan çevirdi yüzünü.

“DOĞRUYU SÖYLE. SEN BENİM KIZIMSIN DE. YETERKİ BUNU BİLEYİM. İSTERSEN VUR BANA AMA SENİN KIZIN OLDUĞUMU SÖYLE. BEN BİR ANNEMİN OLMASINI İSTİYORUM.” Dedi. Annesi ise kolunu çekti ve şarkıcının yanına gitti. Mikrofonu aldı ve seslendi bütün salona.

“Suna sen bizim kızımız değilsin. Anla bunu. Bırak beni yeter. Arkanda kimse olmadan ve tek bir şekilde devam et. Bıktım anlıyor musun? Artık tek bir şekilde sen yoluna biz yolumuza.” Dedi ve indi sahneden. Suna anlık şokla yere yığılırken Yavuz daha fazla dayanamadı ve sahneye çıktı. Aldı mikrofonu. Kartal ise diğerleri ile birlikte Suna’ya yardım ediyordu.

“YURDAGÜL HANIM.” Diye başladı sözlerine. Yurdagül Hanım sahneye döndü. “SİZ SUNANIN ANNESİ OLMAYABİLİRSİNİZ. PEKİ SAHİPLENDİĞİNİZ, UMUT OLDUĞUNUZ, HAYATA TUTUNMASINI SAĞLADIĞINIZ BİR ÇOCUĞA BİR KIZ ÇOCUĞUNA NASIL KIYDINIZ?” dedi sinirle. Yurdagülde fazla sinirliydi. Yavuz ise devam etti. “SUNA TEK VEYA SAHİPSİZ DEĞİL. SUNA’NIN ARKASINDA BİR DEVLET VAR. SİZİN GİBİ KENDİSİNE SAYGISI OLMAYAN İNSANLAR DEĞİL DEVLET SAHİP ÇIKACAK SUNA’YA. SONRADA BİZ. SİZİN TERK ETTİĞİNİZ, RENCİDE ETTİĞİNİZ KIZIN ARKASINDA BEŞ TANE ASLAN GİBİ ABİSİ VAR. SİZ HİÇ MERAK ETMEYİN. SİZİN KIRIK BIRAKTIĞINIZ O KIZ BENİM KARDEŞİM ARTIK. O KIRIKLARIDA TAMİR ETMEK BOYNUMUN BORCU. İYİ EĞLENCELER.” Dedi ve indi sahneden. Suna’nın yanına ilerledi. Sandalyeden kaldırdı önce. Sonra bir abi şefkati ile sarıldı. Tuttu kardeşinin elinden tutar gibi ve çıkışa ilerledi.

Arkadan gelen “Sen kimsinde Suna’ya sahip çıkıyorsun?” sesi ile durdu. Yavaşça döndü arkasına. Ve vermesi gereken cevabı verip çıktı salondan.

“Bundan sonra korkulu rüyanız.”

 

 

 

Sıcak güneşin etkisi içinde tim ile soğuk ayran içip kelime türetmece oynuyorduk. Bizde oyun bitmez anam. Her zaman bir oyun içindeyiz. Yarın bir bakmışsınız tavla atıyoruz. Oyunu kısaca anlatayım: birimiz bir kelime söylüyor. Diğeri o kelimenin son harfi ile kelime söylüyor. Ha bu arada aynı kelimeyi iki defa söylemek yasak. Ne güzel oyun değil mi ya. Oyuna en üst olduğumdan ben başlayacakmışım.

ÇEKİLİN YOLDAN MİLLET. KRALİÇE ELİZABETH GELİYOR.

“Asker” dedim. Sıra Timuçin’deydi. Tebi şimdi bütün vatan, asker, bayrak şubu denilecekti.

“Rütbe” dedi Timuç Bey. Nededim anam ben. Neyse sıra Celal’deydi.

“Emir subayı” dedi. Cemre duygularıma tercüme oldu. “Maşallah. Hep askerlikten gidcez herhalde.” Dedi ve sıra onda olduğundan kelime söyledi.

“ılgaz” dedi o da. Sıra Adem’deydi. Geliyor bir Kürtçe kelime sanırım.

“Zılgıt.” Dedi. İyi güzel. Sıra Baran’daydı.

“Tugay komutanı” dedi. Cemre göz devirdi. Tabi ilk elden sıkıldım. Kalktım ayağa. “Komutanım nereye? Daha yeni başladık.” Dedi Timuçin. “Sıkıldım lan. Çok sıkıcısınız. Biraz eğlenceli olun. Ben böylemi öğrettim size. Celal kalk ne çğrettiğimi anlat.” Dedim ve Celal kalkıp anlatmaya başladı.

“Komutanım dedinizki: eğer canınız sıkılırsa oyun oynamayın atış yapın dediniz. Ne yani atış sahasına mı gidelim?” dedi. Hele şükür biri anladı.

“Helal be Celali. Nasıl çözdün hemen ya. Neyse uzatmayında kalkın atış yapacağız.” Dedim ve kalktık. Askersek atış yapacaktık.

Atış sahasına geldik ve hepsi bir silah aldı hepsi. Yerlerini aldılar. Abi öyle dağınık duruyorlar ki anlatamam.

“Laaan salaklar siz çatışmada böyle mi duruyorsunuz. Bu ne dağınıklık. Bu ne savsak duruş.” Dedim ve sözleşmiş gibi aynı anda “Evet böyle duruyoruz” dediler. Ben bunların duracağı şeklin şekilliğini sikeyim. Geçtim yanlarına. Önce Cemre’nin duruşunu düzeltecektim. Ayaklarını omuz hizasına getirdim. Kollarını silahı tutuş şekline göre düzelttim. Sırtını dikleştirdim. Karnını iyice içine çektirdim. Atışı yaptı ve tam isabet. Aynısını diğerlerine yaptım ama bir tane bile isabet yok. Eski hallerine soktum. Hepsi onda on.

“Görev. Dediğim şekilde atış yapana kadar burdasınız.” Dedim ve Cemre ile azıcık yürüyüş yapmak için bahçede tura çıktık.

Biraz ilerledik. Sessizdik ikimizde. Sessizlik en iyi düşman ve en iyi dosttu. Cemre ile yeni tanışıyorduk. Belki sessizliğin nedeni buydu. Cemre SÜZGÜ. Bizim yeni dostumuz yeni kanımız canımızdı.

Biraz daha ilerleyip köşeyi dönünce bankta oturan tek ve üzgün bir kadın asker gördük. Önce birbirimize baktık. Aynı şeyi düşünüyorduk. Yardımlaşma. İlerledik yanına doğru. Oturduk yanına. İlk dediği “Ne oldu?” oldu. Doğal tabi. Şaşırdı yani. Bana asker selamı verdi. Cemre’de ona asker selamı verdi. Göğsünde URAL yazıyordu.

“Hiç. Baktık tek oturuyosun ve yüzün sirke satıyor gelip bakak dedik komutanım. Fena mı ettik?” dedi Cemre. Bu cümle iplerin ilkn düğümü oldu diyebiliriz sanırım.

 

Cemre ve Göksu o gün URAL ile arkadaşlığın ilk düğümünü attılar. Konuştular ve ayrıldılar. Üçüde bilemedi gelecekte yollarının kesişeceğini.

 

Unutmayın bir umut ışığı her zaman vardır. Yeter ki bulmak isteyin...

iyi okumalar aşklar

Loading...
0%