@vesileninruyasi
|
İnsanın mutlu, huzurlu ve güvende yaşadığı yere ev denir. İnsan evinde mutludur, huzurludur, güvendedir. İnsan evini sever. Ama ben sevemiyorum. Dört duvarı var, bir çatısı var, yemek istesen o da var, sıcak bir ev ama bana soğuk. Parkesi, duvarı, halısı, yemeği, koltuğu hepsinin dışı soğuk ama içi soğuk. Çünkü bu ev mutluluk ile kurulmadı. İçeri girdi Doruk. Elinde her zamanki gibi iki kahve bardağı vardı. Kaldırdım kafamı. Hava acayip sıcaktı. Evde şort tişört takılıyorduk. Klima bile çalışıyordu ama sıcak fazlaydı. Hakkari belki de son otuz yılının en sıcak yılını yaşıyordu. İçimden o kahvelerin soğuk olması için dua ettim. Bu sıcakta önüme sıcak kahve koyarsa döverdim. Geldi karşıma ve salak yine gülümsedi ve bardağı elime uzattı. Evet, kahve soğuktu. Nasıl akıl edebildi acaba. Ben soğuk o da sıcak kahve seviyordu. Bunu nerden biliyorum bende farkında değilim ama kurcalamıycam. “Nasıl ki soğuk kahve yaptın? Sen hep sıcak yapardın oysaki.” dedim ve bir yudum aldım kahveden. İdare ederdi. Ama ben daha iyi yapıyorum. Bir ara hatırlatın anlatayım. “Geçen seferki gibi bazı yerlerime döküp te yakmaman için soğuk yaptım.” Cidden bunu dedi mi ya. Cidden aga bu denmez. Allah’ım sen deli kullarına akıl fikir ver. AMİN. Bu salak söyleme anca “salak mısın Cemile” yakışır bence. Çünkü Cemile salak mı bilmem ama Doruk’un salak olduğu çok doğru. “Haha çok komik. Bak gülmekten cesedim önüne serildi.” Dedim samimiyetsizce. O ise yine ve yine mal bir şekilde cevapladı. “Allah geçinden versin.” Dedi ve elini yandaki sehpaya nazar değmesin amaçlı üç kere vurdu.(arkadaşlar bence siz anladınız. Ben yazamadım neyese devam) Allah’ım bu adam çooooooooooooooook zeki ya. Düştüm şuan valla. Aklınca çok imanlıdır kendileri. Ben öyle imanlı kişiyi. Neyse. “Sen çok zekisin.” Dedim. O da ‘biliyorum’ temalı bir bakış attı. Zekanı bir yerlerine monteleyeyim ben senin aptal. Kahvemi kafama diktim. Ayağa kalktım. Kupayı mutfağa bıraktım. Telefonumun odada kaldığını anlayınca geri döndüm. Salona döndüğümde Doruk ayağa kalkmış masadan bir kutu alıyordu. Geldiğimi fark edince bana döndü. Kutuyu bana uzattı. Bilinç altım gördüğü her kutuyu bomba olarak nitelendirdiğinden şüphe ile kutuya baktım. Ama iyice diretince aldım kutuyu. Açtım ve içinden bomba falan çıkmadı. İçinden 30 Ağustos temalı bir masa süsü çıktı. Hem de BAYRAKLI. Bayrak önemli hocam. Nasıl unuturum. Yarın otuz ağustos. Hemen hazırlanıp çıkmalıydım. Ama önce teşekkür etmek lazımdı. “Teşekkür ederim hediyen için.” Dedim ve arkamı döndüm. “Ne demek her zaman.” Dedi. Salondan çıktım. Odaya gidip açık tonlarda bir şeyler giydim. Salona geldiğimde Doruk bir şeyler yapıyordu. Sanırım biri ile konuşuyordu ama Türkçe değil başka bir dildi. Neyse ki anlıyordum. Kulak verdim konuşmaya. Anlaşılmamak için salondan çıktım ve yan taraftaki aynanın oraya geçtim. “Bugün halledebilirim.” Dedi Doruk. Karşıdaki ne dedi ise cevap verdi. “Evet yapabilirim. İş için önemli.” Dedi. Sanırım iş için dediği gibi. Ama inede dinleyecektim ama zaten telefonu kapattılar. Onlar kapatınca ben de çıktım evden. Beklenen gün gelmişti. Bugün otuz ağustostan bir gün öncesi ve Abluka timinin yeni görev günü. Nerdeyse haftalardır göreve çıkmak istiyorlardı. Bugünde o beklenen gündü. Yine bir örgüt gruplarından birini çökerteceklerdi. Önemliydi bu görev. Bu yüzden onlar hariç dokuz kişi daha gelmişti. Hazırda ise yirmi kişi olası bir tehlike için bekliyordu. Belki görevden dönemeyebilirlerdi. Belki fazla sayıda şehit verirlerdi. Ama onlar korkmuyordu. Aksine heyecan ve mutluluktan havaya uçacaklardı. Göksu hepsine erken gelin demişti ama yine o geç kalmıştı. Her zamanki gibi. Geç kalan Göksu. Helikopterin kalkmasına on dakika varken Göksu’da geldi. Geç kaldığının farkındaydı. Ama onun elinde değildi. Şoför geç getirmişti. Yani bütün suç şoföründü. Koşa koşa geldi timin yanına. Az sonra Han Albay geldi. Hepsi asker selamında durdu. “RAHAT!” dedi albay ve hepsi rahat konuma geçti. “Bu görev ülkemiz ve ülkemizin geleceği için çok önemli. Görevi başarıyla yerine getireceğinize eminim. Sağ gidiyorsunuz sağ gelin.” Dedi ve asker selamında Abluka timi ve diğerleri “EMREDERSİNİZ KOMUTANIM!” diye bağırdılar. O sırada helikopter geliyordu. Hepsi biraz uzaklaştı ve helikopter iniş yaptı. Hemen helikoptere koşup bindiler. Sırayla oturdular yerlerine. Helikopter yavaşça kalktı ama sonra hızlandı. Tıpkı bir kartal gibi… “Komutanım sonunda göreve çıktık. Bu görev sonunda Allah’ın emri, peygamberin kavmiyle akıllanmayı düşünüyorum.” Dedi Timuçin. Tabi herkes güldü bu dediğine. Yani abluka dışındakiler gülmedi. Çünkü bilmiyorlardı Timuçin’in boşboğaz olduğunu. Huylu huyundan vazgeçmez aga. Göksu yerinde dikleşti ve gereken konuşmayı yapmaya başladı: “Siz Türk silahlı kuvvetleri askerleri. Unutmayın ki bu görev hem bizim hem ülkemizin hem yatağında uyuyan o minik yavrular için önemli. Aranızda çocuğu olan var mı?” dedi. Timden olmayan bir asker el kaldırdı. Adı Mehmet Akif YILMAZ’dı. “Var komutanım. Daha geçen hafta üç yaşına girdi.” Dedi. “İşte bundan bahsediyorum. Sen bugün bu görevden başarısız dönsen, o kafasız senin çocuğun genç bir Türk evladı olduğunda dağa kaçırıp vatanına düşman etse ne hissedersin. HAYAL KIRIKLIĞI. NEDENİ NE? SENİN GÖREVİ BAŞARAMAMAN. İşte bu yüzden bu görevden en iyi başarı ile döneceğiz. Gerekirse şehit olun ama BAŞARIN. O masum yavrular için yapın gerekirse. Allah yardımcımız olsun.” Dedi. Bütün askerler etkilenmişti ama içlerindeki hırs ve intikam duygusu hat safadaydı. Helikopter görev bölgesine gelince helikopterin kapısı açıldı. Paraşüt ile atlıycaklardı. En sevdiklerinden. Sırayla koşup atladılar. İçleri o rüzgar ile ürperdi. Korku değil vatan ve gurur duygusuydu bu ürpertinin nedeni. Yere ayak bastılar. Önde Göksu arkada on dört korkusuz ilerliyorlardı. Ellerindeki silahları bir uzuvları gibiydi. Onlar silahlatını ellerine aldıklarında görev aşkı ile yanıp tutuşuyorlardı. “Hasan ne kadar var köye?” dedi Göksu. Hasan elindeki dürbün ile etrafa baktı. “Ortalama beş kilometre komutanım. Yürüyerek bir saat koşarak kırk beş dakika.” Dedi. “KOŞUYORUZ ASKER. Sessiz ve derinden ama.” Dedi ve askerler sanki cennete koşar gibi koşmaya başladı. Adımları ölüm sessizliğini içeriyordu. Yaklaşık kırk beş dakika sonra köy göründü. Beş dakika mola verdiler ve çalıların arkasına saklandılar. Hasan yanlarından ayrıldı. Keskin nişancıydı Hasan. Mehmet ve üç asker sağa, diğer dört asker ise sola gitti. Abluka ise ortada kaldı. Karşılarındaki köyde sadece üç ev doluydu. Üçüde mikrop kaynıyordu. Köylüler bir gün sırra kadem basmıştı ve haber yoktu. Bugün ki görevde o köylüler ile ilgili bilgilerde toplanacaktı. “Sağ taraf karşıki evin arkasından dolanın. Hasan işaretimle öndekileri indir. Sol taraf ikinci evin arkasından dolanın. Ve Abluka üçüncü ev sizin. Ben burdan kontrol edeceğim ve gerekirse geliyorum.” Dedi ve herkes sessizce ilerlediler. Sağ taraf birinci evin arkasına geldiler arkadaki iki adamı indirdiler. Mehmet “Temiz.” Dedi ve emri beklemeye başladılar. Sol tarafta evin arkasına giderken önlerine çıkan adamın boynun kırarak arkaya ilerlediler. Arkadaki iki teröristde etkisiz hale geldi. “Temiz.” Dedi içlerinden biri. Sırada abluka vardı. Abluka üçüncü evin arkasına geldiler ama hiç kimse yoktu. Önce şüphelendiler. Arkadaki kapı hafif açıktı. Cemre ilerledi ve kapıyı hafifçe açtı. Baran içeri bir göz atıp ileri atıldı. “KOMUTANIM TUZAK! BOMBA VAR.” Dedi. Hemen hepsinin önüne geçti. Kulaklıktan Göksu’nun sesi geldi. “Başarabilecek misin?” Başarırdı. Bunun eğitimini almıştı zaten. Her görevde bomba imha etmek istiyordu zaten. Gülümsedi Baran. Çantasından aletlerini çıkardı. Eğildi yere. Bir kırmızı bir mavi kablo vardı. Kaşlarını çattı ve kabloları takip etti. Aklına sinsice bir plan geldi. “Komutanım, almamız gereken adam hangi evde?” dedi. Yüzünde oluşan gülümseme silinmedi. “Birinci evde.” Dedi Göksu. Baran’ın gülümseme derinleşti. Arkasını döndü. “Komutanım. Çatışmaya girecek miyiz?” diye sordu kulaklığa. Zaten gireceklerdi ama zamanı önemliydi. Gçksu Baran’a güvenmeyi tercih etti ve “Emir verildi Abluka. Baran atış sende.” Dedi ve Baran sinsice sırıttı. Baran ona merakla bakan gözlere “Uzaklaşın komutanlarım.” Dedi ve diğerleri endişeli adımlarla geri çekildi. Göksu komutanları güvenmişti sonuçta Baran’a. Baran giden silah arkadaşlarının ardından önüne döndü. Çantasından kablolar çıkardı. Sonra bombayı etkisiz hale getirdi. Böylece planı uygulanacaktı. Kabloları öyle bir çıkarıyorduki kimsenin ruhu duymazdı. Tamamen temizlendikten sonra elindeki butonlu bomba ile içeri girdi. Bu sırada tim merak ve korkudan kafayı yiyecekti. Baran içerideki kahkaha seslerini duydukça sinirlendi. Onun ülkesine zarar veren biri gülemezdi. Elindeki bombayı hemen kapının yanındaki fıçının içine yerleştirdi. Geri döndüğünde kapıdan resmen on metre uzaktı. Ama kimse duyamadı onu. Dışarı çıktığında tim ona öldürcekmiş gibi bakıyordu. O ise gülümsedi. Plan basitti. Önce Hasan evin önündeki adamları indircekti. Tam o sırada Baran bombayı patlatacaktı. Mehmet ve ekibi ise birinci eve dalacaktı. Tabi bu sırada Abluka onlara yardıma gidecekti. İkinci ev ise üçüncü ev gibi patlayacaktı. Baran bunları kulaklık ile herkese anlattı. Tim birince eve doğru yürüdü. Baran ise üçüncü eve uzak bir noktada eseri ile gurur duyup diğerlerine katılacaktı. “HASAN. ATEŞ!” dedi Göksu ve çatışma başladı. Hasan sadece on saniye içinde indirmişti adamları. “Temiz.” Dedi Hasan. Baran ve üçüncü evi bombaya verecek olan kişi düğmelere bastılar ve BOM. Diğerleri hemen bölgeye intikal etti. Timuçin karşısına gelen bir kişiyi indirdi ve eve girdiler. Mehmet ve diğerleri arkadan Abluka ise önden girmişti. bir tane adam arkasından silah dayadı ona. Timuçin içinden bir nefes aldı. Arkasını döndüğü gibi adamın kolunu kırdı. Adam ise o acı ile haykırıp Timuçin’e rastgele ateş etti. O kurşun Timuçin’in omzuna geldi. “LAN. BENİ Mİ VURDUN SEN.” Dedi ve omzuna baktı. Gördüğü kan ile kaşları hızla çatıldı. “EVET BENİ VURMUŞSUN. AMA BAK İŞTE HEDEF TUTMADI.” Dedi ve silahı adama doğrılttu. Adam korku ile ona bakıyordu. “AMA BEN HEDEF ŞAŞIRTMAM.” Dedi ve alnının çatından vurdu adamı. O sırada karnına bir tekme yedi. “LAAAAN. BENA HANGİ İT VURDU.” Diye bağırıp ona vurana baktı. Bu bir çömezdi. “Ay yazık. Seni buraya mı almışlar” dudaklarını büzdü. “Çok üzülMEDİM. “ dedi ve onu da vurdu. Ama omuzlarından. Çünkü o daha çocuktu. Ve işlerine yarardı. Bu sırada Celal ve Cemre aradıkları adamı arıyorlardı. İkiside birbirini koruyordu ama habersizlerdi bundan. Bu ev çok kalabalıktı. Cemre’ye doğrulan bir silahı gördü Celal. Onu elinden vurdu. “Eyvallah devrem.” Dedi Cemre ve o da Celal’e doğrulan eli vurdu. Celal fark etti ve yanındaki adamı kafasından vurdu. “Asıl sana eyvallah devrem.” Dedi Celal. Cemre tepkisiz kaldı ama içi sıcacık olmuştu. İkili iyice ilerlediler. Ve aradıkları adamın elinde para dolu çanta ile kaçarken gördüler. İkiside adama doğru koştular. Adam onları fark edip hızlanıcakken ayağı takıldı ve düştü. Cemre ilerleyip yakasından tutup kaldırdığı gibi kafasına yumtuk attı. Celal bu hareketi sevmişti ama belli etmedi. Derken biri Cemre’yi sırtından vurdu. Cemre acı içinde haykırırken adamı bırakıverdi. Cemre yere yıkılırken Celal yakaladı onu. “Cemre! Cemre ses ver. Cemre ses VER.” Diye bağırdı. “Canım ya-yanıyor.” Dedi Cemre ve gözleri yavaş yavaş kapanıyordu. Celal eliyle Cemre’nin yüzüne yapışan saçları çekti. O sırada eliyle cebinden bir bez çıkardı ve yaraya bastırdı. Cemre kesik kesik inliyordu. Celal’in tespitine göre omurgada bir zarar yoktu. Cemre’nin gözleri kapandı. “CEMRE! CEMRE UYAN! UYAN! GÖZLERİNİ AÇ CEMRE! CEMRE!” diye öyle bir haykırdıki herkes onlara baktı. Celal endişe ile Cemre’yi uyandırmaya çalışıyordu. O sırada göksu onların yanına geldi. Adem, Baran ve Mehmet adamları savuşturuyorlrdı. Baran birini daha indirdi. Üçü birbirini koruyarak ilerliyordu. Baran kaçan adamı görünce peşinden ilerledi. Adem’de onunla koştu. Mehmet ise bir adamı daha indirdi. Timuçin Cemre’nin yanına koştu. Celal şoktan bir şey yapamıyordu. Tam o sırada biri sanki işi bitirmek ister gibi Cemre’ye silahını doğrulttu. Celal’in gözü döndü o an. Ayağa kalktı. “LAAAAAN.” Diye bağırıp adamın üstüne atladı. Adama yumruklarını geçirmeye başladı. “KOMUTANIM ACİL HELİKOPTER. YARALILAR VAR. VE DESTEK EKİP.” Diye bağırdı Göksu telsize ve Cemre’nin yanına oturdu. Timuçin ise yana oturdu. O da yaralıydı. Celal adamı yumruklayarak öldürdükten sonra etrafa baktı. Beş altı kişi vardı. Mehmet birini daha öldürdü. Tam o sırada Adem ve Baran geldi. Ellerindeki adam baygındı onu kenara attılar ve ikiside birer kişi öldürdü. İki kişi kalmıştı. Celal birini vuracakken adam önce davrandı ve birini vurmakla uğraşan Mahmet’i tam kalbinden vurdu. Mehmet yere yığıldı. Baran son adamı öldürürken Celal Mehmet’i yere yığılmadan tuttu. Göksu yanına gelen adem’e cemre’yi emanet etti ve zor kalkan Timuçin ile Mehmet’in yanına geldi. Mehmet şehit oluyordu. “Kı-zım size emanet. O-ona sahip çıkın. E-eş-im de. Eşhedü ella ilahe illallah ve eşhedü-“ kapandı gözleri ve elleri yana düştü. “Hayır” diye fısıldadı Celal. Bir kahraman baba da vatan uğruna şehit olmuştu. Baran türk bayrağı örttü şehidin üstüne. Herkes derin bir sessizlikteydi. Mehmet artık bir melekti…
Göksu derin bir üzüntü ile eve geldi. Mehmet tam bir zafer günü şehit olmuştu. 30 Ağustos’ta. Göksu sessizce salona geçti. Mutsuzdu. Nasıl olmasınki. Su almak için mutfağa giderken biri ağzına bir şey bastırdı. Çırpınmaya çalışırken kollar gövdesini sardı. Ve tanıdık sesi duydu. “Sürpriz canım.” Dedi Doruk. Göksu’nun başı dönmeye başladı ve çırpınmayı bıraktı. Göksu bayıldı ve Doruk hain planını gerçekleştirdi. Göksu’yu kaçırıp Türkiye’yi tehdit edecekti.
Unutmayın bir umut ışığı her zaman vardır. Yeter ki bulmak isteyin.... iyi okumalar ve iyi bayramlar... dostlar bu bölüm normalde daha uzundu ama bu bölümü 29 ağustosta tamamladım ve çok geç olmadan yayınlamak için kısa kestim. bu bölümde olcak olaylar diğer bölümde yer alcak :) |
0% |