@vesileninruyasi
|
Hava bulutlu. Etrafta birkaç haykırış hariç hiç ses yok. biri “OĞLUMM! YAVRUM SENİ BENDEN NASIL ALIRLAR” diyor. biri “MEHMET!” diye bağırıyor. Bir çocuk üstünde asker kıyafeti ile ise bir kadının kollarında şaşkınca etrafa bakıyor. Derken kalabalığın başında daha yeni on sekizine girmiş bir erkek çocuğu elinde abisinin fotoğrafı ile girdi. Gözleri ağlamaktan kıpkırmızı ama acısına rağmen dimdik. O abisinin aslanı Oğuz’du. Arkasından ise altı aslan askerin omzunda Türk bayrağına sarılı bir tabut. Oğuz’un ortama girdiğini gören kadın kollarını tutan anne ve ablasından kurtulup kocasına Mehmet’inin fotoğrafına koştu. Oğuz yengesini karşısında görünce yutkundu. Gelmeden ağlamıycam desede kendisine boğazındaki yumruya dayanamadı. tek bir damla aktı. Ama o damla çok şeydi. Yengesi Oğuz’un elinden fotoğrafı aldığı gibi göğsüne bastırdı. Daha arkadan gelen eşini görmemişti. Kafasını kaldırdı. Oğuz’a baktı önce. Sonra eşine yoldaşına hayat arkadaşına baktı. Askerliğinin ilk günü çekilmişti bu fotoğraf. Üstünde daha sabah yeni ütülenmiş üniforması, göğsünde al sancak yüzünde kendisinden emin bir ifade. Kalbinde ise biriciği Elfize’si, yoldaşı… Elfize arkadan gelen tabutu görünce inanmadı önce ama sonra yanından geçen tabuttaki bayrak ile aklı başına geldi. “MEHMET!” diye bağırıp tabutun paşinden koşacağı sırada gözleri karardı. Onu tutan Oğuz ve hemen yanlarında dikilen Abluka timinden Mehmet’in son anında yanında olan Celal’di. Baran hemen bir sandalye getirdi. Elfize sandalyeye oturdu ama kocasının adını sayıklıyordu. Tim üç kişi eksikti. Göksu gelmemişti şehit törenine. Bu onları şüphelendirse bile acıları unutturdu bu şüpheyi. Cemre ve Timuçin yaralı diye gelememişti. Küçük kız hemen önlerine konulan Türk bayraklı tabutu görünce gülümsedi. Babası öğretmişti ona. Bayrağı görünce ne olursa olsun gülümseyecekti. Hemen halasının kucağından atladı ve tabuta koştu. Tabutun hemen arkasında askerler vardı. Minik ellerini havaya uzatıp zıpladı. Bayrağa sarılacaktı. Nereden bilecekti tabutun içindeki kişinin babası olduğunu. Halası yerinden kalktı. Yeğeninin yanına geldi. Annesi ve yengesi perişan bir şekilde baygınlık krizleri geçiriyordu. Neriman zıplayan yeğeni Melike’ye baktı. Kafasındaki şapka her zıplayıştakayıyor, kızda her zıplayış sonrası düzeltiyordu. Melike ulaşamayınca sinirle arkasını döndü. Halasını görünce eli ile tabutu işaret etti. “Haya. Uzayanamıyoyum. Bayyağa dokuycam. Hem babam neyde.” Dedi. Neriman dişlerini dudağına geçirdi. Gözleri yerde heyecanla bekleyen kıza baktı. Aldı kucağına. Kız hemen heyecan ile tabuta sarıldı. Bunu gören annesi tekrar ağlamaya başladı ve yanındaki askerden destek alarak ayağa kalktı. Melike halasına döndü. “Babam neyde haya?” Neriman gözleri ile tabutu gösterdi ve “Burada.” Dedi. Melike anlamadı. Kaşlarını çattı. Sinirleniyordu çünkü daha üç gün önce babası evden çıkarken istediği oyuncağı alacağına söz vermişti. Halasının kucağından atladı ve halasına yükseldi “HAYA SANA BABAM NEYDE DEDİM.” Halası bu çıkışı beklemiyordu. Derken yanlarına Elfize geldi. Neriman Celal’in kolundan yengesini aldı ama yengesi yere çöküp kızına sarıldı. Celal yavaş adımlarla yerine geçti. Neriman da onları yalnız bıraktı. “Kızım” dedi annesi. Melike ise annesinin sesi ile sinirlenmeyi bıraktı. “Anne, hayam baya babamın şu kutunun içiyde olduyunu söyledi. Doğyu mu?” dedi annesine bakarak. Elfize kızından uzaklaşarak yüzüne baktı. Başını onaylarcasına salladı. “Evet kızım. Baban o bayrağın bir kırmızısı artık. Yani bir melek oldu.” Dedi. Melike anlamaz gözlerle bakınca tebessüm etti ve devam etti. “Sen şehit ne bilir misin?” Melike evet anlamında başını salladı. “Evet. Babam öğyetti. Şehit babam gibi askeyleye öldüğü zaman deniyoymuş.” Elfize başını salladı. “Babanda o askerler gibi şehit oldu kızım.” “Babam öldü mü ?” Elfize ne diyceğini bilemedi ama yalanda söylemek istemedi. “Evet ama kalbimizde yaşıyor olacak.” Melike annesinin kollarından çıktı ve babasına döndü. “Baba. Ölmüşsün. Baya öyle söylüyoylay. Lütfen ö-öyme baba.” Dedi ve ağlamaya başladı. “Baba yütfen öyme. Yütfen baba YÜTFEN.” Dedi. Oğuz hemen gelip yeğenini aldı. Küçük kız annesinin aksine sessiz ağlıyordu. Babası gibi… Elfize oturacağı yere geldi. Askerler yerlerini aldılar. Komutanın “ŞEHİT AL!” demesiyle Elfize yine ağlamaya başladı. Celal, Baran ve Adem içlerindeki fırtına ile önlerinden geçen tabuta asker selamı verdiler. Bir yiğit daha gitmişti… Üçlü aradan geçen üç dakikadan sonra oldukları yerden ayrılacağı sırada Mehmet’in annesi yanlarına geldi. Celal tam karşısındaki kadının elini öpücekken kadın Celal’e sarıldı. Celal önce bir şaşırdı ama hemen karşılık verdi. “Oğlumun en son sen yanındaymışsın. Öyle diyorlar. Nasıl yani nasıl gitti ?” celal’in gözleri doldu. Son anında bir pislik temizledi ve kalleşçe vuruldu diyemedi. “ Gü-gülerek gitti anacım.” Dedi ve askerde olsa son anını izlediği silah arkadaşı aklına gelince gözünden akan yaşı tutamadı. Yaşlı kadın o yaşı hemen sildi. “Ağlama. Sen ağlama evlat. Ben senin yerine dökerim yaşları. Sen benim için al o intikamı yavrum. Evladımın kanını yerde bırakmayın.” Dedi Baran ve Adem’e bakarak. İkiside yaşlı kadının ellerinden öptü ve kadının en küçük oğlu Oğuz geldi yanlarına. Oğuz önce karşısındaki askerlere sonra ise göğüslerindeki abisinin fotoğrafına baktı. Tutamadı kendini ve o da Celal’e sarıldı. Celal bir abi şefkati ile sardı kollarını. Mehmet Akif unutulmadı, unutulmayacaktı. En kısa zamanda ise intikamı alınacaktı. 2 GÜN SONRA Tim endişeliydi. Komutanlarından üç gündür haber alınamıyordu. Komutanları asla böyle bir şey yapmazdı. Cemre hastenedeydi. Yarın taburcu olacak ama bir ay göreve çıkamazdı. Celal telefondan Doruk’a ve komutanına mesaj attı. Komutanı Doruk’tan nefret ediyordu. Bu yüzden ilk onun bir şey yapabilceği gelmişti aklına ama Doruk’ta bilmiyordu ve o da arıyordu Göksu’yu. Doruk abi komutanımdan haber var mı? Adem ve Baran ise telefonda tanıdıklar aracılığıyla hastane ve karakollara bakıyorlardı. Ama hiçbir şekilde başvuru kayıt yoktu. İlginç olansa dün Doruk’un karakola başvuru yaptığını söylemesi. Asıl ilginç olan Doruk’un karakolun yakınından bile geçmemesi. Yok. Bende arıyorum. Karakola başvuru yaptım ama daha haber gelmedi. Siz bulabildiniz mi bir şey? Celal okuduğu mesaj ile yutkundu. “Abi, Doruk karakola başvuru yaptığını söylüyor.” Dedi Adem ve Baran’a baktı. İkiside kaşlarını çattı. “Lan hiçbir başvuru yok. Yalan söylüyor bu pisikopat.” Dedi Baran. O sırada Timuçin içeri girdi. Celal hemen ayağa kalkıp komutanının yanına geldi. Timuçin bu endişeli hali görünce kaşlarını çattı. “Komutanım komutanım yok!” dedi. Timuçin anlamazca baktı. “Hangisi?” dedi. Celal hemen cevapladı “GÖKSU KOMUTANIM YOK KOMUTANIM.” Dedi. “NİYE BAĞIRIYON LAN!” dedi Timuçin sinirle. “Bilmiyom komutanım ama Göksu komutanım yok!” dedi. Timuçin bu sefer söylenen söz ile kaşlarını çattı. “Nasıl yok. Yer yarıldıda içine girmediya. Aradınız mı?” dedi ve hepsi evet anlamında başını salladı. “Doruk’a haber verdiniz mi?” dedi bu sefer. Celal bu sefer yutkundu. “Evet ama komutanım. Doruk bize karakola başvurduğunu söyledi. Karakollara baktık hiçbir ihbar yok. Yani o bir şey yapmış olabilir.” Dedi. timuçin önce hepsine tek tek baktı. Sonra bir plan yaptı kafasında. “Han albaya haber verelim! Kalkın hemen.” Dedi ve tim hemen ayağa kalktı. Er ya da geç komutanlarını bulacaklardı. Tim albayın odasının önüne geldi. Timuçin arkadaşlarına kısa bir bakış attı. Arkadaşları onu destekler bir bakış atınca kafasını sallayarak kapıyı tıklatıp içeri girdiler. Albay bilgisayardan bir şeye bakıyordu. Arkasında da bir asker vardı ve o da bilgisayara bakıyordu. İkisinin de kaşları son derece çatıktı. Albay gelenleri görünce hemen onlara döndü. Eliyle oturmalarını işaret etti. Timuçin ise oturmadan hemen söze girdi. “Albayım, Göksu komutanıma üç gündür ulaşam-“ albay sözünü kesti Timuçin’in. “Biliyorum ERGÜN asteğmenim. Teröristler bizimle bir video paylaştı. Göksu Doruk diye biri tarafından kaçırılmış” güldü albay. “Bizi tehdit ediceklermiş. Hem de Göksu ile.” Dedi. Timuçin sinirle kaşlarını çattı. Demek Doruk kaçırmış dedi içinden. Celal ise içinde köpürdükçe köpürdü. Baran ve Adem ise yumruk yaptıkları elleri ile Timuçin’den gelecek hamleyi bekliyorlardı. “Videoyu izleyebilir miyiz?” dedi Timuçin. Albay başını sallayarak bilgisayarı onlara çevirdi. Timuçin hemen bilgisayarın başına eğildi ve oynata bastı.
“Videoyu başlattın mı?” dedi Doruk karşısındaki adama. Benimle tehdit edeceklerdi akıllarınca. Tam bir mallıktı bu. E tabi mal olan mal işler yapar öyle değil mi? “Birazdan başlayacak abi.” Dedi elindeki kameraya bakan adam. İçi küf kokusu ile dolu olan bir depoda üç gün önce uyanmıştım. Üç gündür her türlü işkenceye maruz kaldım: su dolu fıçıda boğulmaya çalıştırdılar, koz demirle önceden açılan o izi iyice derinleştirdiler, kollarım kırılmıştı, bacaklarım derin bıçak izleri ile kaplı, yüzüm zaten tam bir çöplük yani anca makyaj ve estetik ameliyatı ile düzelir ama asla bıçak altına yatmam diycemde şuan bile kafamda biri dikilmiş boynuma bıçak dayıyor. Artık çok hissizleştim. İçimdeki o minik Göksu yaşıyordu ama artık işkenceden dolayı diğer bir yapılanı hissetmiyordum. Dün bugünkü video için yaralarıma pansuman yaptılar. Heralde bir anda iyilik perisi oldular… Ben Göksu MAVİ’ydim. Ama içimde iki farklı kişi var gibi. Biri annesinin kızı olan Göksu, diğeri babasının kızı olan Göksu. Annesinin kızı her zaman merhamet, sevgi, vicdan, cömertlik ve vatan sevdası ile dolu cıvıl cıvıl biriydi. Babasının kızı ise sinirli, marhametsiz, insanlara acımayan, sevgi nedir bilmez ve kim olursa olsun acımayan biriydi. Tabi ben bu özellikleri kime yansıtacağımı çok iyi biliyordum. Teröriste babasının kızı, ülkesini sven ve hizmet edene annemin kızıydım. Ama ben en çok annemin kızı olmayı seviyordum. “Abi video başlamaya hazır.” Dedi kameracı adam. Doruk başını salladı ve kamera çekime başladı. Arkadaki adam boynuma önce hafif bir çizik attı. Bir gündür işkence etmemişlerdi. Nedeni videoda acı çektiğimi göstermekti. Kabul başarmışlardı. Canım acıdı ama çok belli etmedim. Sırada ise karnım vardı. Karnıma bir silah doğrulttular ama o kadar işkence sonunda karnımda vurursa ölebilirdim. Bunu istemediklerinden ayağımdan vurdu adam. Bu sefer can havliyle bağırdım. “LAN İT SÜRÜLERİ BU YANINIZA KALACAK ZANN-“ öbür ayağımdan vuruldum bu sefer. Hem bağırdım hem konuştum. “ZANNEDİYORSANIZ ÇOK YANILIYORSUNUZ.” Dedim ve ağzımdaki kanı tükürdüm. Üstümde sütyen vardı sadece. Altımda ise yırtılmış pantolonum. Doruk konuşmaya başladı. “Evet Türk devleti. Askeriniz elimizde. A tabi siz ne istediğimizi biliyorsunuz ama ben bir daha söyleyeyim. Bilgiler karşılığı askeriniz. Vermezseniz çok yazık olur. Güzelde bir askeriniz varmış” ellerini göğsümde ve dudaklarımda gezdirmeye başladı. “ÇEK LAN O ELLERİNİ” ellerim arkada bağlıydı ve hareketim çok kısıtlıydı. Doruk güldü arsızca ve elleri ile göğsümü sıktı. “ÇEEEEK DEDİM SANA.” “Tamam, asi aslan. Sakin ol” çekti ellerini. Tüm işkencelerin aksine bu çok daha ağırdı. Kameraya döndü. “Evet, bir gün içinde belgeler elimizde olmazsa askeriniz ile önce bir güzel eğleniriz. Sonra zaten işe yaramaz. İlerde güzel bir çöp konteynırı var sanki. Oraya atar geliriz.” Saçlarımı eline aldı. Kafamı sertçe çekip kurtarayım derken biri silahın kabzası ile kafama vurdu. Bilincim kapanıyordu. Etrafta ise kahkahalar duyuyordum. Sesler kesildi sonra. Göğsümüz ortasında hissettiğim acı ile gözlerimi aniden açıp çığlık attım. Kamera çekmeye devam ediyordu. Yine o kor demir. Kameraya boş gözlerle bakıp mırıldandım. “Yapmayın. Yeterince öldüm zaten. Benim için değmez. Ekipte göndermeyin albayım. Ben zaten bunca yaşanan şeyden sonra kurtulmam imkansız. Ben şehitlerimin yanına gidicem” gözümden bir yaş döküldü. “Arkamdan her şeye rağmen son ana kadar dayandı derseniz sevinirim.” Dedim ve atılan son tokatla video bitti.
“ALBAYIM BUNLAR NE YAPTIKLARINI ZANNEDİYORLAR!” dedi Timuçin sinirle. Tim sinirden çıldırıcaktı. Onlarda işkenceye maruz kalmışlardı ama cinsel bir işkence hem de bir kadına karşı olması onların ayarlarını iyice bozdu artık isteselerde fabrika ayarına dönemezlerdi. İş çığırından çıkmıştı. Timuçin ellerini saçlarına geçiriyor, Baran yumruk yaptığı elini ısırıyor Celal ve Adem ise hızlıca odada tur atıyorlardı. Albay yanındaki askere döndü. “Yavuz’u çağır!” asker hemen odadan çıktı. “Tam yirmi üç buçuk saatimiz var. Yavuz ve timi ile beraber göreve çıkıyorsunuz. GÖKSU’YU SAĞ BİR ŞEKİLDE ALMADAN GELMEYİN.” Dedi albay. O sırada Yavuz içeri girdi. “Albayım, beni istemişsiniz.” Dedi ve etrafta sinirle dolanan Timuçin ve diğerlerini gördü. Göksu’yu kurtarmaya gittiklerinde onlarla çalışmıştı. İçinden iyi iş beceriyorlar diye geçirdi. “Gel Yavuz, şu videoyu izle anlatacağım sana.” Dedi. Yavuz videoyu izledi. En çok o cinsel imalar sinirlendirmişti onu. Aklı almıyordu. Hatta o her bir dokunuş ve kelime için teröristlerin kökünü kurutmak istedi. Kızkardeşi geldi aklına. Bir ara onuda kaçırmıştı teröristler. Yavuz’u tehdit etmişlerdi. Kardeşinede böyle bir şey olmasından korkmuştu o zamanda. Şimdi bir başka kadına olduğunu görmek içini acıtmıştı. Albaya döndü ve albay konuşmaya başladı. “Göksu MAVİ ile ülkemizi tehdit ediyorlar DEMİRHAN. Sen ve timin ERGÜN’lerle Göksu’yu almaya ve o terör piçlerinin kökünü kurutmaya gidiyorsunuz. Pençe timi komutanı olarak görev sizde. Tam yirmi üç saat yirmi beş dakikanız var. ASKER GÖREVDEN SAĞ DÖNÜN YOKSA FENA OLUR. O DORUK İTİNİ SAĞ İSTİYORUM.” Dedi albay ve beşli hep bir ağızdan “EMREDERSİNİZ KOMUTANIM.”dedi ve odadan çıktılar. On dakika sonra toplantı odasındaydılar. Kıdemli Üsteğmen Yavuz DEMİRHAN, Kıdemli Teğmen Kartal KÖSE, Kıdemli Asteğmen Timuçin ERGÜN, Kıdemli Asteğmen Suna URAL, Astsubay Üst Çavuş Adem ESATOĞLU, Astsubay Üst Çavuş Baran AYAR, Astsubay Kıdemli Çavuş Hulki CEVİZ, Astsubay Çavuş Turgut KUTLUAY, Astsubay Çavuş Ergün EROĞLU, Astsubay Çavuş Celal MENGÜÇ. Tilki olarak göreve gideceklerdi. Görev basitti: Göksu’yu kurtar ve teröristleri etkisiz hale getir. Doruk’u sağ getirmek altın görevdi resmen. “Tim, beş dakika sonra helikopter ile alana gidiyoruz. Kod adımız tilki. Tilki gibi sinsice olacak bu görev. Kartal Timuçin ve Suna onlara sanki belgeleri vermeye gelmişiz hissi uyandıracaksınız. siz tilki 1’iz. Burası yani karargah tilki yuva. ben, Baran ve Ergün biz tilki 2’yiz ve Göksu’yu kurtarmak bizde. Geri kalanlarda teröristlerin amına koyacaksınız. ANLAŞILDI MI?” dedi ve hepsi birden “EMREDERSİNİZ KOMUTANIM” dediler. Kartal silahını kontrol ederken yüzünde garip bir gülümseme vardır. İçindende tello tello söylüyordu. Hele ki görev anında tello tello söyleyince daha bir deli öldürüyordu teröristleri. Şarjörü kontrol ederken Yavuz geldi yanına. “Ne o Kartal. Sanki göreve değil sana kız beğenmeye gidiyoruz. Neden sırıtıyon açıkla.” Kartal bu çıkışa kahkaha attı. Kartal sessizce gözlem yapmayı severdi. Konuşsa herkesin ebesi ağlardı ama konuşmayıncada ebeleri ağladığı için kendini yorma çabasına çok girmeyi sevmezdi. “ Farkında mısın DEMİRHAN? Göksu komutanı kurtarma görevi hep sana veriliyor.” Dedi. Yavuz bir düşündü. Evet, askeriyede ondan daha tecrübeli komutanlar vardı ama hep bu görevler ona veriliyordu. Kaşlarını çattı. “Ne demeye çalışıyosun lan sen.söyle hemen. Beklemeyi sevmem, yoksa ceza veririm.” Kartal bu çıkışada kahkaha atınca ensesine bir sille yedi. “Ceza, tilki 2’nin başına Timuçin geçiyor.” Dedi. Bunu duyan Timuçin hemen yanlarına geldi. “Ciddi misiniz komutanım?” dedi. Yavuz gayet ciddi görünüyordu. “Evet, gayette ciddiyim. Şimdi bizi yalnız bırakta şunun sorgusunu bitiriyim.” Dedi. Timuçin ikiletmedi, çünkü ikiletirse cezadan kaçamıyacağını çok iyi biliyordu. Yavuz askeriyede cezaları ile nam salmıştı. Bide yakışıklılığı dillere destan olunca namı nerdeyse başka askeriyelere sıçraycaktı. Kartal sırıtarak konuşmaya başladı ve silahını silmeye devam etti. Kartal keskin nişancıydı. “Bence Göksu komutanla aranızda bir çekim var. Daha önce hiç göreve gittiniz mi ?” dedi. Yavuz düşünmeye başladı. Geçen sene iki tim gitmişlerdi göreve. Hatta çok başarılı olmuşlardı. Rütbeleri yükselmişti bu yüzden Göksu ve Yavuz’un. Tabi Kartal o zaman yaralı olduğundan gelmemişti. “Evet gittikte ne ilgisi var.” Kartal ‘heh bundan bahsediyom’ der gibi baktı. “İşte, o görevden sonra ne zaman komutana bir şey olsa hop Yavuz göreve. Hem birde niye bu kadın sürekli kaçırılıyor lan. Hem ne zaman gözlemimde yanıldım. Erg-“ derken sözünü kesti Yavuz. “Yeter lan. Ergün’ü çağırıp his analizi yapma. Biliyoruz çocuğun hisler tutuyor.” Kartal imalı imalı bakınca Yavuz yumruğunu geçirdi suratına. Kartal kahkaha atınca birbirlerine girdiler bu sefer. Ama kimse ayırmadı. Biliyorlardı sonunda gülüp barışacaklarını. Kartal gerçekten konuşunca fazla can sıkıcıydı. Suna üniformasını düzeltirken aklına düğünde yaşananlar gelince yüzü asıldı. Bunu gören Timuçin yanına geldi. “Ne o, karadenizde gemilerin mi battı ?” dedi. Suna kafasını kaldırıp konuşan adama baktı. Omzunu silkti. “Belki evette bundan sanane.” Dedi. Timuçin kaşlarını çattı. Sanane mi demişti o ? “Nasıl sanane. Baktık üzgünsün geldik sorduk. İnsanlık yaptık suç mu oldu?” dedi az yükselerek. Suna sinirleniyordu artık. Karşısındaki sinir bozucu ama bir o kadarda kulağa güzel gelen sesli adama baktı ve söyledi derdini kurtulmak için. “Annem sandığım kadın beni evlatlık almış! Ve ben bunu kardeşim sandığım kişinin düğününde öğrendim! Mutlu musun öğrendiğine ?” dedi. Timuçin bunu beklemiyordu. “Özür dilerim. Ben bilmiyordum.” Dedi ve hemen gitti. Sesi suçluluk doluydu. Suna ise giden adamın arkasından baktı. Bir anda sinir bozucu olmaktan şirin ve masum olmayı becermesi şaşırttı onu. Daha nelere şaşıracağını bilmeden giden adamın peşinden gitti… Helikopter görev yerinin olduğu yerdeki askeri üsse geldi. Göksu Irak’ın kuzey bölgelerine kaçırılmıştı. Yavuz ve tim helikopterden indi. On sekiz saatleri kalmıştı. Yaklaşık bir buçuk saat kadar araba yolculuğu yapacaklar ve bir yarım saat yürümenin ardından hedeflerine ulaşacaklardı. Şuan ise üstte son toplantı yapılıyordu. Herkes artık hazırdı. Yarım saat sonra başlıyorlardı. Toplantı bitince yirmi dakikalık bir mola verildi. Yavuz dışarı çıktı. Hava güneşliydi. Gökyüzünde bulut yoktu. Başını yukarı kaldırdı. Derken Kartal elinde karamelli çikolata ile çıkageldi. “Ne o Yavuz. Korkuyon mu başarısız olmaktan ?” dedi. Güldü Yavuz. O ve başarısız olmak. “En kötü şehit oluruz be Kartal. Buda kaybetmek değil en güzel zafer olur “ Kartal’ın elindeki karamelli çikolatayı görünce yüzünü buruşturdu. Sevmezdi karamel. Kartal’da inadına yanında yerdi. Kartal komutanının yüz ifadesini görünce uzattı paketi, ağzı dolu dolu konuştu. “İster misin Yavu-“ derken öksürdü. Boğazına takılmıştı. Yavuz eli ile sırtına vurdu Kartal’ın. Kartal kendine geldiğinde gözleri yaşarmıştı. İkiside gülmeye başladı. Yavuz sonra Kartal’ın elindeki karamelli çikolatayı hemen arkadaşının ağzına tıktı. Sevmediği şeyleri görmeyi sevmezdi. Ama yirmi dakika sonra karamel kokan bir kadını kurtarmaya gidecekti ve karamel yakında en büyük zaafı olacaktı ama şimdilik haberi yoktu…
merhaba aşklar. nasılsınızzzz. ben bu bölümün tam son cümlesini yazarken heyecandan ölcektim. kartalı yazarken içim hep kıpır kıpır oluyor. umarım sizde böyle hissediyorsunuzdur. Unutmayın bir umut ışığı her zaman vardır. Yeter ki onu bulmak isteyin... İyi okumalar... bol karamelli hafta sonlarııı :) |
0% |