@vesileninruyasi
|
Kartal yatakhaneden çıkmış bahçeye ilerliyordu. Yaklaşık üç hafta olmuştu komutanı kurtaralı. Üç haftada Göksu ile abi kardeş gibi olmuşlardı. Zaten ikisinin de insanlara çok çabuk alışma gibi bir özelliği vardı. Tek fark Kartal kişiden kişiye göre alışmayı geciktirirdi. Komutanları bu üç haftada sürekli birbirlerine laf sokup durmuş. Komutanlık yarışı yapmışlardı. E tabi doğal olarak Yavuz komutanı Göksu komutanını ceza yağmuruna tutmuştu. Kartal ise sadece izleyip gülmekle yetinmişti. Rizeli komutanı aniden fevrileşen bir yapıya sahipti. Kısaca adım atsak sinirleniyordu. Kendi timine alışmış olacakki bu sinirlenmeler başta pençe timine biraz daha fazla olsada son bir haftadır Yavuz’a fazla sinirlenmişti. Ayakkabısını çıkarıp attığı anlar olmuştu. Çünkü ikiside rahat durmuyordu. Artık hastanenin ilk günü ne yaşandıysa ikiside sürekli kavga içindeydi. Aynı anda hem dost hem düşmandılar. Bu birlikte geçen üç hafta Göksu’ya iyi gelmişti. Arkadaşları ile bir arada olmak iyileşme sürecini hızlandırmıştı. Hatta şuan timdeki üç kız bir koalisyon kurmuş gibiydiler. Atılan her adımdan haberleri vardı. Kartal bahçeye çıktığında komutanlarını yine ve yine kavga ederken gördü. Gülerek yanlarına gitti ama ikiside fark etmedi. “Ne demek komutan ben olucam! Kızım sen daha tam iyileşmedin bu yüzden komutan benim! Benle inatlaşmayı bırak!” dedi Yavuz. İkisi de son derece çatık kaşlarla birbirlerine bakıyorlardı. Göksu parmağını kaldırıp karşısındaki adama bir adım atıp parmağını yüzüne salladı. “İstersen on ay iyileşmiyim. Ben komutan olucam! Sen ister kabul et ister etme!” dedi ve parmağını sertçe aşağı indirdi. Yavuz’da bir adım attı ve artık aralarında bir adımdan daha az bir mesafe vardı ama ikisi de farkında değildi. Kartal uzaktan olanları izliyordu. Telefonunu çıkarıp kurduğu “GYK” grubuna mesaj attı. Dışarıda büyük kavga var! Aksiyon isteyen gelsin. “Ula keçi! Hasta halinle nasıl komutan olucan! Hem daha göreve bile çıkamıyorsun. Nasıl komutan olucan!” dedi. Bir yandan haklıydı. Ama işte Göksu inadım inattı. Suna Cemre ile yemekhanede oturmuş üç gün önce geldikleri görevin değerlendirmesini üçüncü kez yapıyorlardı. “Kanka kaçanı da öldürseydik çok iyi olurdu.” Cemre öldüremediği adamın pişmanlığını yaşıyordu. Suna ise üç gündür yakınılan pişmanlığa yüzüncü isyanını yaptı. “Kızım sen mi anlamıyon ben mi anlata mıyom? Bir sonraki görevde iki mislisini öldürrsün.” Dedi ama Cemre hala yakınıyordu. Tam karşı savunmaya geçecekken telefona gelen bildirime baktı. Kartal komutanını yazdığı mesajı ikili aynı anda gördü ve gülerek ayağa kalktı. “Sence bu sefer neden kavga ediyorlar?” dedi Suna. İkisininde en büyük eğlencesi komutan kavgasıydı. Suna son üç haftada hayatında en çok güldüğü anları geçirmişti. Göksu komutanı kabullenmiyordu ama kadındaki pozitif enerji time çok iyi yansımıştı. Tim Göksu sayesinde çok fazla gülüyordu. Karadenizli olmasından mı yoksa gerçekten enerjiden mi kaynaklı bilinmezdi. Hatta Yavuz komutanında bile gözle görülür değişme vardı. Dakika başı Göksu ile kavga da etse yarım saat sonra kavgaya gülüyorlardı. Sonra vay efendim sen niye bana güldün diye tekrar kavga ediyorlardı. Göksu insana iyi geliyordu. Ama kendine o iyiliği vermiyordu. “Komutanımı anlamak zor. Kesin yine Yavuz komutanın bir beğenmediği bir şey oldu ona kızmıştır.” Dedi Cemre’de. Cemre Hakkari’ye gelmeden önce Şırnak’ta görev yapmıştı. Ama oradaki tim garipti. Eğlence yoktu, konuşan yoktu, kitap okuyan hiç yoktu. Bu timde kitaplar hakkında konuşabildiği bazen kavga ettiği bazense gülüp eğlendiği biri vardı. Celal. Celal ile garip bir ilişkileri vardı. Celal ile konuşurken ya da bir şey yaparken diğer arkadaşlarından daha rahat hissediyordu. İkili Kartal’ın yanına geldiklerinde ateşli kavgayı izlemey başladılar. Aralarında bir adımdan az mesafe bulunan iki komutan son derece sinirli bakıyorlardı. Suna “Komutanım kavga nedeni ne?” dedi. Kartal gülerek cevapladı onu. “Komutanın kim olacağı.” Erkek grubu sizce ne yapıyordu? Timuçin herkesi yatakhanedene toplamış ve isim şehir oynuyorlardı. Zaten oynadıkları ve çok sevdikleri başka bir oyun yok gibiydi. Harf E’ydi. Yedi kafadar e harfi ile kağıtlarını dolduruyordu. Ergün konuşmaya başladı. “Bence bu oyunu Turgut abi kazanacak.” Herkes kafasını kaldırdı. Bu son turdu. Bu oyundan sonra el kızartmaca oynayacaklardı. Herkes kağıtları kenara bıraktı. “Evet gençler. Ergün Turgut dediyse bilin ki kazandı. Bu yüzden devam etmeye gerek yok.” Hulki’nin sözleri ile kağıtlar kenara bırakıldı. Turgut son tur oynanmadan kazandığının haberi gelmesiyle gülüyordu. Ergün ise tekrar konuştu. “Eğer son turu oynarsak Turgut abi kazanacaktı. Oynamadığımıza göre Baran abi sen kazandın.” Demesiyle herkes puanları hesaplamaya başladı. Beş dakika sonra nihai karar çıktı. “395” dedi Timuçin. “390” dedi Adem. “400” dedi Hulki. “405” dedi Turgut. “380” dedi Celal. “375” dedi Ergün. Ve “410” dedi Baran. Sonuçların açıklanmasıyla herkes Ergün’e baktı. Bu adamın hisleri ciddi anlamda kuvvetliydi. Tam nasıl olur diyeceklerken telefonlara bir mesaj düştü. Hepsi görev mesajı zannedip açtı ama kavga haberi ile gülerek bahçeye çıktılar. “OLUCAM DEDİYSEM OLURUM. HEM BEN KENDİMİ ÇOK İYİ HİSSEDİYORUM. BENİMLE İNATLAŞMA PİŞMAN EDERİM!” dedi Göksu yüksek sesle. Artık bütün tim alanda toplanmış ne timi bütün askeriye onları izliyordu. “ETSENE. ÇOK MERAK EDİYORUM NASIL PİŞMAN EDECEĞİNİ!” dedi Yavuz ama istemiyordu. Çünkü Yavuz tartışmalarda karşısındaki kadına olan çekime engel olmaya çalışıyordu. Ama zorlanıyordu. Sinirlenince yapacaklarının haddi hesabı yoktu. Ama karşısındaki karamel kokulu keçi bunun üstüne gidiyordu. Biraz daha giderse yapacaklarından Yavuz sorumlu değildi. “ŞUAN BÜTÜN ASKERİYENİN BİZİ İZLEDİĞİNİN FARKINDA MISIN?” diye sessizce sözylendi Göksu. Yavuz göz ucuyla etrafa baktı ve “Benimle gel!” dedi dinmemiş siniriyle. Önde Yavuz arkada Göksu giderken tim hariç diğer herkes işlerine geri döndü. Tim ise gülerek kavgayı izlemeye devam etmek için iki asi kurtun peşinden gitti. İki asi askeriyenin arkasında durdu. Yine aralarında çok az bir mesafe vardı. Göksu tam sinirinin tap noktasına gelip atağa geçecekken bir asker yanlarına geldi. İki asi gelen askerle aralarındaki az mesafeyi fark edip iki üç adım geri geldiler. Asker, selamını verdikten sonra konuşmaya başladı. “Göksu ve Yavuz komutanım, albayımız sizi çağırıyor.” Dedi. İki asi, askeri onayladıktan sonra birbirlerine baktılar. Beklenilen gibi oldu. Göksu Yavuz’un omzuna yumruk atıp gülmeye başladı. “Benimle inatlaşma yoksa daha fena yaparım.” Yavuz’da kavga konusundan dolayı gülerken asi kadının üstüne eğilip “Biraz daha ilerleseydin seni fena yapardım.” Dedi. Gözleri asi karamelin dudaklarını buldu ama hemen çekti. Sonra ikisi de albayın odasına ilerlemeye başladılar. Tim bu ani dönüşle kavga eğlencesi kaybolduğu için ön bahçeye doğru ilerlediler. İki komutan albayın odasının önüne geldi ve kapıyı tıklatıp içeri girdiler. “Hoş geldiniz çocuklar. Oturun” dedi ve koltukları gösterdi. Göksu ve Yavuz karşılıklı oturup albaya baktı. Akıllarında kavga dolayısıyla bir uyarı gelirmiş gibi geliyordu. Tedirgin bakışları albayı buldu. Albay öne doğru eğilip konuşmaya başladı. “ Öncelikle siz askeriyedeki en iyi iki askerimsiniz. Bu yüzden şimdi söyleyeceğim şey için en uygun ikili sizsiniz” Göksu ve Yavuz birbirlerine bakıp iltifattan dolayı gülümseyip tekrar albaya döndüler. “Bugün akşam Muğla’ya bir yolculuk yapacaksınız. Bu yolculuk ülkemiz için çok önemli. Uğur ALTIGENOĞLU. Ülkemizdeki uyuşturucu ve silah kaçakçılığının başında geliyor. Ve yarın akşam Amerikan asıllı Cemşid GHOOL ile Muğla’da bir otelde toplantı yapacaklar” konu iki komutanında ilgisini çekmişti. “Ve siz oraya MİT’ten bir ekiple beraber yapılacak toplantıdaki bilgileri öğreneceksiniz. Bir sonraki kaçakçılığın nerede ve kimler aracılığıyla yapılacağını bulacaksınız. Siz ikiniz görevin anahtarlarısınız” albay nefes aldı ve devam etti. “Siz ünlü iş adamı Akın YILDIRGAN ve eşi Belemir YILDIRGAN olarak evliliğinizin ilk yılını Muğla’ya kutlamaya gidiyorsunuz. Yarın akşam saat yedide akşam yemeği yiyeceksiniz. Bu sırada yan masalarda Uğur ve Cemşid yemek yiyor olacak. Merak etmeyin MİT’ten gelen ekip size yapmanız gereken şeyleri anlatacak. Siz bir saat sonraki uçakla gideceksiniz” albay karşısındaki iki askerine bakıp güldü ve kalemi ikisine salladı “Unutmayın, siz evlisiniz. Bu yüzden evli ve iki aşık gibi davranın. He birde hatırlatma, aynı odada kalacaksınız. Yoksa dikkat çeker” Göksu ve Yavuz birbirine bakıp ‘bununla mı evliyim yani’ bakışı attılar ve albaya döndüler. “Uğur’un dikkatini zaten çeken bir çiftsiniz ve öyle kalmak için yapmanız gerekeni biliyorsunuzdur herhalde” albay bıyık altından gülerken iki asker ne yapmaları gerektiğini çok iyi biliyordu. Az cilve falan. “MİT’ten bazı arkadaşlar gazeteci gibi yaklaşıp sizinle röportaj yapacak. Şöyle ki Uğur Belemir’e sahip olmak isteyip olamayan biri olarak sizinle ilgilenecektir. Siz bundan fırsat bulup kamera ve mikrofon yerleştireceksiniz. Röportaja gelirsek, bir bebek fena olmaz” iki asker birbirine öyle bir baktı ki albay bile güldü hallerine. “Sakın bugün kü gibi bir kavga olmasın. Tabi kavgayı bir yerlere bağlıyacaksanız bilemem. Evet, kalkın ve hazırlanın. Bu akşam o kamera ve mikrofon yerleşsin ona göre.” Göksu ve Yavuz ayağa kalkıp asker selamını verdi ve odadan dışarı çıktılar. Odadan dışarı çıkar çıkmaz gülmekle kusmak arasında kaldılar. İlerlerken hiç konuşmadılar. İkisininde odası karşı karşıyaydı. Sessizlik içinde ikisi de odalarına girdi. Yavuz girer girmez ne gibi bir şeyin içine düştüğünü anlamadığından valizini dolabından çıkardı. Üç tane şort, üç tişört ve iki takım elbise aldı yanına. Bir tane gömlek ve kot pantolonuda giderken giymek için yatağın üstüne koyduğu an kapı açıldı. Arkasını döndüğünde Göksu elinde iki elbiseyle gelmişti. Önce yüzünü buruşturdu sonra konuşmaya başladı. “Madem evliymiş gibi davranıcaz, uyumlu olsun kıyafetlerimiz. Hangisi olur sence?” elindeki elbiselerden biri beyaz göğüs dekoltesi olan ve diz kapağının biraz altında biten, vücudu saran bir elbiseydi. Diğeri ise gece, mavisi yere kadar uzanan ve askısız kalp yaka bir elbiseydi. Bacak bölgesinde bir yırtmaç vardı. İki elbise de güzeldi. “İkisini de al. Ben hem bu akşam hem yarın akşam için iki takım aldım. Biri siyah biri lacivert. İkisi de uyuyor yani.” Göksu hafif bir tebessüm eşliğinde “Tamam o halde” deyip gidecekken tekrar bir soru sordu. “Giderken ne giyeceksin?” Yavuz bu meraklı hallere sırıtıp cevapladı onu. “Beyaz bir gömlek ve siyah kot. Sen?” dedi ve eliyle giyecek olduklarını gösterdi. “Ne giyeceğimi bulmak için sordum farkındaysan. Hazırlamış olsam sorar mıydım?” dedi kaşlarını yukarı kaldırarak. Yavuz bu çıkışa kayıtsız kalamazdı. Zaten bir haftadır karşılıklı atışıyorlardı. Kazanan kim olacak merak konusuydu. “Evet sorardın. Senin kadar inatçı ve meraklı birini görmedim KEÇİ!” Yavuz’un bu cümlesiyle Göksu kaşlarını çattı. Zaten hızla sinirlenen Göksu’nun keçiler sağdan soldan gelmeye başladılar. “Sensin keçi ayı. Hem sormam gerekti sordum. Hem sen durduk yere beni niye sinirlendiriyorsun?” dedi Göksu kaşları havada. Yavuz Göksu’nun üzerine eğildi ve hayranlık uyandıran bir sesle “Seninle uğraşmak hoşuma gidiyor.” Göksu sarhoş eden ses ve mükemmel yüz karşısında gözlerini kırpıştırınca Yavuz’un dudakları iki yana kıvrıldı. Üzerine iyice eğildi ve “Çünkü sana çok gıcık oluyorum.” Göksu dişlerini sıkıp melül halden çıktı ve karşısındaki ayıyı ittirdi. “Aşağılık herif! DEFOL!” dedi. Yavuz kahkaha attı. Kahkahalarının arasından “Benim odamda olduğunun farkında mısın?” dedi Yavuz. Göksu sinirle ayağını yere vurdu ve kapıya yöneldi. Kapıyı açarken “SENDEN NEFRET EDİYORUM!” diye bağırıp kapıyı sertçe çarparak odasına gitti. Yavuz gülerek bavulunun eksiklerini doldurdu ve fermuarını çekti. Göksu sinirle odasına girdi. Hali hazırda açık olan bavuluna sinirle elbiseleri sıkıştırdı. Kırışması o an umrunda değildi. Simli gri çanta ve topukluları koydu bavula. Sonra siyah topuklu ve siyah çantayı. Siyah inci küpe ve kolye takımını ve gümüş kolye küpe takımını koydu çantaya. Bunlrı özenle koymuştu. Dört tane şort ve dört tane tişört koydu. Dışarı çıkmak içinde beyaz spor ayakkabı ve siyah büyük çantasını aldı yanına. Aklına kimlikler geldi ve tekrar o ayının yanına gitmek için odadan çıktı. Kapıyı tıklatmadan içeri daldı. Yavuz ise o sırada üstünü değişmek için pantolon ve tişörtünü çıkarmışdı. Aniden açılan kapıyı beklemiyordu. Gözleri biranda kapıyı buldu. Allah’tan sabır dilercesine gözleri kapalı bir şekilde içeri girip gözlerini açan inatçı keçiye baktı. Göksu Yavuz’u o şekilde gördüğü an çığlık attı. Hemen arkasını döndü. “Neden bağırıyon kadın!” diye yükseldi Yavuz. Göksu ile gözlerini oymak istiyordu. “Pardon ya seni üstünde sadece çamaşırınla görünce bağırmamalıydım. Çok özür dilerim. Hem niye kapıyı kilitlemiyorsun. Ben nereden bilem üstünü değişiyosun!” Yavuz bu sırada üstünü giymişti. Göksu sinirle bacağını hareket ettirerek Yavuz’u bekliyordu. “Dönebilirsin.” Göksu yüzünü Yavuz’a döndü. Giydiği beyaz gömlek kaslarını sergiliyordu. Bu Göksu’nun yutkunmasına sebep oldu. Altındaki pantolon ise bacaklarını sarıyordu. Karın kasları ve bacak kasları herkesin başını döndürür cinstendi. Göksu üç saniyede olsa çıplak görmüştü o kasları. Yavuz dili tutulan kadına güldü. “Ne söylemeye geldin keçi!” Göksu duyduğu lakapla kaşlarını çattı. “Sanada gelip soru sormaya gelmiyor. MİT’dekilere sorarım!” dedi ve arkasını dönüp odadan çıktı. Göksu hemen odasına girdi. Tam üstünü değişecekken gidip kapıyı kilitledi. Bir daha böyle bir olay yaşamak istemiyordu. Üstüne beyaz bir krop, altına siyah mini kot şort ve siyah ceketini giyip normalde Muğla’ya götüreceği beyaz spor aykkabıları ve siyah büyük kol çantasını aldı. Saçlarını dalgalandırdı. Hafif bir makyaj yaptı. Aynadan kendine baktığında aklına Muğla’da deniz olduğu gelince aklının bir köşesine mutlaka denize gitmesi gerektiğini yazdı. Bavulunu aldı ve dışarı çıktı. Yavuz elinde telefonuna bakıyordu. Gömleğin kollarını yukarı kıvırmıştı. Saçları ise dağınıktı ve ayrı bir hava katmıştı ona. Yavuz kafasını kaldırıp gelen kadına baktı. Gözleri ile baştan aşağı süzdü ve beğeni dolu bir bakış attı. İkili uyumlu giyinmişti. Yavuz Göksu’nun bavulunu aldı ve elinde iki bavulla kolidorda ilerlerken tim karşılarına çıktı. Yavuz ve Göksu ‘şimdi yedik nanayı’ dediler içlerinden. Tim ağzı beş karış açık bir komutanlarına bir bavullara baktılar. Kartal arsızca güldü. “Ne o, sevgili olup tatile mi gidiyosunuz?” iki komutanda kaşlarını çattı. Göksu’da beklenmeyeni yapıp Kartal’a eğlenme fırsatı vermedi. Yavuz’un koluna girip “Seni ilgilendirmiyor!” dedi. Tim ağzı onkarış açıklığa çıkarken Yavuz bu hamleye güldü. Kartal ise şaşırmıştı. Göksu’nun attığı adımla Yavuz’da ona uyup ilerlerken eli ile bir işaret verdi. “Duydunuz. Hadi doğru yemekhaneye temizliğe.” Yavuz Yavuzluğunu yapıp cezasını verdi ve ikili kolidorun sonuna kadar kolkola gidip kolidorun sonuna gelip döndükleri anda Göksu Yavuz’un kolundan çıktı. “Umarım rahatsız olmadın ayı bey?” Yavuz güldü ve “Rahatsız olsam başladığın şeyi sürdürmezdim.” İkili albayın odasına giderken karşıdan on kişilik bir ekip geldi. Üç kadın yedi erkek vardı. Bir kadın iki erkeğin ellerinde fotoğraf çantası vardı. Bunlar gazetecilerdi. Bir kadın öne çıktı ve elindeki çantadan kimliğini çıkardı ve bizimkilere gösterdi. MİT personeli Ebru YILMAZ. Ebru ekibin komutanıydı. Ebru çantasından iki kimlik çıkardı. Kimlikleri ve dosyaları bizimkilere verdi. Sonrada küçük bir el bavulu. Bu bavulda mikrofon ve diğer lazım olan eşyalar vardı. “Ben Ebru YILMAZ. Sizinde içinde bulunduğunuz ekibin komutanıyım. Sağ taraftaki ve elinde fotoğraf çantaları bulunan üçlü gazeteci Sare, Mert ve Hakan” sarı saçlı çocuk Mert’ti. Hakan ise esmerdi. Sare kumral ve güzel bir kadındı. Üçlü bizimkilere selam verdi. “Sol tarafımdaki iki kişi yani Sude ve Ramazan size yapacaklarınızı anlatacak ve abi kardeş rolünde yan odanızda kalacak” Ramazan ve Sude ikiliye selam verdiler. İkisi gerçektende kardeşe benziyordu. “ Kalan dört kişi Ayhan, Arda, Selami ve Barış restoranda sizin yan masalarınızda oturan iş adamları olacak.” Barış ve Arda sarışın, Selami ve Ayhan kumraldı. “Eğer hazırsanız albaya görünün ve hemen havalimanına gitmemiz gerekiyor. Bussinez koltuklarda yolculuk edeceksiniz. Ramazan, sude ve Mert sizinle gelecek. Biz ise bir sonraki uçakla geleceğiz.” Göksu ve Yavuz albaya göründükten sonra dışarıdaki arabaya binip havalimanına doğru gitmeye başladılar. Havalimanına gelmiştik. Saat dört gibiydi. Güneş gözlüğüm ve gözümde bavulum ise Yavuz’daydı. Kimliklerimizi verip biletlerimizi aldıktan hemen sonra uçağa bindik. Biz Yavuzla bussinezdyeken Ramazan, Sude ve Mert klasikte yolculuk edecekti. Uçağa bindiğimizde görevin verdiği heyecanla titriyordum. Yavuz kolunu omzuma atıp kulağıma eğildi. “Yakışıklı olduğum için titriyorsan akşam daha güzel titreyebilirsin.” Allah’ım bu ne biçim bel altı bir şakaydı. Kaşlarımı yalandan çattım. Rolde olmasak tam kavgalıktı ama işte. “AYY ne kadar komiksin Akın ya!” Yavuz bıyık altından gülerken karnına çimdik attım. Bana gülümseyip elimi tuttuktan sonra yerimize geçtik. Pilot gerekli konuşmayı yaparken Yavuz’un bir eli elimdeydi ve hosteslerden biri Yavuz’u kesiyordu. Uçak daha kalkmadığı için telefonumu çıkarıp AYI adlı kişiye mesaj attım. Sevgili sahte kocam yandaki hostes seni kesiyor. Bilgine! Yavuz telefonuna gelen mesajla tebessüm edip elimin üstünü okşadı. Ve yaklaşık bir dakika sonra mesaj geldi. Ne o, beni mi kıskandın. Mesajı okuduğumda üztüne atlayasım vardı ama tuttum kendimi. Zaten devam ettiği okşama rahatlık veriyordu. Rol gereği evet. Ama gerçekte seni ham yapsada kurtulsak ama nerde… Yavuz gelen mesajı okuduğunda dudaklarını birbirine bastırdı. Elimi acıtmayan bir şekilde sıktı ve hostese baktı. Artık bakacağını hiç zannetmiyorum. Gelen mesajı okuduğumda kaşlarım havaya kalktı. Kadına baktığımda hala arsızca kesiyordu yani. Nasıl ya, hala bildiğin kesiyo seni. Mesajı okudu ve yazmaya başladı. Bekle ve gör o zaman. Mesajı okuduğum an Yavuz dudağımın yanındaki çukura minik bir buse kondururken bütün bedenim kaskatı kesildi. Yavuz ise gülüyordu. Yavuz haklıydı. Kadın bakmayı bırakmıştı…
SELAMÜN ALEYKÜM BİRTANELERİMMMM BU BÖLÜM ARTIK BENDE KIRILMA NOKTASI DİYEBİLİRİM. YAZMAYI HEP UNUTUYOM. YORUM, OY VE TAKİP İSTİYOM. ÖNCEKİ BÖLÜMLERE ATMADIYSANIZ ATMANIZI BEKLERİM ÖPÜLDÜNÜZ İYİ OKUMALAR. İYİ GECELER..... Unutmayın bir umut ışığı her zaman vardır. Yeter ki onu bulmak isteyin... |
0% |