Yeni Üyelik
3.
Bölüm

1. BÖLÜM PART 2

@vesileninruyasi

SELAMÜN ALEYKÜM CANLARIMMMM

EVET ÖNCELİKLE CUMHURİYETİMİZİN 101. YILI KUTLU OLSUN. DAHA NİCE YÜZ YILLARA MUTLU, HUZURLU VE GÜZEL YÜZ YILLARI OLSUN VATANIMIZIN. SİZİ ÖPÜYOR VE BÖLÜMÜME UĞURLUYORUM. TAKİP YORUM OY RİCA EDYRUMMMM

 

 

 

Asker adımlarını durdurup bana döndü. Bense ayak bileğimi tutuyordum. Bu seferde sevgi değer saçlarım bana engel oluyordu. Allah’ın sevdiği bir kulum sanırım! Nasıl da işlerim yolunda ama değil mi?

“Neden gelmiyorsun şimdi?” diyen askere boş boş baktım. Çok özür dilerim ya! Ayaklarım bavulunu toplayıp greve girdiği için duruyor olabilir miyim acaba? Yok yani hepinizde bu kadar düşüncesiz olamazsınız öyle değil mi?

“Ayaklarım istifa etti banden habersiz ondan,” göz devirdim. O ise boş ifadesini koruyordu. “Ne?” dediğimde hâlâ boş boş bakıyordu. Gözleri beni incelerken yüzündeki bandanayı çıkardı. Ser çehreli ve köşeli gibi bir çenesi vardı. Kirpikleri kıvrıktı ama az gibiydi. E yani kız olmadığına göre? Saçları siyaha yakın bir kumraldı.

Dudaklarında önce alaycı bir gülümseme oldu, sonra tekrar ciddileşti. “Dalga geçer gibi bir halim mi var?” dediğinde bu sefer ben ifadesizdim. Kaşımı havaya kaldırıp ‘ne diyon kardeş’ suratına büründüm. “Derken?” dedim ve saçlarımı geri savurdum. Lan, toprağa basabiliriz! Evet, çok mantıklı.

Hemen yere eğildim ve topuklularımı ayağımdan çıkardım. En sevdiğim siyah topuklularımdı bunlar. Kırılmak zorunda mıydılar yani? “Ne yapıyorsun şu an?” diyen askerle göz ucuyla baktım ona. Göbek atan ayı görmüş gibi şaşkındı. Tekrar işime odaklanırken cevapladım onu. “Çiğköfte yiyorum. Sende ister misin?” dediğimde doğruldum. Bir elini burnunun kemerine atarken kafasını yukarı kaldırdı. Sonra kafasını geri indirdi ve göz göze geldik.

“Yok, tokum ben,” derken gülen bir ifadesi vardı. Kaşlarımı çattım. Bana çok komik bir şey görmüş gibi bakıyordu. “Komik mi cidden? Teröristler tarafından alıkoyuldum ve topuklumun topuğu kırıldı. Ve sen bana gülüyor musun cidden?” dediğimde refleks olarak ellerimi ileri salladığım için bir tane topuklum ileri savruldu.

“Bir şey demedim say,” derken önüne savrulan ayakkabıma garip bakışlar atıyordu. “Cidden bunu nasıl giyebiliyorsunuz?” diye mırıldandığında göz devirdim ve ilerleyip topuklumu aldım ve ilerlemeye başladım. Yanıma geldi ve benimle ilerlemeye başladı.

“Bot vereyim mi?” diyen sesi eğlenceliydi. İstemez dercesine elimi savurdum arkama doğru. Bir tane tankın yanına geldiğimizde iki tane kadın asker yanıma geldi hemen. Ciddi duruyorlrdı. Bir tanesi siyah saçlı ve saçları omzunun altında biten ve sert çehreliydi. Siyah gözleri ise bana sadece Sevil’i hatırlattı. Diğeri ise badem gözlü ve kumral saçlıydı. Bu diğerine göre biraz daha yumuşak hatlara sahipti. Ama gözleri ciddiyet fışkırıyordu.

Kolumdan tutup tanka binmeme yardım ettiler. Çekiştirmelerine uydum. “Bir yerinize bir şey odu mu? İyi misiniz?” diyen kara gözlü arkadaşa baktım. Yüzünde bu sefer hafif endişe belirtileri vardı. Gülümsedim. “İyiyim,” dedim ama sizin sayenizde der gibiydi sesim.

Gülüşüme hafif bir tebessüm ile karşılık verip tekrar ciddileşti. “Doktora götürelim yinede,” dediğinde başımı sağa sola salladım. “Gerek yok,” dediğimde badem gözlü olan girdi araya.

“Her türlü şeyi göze almak zorundayız. Lütfen,” derken ona da gülümsedim ve tekrar başımı sağa sola salladım. “Gerek yok, doktorum ben zaten,” dediğimde rahat bir nefes verdiklerini anladım. Dışarıdan ne hissiyat verdiğimi acayip merak ediyorum.

Tanka askerler bindi ve tank hareket etmeye başladı. Ben hariç içeride sekiz kişi vardı. Yanlarımda kadın askerler onların yanında birer tane erkek ve karşıda dört tane erkek asker oturuyordu.

“İsimleriniz?” demek durumunda bulundum. Yani, merak duygum tavan yapmıştı. Ne yapabilirdim?

“Yusuf,” dedi az önce Yiğit’i alan adam. Yiğit kucağında değildi lakin. Gülümsedim ona. “Yiğit nerede?” dedim hemen. Gülümsedi sadece ve “Güvende,” dediğinde gülüşüm bütün yüzüme yayıldı.

“Asaf,” dedi siyah saçlı kehribar gözlü arkadaş. Gülümsedim ona da.

“Burcu Bilge,” dedi kara gözlü arkadaş. Ona da içten bir şekilde gülümsedim. Bana sadece başını sallamakla yetinde.

“Berrak,” dedi badem gözlü olan. Gülümsedim ona da. O da bana gülümserken kadına fazlasıyla kanım kaynamıştı. Lakin Burcu ayrı bir hava veriyordu.

“Salih,” dedi sarışın mavi gözlü arkadaş. Gülümsedim ona da. Başını sallayıp minik bir tebessüm verdi. Ağzım gülmekten yamulacak ha!

“Kurtuluş,” diyen kahve gözlü ve aynı tonda lüle saçları olan elemana baktım. Eleman çok garip oldu ya! Adam bana Alparslan abiyi anımsatıyordu. Ve adı gibi insanların kurtuluşlarıydılar.

“Derman,” diyen arkadaş ise sarıya çalan kumral saçlıydı ve kahve gözleri vardı. Ona da gülümsedim ve hemen karşımdakine kaydı gözüm. Anında gülüşüm homurtmaya geçti. Tek diyecek sözüm var: ayı!

“Kuzey,” dediğinde sadece başımı salladım. Kollarımı göğsümde bağladığımda bu sefer ondan bir soru geldi.

“Senin?” dediğinde gözlerimi ona çevirdim. “Efendim?” dediğimde hafif ileri eğildi. “Adın ne?” dediğinde sanane lan demek istedim ama tuttum kendimi. Hanfendi kimliğimizi bozmuyoruz asla!

“Şimal Betül,” dedim kısaca. Gözlerim etrafta geziniyordu. İlk defa tankın içini görüyordum. Daha önce babam içini göstermek istediğinde asla girmezdim. Korkardım. Ama her şeyin bir ilki oluyormuş. Bu da benim ilk tank anım olsun.

“Komutanım, nereye gidiyoruz bu arada?” ön taraftan gelen boğuk ses ile Kuzey yerinde dikleşti. “Askeriyeye,” dediğinde hemen kaşlarımı çattım ve “Olmaz,” dedim. Tek kaşını havaya kaldırıp bana baktı.

“Nedenmiş o?” dediğinde dikleştim yerimde. Ne olursa olsun dik oturmalıyız. Şimdi omuriliğime falan zarar gelir, maazallah.

“Çünkü gitmem gereken bir yer var,” dediğimde kafasını iki yana sallayıp hafifçe gülme sesini işittim. “Rehin alındın, farkında mısın?” dediğinde kaşlarımı çatıp kafamı aşağı yukarı salladım.

“Evet.”

“O zaman, gitmen gereken yere gitmiyorsun,” dediğinde tekrar kaşlarımı çatıp ileri eğildim. Devrilme esnasında karnım zarar almıştı sanırım. İnce bir sızı hissettim ve dolayısıyla hafifçe inledim. Berrak koluma uzanırken onu durdurdum.

“Sana mı soruyorum?” dediğimde o da kaşlarını çattı. “Evet, bana soruyorsun.”

Güldüm. Hatta kahkaha attım. Sinirlerim bozulmuştu. Ama gülmek karnımı daha fazla acıtmak dışında bir şeye yaramamıştı. Berrak tekrar koluma uzandı. Onu durduracağım sırada Burcu’nun tek hamlede beni dikleştirip rahat konuma getirmesi bir oldu. Yüzüne baktığımda ifadesizdi. Normalde ben bu harekete bile bağırırdım. Ama kadın etrafa büyük bir karizma ve güven yaydığından uslu uslu oturdum yerimde. Berrak’cım, alınma ama devremin birazcık daha karizma. Sen de tatlısın diyeyim ama.

“Lojmana gidiyoruz,” dedim karnımın acısı geçtikten sonra.

“Niye, burada mı yaşıyorsun?” dedi uyuz. Yeminle uyuzdu. Allah affetsin ama yani Allah’ım kulun sinirlerimle oynuyor, teşekkürler.

“Belki evet, belki hayır. İlgilendirir mi?” dediğimde göz devirdi. İleri doğru eğildi.

“Vatandaşım beni her zaman ilgilendirir, Şimal.”

Göz devirdim. Yani bu kadar kendinizden emin konuşmasanız mı askerler? “E o zaman? Madem ilgilendirir sen de benim istediğimi yap!” dediğimde gözlerini kapatıp elini burun kemerine attı. Birkaç dakika geçti.

“Nereye gidiyoruz şimdi?” dediğimde yanımdan bir gülme sesi geldi. Gülen Derman’dı. Diğerleri susmasını işaret ederken o kendini sıkmaktan kızarmıştı. “Cehenneme, bir sussana kızım artık,” diyen Kuzey ile birkaçı daha hafifçe gülerken ben şok olmuştum. Ne bu çıkış aslan parçası? Az sakin ol bak! Sinir bende genetik sıçramasın.

“Offf! Sana da bir şey denmiyor,” dediğimde Burcu kulağıma eğildi. “Şimal Hanım, başınıza dert alıyorsunuz. Komutanım, fazla sesi sevmez.”

Sevmezse sevmesin kardeş. Bananeydi yani. “Deme! Sus lütfen artık. Kafam kazan oldu,” dediğinde sırıttım. Oğlum, benim göbek adım gıcık bir kere. E bir kere gıcıklık değil mi?

“O kovaladığın adamlarda bu kadar konuşunca onlara susmaları için rica mı ediyorsun?” dediğimde Yusuf ile göz göze geldik. Gözleri bana yapma diye yalvarıyordu. Gözlerim yanıma kaydı. Burcu elini burun kemerine atmış, Berrak dudağını dişlemişti. Gözlerim tekrar Kuzey’i bulduğunda gözlerini açıp bana baktı. Belindeki silahı çıkarıp havaya salladı sinirle.

“Kafalarına sıkıyorum!” dediğinde bu sefer yerime sindim. Sinirliydi. Bunu körde sağırda anlardı sanırım.

Yaklaşık yarım saat sonra tank durdu ve tankın kapısı açıldı. Önce Kuzey indi ve sonra başını ileri uzattı. Sinirli değil gibiydi. Bense sindiğim yerde uslu uslu oturuyordum.

“Gelsene,” diyen sesi ile gözlerimi ona çevirdim. Kafası ile dışarıyı işaret etti ve kafasını tanktan dışarı çekti. Yerimden ayaklandığımda gözlerim hepsinde gezindi. Kısa sürede ısınmıştım açıkçası. Normalde asla çabuk ısınmam ama ısındığımda da kolayca soğuyamazdım. Dışarıdaki ayı kılıklı insan bu denilenlere dahil değil. Ona için şu an hala buzulluk olarak bakıyordum.

“Görüşürüz ve teşekkür ederim,” dediğimde hafifçe gülümseyip kafalarını salladılar. Sanırım onlar askeriyeye gelmiyordu. Belki başka yerden gelmişlerdi. Aklımda sorular dışarı çıktığımda lojmanın bahçesinde olduğumuzu fark ettim. Ayaklarımda bir tekinin topuğu kırılmış topuklularım vardı. Zorlansam da aşağı indim. Kuzey biraz ilerideydi. Arkasını döndü. Göz göze geldiğimizde yanıma ilerledi. “Dediğim gibi, vatandaşım beni ilgilendirir.”

Gülümsedim hafifçe. Göstermişti ilgilendirdiğini. Gözlerim ilerideki küçük parkı bulunca duygulandım. En çok vakit geçirdiğimiz yerdi burası. Anılar her yerdeydi. Evler güçlendirilmişti, park değişmişti ama ağaçlar ve anılar tazeydi. Her şey sanki dün yaşanmış gibi aklımdaydı. Hatırlayamadığım dört yaşımdan öncesiydi. Zaten onu da hatırlayan varsa maşallah.

“Teşekkür ederim,” dediğinde ilk defa gerçek anlamda gülümsedi. Gülümsemesine karşılık verdim. Bir adım attım ileri doğru.

“Görüşürüz,” dediğinde bir adım daha atmıştım ki durdum. Yüzüm hala ona dönüktü. Yüzümü buruşturdum. “Görüşmesek daha iyi,” dediğimde yine güldü. Ama bu sefer kahkaha atmıştı.

“Bence de. Sonra kafamın devreleri ile oynuyorsun ve sinirleniyorum,” dediğinde ben de güldüm. Ama sonra yalandan dudak büzdüm.

“Ne yani,” dedim yalandan üzüntüyle. “Seni sinirlendiriyor muyum?” dediğimde düşünüyormuş gibi yaptı.

“Evet, sinirlendiriyorsun. Şimdi gidip ağlayarak günlüğüne yazabilirsin.”

“Ayısın,” dedim hiç çekinmeden.

“Senin kadar olmasa da doğrudur,” dedi ve geriledi. Güneş yandan yüzüne vurmaya başladı ve gerileyen adımları durdu. Tankın içine eğildi. On saniye sonra öndeki askerlerden biri elinde bir poşetle geldi. Kuzey aldığı poşet ile karşıma geldi ve poşeti ileri uzattı.

“Ne bu?” dediğimde göz devirdi. “Bir kere de sorgulama be,” dediğinde gülerek aldım elinden poşeti. Ufak bir göz attığımda beyaz bir spor ayakkabı gördüm. Kafamı kaldırdım. Bana bakıyordu. “Beğendin mi?” dediğinde sırıttım. Beğenmiştim ama neden bunu söyleyeyim.

“Tarzım değil ama idare eder,” dediğimde göz devirdi.

“İdare et. Bir dahakine telafi eder alırız yeni bir tane şu uzun şeylerden.”

“Topuklu onun adı,” dediğimde göz devirdi.

“Biliyorum.”

“E o zaman söyleseydin,” dediğimde yine göz devirdi. Birazdan gözü yok olacak.

“Sinirleniyorum bak! Hadi susta bak işine,” dediğinde güldüm ve arkasını dönüp tanka doğru ilerledi.

“Kuzey,” dediğimde göz ucuyla bana baktı. “Teşekkür ederim, her şey için,” dediğimde hafifçe başını salladı ve tanka bindi. Tank önümden yavaşça uzaklaşırken ayakkabıları çıkardım. Bağcıklıydılar. Topuklularımı poşete koydum ve yenileri giydim. Bağcıkları bağladım ama kesin açılırdı.

Anılar ile başbaşa kalmak için yoluma döndüm ve eski Şimal Betül SOYER oldum. Umutlu ama kırgın ve hüzünlü…

 

 

Geçmiş kapanmayan yaralar, gelecek yeni serüvenler dolu. Bunun üstesinden gelmek kendine güvenenlerin işidir.

Loading...
0%